617cd0e789b07__1.jpg

Nasıl endişeli olunur?

27.10.2021

David Egan

Kaygı rahatsız edici olabilir, ancak felsefi bir yaklaşımla heyecan verici bir özgürlük duygusu uyandırabileceğini göreceksiniz.

Bilinmesi gerekenler

Anksiyete normalde iyi bir şey olarak kabul edilmez. İçsel karmaşa, uykusuz geceler ve kemirilmiş tırnaklarla ilişkilendirilen nahoş bir duygudur. Düşüncelerinizi yeterince uzağa sarın ve bir psikiyatrist size anksiyete bozukluğu teşhisi koysun. Yine de bir kısım filozoflar kaygıya, yani tam olarak iyi bir şey değilse de, en azından bilkuvve değerli bir şey olarak bakmışlardır. Klinik kaygı engelleyicidir, ancak doğru ruhla benimsenen varoluşsal kaygı potansiyel olarak özgürleştiricidir.

20. yüzyılın ilk yarısında, filozoflar Jean-Paul Sartre ve Martin Heidegger, insan varlığına dair cesur analizlerinde kaygıya merkezi bir yer verdiler. Her ikisi de 19. yüzyıl Danimarkalı filozof ve ilahiyatçı Søren Kierkegaard’dan- zannettiklerinden daha fazla- esinlenmişti.

Kierkegaard (1813-55), Lutherci Kopenhag'ın muhafazakar dünyasındaki uyumsuz biriydi. Varlıklı bir aileden gelmişti, ilahiyat eğitimi gördü ve zeki ve hoş bir genç kadınla nişanlandı. Saygın bir burjuva hayatı için her şey yolundaydı. Sonra içinde bir şeyler koptu. Nişanını bozdu, toplumdan elini ayağını çekti ve miras kalan servetiyle yaşarken azılı bir tempoda yazmaya adadı. 1840'larda 30'dan fazla cilt üretti. Yazı tarzı, Danimarka toplumunun ve Danimarka Kilisesi'nin ikiyüzlülüklerine saldıran, son derece tartışmalı bir üsluptaydı. Kitaplarının çoğu, Kierkegaard'ın kendisiyle bile kavga etmesine izin veren abartılı takma adlar altında yazılmıştır. Ancak ziyadesiyle kenetlenmiş Kopenhag'da hiç kimsenin, yazarın kimliği hakkında herhangi bir yanılgısı yoktu.

Müthiş eseri, varoluşsal kaygının ilk analizini içeriyordu. The Concept of Anxiety'de (1844), "Vigilius Haufniensis" ("Kopenhag'ın bekçisi") rumuzuyla, kaygının özgürlükle dürüst bir yüzleşmenin sonucu olduğunu savunur. Kendi özgür seçimimizden gayrı hiçbir şey kendimizden ne oluşturacağımızı belirlemez ve bu seçimin sonuçları sonsuzluk boyunca yankılanır. Çoğunlukla kalabalığa uyum sağladığımız için bu sorumluluğun yükünü hissetmeyiz. Anksiyete (Dancada ångest) bizi bu mutlu uyuşukluktan kurtarır ve bireysel sorumluluğumuzla karşı karşıya bırakır. Bu kaygı, külfetli ve ürkütücü ama aynı zamanda özgürleştiricidir.

Doğanın icraatı nedensel olarak etkilidir. Bir taşı havaya fırlattığımda, yörüngesi her atışta tam olarak aynı şekilde yerçekimi kuvvetine tabidir. Yeni yıl kararları almış herkesin de teslim edeceği üzere, insan güdüleri bu nedensel etkiden yoksundur. Güdü ile eylem arasındaki o boşlukta- (nesneler dünyasındaki) sebep ile sonuç arasında var olmayan bir boşlukta- özgürlük deneyimi yatar. Sartre'a göre bu özgürlüğü kaygı ya da ıstırap (angoisse) olarak yaşıyoruz.

