5f89b185a265b__1.jpg

Bir Felaketin İnsan Türünün Başına Ne Kadar Kolay Gelebileceğini Gösteren Covid-19 Tecrübesi

16.10.2020

Raghu Karnad

İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden sonraki aylarda, Albert Einstein Amerikalıları üçüncü bir dünya savaşını hayal etmeye teşvik etmek için bir röportaj verdi. “Bir sonraki savaş önlenmezse, bugün kavranması zor ölçekte bir tahribatın gerçekleşeceğinin fark edilmesi hayati öneme sahiptir ve medeniyetin küçük bir kısmı hayatta kalacaktır” dedi.

1947'nin sonlarında, Amerika Birleşik Devletleri atom bombasını kontrol eden tek ülkeydi. Sıcağı sıcağına nükleer silahların gelecekte kullanımından feragat edebilir ve yayılmasını durdurmak ve hukuk dışı ilan etmek için girişimde bulunabilirdi. Ancak silahlanma yarışı pervasızca devam etti: kısa süre içerisinde ABD ve Sovyetler Birliği termonükleer testler yapmaya başladılar. 1954'te, Bikini Atolünde uygulanan Castle Bravo testi, Hiroşima'dakinden bin kat daha güçlü bir patlama yarattı.

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/5f89b50069590__5.jpg

Aynı yıl, filozof ve barış yanlısı Bertrand Russell, sağduyu çağrısı için bir taslak hazırlamaya başladı. 10 atom bilimcisi, neredeyse tüm Nobel ödülü sahipleri ve Einstein tarafından da imzalanan Russell'ın manifestosu, “varlığının devamı şüpheli olan türün üyelerine, İnsana” hitap etti. Radikal bir hitapla yalın bir tez ileri sürmüş oldular. Nükleer gücü silahlandırmayı öğrendikten sonra, ondan hiç vazgeçemedik; silahsızlanma başarılı olabilir ancak atom bombasını icat etmemiş gibi yapamayız. Bilim hükümranlığımız, türümüzü – neticede, kaçınılmaz olarak – yok etmeyecek bir savaşma biçimiyle bir arada bulunamazdı. "Öyleyse, size sunduğumuz dehşet verici ve kaçınılmaz sorun şu: insan ırkına bir son mu verelim; yoksa insanlık savaşmaktan vazgeçecek mi?”

Bugün yaşayan insanlar için bu kısım, tuhaf - soğuk savaş öncesi dönemin antika bir fikri gibi görülebilir. Artık herkes insanlığın harap olmuş haldeki imajının farkında, ama iklim krizinin bir imgelemi olarak, savaşın değil. Birçok ülkedeki çoğu insan için savaş, azalmış ve uzak bir endişe gibi görünüyor. Nesiller boyunca normalliğimizin ufkunu sarmalayan, dünya çapında genel bir felaket deneyiminden kurtulduk. Sonrasında korona virüs geldi.

Covid-19'un küresel patlamasından yaklaşık 10 hafta sonra, virüsün doğanın bir sonucu olmayabileceği fikri yayılmaya başladı.

Doğal olarak, Donald Trump ilk kurbanlardandı, ama yalnız değildi. Sağcı medyanın, Ortodoks Müslümanların yürüttüğünü iddia ettikleri “corona cihad” fobisini körüklemesi nedeniyle dünyanın en kalabalık ikinci ülkesi olan Hindistan'daki televizyon ağlarında ondan önce ortaya çıktı. Virüs nedeniyle şaşkınlık yaşayan ve kapatılan her toplumda, bazı insanlar bu denli bir hasarın sadece insan eliyle oluşturulmuş olabileceği ve büyük olasılıkla da kötücül niyetlerden kaynaklanabileceği teorilerini beslediler.

 

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/5f89b3fdd2059__2.jpg

Bilimsel topluluktaki ve medyadaki sorumlu sesler bu teorilere baskın çıktılar. Böylesi daha iyi. Bununla birlikte, pek de iyi olmayan şey, 1955'te bildiklerinin değişmemiş olmasıdır: bilim, insan toplumunu tehlikeye sürükleyen yeni yollarla bizi donatıyor. Covid-19 hakkındaki kötü niyetli komploları reddedebiliriz ancak yine de bu felakette, tasarlanmış bir patojenin bize neler yapabileceğinin sadece bir örneğini görebiliriz.

"The Precipice: Existential Risk and the Future of Humanity (Derin Uçurum: Varoluşsal Risk ve İnsanlığın Geleceği)" kitabında, Oxford Üniversitesi öğretim üyesi Toby Ord, “varoluşsal risk” yaratan çeşitli doğal ve antropojenik olayları titizlikle hesaplar. Ord'un hesaplamalarına göre, önümüzdeki 100 yıl içinde nükleer savaş ihtimali 1/1,000'dir, ancak “mühendislik ürünü bir pandemi” ihtimali, 1/30'la en muhtemel ikinci felaket senaryosudur (birinci sırada yapay zekaya dair felaket senaryosu vardır). Ord'la, Oxford Üniversitesinde çalıştığı İnsanlığın Geleceği Enstitüsü'nden yaptığımız telefon görüşmesinde, "geçmişte, biyolojik tehditlerin aşırı boyutlara ulaşan örneklerini deneyimledik" dedi. “Doğal risklerin ötesine geçtiğimizde ve insanların, bize fazlasıyla zarar verecek kusursuz özelliklere sahip patojenlerin mühendisliğini yapabileceklerini düşündüğümüzde, işte o zaman bu gerçekten korkutucu olur.”

