5f882e2d1e3b0__03.jpg

Yas Psikolojisi. Sevdiklerimizin kaybı nelere sebep oluyor?

15.10.2020

Yakınların kaybı her insanda farklı, ancak derin bir psikolojik sürecin başlangıcına işaret eder. Kırık bir kalpten ölecek gibi olma hissini hayatımızda en az birkaç kere duyarız, ancak araştırmalar bunun mümkün olduğunu gösteriyor. Sevdiklerini yitiren kişilerin kısa bir süre sonra ölüm sebepleri arasında kalp damar hastalıkları ve kanser ön sıralarda geliyor bunun haricinde intihar ve kendine zarar verici davranışlarda bulunma(alkol, uyuşturucu istismarı, kasti araba kazası) psikolojik etkiler arasında. Ayrıca yas tutma sürecinde oluşabilecek karmaşaların yas tutma sürecinin başlamasına, sürmesine ve sonlanmasına oldukça önemli etkileri olduğu da araştırmalarla kanıtlanmış. 

Yaşanılan travmatik olayı anahtar kelimelerle detaylandıracak olursak, stres bunların başında geliyor, beden kendi denge kaybını düzeltmeye çalıştığında bize stres olarak yansıyor. Kaçma, savaşma ve donma olarak üç ayrı başlıkta incelenebilecek stres tepkileri mevcut ve stresle karşı karşıya kalan bağışıklık sisteminde de bozulmalar görülebiliyor. Alışık olduğumuz güvenli alanları yaratan kişilerin yok olması bizi dünyanın güvensiz bir yer olduğu kanısına vardırırken, huzursuzluk kasların gerginliğine; kasların gerginliği ise yüksek derecede uyarılmaya ve panik haline sebep veriyor. Bu da uyku, sindirim, bağışıklık ve yeme düzeninde ciddi değişimlere yol açabiliyor.

Belirli bir seviyede maruz kalınan stres öğrenme ve kabullenme sürecini hızlandırırken yas sürecinde maruz kaldığımız yüksek stres günlük hayat fonksiyonlarının yerine getirilme sürecini bile zorlaştırabilir. 

Öte yandan hafıza ve travma sonrası stres yakından ilişkili iki konsept olarak karşımıza çıkıyor. Geçmişe dönük canlı anıların göz önüne gelmemesi için travmatik olayların uyku halinde durumsal aktifleşen hafızadan sözel aktifleşen hafızaya aktarılması gerekirken doğal katil hücrelerin doğru çalışmaması sebebiyle sağlıklı uyku uyuyamamak bu süreci zorlaştırır ve travma sonrası stres bozukluğuna sebep olabilir.
 Çocuklukta bakım vereninden ayrılma kaygısının yetişkin yaşamındaki kayıplara da yansıması olduğu biliniyor ancak yetişkinler bu kaygının farkındalığına sahip. Bağlanma teorisi bağlanma figürünün kaybı karşısında kişinin hayatta kalma stratejisi olarak feryad etmek ve arama haline girmek olarak iki ana tepki verdiğini öne sürüyor. Arama halinin bileşenleri ise uyarılma hali, huzursuzluk, kaybedilen kişiyi sürekli olarak düşünme, kaybedilen kişiye karşı bir algısal set oluşturma, kişisel ve çevresel unsurlara dikkatin azalması ve benzeri şeklinde gösterilebilir.


https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/5f882f015229f__0.jpg
(Görsel: “Under the Vine Leaves”, Detail. Etching. - Peter Ilsted, 1891.)


Sevdiklerini kaybetmiş kişiler bu kişinin varlığını hala hayatlarında hissetme, rüyalarda kaybedilen kişiyi görme, imkansız olduğunu bilseler de geri dönecekleri inancını taşıma ve bunların getirdiği bir uyuşma hissi yaşayabilirler. Bunun ötesinde sevdikleri kişinin artık olmaması hem kendilerinin hem de yaşadıkları dünyanın gerçekliğini sorgulatabilir, seçici unutma, kayıp yaşamış olmanın verdiği duygulardan kaçınmaya çalışma gibi tepkiler yaşatabilir. Bu süreç zamanla azaldığında kişiler kaybettikleri insanı seçmeden tüm özellikleriyle anmaya, ve kaybın ardından idealize ettikleri kişinin gerçek özellikleri hakkında dengeli bir fikre sahip olmaya başlarlar. Kaybın verdiği duygulardan kaçınma ve kayıp edilen kişiye olan yaklaşımları zaman içinde bir dengeye oturur ve savunma mekanizmaları devreye girmeye başlar. Bu süreçte kişiler duygularını hapsetmeye veya rahatsız edici düşünceleri fazla düşünmeye yatkın olabilirler, bu da kavrama ve kayba gerçeklik kazandırma sürecinin bir parçası olarak ikili ilerleyebilir. Yas süreci devam etse de defans mekanizmaları ve gerçeklik algısı birlikte gitmeye başlar. 