Sartre varoluşsal kaygı deneyimine iki örnek verir. Birincisi vertigodur. Sartre, vertigoyu basit korkudan ayırır. Güvencesiz bir dağ çıkıntısı boyunca yürüyorsam, biraz gevşek olan bir kaya beni yuvarlanarak ölüme gönderebilir. Yerçekimi kuvvetine en az üzerinde kayabileceğim gevşek kaya kadar maruz kalan bir şey olarak kendim için korkarım. Vertigo ise tersine, benim dış güçlere tabi olmama değil, özgürlüğüme bir cevaptır. Bir ürpertiyle, her an kendimi çıkıntıdan aşağı atabileceğimi fark ederim. Bunu istemem, yapmamakta kararlıyımdır ama hal-i hazırdaki tüm arzum ve kararlılığım nedensel olarak etkisizdir. Hal-i hazırdaki kendim, gelecekteki benliğimin seçimlerini belirleyemez. Her an, tüm kararlılığımı bir kenara bırakıp kendimi uçurumdan aşağı atmakta özgürümdür. Kaygı, bu özgürlüğün ürpertici tasdikidir.

/website/assets/images/my1/images/617cd17fec37c__1.jpg
Vertigo geleceğe yönelik kaygıdır: şimdiki benliğim karşısında gelecekteki benliğimin radikal özgürlüğünün tanınmasıdır. Sartre ayrıca kumar bağımlılığı tarzında, geçmişe yönelik bir kaygı tasavvur eder. Kumarbaz, bağımlılığının kendisine ve çevresindekilere verdiği zararın farkındadır ve bir daha asla kumar oynamamaya kararlıdır. Ama sonra bir oyun masası görür ve bu kararlılığın eriyip gittiğini hisseder. Masada otururken bile kumar oynamama kararlılığını sürdürmeye çalışır– gerçekten de kumar oynamamak istiyordur– ancak geçmişteki kararlılığı şimdiki eylemlerini yönetmeye muktedir değildir.

Kumar oynamama ve kendimi uçurumdan atmama kararlılığı durumunda, yalnızca geçici olarak ve yalnızca bazı açılardan dahi olsa - hareketleri yerçekimi etkisi altındaki bir kaya gibi - bir nesne, mekanda sabitlenmiş bir şey olmak isterim. Ama özgürlüğümün yok olmasını dilemek, kötü niyetli bir şekilde eylemektir. Sartre açısından endişe, her an tüm benliğimin oyunda olduğunu fark ettiğimde ortaya çıkar.

Bu radikal özgürlük fikri, İkinci Dünya Savaşı'nın ortasında yazan ve Fransız Direnişini destekleyen Sartre için hassaten yerindeydi. O ve Fransız arkadaşları, işbirliği veya direnişle ilgili güçlü ve tehlikeli seçimlerle karşı karşıya kaldılar ve Sartre bu seçimleri kendi kimliklerini tanımlayan dışa vurumlar olarak gördü.


Halbuki, Sartre Nazizm'i ve Fransız işbirlikçilerini kınarken, Heidegger (1889-1976) Nazilerin anavatanı Almanya'yı ele geçirmesini herkesin bildiği gibi memnuniyetle karşıladı. O zamandan beri filozoflar, kişisel olarak pek çok yönden menfur ama aynı zamanda derinden kavrayışlı olan bir adamın eserleriyle ne yapacakları sorusuyla boğuşmak zorunda kalmıştır. Sartre'ın Varlık ve Hiçlik (1943) kitabının çoğu, kendi kaygı analizini (Angst) sunan Heidegger'in abidevi Varlık ve Zaman'ından (1927) aşırılmış gibi hissettirir.

Sartre için kaygı, bizim hakkımızdaki bir şeyleri açığa vurur: Heidegger'e göre ise, dünya hakkında bir şeyleri- ya da daha doğrusu onunla ilişki biçimimizi. Sandalyeler, masalar, çakıl taşları, ağaçlar, bulutlar ve şarkılarla dolu bir dünyada yaşıyoruz. Çoğunlukla, bunların hepsinin orada olduğunu ve dünyanın envanter listesindeki bir öğeymişçesine bizim de orada olduğumuzu varsayıyoruz. Heidegger'e göre, çoğunlukla fark etmediğimiz şey, dünyanın kendi kendine ayakta duran bir öğeler topluluğu değil, dikkat ile birbirine bağlanmış bileşik bir bütün olduğudur.

