606f4aa0986f3__3.jpeg

Ben normalim ve kendimize söylediğimiz diğer yalanlar

08.04.2021

Steven Hayes

Zihinlerimiz kategori ve bağlamlara dair koşullar dahilinde düşünüyor, böylesi bizim için daha kolay. Bu, bizim dünyayı ve onun içindeki kendi rolümüzü algılama  biçimimiz. Yine de maalesef ki, bu “sağduyu”lu yaklaşım, alternatif düşünce yöntemlerini engelliyor. 

İçerisinde bulunduğumuz son yüzyılda, fizikçilerin neredeyse 90 yıldır bildiği istatistiksel hatalar, esaslı yanılgılar üzerine temellendirilmiş bağlamlara dair sabit beslenme reçeteleriyle zihnimizi besliyorduk. Fakat davranış bilimini ihmal ettik. Özellikle kendi alanım olan psikoloji, bu konuda en beterlerinden biri oldu. 

https://kemalsayar.com//website/assets/images/my1/images/606f4b0453f30__4.jpeg

İnsanları neyin “normal” olduğu üzerinden nitelendiremeyiz.

Hemen hepsi çok ciddi veriyle desteklenmiş binlerce ve binlerce bilimsel çalışma. Neredeyse tamamı da ortak bir analitik hata tarafından sırtlanılmış: “ortak akıl”, ancak insanları neyin alelade, tipik, vasat ya da normal olduğu üzerinden nitelendirebilecek sahte bir düşünce biçimi bu ekseri. 

Eldeki verilere göre, “normal” kelimesi sivil savaş dönemi sonrasına kadar neredeyse hiç kullanılmamış ve 1900’lü yıllara kadar da şu anda kullanıldığı yaygın anlamda hiç kullanılmamış. Aynı durum “ortalama” kelimesi için de geçerli.

Bu kavramlarla ilgili bir şeylerin yanlış olduğunu uzun zamandır bilmekteyiz. 1931 yılında ergodik kuramı ilk kanıtlandığından bu yana fizikçiler, grup ortalamalarının yalnızca pek azı için ve çok nadir şartlarda bireyler için de geçerli olabileceğini biliyor. Bunların hiçbiri insanlara uygulanamaz. 

Todd Rose, “The End of Average (Ortalamanın sonu)” adlı kitabında problemin bir yönünü görmenize yardımcı olacak bir hikâye anlatıyor. 

1920’lerde askeri uçaklar tasarlanırken, bir grup pilot bacaklarının uzunluğu, gövdelerinin genişliği, oturduklarında gözlerinin nereye denk geldiği ve benzeri pek çok ölçüme tabi tutuldu. Bütün bunlar uçakların normal pilotlara uygun olmalarını sağlamak içindi. Bu uygulama işe yaradı fakat 1950’li yıllarda uçaklar daha komplike hale geldiğinde uçaklarda pilot hatalarına bağlı olarak düşüşler yaşanmaya başladı. Ordu, son 30 yılda normal bir pilotun bedeninin değiştiğini öne sürerek kokpitleri yeniden standardize etmeye karar verdi. Neredeyse 4,000 askeri pilot yeniden değerlendirmeye tabi tutuldu.

Yalnızca bir bilim adamı, Lt. Daniels bu konuda farklı düşünüyordu. Daniels toplamda kaç pilotun normal olduğunu bilmek istiyordu. Ekibin ölçümde kullandığı en önemli 10 ölçüyü alarak şu soruyu sordu: Bu 4,000 pilottan kaç tanesi tüm bu 10 ölçü aralığın ortasındaki %30’luk dilimdeydi?

Şaşırtıcı cevap: “hiçbiri”. 
Haydaaa! Normal pilot yok.
Güvenli bir uçuş gerçekleştirebilmek için bu 10 önemli ölçüden en az üçünde “normal” kabul edilen kaç kişi varmış peki?  % 3.5 
Herkese uyması için hazırlanmış bir şey hiç kimseye uymamaktadır.

Şaşırmayın. Ne kadar tuhaf ki, bu kavramları bireyler için geçerli kılmaya çalışırsanız, “normal”, bilimin bilinen kanunlarını ihlal eder. 

https://kemalsayar.com//website/assets/images/my1/images/606f3abc3b60f__2.png

Normal olan ruhsal bozukluklar var mıdır?

Majör depresif bozukluk (MDD), gizli bir yerden (henüz de bulunamadı) peyda olan ve sizi depresif hale getiren çeşitli belirti ve semptomlar bütünüdür. O zaman, MDD’ye sahip olan ortalama bir insanın diğer MDD’ye sahip kişilere benzemesi  gerektiğini düşünürsünüz. Peki gerçekten öyleler mi?

