608709d18e7f0__adobestock_84654602-1024x652.jpg

Sahici İnsanın Peşinde

26.04.2021

Joseph E. Davis

Virginia Üniversitesi İleri Kültür Araştırmaları Enstitüsü'nde sosyoloji araştırma profesörü ve ‘İnsanı Resimleme Diyalogları' başkanıdır. “Kimyasal Olarak Dengesiz (İnsan): Gündelik Acılar, İlaç Kullanımı, ve Sıkıntılı Öz-hâkimiyet Arayışımız” (2020) son kitabıdır.

Amerikalı filozof Gordon Marino, “The Existentialist's Survival Guide: How to Live Authentically in an Inauthentic Age” (2018) adlı etkileyici denemesinde "Bugün, otantik olmaya pek önem verilmiyor" diyor. 'Öz-çekimler (selfie), sosyal medyada markalaşma ve LinkedIn ve Facebook’da profilinizi yönetme’ üzerine kurulan yeni dünyada… önemli olan, gerçekte kim olduğunuz değil kim göründüğünüzdür!' Gündelik acılar ve sorunlu öz-hâkimiyet arayışımız konulu kendi sosyolojik kitabım için yaptığım röportajlarda, ben de 'sahici (özgün) olmaya' çok az değer verildiğini gördüm. Buna karşın, kurumsal danışmanlar, Harvard Business Review dergisi sayfalarında bize ‘özgünlük’ teriminin son zamanlarda kurumsal liderler arasında yaygın, moda bir kelime haline geldiğini bildiriyorlar. Aslında, bir diğer yazara göre de, özgünlük artık "iş dünyasında, kişisel bloglarda ve hatta stil dergilerinde, her yerde bulunuyor". "Herkes  sahici (özgün) olmak istiyor."

Peki hangisi? Kişisel bir etik olarak özgünlük yok mu oluyor, yoksa herkesin olmak istediği bir şey mi? Aslında ikisi de doğrudur - çünkü özgünlüğün anlamı değişmektedir.

Sahici İnsanın Peşinde

Modern anlamıyla geçmişi 18. Yüzyıl sonu Romantizm dönemine kadar uzanan özgünlüğün, hiçbir zaman tek bir anlamı olmamıştır. Günlük kullanımda çoğunlukla bu terim, bir nesnenin ‘orijinalliği’ni anlatma yolumuzla az çok benzer bir anlama gelir - kopya veya sahte değil, ‘orijinal makale’ olması gibi. İnsanları, kendileri olduklarında, kendi kişilikleriyle tutarlı ve numara yapmadıkları ya da –yapar gibi görünmedikleri halleriyle ‘özgün’ olarak kabul ederiz. Anlık kaprislere veya toplumsal duygusal onay ihtiyacına genellikle direnç gösterdikleri, inanılır ve güvenilir oldukları zamanlarda da öyle. Başka bir deyişle de, kendilerinin, geçen zaman içinde ve farklı koşullarda da istikrarlı ve tutarlı olduklarını gösterdiklerinde.

Ancak, etik bir ideal olarak -hem kendimizle hem de başkalarıyla ilişki kurma biçimimizde ‘iyi’nin ne olduğunun bir standardı olarak- özgünlük, öz-tutarlılıktan veya gösterişçi olmamaktan daha fazlasını ifade eder. Aynı zamanda, bizi tanımlayan iç yaşamımızın özellikleriyle de ilgilidir. Marino'nun gözlemine göre, özgünlüğün tek bir 'özü' yoksa da, ideali genellikle, kendinize karşı dürüst olma taahhüdünüz ve ruhunuzu, bireyselliğinizin, bağlı olduğunuz tasarılarınız ve en derin inançlarınızın doğru bir ifadesini sağlayacak şekilde kumanda etmeniz ve hayatınızı böyle yaşamanız olarak ifade edilmiştir.

Özgünlüğün iç yaşamımızla ilgili anlamları artık yok oluyor

Etik anlamıyla özgünlüğün, geleneksel sosyal ve ekonomik düzenin faydacı pratiklerine ve konformist eğilimlerine karşı duran ve bunlara meydan okuyan eleştirel bir yanı da vardı. Toplum, ‘özgün’ olan kişinin yıkmak zorunda olduğu engeller koyar. Amerikan filozof Charles Guignon'un sözleriyle, gerçek benliğinizi bulmanın anlamı, benliğiniz hakkında derinlemesine düşünmek, samimi bir şekilde öz-değerlendirme yapmak ve "sahici öz-bilgiyi" aramaktır. Bu, aynı zamanda, Kanadalı filozof Charles Taylor'ın vurguladığı gibi, sizin için hayati önem taşıyan gerçekleri, sadık kalmanızın doğru ve gerekli olduğu gerçekleri sahiplenmek anlamına gelir. Bu anlayışta içe dönüş, kendi içinde bir son değildir. Kişisel bütünlüğe ve benliğin ötesine geçen ve daha zengin, daha insani bir dünyaya katkıda bulunan ortak ‘anlam’ ufuklarına erişimin bir yoludur.