Sandalyeleri düşünün: Şu an bir tanesinde oturmaktayım. Kullanışlı, çünkü güneşli bir günde bu makaleyi yazarken balkonumda oturabileceğim anlamına geliyor bu. Temiz havayı solumayı ve diğer insanlarla felsefe hakkında konuşmayı seviyorum. Sandalye, güneşe, havaya, diğer insanlara ve felsefe yapmaya bağlı olduğu, anlamlı bir yaşamın bütüncül resmine uyuyor. Sandalye kendini bana bir sandalye olarak sunuyor çünkü dikkatimi celbeden bir dünyaya denk düşen, buradaki gibi diğer birçok etkinlikte belirgin bir yeri var. Dikkati ortadan kaldırın, faaliyetlerime hayat veren amaç ve anlam duygusunu ortadan kaldırın; sandalyenin kendine özgü sandalyeliği kayıp gider.

Heidegger, kaygıda olanın da bu olduğunu söyler. Heidegger için kaygı, anlamsız bir gevezelik gibi gelmeye başlayana dek bir kelimeyi yeterince tekrarladığınız oyunun varoluşsal bir versiyonu gibidir. Kaygıda, sadece aşina kelimeler değildir anlamını yitiren, etrafımızı saran dünyadaki nesnelerdir. Sıradan belirginliğinden sıyrılan sandalye, yabancı bir nesne, tuhaf bir zımbırtılar montajı gibi göze batar.

Ancak Sartre gibi Heidegger de kaygının önemli bir şeyi ortaya çıkardığını düşünür: Kendimi sadece anlamlar üreten bir dünyada bulmuyorum; dünyanın değeri, gündelik faaliyetlerimde bulduğum değerle bağlantılıdır. Ve bu, dünyanın bende oluşturduğu anlamdan kısmen sorumlu olduğum manasına geliyor.

Kierkegaard, Sartre ve Heidegger hepsi, bize çarptığında kaygıdan kaçınmak için güçlü bir güdümüz olduğunu düşünürler. Özgürlüğümüz, göz korkutucu olan ağır bir bireysel sorumluluk yükü gerektirir. Nasıl yaşanacağına ve bir şeylerin nasıl anlamlandırılacağına dair büyük sorular çoktan çözülmüş gibi davranmak çok daha kolaydır. Her üç yazarın da kendi bakış açılarından burjuva saygınlığı olan, çağdaş zevklerin ve modaların "kişinin" nasıl yaşaması gerektiğini dikte ettiği bir hayatları vardır. Çağdaş dünya, çeşitli yaşam tarzları sunmada daha liberaldir, ancak ister tatmin edici bir kariyer için bir sıçrama tahtası olarak bir üniversite diploması almanız gerektiği duygusunda, isterse de kendinizi akranlarınızın siyasi veya estetik tercihleriyle aynı hizaya getirme baskısı hissinde olsun, bu düzleştiren, tesviye eden baskılar hala oradadır. Anksiyete rahatsız edicidir çünkü bize bunun bu şekilde olması gerekmediğine dair güçlü bir ihtar sunarken, yerine nasıl olabileceğine dair de hiçbir rehberlik sağlamaz.

Kaygı rahatsız edicidir- ancak onu başka bir şeye dönüştürmeyi öğrenebiliriz. Bundan sonra, varoluşsal kaygının nasıl harekete geçirileceğine ve iyi bir şekilde nasıl kullanılacağına dair birkaç ipucu sunuyorum.
/website/assets/images/my1/images/617cd1d7bdd97__2.jpg

İyice düşün

'Neden' oyunu
Kaygı kavramını kavramak için bir başlangıç noktası olarak, yeniden beş yaşında olduğunuzu hayal edin. Bir çocuğun 'Neden?' sorusuyla karşılanamayacak bir açıklama olmadığını keşfettiği oyunu hatırlarsınız:
- Ne yapıyorsun?
- Patronuma bir e-posta gönderiyorum.
- Neden?
- Çünkü üzerinde çalıştığım proje hakkında ona son bilgileri vermek istiyorum.
- Neden?
- Çünkü patronumla iyi geçinmek istiyorum.
- Neden?
- Çünkü işimi kaybetmek istemiyorum.
- Neden?
- Çünkü para konusunda endişelenmek istemiyorum.
- Neden?

