60f1db22a5ccb__1.jpeg

Bütün ve Sevgi Dolu Bir Bakış

16.07.2021

Deborah Casewell

Simone Weil: Mistik, filozof ve aktivist. Weil’in etik anlayışı kişiselciliğin ötesine uzanarak evrensele ulaşmaktadır. 

Fransız filozof, Hristiyan mistik, politik aktivist Simone Weil’ın kısa hayatı çocukluğundan ölümüne kadar fedakarlıktan ibaretti. Çok küçük yaştan itibaren lükse karşı hoşnutsuzluk göstermiş. Duruşu hakkında fikir verebilecek olaylardan biri, erkek kardeşi Nazi kamplarında ondan daha ağır koşullarda olduğu için kaçıp kurtulmayı reddetmesidir. 1943’te İngiltere Ashford’da henüz 34 yaşındayken gerçekleşen ölümünde işgal altındaki Fransa'nın aç vatandaşlarıyla dayanışma içinde gerçekleştirdiği kısıtlı gıda alımının etkisi vardır zira kendisi tüberküloz hastalığından da muzdariptir o sıralarda. Bu ahlak anlayışı sebebiyle Albert Camus onu “zamanımızın tek büyük ruhu” diye tanımlamıştı.

Bu tanım onun herkesçe bilinen takma isimlerinden olan “Kızıl Bakire” ya da “Marslı”’dan daha övgü doludur. Weil'in o zamanların diğer büyük ruhlarıyla olan etkileşimleri kişiliğinin gücünü daha da belirginleştirmiştir. Weil ile aynı zamanda Sorbonne Üniversitesine gitmiş olan Simone de Beauvoir, ona okul zamanlarında denk gelmiştir. Onunla Çin’deki kıtlık hakkındaki konuşmalarını şu şekilde aktarır: Weil bu dünyada tek bir şeyin önemli olduğunu kesin bir tonda bildirmişti. Dünyadaki tüm açlık çeken insanların doymasını sağlayacak bir devrim. En az onun kadar keskin bir biçimde onun fikrine karşı çıktım ve asıl sorunun insanların karınalrının doymasındansa varoluşlarının sebebini bulmak olduğunu öne sürdüm. Bana tepeden tırnağa şöyle bir baktı ve dedi ki “Daha önce hiç açlık çekmediğin kolayca anlaşılıyor”. Bu deneyime rağmen Beauvoir, Weil’e ve onun “herkes için atan kalbine” büyük bir hayranlık duyuyordu.
/website/assets/images/my1/images/60f1dbd8e6d73__2.jpeg
Weil hiçbir tartışmada altta kalmazdı. Weil’in Marksizm eleştirisini beğenmemiş olan Leon Troçki’yi, 1933 yılında ailesinin evinde misafir etmiştir. Hatta bu sıralarda yasadışı siyasi toplantılarına da ev sahipliği yapmıştır Weil. Bu toplantılarda sabahlara kadar süren hararetli tartışmalar yaşanmıştı. 

Herkes için atan kalbi yüzünden dönemin felsefi trendlerinden ya da akademik felsefi tartışmalarından uzak durmuş olabilir. Weil’in felsefeye kendini adamışlığı onun politik uğraşları ve dramatik hayatı ile karşılaştırıldığında sıklıkla sönük kalır. O, felsefesine adanmışlığı ve en sonunda da kendi bedeniyle hayat vermiştir. 10 yaşında Bolşevizmi benimseyen Weil, üniversitede Marksizm, sendikacılık ve barışseverlikle de ilgilenmiştir. Marksizmde eleştirilecek birçok şey bulduğu için, bu onun İspanya İç Savaşında cumhuriyetçilerin yanında durmasını engellemese de, çekimser kılmıştır. Yine de karakterindeki iki element daimi kalmıştır: başkalarının iyiliği için özverili oluşu ve iradesinin güçlü oluşu.