Sahici İnsanın Peşinde

Özgünlüğün iç yaşamımızla ilgili anlamları artık yok oluyor. Marino'nun önerdiği ve benim de tartıştığım gibi, bunlar, günümüzde hayatın genel yaşanma şekliyle tutarlı değiller. Ancak alternatif bir anlam da var –şimdiki zamanımızla uyumlu bir özgünlük. İşte, "herkes olmak istiyor" diyebileceğimiz bir özgünlük modu; çünkü bu, şimdi herkesten olmaları beklenen bir biçim.

Alman sosyal teorisyen Andreas Reckwitz, The Society of Singularities (2017) adlı kitabında, son 40 yılda dünyayı daha büyük bir 'özgünlük devriminin' kasıp kavurduğunu iddia ediyor. ‘Değerler’ ifadesinin, standartlaştırılmış ve normal olan her şeyden uzaklaşıp, benzersiz ve tekil olarak kabul edilen nesnelere, görüntülere, hizmetlere ve olaylara doğru kaydığını gösteriyor. El yapımı ekmek ve ev yapımı birayı, alışılmışın dışında seyahat noktalarını ve yerel çeşitliliği, çevrimiçi profilleri ve Spotify çalma listelerini, kendini-izleme uygulamaları ve yaşam günlüklerini, "bir hikâyesi olan" ürünleri ve "atmosferli" mekânları düşünün. Bu liste, özellikle eğitimli orta-sınıflar arasında sınırsızdır. Şimdi, çok büyük bir enerji, bu tipik, sıradan ve kitlesel-üretilmiş şeylerden ayrı duran, özel ve farklı olan şeylerin 'özgün' gösterilmesi için kullanılıyor. ‘Eşsizliğin’ artık sosyal bir konumu ve kendine ait bir değeri var.

Reckwitz, ‘tekil’ olana atfedilen bu yüksek statünün, insanları da kapsadığını savunuyor. Her kişiye, özel ve sıra dışı bir şey başarmak için kalabalığın arasından sıyrılması tembihleniyor. ‘Özgünlük’ bir zorunluluk haline geldi. Reckwitz bu muammayı, paradoksal "davranışsal özgünlük" kavramıyla yakalıyor. Bu anlamda özgünlük, bir ‘var olma’ yoludur, çünkü "biri" olmak, benzersiz benliğinizi, diğerlerinden farklılığınızı ve bir başkasınınkiyle değiş-tokuş edilemeyen kendi yaşamınızı geliştirmek demektir. Sadece ortalama veya iyi uyumlanmış bir birey olmak veya özel yetenekler ve çekici nitelikler içeren gelişmiş bir portföyden yoksun olmak, içsel yaşamınız ve kendinizle olan ilişkiniz ne olursa olsun, bir başarısızlık işareti, - ‘özgün olmamanın’ bir işaretidir.

https://kemalsayar.com//website/assets/images/my1/images/60870a99d8801__11.jpg

 ‘Davranışsal özgünlük’, ekonomik başarı ve sosyal prestije bağlıdır, bu da -ki bu bir başka paradoksal özelliktir- sizin ‘özel’ oluşunuzun ve ‘kendinizi-gerçekleştirmenizin’ yerine getirilmesi gereken bir eylem olduğu anlamına gelir. İnsanların kendilerini diğerlerinden ayırabilmeleri için, dikkat ve görünürlük aramaları ve, kendilerini ifade edişleri, kişisel özellikleri ve yaşam kaliteleri ile başkalarını olumlu yönde etkilemeleri gerekir. Bunu yaparken, performanslarının sahnelenmiş gibi algılanmamasına büyük özen göstermeleri gerekir. "Özgün" –hakiki olmak için- sadece kendileri oldukları izlenimini vermeleri gerekir. Çaba ‘çabasız’ gibi görünmelidir, aksi takdirde geri tepecektir.