Genellikle bu oyunlarda yetişkinin sabrı çocuktan önce tükenir. Sürekli sorgulama can sıkıcı olabilir- Sokrates'e ne olduğunu bir düşünün. Ama aynı zamanda öğretici de olabilir. Birlikte oynamaya istekliyseniz, çocuk finansal güvenliğinizin hayatınızda ne kadar da önemli bir motivasyon kaynağı olduğunu fark etmenize yardımcı olabilir ve böyle olması gerekip gerekmediği sorusuyla sizi karşı karşıya bırakabilir.

Bu oyunun her iki tarafını da kendinizle oynamayı deneyin. Sıradan herhangi bir aktivite ile başlayın– dün bu saatte ne yapıyordunuz, bu akşam ne yapmayı planlıyorsunuz – ve kendinize bunu neden yaptığınızı sorun. Araştırmaya devam edin ve nereden geldiğinizi görün. Her "Neden?" sorusunu olabildiğince somut bir şekilde yanıtlamaya çalışın ve bunu birinci tekil şahıs olarak çerçeveleyin: Bu faaliyetlere neden yatırım yaptığımı soruyorum.

Çocuğun potansiyel olarak sonu gelmez 'Neden?' soruları dizisini keşfetmesi, nedenlerimizin yapısı hakkında bir şeyler ortaya çıkarır: sonsuz bir 'Çünkü...' yoktur. Bu şekilde yaşamak için sahip olduğunuzu düşündüğünüz nedenler ne olursa olsun, tuhaf anlarda bu nedenler sizin üzerinizdeki pençesini bırakabilir. Gaye duygunuz bir kanalizasyondan aşağı akan girdap şeklinde bir 'Neden?’ suyu gibi yuvarlanıp gidebilir.

Vertigo – korkutucu ve eğlenceli bir versiyon

Şimdi Sartre'ın kaygı örneklerini ele alalım. İki tane sunuyor: Vertigo deneyimi ve bir bağımlılık tekrarı. İkincisi, bariz nedenlerden dolayı kendinden öğüt vermez, ancak birincisini keşfetmeyi deneyin. Her birimizin yüksekliğe karşı farklı derecelerde hassasiyeti vardır- bazı insanlar neredeyse korkusuzdur bazıları ise balkondan birkaç metre uzaktayken titremeye başlar. Kendi sınırınızı bilin ve kendinizi biraz rahatsız hissettiğiniz ama gerçekten güvensiz olmadığınız bir yükseklikte durun. Bulunduğunuz yere bağlı olarak, bir çatı katı, bir balkon, bir köprü veya kayalık bir arazide yaşıyorsanız gerçek bir uçurum bulabilirsiniz. Kendinizi bir veya iki dakika bu rahatsızlık noktasında, geri çekilmeden tutun. Kendinize korku için gerçek bir neden olmadığını hatırlatarak başlayın. Nispeten güvenli bir noktadasınız ve herhangi bir gerçek aksiliğin başınıza gelmesi için çok büyük bir şanssızlık gerekecektir. Bu hatırlatma muhtemelen rahatsızlığınızı gidermeyecek. Ama neden olmasın? Yapabileceklerinizden korkuyor musunuz? Sartre'ın hipotezini kendi üzerinizde test edin ve sizin için ne derece doğru olduğunu görün.

Sartre, nahoş sonuçlara odaklanır- bir uçurumdan düşmek ya da bir nüksetme- ama kaygının bizi olumlu şeylere itmemesi için hiçbir neden yok. Hiçbir şey kendinizi uçurumdan aşağı atmanızı engelleyemez- ama hiçbir şey de bir dilencinin yanında oturup onu tanımaya bir saat harcamak için yaptığınız alışveriş gezinizi bölmekten sizi alıkoyamaz. Sartre için kaygı, ne kendi kararlılığımızın ne de sosyal senaryolarımızın eylemlerimizi kısıtlayamayacağının kabulüyse, bu özgürlüğü kucaklamak korkutucu olmak zorunda değildir. Harika olabilir.
/website/assets/images/my1/images/617cd23072393__3.jpg

