60158ad6b8dce__1.jpg

RUH YARASINDAN SONRA YENİDEN AYAĞA KALKMAK

30.01.2021

Prof.Dr. Kemal SAYAR

İzmir Depreminin maruz kalanlarda bireysel ve toplumsal olarak yaratacağı travma nedir? Covid'in yarattığı korku ortamı artarken eklenen deprem nasıl bir tablo çiziyor? Bu etkilerin minimize edilmesi için alınacak önlemler neler olmalıdır?

Travma, konuşulamayan ve düşünülemeyen deneyimlere işaret eder. Ruh yarası. Kelimelere dökmekte zorlandığımız, insanın hayata tutunduğu yerleri törpüleyen, sıra dışı bir deneyim. Belirsizlik, korku, kayıp, yalnızlık ve zorluklar. Kolektif bir travma zamanında yaşıyoruz.  Ruhsal açıdan örseleyici deneyim sadece bireyleri değil toplumları, halkları pençesine alıyor. Bir toplumun dokusunu baştan aşağı değiştiriyor, ilişkileri ve politik süreçleri hallaç pamuğu gibi atıyor ve hatta yeni toplumsal normlara geçit veriyor. Ruhsal açıdan örseleyici bu deneyimler, insanın hayata yeniden uyum sağlamasını güçleştirebiliyor. Uzayan belirsizlik ve salgından sonra İzmir depremi ile alt üst olan hayatlarımız, yeni ruhsal sorunlar yaratmış görünüyor. Başımıza ne geldiğini ve buradan nereye bir gidiş olacağını kestiremediğimiz zamanlardan geçiyoruz. 

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/60158c9dd02b4__2.jpg
Dünyanın müşfik, tahmin edilebilir ve bir gaye barındıran, anlamlı bir yer olduğuna inanıyoruz ekseriyetle. Kendimizi değerli ve esirgenecek varlıklar olarak görüyoruz. Bu inançlar bize bir güvenlik duygusu ve incinmezlik yanılsaması veriyor. Oysa travmalar, bu inançları kökünden sarsar. Çok büyük şiddet doğuran olaylarda dünyaya dair inançlarımız ve insanlık hakkındaki iyi anlatılarımız yara alır. Yaralandığımızda fark ederiz ki biz incinebilir varlıklarız.  

Genel kapsamda doğal afetlerin ardından sıkça korku, kaygı, güven yitimi, yas, üzüntü, evham, öfke, boşluğa düşmüşlük hissi ve reddediş gibi acziyet düşüncesinin eşlik ettiği tepkiler verilir. Çok daha seyrek olarak da böyle bir tehlikeden sağ kurtulmuş olmanın yarattığı bir zarar görmezlik yanılsaması, gözü karalık ve meydan okuma psikolojisi oluşabiliyor. İzmir depremi de yüksek şiddette, üstelik hasar gören mevkilere oranla yüksek can kaybının yaşandığı bir depremdi. Bireysel planda, özellikle psikolojik direnci yüksek olan deprem mağdurları kısa bir süre içerisinde bir travma belirtisi göstermeden yaşama tekrar uyum sağlamakta zorluk çekmeyecektir. İnsanoğlu iyileşmek ve gelişmek için çok geniş bir kapasiteye sahip bir canlı. Ancak daha kırılgan durumdaki insanların, kişilik özellikleri yahut toplumsal şartları nedeniyle daha düşük dirence sahip olanların, travmanın etkisiyle özellikle daha genel nitelikteki ilk sayılan duyguların bazılarını göstermeleri muhtemeldir. 

Bu tabloda ağırlaştırıcı bir diğer faktör, sizin de belirttiğiniz gibi, zaten hali hazırda Covid nedeniyle toplumda kaygı düzeyinin artış göstermiş olması. Kaygı durum bozukluğu olan insanlar, doğal olarak psikolojik açıdan direnci düşük, daha kırılgan insanlar, bunun üzerine bir de deprem sonrasında eklenen korku ve kaygının eklenmesi bazıları için taşınması çok ağır bir yük haline dönüşüyor. Bunun etkisini özellikle deprem sonrasında başvuran danışanlarımın durumunda da bilfiil gözlemleyebiliyorum. 

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/60158e3110d9b__4.jpg
Bu ortamda insanların tekrar toplumsal planda hayata uyum sağlayabilmeleri için takip edilmesi gereken bazı adımlar var, bunların bu sürecin daha kolay atlatılmasında faydası olacaktır. Öncelikle yetkili kurum ve kuruluşların yaşanan olayın gerçek niteliği ve kayıplar hakkında şeffaf ve paylaşımcı bir yöntem izlemeleri, şartları ve belirsizlikleri netleştireceğinden, kaygı düzeyinin azalmasına büyük katkısı olacaktır. İnsanların, güvenilir üst mercilere ihtiyacı vardır, güven bu aşamada en tamir edici duygudur. Bunun dışında, travma etkilerini mümkün olduğunca zarar görmeden karşılamak için, yas sürecinin sağlıklı bir şekilde yaşanması gerekiyor. Sadece can kaybının neden olduğu yas durumundan bahsetmiyorum, eski yaşam biçiminin, komşuluk ilişkilerinin, sosyal zeminin yitirilmesi de bir yas duygusu yaratacaktır. Ama öncelikle elbette sevdiklerini ve yakınlarını yitirmiş olan insanların, kaybın müşterek niteliğini deneyimlemeyebilmeleri için ortak anma ritüellerinin yapılması, insanların bunlara iştirak etmesi, olanlar hakkında konuşmaları, kayıplarının acılarından bahsetmeleri, duygusal iletişimin ve aktarımın iyileştirici etkisi nedeniyle insanların acısını ve boşluk hissini hafifletecektir. 

