610d5aa1bb002__4.jpeg

Sıla Özleminden Yuva Kaybına

06.08.2021
Tanrı, bu ağaçlarla ilgilendi, kuraklık, hastalık, heyelan, binlerce fırtına ve sellerden kurtardı onları. Fakat aptallardan koruyamaz. John Muir

Gökbilimci ve astrobiyolog olan Carl Sagan Pale Blue Dot videosunda koca evrendeki Dünya ismindeki noktaya bakarak şöyle söylüyor: “Bu soluk mavi noktanın görüntüsü birbirimize nezaketle yaklaşmamıza ve bu soluk mavi noktayı koruma ve gözetme sorumluluğumuza vurgu yapar. Şimdiye kadar bildiğimiz ve sahip olduğumuz tek yuvayı”. Sahip olduğumuz bu tek yuva şimdi yanıyor. Bu yangın, bu yok oluş metaforik olarak gerçekleşen bir yok oluş değil. Gayet somut bir şekilde tanık olduğumuz üzere dünyanın akciğerleri olan ormanlarımız yanıp küle dönmekte. Yıllardır farklı coğrafyalarda yaz aylarında gerçekleşen orman yangınları ekosistemi her gün daha fazla tehdit altına alıyor. Son günlerde Türkiye’yi de etkisi altına alan yangınların bizlerin üzerinde yarattığı duygular bu yok oluşa dair hissettiğimiz acının bir parçası. İnsanoğlu yaşadığı kayıplara matem ile karşılık verir. Ekosistemin kaybedilmesi, buzulların erimesi neticesinde kaybedilen ekolojik denge ve Türkiye’nin ciğerleri ormanların gözlerimizin önünde yanarak yok olması. Tüm bu kayıplar canımızı yakıyor. Bu acı, psikoloji alanyazınında yeni bir kavramla tanıştırdı beni: Ekolojik yas.
/website/assets/images/my1/images/610d5ab393f2d__3.jpeg
Cunsolo ve Ellis, ekolojik yası açıklamak için bir tanım yapmışlar: “Birçok canlı türünün yok oluşu da dahil olmak üzere yaşanan ekosistemdeki değişimlere verdiğimiz duygusal bir yanıt”. Çevremizdeki değişimlerin psikolojimizi etkilememesi mümkün değil. İklim değişimlerinin yarattığı felaketlerin sonuçları yüzünden travma sonrası stres bozukluğu yaşayanlar var. Birçok insan sevdiklerini ve evlerini bu felaketler sırasında kaybetti. İklim değişimi sadece fiziksel sağlığımızı değil ruhsal sağlığımızı da tehdit ediyor. Son 15 yılda psikoloji alanında yeni çalışmalar da yok değil. Bu çalışmaların odak noktası iklim değişiminin insanlar üzerinde yarattığı psikolojik değişimler. Stres, kaygı, üzüntü, çaresizlik, belirsizlik, umutsuzluk, utanç, suçluluk ve yas.

Küresel ısınmaya, iklim değişikliğine, türleri yok olan canlılara ilişkin veriler eşliğinde uzun zamandır bir kriz yaşandığını biliyoruz. Zaman zaman makaleler, seminerler, yapılan toplantılar ya da haberler vesilesi ile bu krize dair bilgilerle karşılaşıyorduk. Kuzey yarım kürede bulunan buzulların erimesini, sel, kuraklık ya da yangın haberlerini duymamış olanımız yoktur diye düşünüyorum ama yine de bir kriz yaşamıyormuşuz gibi devam ediyor hayat. Krizin olduğuna inanmak güç geliyor birçoğumuza. Nasıl öyle olmasın ki, siyasi ve toplumsal düzeyde bu krizi önlemeye dair bir mücadele göremiyoruz. Kısıtlamalar ya da cezai müeyyidelerle karşılaşmıyoruz. Karbon salınımlarına, fosil yakıtların tüketimine, her yerde ve herkesin çevrede bıraktığı karbon izlerine dair değişen hiçbir şey yokken nasıl bu sorunu ciddiye alıp acil bir eylem planına geçebiliriz?