Tanıdık olanı yabancılaştır

Şimdi Heideggerci kaygıyı keşfedelim. Bunu, bir kelimeyi anlamı tükenene kadar tekrar etme oyununa benzettim. Günlük bir araçla benzer bir egzersizi deneyerek başlayın. Bir kalem, çatal veya şapka alın yahut bir lambanın veya masanın önüne oturun. (Bu alıştırmayı akıllı telefon gibi daha yüksek teknolojili bir cihazla deneyebilirsiniz, ancak bunlar özellikle dikkatinizi uyandırmak ve yönlendirmek için tasarlanmıştır ve bu nedenle kendinizi onlardan ayırmak daha zor olabilir.) Sadece ona bakarak başlayın işe. Bunu yapmak için birkaç dakika harcayın, normalde böyle bir nesneye bakacağınızdan çok daha uzun bir süre. Sonra onu veya kendinizi, sıradan mizaca aykırı şekillerde yönlendirmeyi deneyin. Kalemi onun tepesinde dengelemeyi deneyin. Şapkayı ters çevirin veya yüzünüze o kadar yaklaştırın ki, onu bir arada tutan kumaş ipliklerini görebilesiniz. Yere yatın ve masanın alt tarafına bakın. Baktığınız şeyin çıplaklığına kendinizi kaptırabilecek misiniz bir bakın. Bakın bir, bu şeyin hayatınızdaki değerinden kendinizi koparabilecek misiniz?

Seçtiğiniz nesneden biraz yabancılaştığınızı hissettiğinizde, dikkatinizi ondan uzaklaştırın ve etrafınızdaki boşluğa yönlendirin. Her şeyi uzaylıymışçasına görebiliyor musunuz bir bakın. Duvarlar, zemin ve tavan değil, ani açılarla birleşen garip bir şekilde pürüzsüz yüzeyler. Bu boşlukta bir merak ruhu içinde hareket etmeyi deneyin. Duvarlara dokunun, boyanın hafif düzensizliğini hissedin, bu komik hissi parmaklarınızın ucunda gerçekten hissedin. Burada neler oluyor? Neden bu şeylerle çevriliyim?

Şimdi kendinizi bir yabancı olarak görebiliyor musunuz bir bakın. Elinize bakmayı ve parmaklarınızı kıpırdatmayı deneyin. Daha sonra yaptığınız yabancılaştırma alıştırmasının aynısını yapın. Kolunun bitiminde bu tuhaf örümceksi eklentinin olması ne kadar da garip. Tüm tuhaf çizgilere ve kırışıklıklara, saç köklerine, o kaslı parmakların uçlarındaki tuhaf tırnak çıkıntılarına bakın.

Bakalım bu yabancılaştırma hissine tutunabilecek misin? Tehlikeli olabilir: tanıdık düşünce ve algı alışkanlıklarımıza geri dönme konusunda güçlü bir meyil vardır. Bu hissi koruyarak dışarı çıkmayı ve halka açık bir yerde yürümeyi deneyin. Tüm bu insanlar ne yapıyor? Tüm bu binalar, arabalar ve gürültü- hepsi ne için?

Sonunda, bu deneyim kaybolmalı ve yaşama işine geri dönmelisiniz. Ama o şaşkınlık hatırasına tutunmaya çalışın. En üretken anında kaygı, bizi konforlu alışkanlıklardan kurtarabilir ve normalde dikkatimizden kaçan- kendimiz ve dünya için- ihtimalleri görmemize yardımcı olabilir.