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/60158f4cc9bb1__5.jpg

Afet öncesinde yapmaktan hoşlandığınız işlerle yeniden bağ kurmaya çalışmak ve kaygı arttırıcı haberleri ve sosyal medya kullanımını kısıtlamak da travmanın etkilerini sınırlandırmak için dikkat edilmesi gereken tavsiyeler. Ailelerin yeniden bir araya getirilmesi, sağ kalanların yaşam standartlarının, fiziksel ve psikolojik sağlıklarının gözetilmesinin en çabuk şekilde organize edilmesi, onların da hayata uyum sağlamalarını çabuklaştıracaktır. İnsanların bu acziyet hissiyatından kurtulmaları da çok büyük önem arz ediyor. Bu durumda afetten etkilenenlerin bir fark yaratmaya, kendilerinin de bir şeyler üzerinde irade sahibi olduklarını tekrar hissetmeye ihtiyacı var. Yeniden harekete geçmek, kontrol etme hissini kazanmaya, travmanın sebep olduğu güçsüzlük hissinden kurtulmaya ve yaşamlarını yeniden inşa etmeye yardımcı olacaktır. 

Travma ruhun depremidir ve bildik dünyayı yerinden oynatır. Ne ki yeri geldiğinde travmadan da özgürleşebilmeniz gerekiyor, bunun için bakışlarınızı usul usul dış dünyaya çevirmeli ve ilerlemelisiniz. Sadece kayba, travma ve buhrana odaklanmak kendinizi acıya zincirlemeniz demektir. Travma sonrası büyüme, olumsuz bir olayın olumlu bir çerçevede ele alınması demek değil. Travmatik olayın dehşet ve kötülüğünü teslim ederken, beri yandan o yaşanmasaydı belki hiç gerçekleşmeyecek olan tekâmülün de hakkını vermektir büyümek. ‘Dalga yükseldiğinde, sandal da yükselir’ diyor Çin atasözü. Zorluklar büyüdüğünde onu alt eden ruh da büyür. Hayatın dalgaları sandalımızı parçalamadıysa öğreniriz ki inişli çıkışlı ve sonludur hayat. 

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/60158d51efe1c__3.jpg

Yas zaman ister, aceleye gelmez. Sevdiklerimiz olmadan yaşamak zorunda kalmanın bir acısı, bir yükü var. Buna saygı duymalı ve can kayıplarının hızla tüketilmesine karşı durmalıyız. Ama aynı zamanda hayatta kalanlar için de ümidi yeniden inşa etmenin, ümidin çimentosuyla toplumu onarmanın yollarını aramalıyız. Kaybettiklerimiz için duyduğumuz kederi, yaşayanlar için hürmet ve nezakete çevirmeyi de bilmeliyiz. Bunun için de umursamazlık ve kayıtsızlığı geride bırakmalı, canımızı yakan şeyi doğru teşhis edebilmeliyiz. Sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi yapmayı, karanlıkta ıslık çalmayı bir kenara bırakmalıyız. Gerçekle baş başa kalmalıyız, gözü yaşlı insanın hakikatiyle, kaygı ve gönül kırıklığıyla, ancak birbirimizin elinden tutarak ayağa kalkabileceğimizin bilinciyle.

 

* Afetlerin toplumlarda yarattığı etkiler bir soy aşan etkisi oluşturuyor mu? Bunun aşılması için nasıl bir yol izlenmeli sizce?

Travmatik deneyimlerin insanların sonraki kuşakları üzerinde, onların seçim şansını tıpkı kendisinin yaşadığı kompleksler gibi sınırlandırabildiği düşüncesi aşırı bir yorum kabul edilmeli benim zannımca. Genetik faktörlerin ve kolektif bilincin kültürel kodlar halinde aktarılması, travmanın da aktarıldığı manasına gelmiyor. Ancak, sürekli kaygı durum bozukluğu çeken ebeveyninin her sarsıntıda yerinden fırladığını gören çocuğun, bunu korku ve kaygı olarak tekrarlaması elbette ki çok mümkün. 
Bundan başka çürük ve denetimsiz yapılaşma devam ettikçe depremde yaşanan kayıpların acılarının sonraki kuşaklarda da tekrar tekrar yaşanacağını öngörebilmek için bu teoriye başvurmaya da gerek yok.

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/60158ec521f44__6.jpg

* Özellikle çocuk ve gençler açısından neler yapılmalı sizce?

Çocuklar aslında psikolojik açıdan en dirençli kesimi sayılabilir toplumun. Ebeveynler ve en yakın çevresi sağlıklı bir şekilde travmatize olmadan bu süreci atlatabildiği takdirde, en kısa sürede yaraları sarılanlar, çocuklar olacaktır. Elbette kişisel özellikleri nedeniyle daha kırılgan olan ya da daha öncesinde zaten travmatize olmuş çocuklar bu süreçte özel olarak alaka gösterilmesi gereken kesimlerden biri. Daha önce saydığım tavsiyeler, onlar için de faydalı olacaktır. Günlük hayata bir an önce katılmalarını sağlayabiliriz. Konuşmak isterlerse onları dinlemek için zaman ayırmalıyız. Onların kendilerini ifade edebilmesine imkân tanımalı, onları cesaretlendirmeyiz.

Kendilerini güvenlikte hissetmelerini sağlamalıyız. Aile kurallarını devam ettirmeliyiz. Çocuklarınızı da ev işlerine dahil etmeli ve sorumluluk almalarını sağlamalısınız. Onları rahatlatmalı, onlara hikayeler anlatmalı, depremden etkilenmiş olan arkadaşlarının güvenliğini onlara aktarmalısınız. Rutinlere devam edin. 

 

Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş

ÖNCEKİ HAFTALAR