6050bcb4577e0__1.jpg

Bir bilgisayar değilsiniz siz, harika bir mozaiği oluşturan minik taşlardan birisiniz !

16.03.2021

Anna Katharina Schaffner

Birleşik Krallık'taki Kent Üniversitesi'nde yazar, koç ve kültür tarihi profesörüdür. Aynı zamanda araştırma topluluğu Perspectiva'nın bir üyesi ve Hamburg İleri Araştırmalar Enstitüsü'nde bir üyedir. Kitapları arasında ‘Modernism and Perversion’ (2012) ve ‘Exhaustion: A History’ (2016) yer alıyor ve Yale University Press tarafından bu yılın sonunda yayınlanacak olan kadim kendini-geliştirme sanatı tarihini yeni tamamladı.

Metaforlar (mecazlar) önemlidir. Konuşmamızı daha canlı kılan safi süslü ifadeler olmanın ötesinde, farklı alanlar arasında önemli kavramsal köprüler kurarlar. Hayal gücümüzü ateşler ve anlam oluşturma yeteneklerimizi harekete geçirerek, olayları yeni bir perspektiften görmemizi sağlarlar. Belki de en önemlisi, yaşantımızdaki metaforlar hayat deneyimimizi şekillendirirler.

Bu, özellikle iç yaşamlarımızı tarif etmek için icat ettiğimiz metaforlar için doğrudur. Kullandığımız imgeler asla ‘tarafsız’ değildir - genellikle faillik ve kişisel sorumlulukla ilgili, daha derin kültürel varsayımları yansıtırlar. Bunun sonuçları vardır.

Zihin-metaforları bakımından örneğin, bu sonuçların ortaya çıkmasının bir yolu, şikâyetlerimizi gidermek için aradığımız terapötikleri (iyileştiricileri) etkilemektir. Eksikliklerinizden dolayı sizi sürekli azarlayan ve kendinizi kötü hissetmenize neden olan, eleştirel bir iç sesle mücadele ettiğinizi hayal edin. Bu sesi, aşırı hızla giden, düşmanca bir süper-ego olarak adlandırabilirsiniz; iç sabotajcınız; otomatik olumsuz düşünceler olarak da görebilirsiniz; kötü niyetli bir iblisin yozlaştırıcı fısıltıları gibi; ya da sadece yararsız bir zihin gevezeliği. Tüm bu etiketler, benliğe ilişkin çok farklı psikolojik modellere ve kavramlara dayanır. Kullandığınız metafor, yalnızca içsel eleştirel sesinizi nasıl deneyimlediğinizi şekillendirmekle kalmayacak, aynı zamanda buna karşı stratejilerinizi de belirleyecektir. Bir psikanaliste danışmaya ve sesin kökenini aramak için uzun bir arayışa girmeye karar verebilirsiniz. Veya bu kendi-kendine konuşma pratiğini hiç olmazsa biraz daha kibarlaştırabilmek için öz-şefkatiniz üzerinde çalışmaya veya bilişsel davranışçı terapiye (BDT) başvurarak, zihninizin mantıksız çıkarımlarını bir mantık dayanağına oturtmayı öğrenmeye karar verebilirsiniz. Bir şeytan-kovucu tutmayı veya zihnin gevezeliklerinin içeriğini çok da ciddiye almadan geçip gitmelerine nasıl izin vereceğinizi anlamak için farkındalık meditasyonu yapmayı da seçebilirsiniz.

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/6050c06e530cc__2.jpg

Ne yazık ki, metaforlar kültürel hayal gücünü ele geçirdiklerinde, bunun nedeni, genellikle, o bağlamda uygun veya faydalı olmaları değil, günün baskın teknolojisi gibi son derece tanıdık bir şeye bağlanmalarıdır. Örneğin, pompalar ve fıskiyeler gibi antik çağın su teknolojileri, Yunan ve Roma'da insan bedeninin işleyişine dair ruh/nefes ve ‘hümoral pataloji’ (bedenin temel 4 sıvısı) kavramlarını harekete geçirdi. Rönesans döneminde ise çoğunlukla insan vücudunun saat gibi çalışan bir mekanik işleyişi olduğu düşünülüyordu. Sanayi Devrimi de, Sigmund Freud’un öz-denge (homeostaz) için çabalayan istikrarsız iç psikolojik tutumlar kavramına ilham veren, buhar ve hidrolik enerjilerin ortaya çıkışını gördü.

Bu metaforlar, bizi, sanki en yüksek gayemiz işe yarar cihazlar olmakmış gibi, başarı-güdümlü tüzel varlıklar haline indirger

Baskın teknoloji bakımından çağımızın zihin-metaforu, ‘bilgisayar-akıl’dır. Sürekli bilişsel aşırı-yüklenme konusunda uyarılar alıyoruz ve pillerimizi yeniden şarj etmek için daha sık ‘kendimizi kapatmamız’ tavsiye ediliyor. Bizler, çevremizden devamlı geri bildirim alarak gelişen, yerleşik, vücut bulmuş ve kültürlenmiş biyopsikososyal organizmalarız. Bilgisayar-zihin metaforlarıyla çok fazla sıkıştırılırsak, hayal gücümüz zarar görecektir. Tüm içsel çalışmanın, sabır, çaba ve zaman gerektirdiğini kabul etmek yerine, dışsal tekno-büyülü müdahalelerle onarılabileceğimizi zannedeceğiz.