Önemli noktalar

Çoğunlukla, aşina senaryolara göre davranırız. Günlük rutinlerimiz ve sosyal etkileşim modlarımız var ve bunların hepsi kim olduğumuza ve hayatımızın ne anlama geldiğine dair daha büyük bir resme uyuyor. Bu resmi nadiren aşikar hale getiriyoruz veya incelemeye tabi tutuyoruz.
Varoluşsal kaygı, bu şekilde olması gerekmediğinin farkına varmaktır. Kendimizin yapısındaki veya dünyanın yapısındaki hiçbir şey bize nasıl yaşamamız gerektiğini dikte edemez.
Kaygı deneyimi aynı zamanda radikal özgürlük deneyimidir. Hayatımızdan neyi istersek onu oluşturabiliriz.
Bu özgürlük deneyimi rahatsız edicidir. Kim olacağımızı belirlemek kendimize muazzam bir yük getirir.
Kierkegaard kaygı hakkında, Hıristiyan teolojisi üzerinden yazmıştır. Ona göre kaygı, Tanrı tarafından verilen bir özgürlüğün deneyimidir ve sorumluluğun yükü, Hıristiyan bir sonsuzluk anlayışı içinde ifade edilir.
Sartre, kaygıyı özgürlük deneyimi olarak tanımlamış ve vertigo ve kumar bağımlılığı misalleriyle örneklemiştir.
Heidegger, kaygıyı dünyanın itibari değerinin ortadan kalkması olarak tanımlar. Dünyadaki şeylerin öneminin ve hayatımın amacına ilişkin kendi algımın yakından bağlantılı olduğunun farkına varmamı sağlar.

Neden önemli

Şimdi size kaygıyı nasıl işleyeceğinize dair bir sürü ipucu verdim. Ama kaygı, kesinlikle kaçınmak istediğimiz bir şey midir? Google'da "anksiyete" araması, anksiyete bozukluklarıyla ilgili sayfalarca bilgi çıkartır önümüze. Sağlıklı bir ruhun kaygıdan arınmış olduğu düşünülür ve semptomlarını hafifletmek için insanlar pahalı tedaviler ararlar.

Açıkça söylemek gerekirse, klinik kaygı – Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabında (DSM) açıklanan ve psikiyatristler tarafından tedavi edilen tür- Kierkegaard, Heidegger ve Sartre'ı ilgilendiren varoluşsal kaygı ile aynı değildir. Ve adil olmak gerekirse, oraya önce filozoflar ulaştı: Anksiyete Kavramı DSM'nin 1952'deki ilk baskısından bir asırdan daha uzun bir süre önce yayınlandı. İkisi çakışıyor ancak tesadüfi değil, klinik kaygıyı felsefi olarak deneyimlemeden de çekebilirsiniz, ve psikiyatrik tedaviye ihtiyaç duymadan varoluşsal kaygı yaşayabilirsiniz.

Varoluşsal kaygı bir tür algıdır. Psikiyatristler kaygıyı bir rahatsızlık olarak görürler: Akılda bir şeyler ters gitmiştir ve hastanın gerçeği çarpık olarak algılamaması için düzeltilmesi gerekiyordur. Kierkegaard, Sartre ve Heidegger, aksine, kaygının bir şeyi daha net görmemize yardımcı olduğunu, sıradan "psikolojik olarak sağlıklı" algı biçimlerimizin müphem bir şey olduğunu düşünüyorlar. Örneğin Heidegger, kaygıyı, içinde dünyanın bir bütün olarak göründüğü bir "asli ruh hali" olarak tanımlar. Normalde, anlık meşguliyetlerimize kapılırız. Kaygı, bizi bu meşguliyetlerden uzaklaştırarak, dünyadaki yerimizi daha net görmemize imkan tanır- meşhur ayrıntılar içinde boğulma durumunu önler (Heidegger can sıkıntısının başka bir asli ruh hali olduğunu düşünür ve Metafizik Temel Kavramları adlı kitabı, sizi ruh haline sokmak için 100 sayfalık bir can sıkıntısı analizi sağlar.)

Bu düşünürlere göre kaygıyı tatsız olarak deneyimleriz, çünkü gerçekten nahoş. Ancak, o ilksel-varoluşçu Nasıralı İsa'nın söylediği gibi, “gerçek sizi özgür kılacak”. Hiçbir şeyin eskisi gibi devam etmenizi gerektirmediğinin keşfi, felç edici olabilir ama aynı zamanda özgürleştirici de olabilir. Cesaret ve bağlılıkla, kaygıyla karşılaştığınız bir karşılaşmayı, yeni olasılıklara ve yeni varoluş biçimlerini keşfetme fırsatına dönüştürebilirsiniz.