Kızgınlık ve Suçluluk


Kaybı protesto etmek ilk adım olarak tanımlanabilir, ayrılığa agresif bir tepki verilebilir. Çocuklar bakım vereninden ayrılıp yeniden buluştuklarında bu davranışı gösterebilir ve bu durum yetişkin yaşamına da taşınır. Yaşanan kaybın ardından dünya güvensiz ve tehlikeli bir yere dönüşmüş olma algısı ve asabi davranışları tetikleyebilir. Kişiler bu duruma direnç gösterebilir ve destek olmaya çalışan çevresinden soyutlanabilir, hatta düşman olarak nitelendirebilir. Kaybı kişiselleştirip kendini suçlamak, öfkeyi dışarı yansıtmak, güvensizlik hissetmek ve psikopatolojik melankoli, sadistik eğilimler ve duygu çelişmelerine rastlanabilir. 


https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/5f883934d34b0__1.jpg
(Görsel: Alexander Clark.)

 

Modern ve Postmodern Yas

Bazı araştırmalara göre yas tutma süreci toplumsal yapılar ışığında incelenebilir. Bunu modernizm ve postmodernizm altında incelemek ise yas tutma ve sosyal desteğin önemini vurgular.
Modernite sosyal iletişimlerin ve kültürün bir raddede biçimlenmesi olarak tanımlandığında, rasyonelliğe, bilime, uzmanlığa, gelişime ve geleceğe olan yüksek inancın yas sürecini iyileştirme üzerinde de etkileri olabileceğini tahmin etmek mümkün. Ölünün yasının tutulması medikalize edilerek doğal bir insan deneyiminden çıkmış, böylece endüstri değiştirip din adamlarından doktorlara yönelmiştir. Uzmanların tavsiyeleri ise kişinin acı verici duygulardan kopması, yeni ilişkiler kurabilmesi gibi bir takım sonuçlara ulaştırmak ve acı çeken bireyi topluma tekrardan katılabilecek hale hazırlamak amacında geleceğe yönelik bir bakış açısına sahiptir. Bu anlayış modern olduğu kadar batılı bir yaklaşımdır. Şehirleşmiş Japonya ve Çin’de, yas ritüelleri ölümün ardından devam etmeyi değil, ölüyü atalaştırmak ve yaşam ve ölüm arasında halen yaşatmaktır. Örneğin Japon bir kadının sofrada evin vefat etmiş bireylerine de tabak çıkarması ilerlemek ve üstesinden gelmek anlayışına zıt bir baş etme mekanizmasıdır.

Araştırmacılar ve yası deneyimleyen bireyler yaşamını yitiren kişiyi herkesin tamamen bırakmadığını, ve geleceğini kaybedilen bireyin bir parçasını kendinde tutarak şekillendirdiğini algılamış ve yasa tutulup kalmamanın birçok yolu olduğunun idrakına varmıştır. Postmodernizm sadece kişiyi bireyselleştirmek değil, çok-kültürlü toplulukları ve söylevlerini benimsemiş bir bakış açısı olarak karşımıza çıkmış, bu durum ise genel geçer tanımlı bir yas sürecinin yerine kişisel yol ve yöntemleri bırakmıştır.

Kültürel Bağlamda Yas

Yas ve yitirme, çaresizlik ve savunmasızlık içeren oldukça kişisel ve normal duygulardır. Sevilen kişinin kaybı hiçbir zaman keskin hatlarla deneyimlenmez ve çoğunlukla kişinin yaşam standartları çerçevesinde hayata atadığı değerler ve anlamlar bağlamında gerçekleşir.
Üzgünlük, kayıp gibi deneyimlerinin ifade ediş biçimleri kişiden kişiye değiştiği ve kültürel bağlamdan yüksek ölçüde etkilendiği için sağlık hizmetlerince oldukça hassas ve kişiye özel tedaviler altında ele alınmalıdır. Farklı kültürlerden yas deneyimleyen kişiler üzerinde yapılan araştırmalarda, kişilerarası deneyimlerin kültürel yapılar içinde tutarlılık gösterdiği bulgusuna varılmıştır. Öte yandan bir takım araştırmalar kültürel ve geleneksel inanç ve değerlerin kişilerin yas süreçlerini dış dünyaya nasıl yansıttıkları ve içlerinde nasıl başa çıkmaya çalıştıkları konusunda önemli ışık tuttuğunu göstermiştir. Sağlık çalışanlarına bu durumda kültür icraatlerini ve hastaların yas süreci üzerine etkilerinin farkında ve ayırdında olan bir yaklaşım geliştirmeliler. Yas ve kayıpların en odağa alınabileceği kurum olarak sosyal etkileşimlerin temel alındığı aile kurumunu, birlikte yaşayan grupları gösterebiliriz.