Yakın zamanda yapılan bir araştırmada (Fried & Nesse, 2015), majör depresif bozukluk tanısı alan 3,703 kişi arasından bazı kişilerin alışıldık olmayan semptom kümelerine sahip olduğu görüldü. Tüm katılımcılar arasından yalnızca beş ya da daha azında bu semptomlara rastlandı. Bu da yüzde 10’luk dilim ya da daha azı anlamına geliyordu. Sizce kaç kişi bu kadar benzersizdi? Yüzde 1? Yüzde 5? Yüzde 10?

Yarısından da fazlası. Toplamda 1,030 farklı semptom örüntüsüne rastlandı.

Depresyon normalde nasıl görünür? Bu soruyu yalan söylemeden cevaplayamazsınız; “normal” depresif bozukluk diye bir şey yoktur. Bu, grup düzeyinde özelliklerin toplamından oluşan soyut bir tanımlamadır ve bu tanım bireylere uygulandığında bizi ölçümsel bir hataya düşürür. 

Bir şey daha. Belki de tüm bunlar arasında en çok tartışmaya yol açan konu.

Normal IQ’nun varlığından emin miyiz?

Normal IQ’nun kaç olduğunu bile biliyorsunuzdur. 100!

Hayır. IQ olarak tanımladığımız “normal olarak dağıtılmış olan ölçek puanı” aslında var olan test puanlarına dayatılmıştır. Testler bir diğeriyle ilişkili olacak şekilde seçilir ve bunun yapılması hususunda diretilir. Peki IQ’nun içerisinde sabit olan bir nitelik olduğu; değiştirilemez ve güya genetik olduğu düşüncesi hakkında ne demeli? 

Yakın zamanda yapılan bir meta-analiz (Guerin, Wade, Mano, 2021), tümevarımsal ve ilişkisel muhakeme alıştırmalarının -genetik olması beklenen yerde dahi- IQ’yu belirgin bir şekilde arttırdığı sonucuna ulaşmıştır. “Strengthening Mental Abilities with Relational Training (İlişkisel alıştırmalarla zihinsel becerileri güçlendirme)”, SMART programı buna güzel bir örnektir. SMART programı, 1980’li yıllarda geliştirdiğim dil ve bilişler ile ilgili bir teori olan “Relational Frame Theory (İlişkisel Çerçeve Teorisi)” ile bağlantılıdır. SMART ilişkisel becerileri şu gibi alıştırmalar üzerinden geliştirir: “Eğer A, B’ye eşitse ve B, C’nin tersi ise, A ve C arasındaki ilişki nedir?”. Bu tür ilişkisel becerileri yalnızca insanların gösterdiğini ve çocukların bu becerileri edinmediği takdirde zayıf entelektüel ve sözel kapasitelere sahip olacaklarını, hayatlarında aksaklık yaşayacaklarını biliyoruz. Fakat eğer onları eğitirseniz, elinizdeki IQ puanı yükselecektir. Artık RFT temelli IQ eğitimleri ve SMART üzerine tesadüfi hale getirilerek yapılmış pek çok çalışma mevcut. Bu çalışmaların hepsi de gösteriyor ki, IQ alanında gelişme kaydetmek mümkün. 

IQ’nun grup düzeyindeki “normal frekans dağılımı” artık insanların içinde yaşamaları gereken bir kafes değil. 


Kendimizi kategoriler ve kavramlar içerisine hapsedip hayatta karşılaşacağımız zorlukları daha da zorlaştırıyoruz. Buna “ortalama yalanı” deyin.

İşçiler, “zeki dışadönük” kişiler oldukları için işe alınırlar. Çocuklar “gelişimsel kilometre taşları”na sahip olmadıkları için tedavi programlarına yollanırlar. Hayatta “ruhsal bozukluk” tanısına sahip kişilere bu tanı adeta bir dövme gibi yapışır.

Bütün bunların sebebi ‘ortalama yalanı’dır. 

İhtiyacımız olan şey, insanların kendi kişisel hayatlarının gidişatıyla uyum içerisinde ve genel bir anlayış içerisinde biraraya getirilebilecek davranış kavramlarıdır. Oraya varmak mümkün, fakat şimdiye dek elimize geçeni görmeden bunu yapamayız.

Çeviren: Yonca Kanburoğlu

Kaynak: https://www.psychologytoday.com/us/blog/get-out-your-mind/202103/i-m-normal-and-other-lies-we-tell-ourselves?amp&__twitter_impression=true  



Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş

ÖNCEKİ HAFTALAR