Anksiyetenin özgürleştirici potansiyeli vardır ama bu onu eğlenceli yapmıyor. Kendimizi dünyada yaşamanın tanıdık yollarından kurtarmak zor bir iştir ve doğal mizacımıza aykırıdır. Kaygıyı değerli bir öğretmen olarak tavsiye eden bu asık suratlı Avrupalılar, Amerika Birleşik Devletleri'nin başlıca kültürel ihraç ürünlerinden biri haline gelen amansız pozitifliğe karşı bir denge sunuyor. Sizin için önemli olan bir faaliyete derinden dalmak harika hissettirebilir. Ancak, başınızı asla kaldırmaz ve bunun sizin için neden önemli olduğu sorusuyla yüzleşmezseniz, mezara kadar mutlu bir şekilde otomatik pilotta koşuşturma riskini alırsınız.
/website/assets/images/my1/images/617cd0c0aa900__4.png

Linkler ve kitaplar

Kierkegaard'ın kaygıyla ilgili ufuk açıcı analizi, Kaygı Kavramı (1844) adlı kitabında yer almaktadır. Heidegger, başyapıtı Varlık ve Zaman'ın (1927) §40'ında kaygıyı inceler ve aynı zamanda "Metafizik Nedir?" (1929) adlı dersinde konunun biraz daha erişilebilir bir sunumunu takdim eder. Sartre'ın kaygı analizi, Varlık ve Hiçlik (1943) adlı kitabının Bölüm 1, §5'indedir.

Bu yazarların hiçbirinin okunması kolay değildir. Varoluşçu temalara daha erişilebilir bir giriş, Gordon Marino'nun The Existentialist's Survival Guide: How to Live Authentically in a Inauthentic Age (2018) adlı kitabında bulunabilir. Sarah Bakewell'in ödüllü At the Existentialist Café (2016) kitabı, varoluşçuluk olarak bilinen kendine özgü bir felsefenin ortaya çıkışının canlı bir entelektüel tarihini sunar.

Varoluşsal kaygının sanatta muazzam bir etkisi oldu. Sartre'ın kendisi bir romancıydı ve ilk romanı Bulantı (1938), burada tartışılanlarla ilgili temaları inceler. Franz Kafka, kaygıyı canlı bir şekilde ifade eden başka bir yazardı- Dava (1925) adlı romanı güçlü bir örnektir. Kaygı ve özgürlük, oyun yazarları Samuel Beckett ve Eugène Ionesco'nun eserlerinde de yinelenen temalardır. Ayrıca 20. yüzyılın ortalarındaki Fransız Yeni Dalga sineması da dikkat çekicidir. Jean-Luc Godard'ın À bout de souffle veya Breathless (1960) ve Alain Resnais'in Hiroshima mon amour (1959) gibi filmleri de varoluşsal temaları keşfeder. Duvarınıza biraz endişe asmak isterseniz, Edvard Munch veya Vincent Van Gogh'un eserlerini arayın.

Merhum büyük Hubert Dreyfus, Heidegger’ın ve varoluşçu felsefenin önde gelen bir alim ve aynı zamanda mükemmel bir öğretim görevlisiydi. Derslerinden bazıları çevrimiçi olarak korunmuştur ve gösterim için kullanılabilir durumdadır.

Melvyn Bragg'in BBC Radyo 4 serisi In Our Time (1998-), çok çeşitli konularda seçkin uzmanları bir araya getiriyor. Yıllar boyunca, varoluşçuluk, Sartre, Kierkegaard ve kaygıyla yakından bağlantılı başka bir tema olan özgünlük tartışmalarına ev sahipliği yaptı.

Çeviren: Zeynep Acar
Kaynak: https://psyche.co/guides/how-to-be-anxious-like-kierkegaard-sartre-and-heidegger?utm_source=Psyche+Magazine&utm_campaign=3fe214fcfd-EMAIL_CAMPAIGN_2021_09_20_05_19&utm_medium=email&utm_term=0_76a303a90a-3fe214fcfd-71462536  

Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş

ÖNCEKİ HAFTALAR