Weil’in karakterine işlemiş olan bu kendini feda özelliğinin kanıtı İspanya İç Savaşındaki girişimleridir. İlk önce anarşist Durruti Kolluğuna katılmaya çalışmış ancak kısa vadeli öngörüleri ve kendi tarafına getireceği tehlike nedeniyle çarpışmanın dışında kalmıştır. Orada başarısız olunca tutuklu Joaquín Maurín’i kurtarmak için anti-faşist komutan Julián Gorkin’den gizli ajan olarak görevlendirilmeyi talep etmiş. Talebi reddederken Gorkin, kendini boşu boşuna tehlikeye atmış olacağını ifade etmiştir. Buna karşılık Weil kendini feda etmeye hakkı olduğunu söylemiştir.

Vichy rejiminin altında Weil ve ailesinin de içinde bulunduğu Yahudiler, beyaz yakalı mesleklere alınmamış ve daha sonrasında New York’a gönderilmişlerdir. Sonrasında Weil, ölümle sonuçlanacağı kesin olmasına rağmen, yurduna geri dönmek için hatırı sayılır bir çabaya girmiştir. Planlarından bir tanesi Charles de Gaulle’un da kulağına gitmiştir. Planı savaş alanına havadan iniş yapan hemşirelerin arasına karışmaktır. İddialara göre De Gaulle’un tepkisi “O bir deli!” olmuştur. Onun davranışları her ne kadar da aşırı bulunsa da hayatı da dahil her şeyden vazgeçmeye yönelik bu güçlü arzu Weil’in ahlak anlayışını büyüleyici yapan şeylerden biridir. Bu onun hayatının paradoksal yönüdür ki, halka açık radikal fedakarlık hareketleriyle dikkatleri kendi üzerine çekmesini sağlamış. Ayrıca insanın evrenselliği ve başkalarına karşı kişisel olmayan alçak gönüllü bir yaklaşım hakkındaki felsefi fikirleri için bir platform kazanmıştır.
Bütün ve Sevgi Dolu Bir Bakış
Weil’in ahlaki sistemi 1943’te yazılmış üç ana metin ile anlaşılabilir. Bunlar La Personne et le sacré’ (1957) denemesi, Draft for a Statement of Human Obligations manifestosu ve The Need for Roots (1949) kitabıdır. Londra'da Özgür Fransız kuvvetleri için çalışırken yazılan bu üç metin Weil’in ahlaki sisteminin ana kavramlarını açıklar. Weil’in ahlak anlayışı haklar üzerine değil sorumluluklar üzerine kuruludur. Bu sorumluluk kişisel olmayan evrensel değerler üzerinde yükselir ve referans kaynağı dünya dışında temellendirilir. Bu bakış açısı hem Platon’a olan sevgisinden hem de onu Katolik Kilisesine getirmiş olan birçok mistik deneyimden kaynaklı olan dini inancından gelmektedir. Dışarıdan genel olarak Hristiyan bir görüntüsü sergilese de diğer açılardan diğerlerinden ayrı durduğu gibi burada da genelden ayrı durmuştur.

Bu kavramlar La Personne et le Sacre denemesinde işlenmiştir. Burada kendi ahlaki görüşünü anlatmak için iki örnek vermiştir ve bu örneklerle karşımızdakine yönelik davranışlarımızın neden ve nasılına dair aceleci fikirlerimize karşı çıkmıştır. Birbirimizle nasıl bir ilişki içinde olmamız gerektiği ile ilgili yaygın yaklaşıma odaklanmakla başlar işe. Her bireye bir kişilik olarak bakmak. Bu kişiselciliğin bir biçimidir.

Kişiselcilik, kişiliğ insanın metafizik merkezi olarak görür ve böylece bireyin haklarına bir dayanak sunmayı dener. Weil sokakta bir insan ile karşılaştığını hayal etmemizi ister bizden. Yaklaştığında o kişinin belirli yönlerini fark eder. Mesela uzun kolları, mavi gözleri olması, bihaber olduğum ama belki de basmakalıp düşüncelerin geçtiği bir zihni vardır. Bu noktada Weil direkt olarak bir meydan okumada bulunur: O kişinin gözlerini oymaktan onu alıkoyanın ne olduğunu sorar. Sonuçta ahlaki davranışı yönelttiğimiz kişilik olsaydı kolayca gözlerini oyabilirdim. Zira kör olsa da insani kişiliğinden bir şey kaybetmezdi. Ondaki insani kişiliğe dokunmuş olmazdım. Sadece gözlerine zarar vermiş olurdum.