Mühendislik ürünü bir virüs, bir nükleer bombadan çok daha düşük bir maliyet veya bilimsel kapasiteyle geliştirilebilir. Gen düzenleme teknikleri hızlı bir şekilde gelişmektedir; ve bu alandaki çoğu veri sadece akademik materyal olarak paylaşılmaktadır. Ancak bu çalışmalar, uygulamalı nükleer fiziktekinden çok daha az denetime tabi tutulmaktadır. Birkaç yıl önce en gelişmiş laboratuvarlarda yapılan biyomühendislik atılımları, şimdi lisans öğrencileri tarafından tekrarlanıyor. Bu, araştırma açısından çok iyi ancak risk açısından bakarsak – Ord'un ifadesiyle – “demokratikleşme, çabuk yayılmayı getirir”.

Ord, ”korona virüsün bir biyo-silah olduğunu öne sürmediğimizi açıkça belirtmek gerekir" diye devam ediyor. “Ancak bu virüs, büyük bir biyo-silah saldırısının neler yapabileceğini bize açıkça gösteriyor.”

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/5f89b4bca41d4__3.jpg

20. yüzyılın acı dersi, genel savaşın, her yolu, daha önce zalimce görülenleri dahi meşrulaştırmasıdır (1930'lar boyunca, Avrupalı güçler bombardıman uçaklarını bir daha asla kullanmamak için defalarca karar aldılar). Bilimin felaket dolu potansiyeli artmaya devam ederse, bu potansiyel için gerçekleşmiş koşullar her daim geri çekilmelidir. Savaştan gerçekten vazgeçmek zorundayız.

Bunun yerine, Covid-19 krizinden bu yana birçok devlet, suçlama oyunlarını ve korku politikasını ikiye katladı. Dünyanın rekabet halindeki süper güçleri itham politikaları sürdürüyor, konsolosluklarını kapatıyor ve Güney Çin Denizi'ndeki filolarını karşı karşıya getiriyorlar. Çin'i kapsayacak şekilde genişletilmesi yerine, Yeni START gibi zor kazanılmış silah kontrol anlaşmalarının geçerliliğini yitirmesine izin veriliyor. Nükleer bir savaşa başvurma olasılığı en yüksek olan iki ülke Hindistan ve Pakistan'dır. Silahlarının üçte biri doğrudan yaklaşık 100 milyon insanı öldürebilir ve küresel bir nükleer kışa neden olabilir. Televizyonda yayınlanan tartışmalarda, Hintli ve Pakistanlı konuşmacıların karşılıklı olarak, birbirlerinin başkentlerini “yok etme” tehditleri savurduğunu görüyoruz.
2020'de, biyo-silahlar bizim en büyük sorunumuz değil. Gerçi, Covid-19 sayesinde, üzerinde oturduğumuzu unuttuğumuz dinamit varilinden ayaklarımızın arasında yuvarlanan dinamit çubuğu gibi biyo-silahları hatırlamış olduk. Gelecekteki bir savaşa karşı ortaya atılan ahlaki argüman, iklim değişikliğiyle mücadele etmek için yapılan savunu ile aynı zeminde duruyor. Edward Said'in ifadesinden esinlenerek söyleyecek olursak, önümüzdeki görev, bir mücadeleyi diğerinden ayırmak değil, onları birbirine bağlamaktır. Kendimizi iklim felaketinden korumak adına yürümeye hazırlandığımız radikal yollar var. Bu yollar bizi önümüzde duran savaştan ve insanlığın geleceği ile kumar oynamaktan da uzaklaştırmalıdır.
Son on yıllar içerisinde, Hiroşima ve Nagasaki görüntüleri dünya çapındaki insanlara, bombaya karşı "bir daha asla" dedirtti. Bugünlerde birçok insan için bombanın ”patlayan kafa" emojisine benzer ironik bir sembol olarak görülmesi gibi, Covid-19 pandemisi ile ilgili en kötü izlenimlerimiz de benzer şekilde tuhaf olabilir. Dünya genelindeki sokağa çıkma yasakları, işten çıkarılmalar ve açlık, servetin erimesi ve uluslararası seyahat ve ticaret ağının durması, tek mermi atılmadan anlamsız bir şekilde artan ölümler: Covid-19 korkunç bir doğal pandemidir, fakat aynı zamanda, tankları veya denizaltıları değil, bilimsel araştırmanın öncülerini harekete geçiren gelecekteki savaşın bir tür provasıdır.

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/5f89b566399f1__4.png

Einstein, The Atlantic dergisine "atom bilimcileri, Amerikalıları atom çağının gerçeklerine sadece mantıkla uyandıramayacaklarına ikna oldular" diye konuştu. "Bu ikna sürecine dinin temel bir bileşeni olan duygunun derin gücü de eklenmelidir. Sadece kiliselerin değil, okulların, üniversitelerin ve önde gelen düşünce kuruluşlarının da bu konudaki hayati sorumluluklarını en iyi şekilde yerine getirecekleri umulmaktadır.” Savaştan uzak, kültürel, ahlaki bir evrim girişiminde bulunmaya çağrılıyoruz. Bunu söylerken fazlasıyla utangaç hissedebilir ve naif görünmeyi göze alıyor olabiliriz. Ancak atom bilimcileri, bizi bekleyen gerçek riski bilmelerine rağmen utanmadılar.

• Raghu Karnad, gazeteci ve The Wire'da yazar ve editördür.

Tercüme: İclal Eskioğlu Aydın

Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş

ÖNCEKİ HAFTALAR