Davranışsal özgünlük, daha eski, içsel özgünlük kavramlarıyla, aslında her birimizin dünyada kendi benzersiz varoluş şeklimize sahip olduğumuz fikrini paylaşmaktadır. Ancak kavramlar başka bir anlamda farklılaşır. İçsel ideal, yapmacıksız (sahici) ve yanılsamaların olmadığı bir varoluş biçimini hedefler. Onaylayıcı bir izleyici kitlesi yetiştirmeye karşı koyar, çünkü kendisiyle ve başkalarıyla araçsal-olmayan bir ilişki içindeki 'bütün' bir kişi olmak, çoğu zaman toplumun talepleriyle çelişir. Faydası, daha zengin, sorgulanarak yaşanmış bir hayattır, ancak özgün yaşamanın, daha az sosyal beğeni ve dışsal başarı anlamında bir bedel ödeme riski de her zaman vardır. Özgünlüğün, böyle anlaşıldığında, asla "örgütsel liderler arasında moda bir kelime" olmadığı söylenebilir.

https://kemalsayar.com//website/assets/images/my1/images/60870abdabfde__images.jpg

Özgünlük davranışı durumunda ise, aksine, benlik ve toplum arasındaki bu gerilim ortadan kalkar. Kendini detaylı işleme (ve oluşturma) hâlâ öz-inceleme gerektirir, ancak herhangi bir içsel ve hatta estetik nitelikte ('bir sanat eseri olarak yaşam') olması zorunlu değildir. Daha çok ‘envanter çıkarmak’ gibi bir şeye ihtiyaç vardır ve bazı psikoloji ve popüler kişisel-gelişim okulları, aslında kendinizi tanımanın yolunun kişisel tefekkür yoluyla değil, kişiliğinize, arzularınıza ve yeteneklerinize aşina olanlardan oluşan bir odak grubu oluşturarak yapılabileceğini -"beğeniler" ve diğer sosyal-medya geri bildirimlerinin de aynı amaca hizmet edeceğini tavsiye ederler. İşe yarayacak kişisel özellikler, alışılmadık türden nesneler, deneyimler, tarzlar ve kimliklerin - nadir bir köpek türü, özel pişirme teknikleri, spor ayakkabı markalarına dair anlaşılmaz bilgilere haiz olmak, sıra dışı bir müzik tarzı, yeni cinsel yönelimler vb.- veya bunların sıradışı birleşimlerinin benimsenmesiyle oluşan etkileşimlerde geliştirilir. Bunlar hep birlikte, ‘eşsiz’ farklılığınızı yaratmanız ve sergilemeniz için temel oluşturacak şekilde iş görürler. Bu farklılığın kendi başına bir anlamı veya duruşu yoktur; o ancak, toplumca –orijinal, ilginç ve karmaşık olarak- kabul görürse değer kazanır, ‘özgünlüğü’ onaylanır ve itibar ve somut başarı getirir.

Davranışsal özgünlük tarzı, daha çok atomizme (bireyselleşme eğilimi) doğru ilerliyor ve sabit anlam kaynaklarından daha da uzaklaşıyor

Farklılığınızı sergilemek, mutlaka sıfır-toplamlı bir oyun değildir. Piyasalar ve dijital teknolojiler, olasılıklar altyapısını büyük ölçüde genişletmiştir. Bununla birlikte, kısıtlı ‘dikkat’imizi çekmeyi hedefleyen, sürekli değerlendirme ve geri bildirim gerektiren ve çok az bir soluklanma süresi sunan bir yarıştır. ‘Moda’ kavramı gibi, yeniye ve değişik olana yönelik bir baskı vardır ve bir gün benzersiz olan şey, ertesi gün sıradan olabilir. İyi bir performans elde etseniz bile, farklılığınızı her an yeniden keşfetmeye hazır olmak için, esnek de olmanız gerekir. ‘Fark edilmez olma’ (göze çarpmama) tehlikesi hep vardır.

https://kemalsayar.com//website/assets/images/my1/images/60870b34c7b82__44.jpg

Keskin farklar göz önüne alındığında, özgünlüğün aynı anda hem düşüşte (içsel tarzda) hem de yükselişte (eylemsel tarzda) olabileceğini görebiliriz. Birinin düştüğüne dair kanıt, diğerinin yükselişinin bir işareti olabilir. Davranışsal tarz ışığında, Marino'nun, "herkesin kendi kendinin arsız yayıncısı haline gelmiş" gibi görünmesi nedeniyle, özgünlüğün (içsel tarzda) kaybolduğunu düşünmesinin sebebini anlayabiliriz. Röportajlarımda da tespit ettiğim gibi, insanların neden iç gözlem ihtiyacına çok az vurgu yaptıklarını ve kendilerini, toplumun yüzeyselliklerine çok fazla kapıldıkları için değil, toplumsal başarı zorunluluklarını yerine getiremedikleri için suçladıklarını görebiliyoruz. Benlik pratiğini ve onun iyi bir yaşam ve iyi bir toplumla ilişkisini kavramsallaştırmada, iki tarz neredeyse birbirinin ayna yansımaları gibi karşıttır.