Bu sert örnek onun kişiselciliğe olan temel itirazını yansıtmaktadır: ona göre kişiselcilik acı çekmenin kişilik üstündeki etkisini göz ardı etmektedir. Oysa insan acıyla tamamen yok edilemez. Weil insanların ne olursa olsun kendi şartlarının üstesinden gelebileceğini savunur. Dolayısıyla adamın gözlerini çıkarmaktan onu alıkoyan şey bu değildir. Bunun yerine onu tutacak olan şey, "birisi gözlerini çıkaracak olursa, birinin kendisine kötülük yaptığı düşüncesiyle ruhunun parçalanacağını bilmek" olacaktır.
/website/assets/images/my1/images/60f1dc3428d02__4.jpeg
Benzer olarak Weil, bizi başkalarına zarar vermekten alıkoyan şeyin onların hakları olduğu fikrini reddeder. Haklar ve kişilik kavramları, insanlık fikrinin zemininde oturmadığı sürece bize yardımcı olamaz. Haklar hakkında konuşmak kötülüğü durdurmaz zira bu kavram ticari ve hukuki bir terimdir. Haklar perspektifinden konuşulduğunda insanlara karşı ilişkimiz nesneleştirilmiş hale gelir, adaletin kör terazisine karşı bir yardım çığlığı olarak kalır. Böylece onları temelde sorumlu olduğumuz insanlar olarak değil de dışarıdan atfedilmiş değerlerin sahibi olarak görürüz. Örneğin, yumurtalarınıza fiyat biçen bir çiftçiyseniz yumurtalar ve biçtiğiniz fiyat ile olan ilişkiniz sebebiyle biri size uygun olmayan bir fiyat sunduğunda onu reddetme hakkına sahipsinizdir. Genelevlerde çalışmaya zorlanan bir kadın düşünüldüğünde ise hak dilinin konuşulması ise gülünç kaçar. Zira bu örnekte ihlal edilen şey bambaşkadır. Varoluşun çaresiz bir isyanı ve yüreğin en derininden gelen umut çığlığıdır söz konusu olan. Bu geri ödeyebileceğiniz veya pazarlık konusu edebileceğiniz bir şey değildir.

Her şeyi borçlu olduğumuz şey insanlıktır. Haklardan bahsetmek bunun üstünü kapatır.


Weil’in burada öne sürdüğü argüman ahlaki davranışı haklar bağlamında değil de temel ve evrensel olan acıda bulmaktır. Weil başkalarının çektiği acıların, bu acıların evrensel ve yaygın olduğunun farkındadır fakat insanlığın kötülükten çok iyiliği umduğunu ve beklediğini öne sürer. Bu kişiliğin herhangi bir yönüyle veya birini diğerinden farklı kılan herhangi bir şey ile bağlantılı değildir. Weil için acı çeken insanın çağrısı kişisel olmaktan uzak bir çağrıdır. Bu kişisel olmayan çağrı acının sebebinden veya ehemmiyetinden değil acı cekme kapasitesinden gelir. Bu kapasite insanda kutsal olan ve kişisel olmayan şeydir. Bir insanda kişisel olmayan ne varsa o kutsaldır. Başka bir deyişle, insanlık hakkında tamamen kutsal olan bir şey vardır. Kendi hayatlarının imkanlarından ve kişiliklerinden öte bir şey. Kötülüğü engelleyen şey zarar görmeme hakları değil, insanlığın bu kutsal yönüne dair farkındalıktır.