Karmaşık yas ismi verilen yas türü yaşanan kaybın yıkıcı etkilerinin kişinin tüm hayatını etkilediği ve en az iki yıl sürdüğü bir psikolojik bozukluk, kaybedilen kişiye karşı sürekli duyulan hasret gibi semptomlar ile tanımlanıyor. Bunu sıradan bir yas sürecinden ayırmanın önemli bir noktası ise belirli bir süre zarfının üzerinde kişinin uyku, özgüven ve duygu durumlarını olumsuz yönde etkilemesi. Çeşitli kültürel yaklaşımlar ise bu karmaşık yas sürecinin oluşmasında rol oynayabilir.

 

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/5f882e5098df7__3.jpg
(Görsel: Four Strings of a Violin (1914) - Edward Okuń)

Esasen, yas tutma süresini bilimsel olarak kanıtlanmış bir rakamla belirtmek pek de mümkün değil. Dünya çapında birçok toplum normal bir yas sürecini birçok farklı şekilde tanımlamış, bir yaşam boyu sürmesinin bile normal olduğu inancına sahip toplumlar mevcut. Öte yandan vefat eden kişinin cinsiyeti, inancı, toplumsal statüsünün de kültürel yasta önemli roller oynayabileceğini görüyoruz.

Tarihe bakacak olursak, dul kadınlardan uzunca bir süre yas tutmaları beklenirdi ancak küreselleşme gibi faktörlerden ötürü günümüzde kaybın ardından kişilerin yeniden evlenme sıklığı ve atlatma oranları daha yüksek. Bu süreç incelendiğinde, yasın medikalleşmesi ise başka bir tartışma konusu olarak karşımıza çıkıyor. Zamanında normal olarak kabul edilen bir fenomenin bir hastalığa dönüşmesi tıpkı genel ahlak yargılarının değişim süreci gibi, psikiyatri çalışmalarının da kültürel bir değişimden geçtiğini gösteriyor. Bu duruma geçmişte günlük hayatın stresleri olarak adlandırılabilecek durumlar için bugün psikotropik ilaç kullanılmasını örnek verebiliriz. Çağımızın biyoteknoloji egemen olması ve ilaç sanayinin siyasal ekonomisi ele alındığında günlük hayatımıza bu tip uygulamaların nüfuz ediliş biçimini gözlemlemek oldukça elverişli. 

Geniş bir kültürel yelpazeden katılımcıları olan bir araştırmada yasın kişisel deneyim tanımı literatür tanımı ile tutarlılık gösteriyor. Bulgular, yasın insanlar arası deneyimlerinin bu tanımda büyük bir yeri olduğunu vurgularken ritüel ve benzeri toplumsal dışavurumları kolayca kendi bireysel yas tanımlarından ayırabiliyorlar.

Hazırlayan: İlayda Deringör

Referanslar

Cowles, K. V. (1996). Cultural perspectives of grief: an expanded concept analysis. Journal of Advanced Nursing, 23(2), 287–294. doi:10.1111/j.1365-2648.1996.tb02669.x 
Hardy-Bougere M. Cultural manifestations of grief and bereavement: a clinical perspective. J Cult Divers. 2008 Summer;15(2):66-9. PMID: 18649443.https://minoritynurse.com/culture-grief-and-bereavement-applications-for-clinical-practice/
Kleinman, A. (2012). Culture, bereavement, and psychiatry. The Lancet, 379(9816), 608–609. https://doi.org/10.1016/S0140-6736(12)60258-X
Parkes, C. M., & Prigerson, H. G. (2010). Bereavement: Studies of grief in adult life (4th ed.). Routledge/Taylor & Francis Group.
Walter, Tony. (2007). Modern Grief, Postmodern Grief. International Review of Sociology. 17. 123-134. 10.1080/03906700601129798. 

   
Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş

ÖNCEKİ HAFTALAR