Uzun zamandır ekosistemin yok olmakta olduğuna dair çalışmalar var. Ekranlarda ya da basılı yayında bunları görüyoruz, lakin fark ettiğim kısım bu yaşananların ruh sağlığımız üzerindeki etkilerine dair fazla bir şey söylenmiyor olduğu idi. İklim aktivistlerinin yaşadığı tükenmişlik sendromu ya da afetlere doğrudan maruz kalan ve travmatize olan bireylerin akıl sağlıklarına dair genel popülasyona nazaran daha fazla bilgiye sahibiz. Peki birey olarak etrafımızda yaşananlar bizi nasıl etkiliyor? Geleceğe olan bakışımıza, kimlik oluşumumuza, aile kurma umutlarımıza, çocuklarımızı nasıl bir dünyanın beklediğine dair endişelerimize neler oluyor?
/website/assets/images/my1/images/610d5aceae39f__1.jpeg
Artık iklim değişikliğinin etkisi kapımıza kadar geldi. Evimiz ateş altında. Şimdiye kadar yaşadığımız ve yaşayabileceğimizi bildiğimiz tek ev yanıyor. İkinci Dünya savaşı sırasında evinden uzakta olan askerlerin yaşadığı melankoli ile ilişkili bir hastalık görülmüş ve adına nostalji denilmişti. Yani sıla özlemi. Nostaljiye kardeş yeni bir kavramımız daha var artık. Solastalji. Şimdi ise çevresel değişimin neden olduğu bir tür duygusal ve varoluşsal melankoli ile karşı karşıyayız. Nostaljiden farklı olarak solastalji evde iken yaşadığımız stres ve olumsuz duyguların toplamı. Evimizdeyiz, ama gurbette gibi hissediyoruz zira evimizin tehlikede olduğunu evin içinde yaşıyorken biliyoruz. Bu temel acının içinde yuvanın içerden yakılmış olması da yatıyor olabilir. Doğayla yani ev ile kurulan yanlış ilişkinin neticesinde insanlık evinden koptu, bu kopuş ontolojik bir temelde gerçekleşti. Bu kopuş doğanın dışsallaştırılıp sömürülmesi nedeniyle gerçekleşti. 

Tüm bu değişimlere verdiğimiz duygusal karşılığın temelinde ontolojik bir sorun yatıyor olabilir. Yuvamızı kaybetmek. Sürdürülebilir bir yaşama olan umudumuzu kaybetmek. Doğa ile insan arasındaki ayrımın neden olduğu ontolojik parçalanmanın bizde yarattığı bölünme. Oysa evi yuva yapanın, içinde yaşayan sevdiklerimiz olduğunu biliriz. Evimizi yuvamız olarak görmediğimiz sürece kiracı ya da mirasyedi umarsızlığıyla yuvayı içerden yıkıyor olmamız mümkün. 
/website/assets/images/my1/images/610d60aadf830__2.jpeg
Kayıplarımızın acısı, hayatta olanları daha fazla takdir edebilmeyi de öğretebilir bize. Son zamanlarda matemin beş aşamasına son bir aşama daha eklendi: anlam. Leonard Mlodinow’un sözleri belki de bu yas yolculuğunun sonunda keşfedilebileceğimiz anlamın, değerler dünyasında olmasıdır. “Daha iyi bir gelecek için en büyük umudumuz karşılıklı sevgi ve saygıyı; bilgi ve eğitime öncelik verilmesini, doğal kaynakların korunup, çevremize verdiğimiz zararın en aza indirilmesini teşvik eden değerlerin geliştirilmesidir. Bizi biyolojik değil de kültürel bir evrim kurtarabilir ancak”. 

Dünyanın varoluşuna ve geleceğine dair bir anlam dünyasına sahip olabilmek için Mlodinow’un dediği gibi değer dünyamızı geliştirmeyi deneyebiliriz. Ben merkezci dünya algısını geride bırakabilmek için karbon tüketimi konusunda tutumlu davranabilir, dünyaya ve dolayısıyla kendimize de verdiğimiz zararın neticelerine dair bir sorumluluk alarak çözümün parçası olmayı deneyebiliriz.
Başka bir dünya yok, ona ve içindekilere, yani varlığa sahip çıkmalıyız. 

Derleyen: Uzman Klinik Psikolog Rabia Yavuz
Eposta: rabia.yavuz@gmail.com
Instagram: @klinikpsikolograbiayavuz

Kaynak: 
Cunsolo, A.& Ellis, R. 2018. Ecological Grief as a Mental Health Response to Climate Change Related Loss. Nature Climate Change. 8: 275-281. 
Holifield, B. 2013. Listening for an ecological self. Jung Journal, 7:1, 48-61. 
Norman, R. & Sharad, P. 2017. Son Doğal İnsan. Çev: Yonca Aşçı Dalar. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları: İstanbul. 
Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş

ÖNCEKİ HAFTALAR