Weil’e göre kutsal olanın gayri şahsi olduğunu söylemek başka insanlara olan ahlaki tepkimizin onların kendilerini bize nasıl sundukları veya dikkatimizi çekip çekmemelerinden kaynaklanmadığını göstermektedir. Draft for a Statement of Human Obligation metninde acının hep var olduğunu ve bunun evrensel olduğunu söyler. Fakat bunu fark edebilecek bir toplumda yaşamıyoruz çünkü sosyal ilişkilerimizde eşitlik yok. İşte bu yüzden Weil her insanın içindeki aynı ve kişisel olmayan kutsala odaklanır. Aksi halde herkese eşit saygı göstermek mümkün olmaz. Bir ötekine sorumluluğumuzun anlamlı olması için bunun koşulsuz olması lazımdır. Koşulsuz olmalıdır zira kaynağını bizim gerçekliğimizin dışında bir yerden almaktadır. 
/website/assets/images/my1/images/60f1dc5c8f1d9__5.jpeg

Bu dünyadaki bütün güzellikleri, iyilikleri ve doğruları destekler. Öyle ki, insanın yüreğinin merkezinde her daim var olan ve yaşadığımız gerçekliğin tatmin edemeyeceği bir mutlak iyiye özlemden gücünü alır.  Yükümlülüklerimizi temel alan bu Platoncu gerçeklik görüşüdür; "çeşitli yükümlülüklerin bilinci her zaman beşikten mezara kadar her insan için benzersiz, değişmeyen ve kendisiyle özdeş olan bir iyilik arzusundan kaynaklanır". Hak dilinin bunu gizlediğini ve görevimizi başka bir yere yerleştirdiğini iddia eder Weil. Her şeyi insanlığımıza borçluyuz ve bunu, yalnızca insan olmak nedeniyle, yerine getirilmesi gereken başka bir koşul olmaksızın borçluyuzdur.

Yine de sokaktaki adam örneğinde olduğu gibi bunun farkına hemen varamayız. Bu sadece kişiliklerin öne çıktığı ve onları başkalarından daha çok öncelemek durumunda kalmamızdan değil; sadece ötekilerini aciz gördüğümüzden de değil; bizim gayri şahsi olana çok sık bakmamamızdan kaynaklanır. Gayri şahsi olan ne kadar evrensel de olsa ve bu yüzden bir diğerine olan ahlaki yükümlülüğümüz ve tepkimizin temeli de olsa ortaya çıkarılmayı ve üstünde çalışılmaya ihtiyaç vardır. Gerekli olan özel bir etik duruşun gelişimidir. İnsanın bedeninin ihtiyaç duyduğu gıda, ısınma, uyku, dinlenme, egzersiz, temiz hava ve sağlık gibi temel ihtiyaçlarında ısrar eder Weil. Adil bir toplumda bu ihtiyaçların karşılanması gerekir. 

Kendi çabamızla bu dünyaya iyilik getiremeyiz çünkü iyilik insan becerilerinin ve dünyanın ötesinde bir yerdedir. Fakat dikkatimizi ve sevgimizi ona yöneltme gücümüz vardır. Böylece dikkatini ve sevgisini iyiliğe çevirebilenler sayesinde iyilik dünya dışından insanlar arasına inebilir. Başkalarına dikkatini vermek mümkündür fakat kendiliğinden de olmaz. Eğitilip geliştirilmesi gerekir. Reflection on the Right Use of School Studies with a View to the Love of God (1942) eserinde Weil şöyle bir benzetmeden faydalanır: Eğer dikkatimizi bir geometri sorusuna yoğunlaştırır ve bir saat sonunda problemi çözmeye yaklaşmamış olursak o saatin her bir dakikası daha gizemli başka bir boyuta doğru ilerlememizi sağlar. Farketmesek bile bu çaba ruha ışık tutar.

Bu analojide dikkat göründüğü kadar aktif bir süreç değildir. Weil’in tasavvur ettiği gibi dikkat, bir geometri problemini çözmeye çalışırken aktif çabadansa sorunu çözmenize yardımcı olan koşulların ne olduğuna dikkat ettiğiniz pasif bir durumdur. Weil “Dikkat; düşüncelerimizi uzaklaştırmak, onları ayrı, boş ve nesneler tarafından kavranabilir bırakmaktır” der. Edindiğiniz bu bilgiyi zihninizde tutarken onun sizin üzerine etki bırakmasına da izin vermiş olursunuz.