Marino’nun kitabı 'hayatta kalma rehberi' olarak adlandırılır ve hayatta kalmak için ihtiyacımız olan şeyin, içsel tarzın bozulmuş ifadelerini de içeren bir ‘özgünlüğün çarpık resimleri’ olarak düşünülmesi faydalı olabilir. Taylor, güçlü eleştirisi The Ethics of Authenticity'de (1991), kişisel-tatmin ve özgür seçimler kavramlarına dayalı çağdaş kültürümüzün, kısmen, özgünlüğün 'değersizleştirilmiş' ve 'ben-merkezci türleri' üzerine inşa edildiğini savunur. Ancak, "doğru anlaşıldığında, özgünlük, benlik ötesi doğan ihtiyaçların – yani, toplum, doğa, gelenekler, Tanrı ya da toplumsal dayanışma bağları taleplerinin- düşmanı değildir" ve "bu tür talepleri varsayar." “Onları ayrı tutmak”, diye devam eder, "önemli tüm adayları da elemek olacaktır".

https://kemalsayar.com//website/assets/images/my1/images/60870b0134f72__33.jpg

Davranışsal özgünlük tarzı, eğer bir tanımı yapılacaksa, daha çok atomizme (bireyselleşme) doğru ilerleme ve sabit anlam yapılarından ve kaynaklarından daha da uzaklaşma eğilimidir. Ancak, ‘özel olmak’ ve optimize kişisel gelişim göstergeleri tam başarı standartları içine yerleştirildiğinden, sorun daha da derinleşiyor. Davranışsal, potansiyel olarak her şeyi ‘görünürlük’, ‘tanınma’ ve ‘ödül’ bakımından stratejik değeri ile ölçen bağımsız bir öz-farkındalık biçimini teşvik eder. Ve oyunu böyle bildiğinden, diğer herkesin eylemlerinin de gizli, manipülatif bir niyet taşıdığına dair şüpheci bir duygu besler. Sadece kendimiz olmak, arkasında kendimizi -dünyevi değerler ölçeğinde- önemli biri olarak şekillendirdiğimiz bir kılık haline gelir.

Davranışsal özgünlük, derin bir yalıtılmışlık ve güvensizlik duygusunu besler. Bu tavır, görüştüğüm kişilerin kendilerini değerlendirmekte kullandıkları ve sahip olmak istediklerini anladıkları normatif standartların çoğunu yakalıyor - yeterince dışa-dönük ve yeterince pozitif değillerdi, yeterince yüksek performans göstermiyorlardı, kaybetmekten veya yenilgiden yeterince hızlı toparlanamıyorlardı, yakın ilişkilerini yeterince karşılıklı-uzlaşma içinde kuramıyorlardı. ‘Özel’ değillerdi, -‘kaybedenler’ olarak etiketlenmek korkusu içindeki ‘sıradan’ kişilerdi. Bulduğum bu sonuç, Reckwitz’in, ‘öne çıkın ve değerinizi kanıtlayın’ talebinin, günümüzde psikolojik bozuklukların ulaştığı yüksek seviyeyi açıklamaya çok katkısı olan ‘sistematik bir hayal kırıklığı yaratıcısı’ olduğuna dair iddiasını doğruluyor.
Taylor, sahte özgünlük tarzlarıyla yüzleşmek ve ‘iyi’nin alternatif kavramlarını düşünmeye yer açmak için, bu tarzların boş olduğunu gösteren insanlık halleri özelliklerini kendimize hatırlatmamız gerektiğini öne sürüyor. Marino'nun rehberliğinde, Danimarkalı filozof Søren Kierkegaard başlamak için iyi bir yerdir. Varoluşsal durumumuz kendisini bize en açık şekilde, hayatlarımız bozulduğunda (tehlikede, kafası karışık ya da gerçeklikle bağımız kopmuş iken), kırılganlığımızla, (kontrolümüz dışında) koşul/durumlara tabi (bağlı) oluşumuzla, kendi sınırlarımızla ve tüm bunların görünüşteki anlamsızlıklarıyla yüz yüze geldiğimiz zamanlarda gösterir. Kierkegaard da işte tam burada söze girer. Özgün bir şekilde  -doğru anlaşıldığı şekliyle–  yaşamak istiyorsak, daha bilge bir rehber yoktur.

Çeviren: ÇİĞDEM ERGÜN
Kaynak  : https://psyche.co/ideas/when-your-authenticity-is-an-act-somethings-gone-wrong

Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş

ÖNCEKİ HAFTALAR