Bu dikkat en yüksek seviyede Tanrıya ve ötekine yöneltilmiştir. Ben bunu bir duruş olarak tanımladım, fakat Weil bunu bakmak ve okumak olarak başka türlü açıklamıştır. Bir başkasına karşı yapılan ahlaki hareketin, özellikle de acı içinde olana yapılanın, ona özenli ve nezaketle olması gerektiği görüşündedir. Böylesi bir dikkatin eğitilmiş olması gerekir.

 

Weil tikelin değil de tümelin peşindedir.

 

Bu Iris Murdoch’un da Weil’in düşüncelerinde takdir ettiği şeydir. Weil’in dikkat kavramı ahlakın tamamen hesap, seçim ve eylemden ibaret olduğunu veya tamamen en önemli şeylerin sonucu olduğunu varsaymaz. Aksine Murdoch, Weil’in dikkat kavramını nitelendirirken dikkatin tam ve sevgi dolu bir bakışın gelişimi olduğunu öne sürer. Ahlakın alameti seçim değil bu dikkat eylemidir. Böylece ahlak başkasına karşı özel olarak ve dünyaya genel olarak yöneltilmiş yekpare bir tutuma dönüşür. Birini tam ve sevgi dolu bir bakışla incelediğinizde gerçekte kim olduğunu görürsünüz (Murdock’un gelin ve kayınvalide örneği ile açıkladığı gibi).

Bunu yapmak kolay değildir. Weil bunun nasıl yapılacağına değil de diğerine olan görüşün nasıl ayarlayacağını detaylandırır. Kant’ın ötekini araç olarak değil amaç olarak görme vurgusuna benzese de, nasıl hareket edeceğinizi kolayca ele vermez Weil. Belki de bunu insanların acılarını nasıl hafifleteceğimizin farkında olduğumuz için böyle yapar. Genç Weil’in sözlerini örnek alarak, açlığı sonlandıracak bir devrim için olmasa da çözüm için faydalı olabilecek yapısal değişiklikler için sizlere sesleniyoruz. Yine de Weil ahlaki kaygıyı sadece soyut, acı çeken ötekiler (insanların hayati ihtiyaçlarını tanımladığında olduğu gibi) için değil kendimizi kandırma ve haklı çıkarma şeklimizden dolayı da duymaktadır. Draft for a Human Obligation’da yazdığı gibi, önümüzde acı çekenleri fark etmediğimiz bir dünyada yaşıyoruz. Şans eseri veya yakınlıktan dolayı dikkatimizi çeken belli başlı kişiler gözümüzü kamaştırıyor ve diğer bütün insanlar ise gözümüzden kaçıyor.

Eğer dikkatimizi bu dünyada tutarsak başkalarını asla fark edemeyiz. Çünkü herkeste aynı olan özelliklerin ötesine bakmadığımız sürece onlara eşit saygı gösteremeyiz. Kişiliklerin ve öteki insanlara olan görevlerimizin ötesinde bizi gayri şahsi olana yönelten hikayelere bakmalıyız. Weil’in hayatı ve görüşleri arasındaki gerilim işte budur. Evrenselin yerine özel olan için taraf olmayı bir kenara bırakmamız gerektiğini söyler. O sıradışı, eşsiz, fevkalade bir hayat yaşadı. Gözümüze takılan ve dikkatimizi çeken, ahlaki fikirlerimizi zorlayıp değiştiren bir hayat…

Fakat onun ahlaki şartlarını ciddiye alacaksak, eğer bu mümkünse, o zaman bakışımızı onun ötesine çevirmeli ve bunun yerine insanlıktaki gayri şahsiliğe, evrenselliğe katılmalıyız. İşte bu her şeydir, bu olmadan kayboluruz. Ve bu özveri göstermeye değer.

Çeviren: Uzman Klinik Psikolog Rabia Yavuz

Eposta: rabia.yavuz@gmail.com
Instagram: @klinikpsikolograbiayavuz
Kaynak: https://aeon.co/essays/for-simone-weil-our-capacity-to-suffer-united-us-all?utm_source=Aeon+Newsletter&utm_campaign=56a6cc14bb-EMAIL_CAMPAIGN_2021_07_08_07_24&utm_medium=email&utm_term=0_411a82e59d-56a6cc14bb-70383909

Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş

ÖNCEKİ HAFTALAR