Son yıllarda, popüler zihin-metaforları, finans ve iş dünyasından da yararlanıyor. Kişisel gelişim metinlerinin çoğu sosyal sermayemize ve duygusal banka hesaplarımıza atıfta bulunur. Kendini geliştirme çoğunlukla, kendimize, sonunda karşılığını verecek ve daha yüksek kârlar sağlayacak uzun vadeli ve sürdürülebilir bir yatırım yapmak olarak sunulur. Örneğin, Amerikalı iş adamı ve motivasyon konuşmacısı Stephen Covey, en çok satan kitabı ‘The Seven Habits of Highly Effective People'da (3. baskı, 2020) bizi, daha iyi özyönetim teknolojileri kullanarak hem kişisel hem de kişiler-arası etkinliğimizi optimize etmeye teşvik ediyor. Benliği "en büyük aktif varlığımız" ve ona göstereceğimiz dikkat ve özeni de "hayatta yapabileceğimiz en güçlü tek yatırım" olarak görüyor.

Oysa, bu tür metaforlar bizi, sanki hayattaki en yüksek amacımız etkili araçlar olmakmış gibi, sürekli olarak kendi kendini optimize etmeye mahkum, başarı odaklı ve daimi fayda arayışında varlıklara indirgiyor. Ancak sadece etkili olabilmek uğruna etkin olma çabası, boş bir amaçtır. Bu tür bir imgelem, bizi sadece en güçlü olanın –yani bu bağlamda, zihinsel olarak zinde, duygusal olarak çevik, en iyi öz-idare sahibi olanların- hayatta kaldığı bir oyun alanında, kıt kaynaklar için yarışan rakipler haline getiriyor.

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/6050c0d3091a3__3.jpg

Bu ‘kendini optimize etme’ kavramı, çok daha eski zamanlara ait kendini-yetiştirme ve Bildung (Felsf. Alman kendini yetiştirme geleneği) yani: hayat boyu sürecek bir sosyo-psikolojik oluşum, öğrenme ve içsel gelişim süreci fikirleriyle keskin bir tezat oluşturuyor. Örneğin Konfüçyüs, Lao Tzu, Buda, Aristoteles ve Stoacılar tarafından keşfedilen eski kendini-yetiştirme fikri bize, iyi niteliklerimizi geliştirmenin daha yavaş, aşamalı ve daha az kapsamlı bir şeklini hatırlatır. Beceriler geliştirmek yerine, etik ve karakter gelişimini vurgular. Botanik imgelemeyi kullanarak, erdemlerimizi, tıpkı bir bahçede fide yetiştirir gibi, sabırla beslememizi ve böylece büyüyüp, çiçek açabileceğimizi teşvik eder. Gelişmemiz için doğru iklimi ve toprağı bulmamız gereklidir. Ara sıra, yabani dalları budamamız, yeni tohumlar ekmemiz ve zararlı otları ayıklamamız gerekebilir.

Kişisel-gelişim metaforları özellikle günlük hayatımızın derinliklerine ulaşır. Bizi korkuyu hissetmeye ve yine de yapmaya, daha az gidilen yolları seçmeye, arkadaş edinmeye ve insanları etkilemeye, içimizdeki çocuğu iyileştirmeye ve artık başkalarına-bağımlı olmamaya teşvik ediyorlar. Temelde yatan benlik anlayışımız hakkında çok şey açığa çıkarırlar. Modern kendine-yardımdaki diğer yaygın metaforlar, yaşam fikrini bir yolculuk, bir sanat eseri, bir savaş, bir orman, bir oyun ve bir yarışma olarak betimler. Pek çok kişisel-gelişim yazarı, zirveye çıkmak, merdiven veya dağa tırmanmak veya duvarın üzerinden geçmek gibi sosyal yükseliş imgelerine inanır. Amerikalı sosyolog Micki McGee'nin ‘Self-Help Inc.' (2005) (Kişisel Gelişim A.Ş) adlı kitabında gözlemlediği gibi, sonuçta kendimizi 'savaşçılar, yarışmacılar veya oyuncular; gezginler veya kâşifler; ve girişimciler, satış elemanları veya yöneticiler’ olarak hayal edebiliriz.

İçsel yaşamlarımız hakkında konuşurken kullandığımız metaforların seçimi, maddi, manevi veya deneyimsel ödüllerle mi motive edildiğimizi, kendimizi ve amacımızı nasıl gördüğümüzü gösterir. En önemlisi, kendimizi ortak amaç ve yükümlülüklere sahip daha geniş bir sosyal topluluğun bir parçası olarak mı, yoksa düşmanca bir ortamda kişisel faydasını korumaya çalışan yalnız savaşçılar olarak mı gördüğümüzü açıklarlar.

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/6050c1035e889__4.jpg

Daimi, gözlemci benliğimizi mavi gökyüzü, tüm düşünce ve duygularımızı da değişken hava şartları olarak düşünün

Kadim düşünürler benliği öncelikle ‘ilişkisel’ olarak görürken, modern Batılı kişisel gelişim yazarları bizi atomistik (Felsf. ruhun maddi ve sonlu oluşu) ve rekabetçi olarak değerlendirdiler. Ancak, iyi haberler de var. Erdemi, anlamı ve karakter gelişimini yeniden vurgulamaya başlayan daha sofistike kendi kendine yardım kavramının yakın tarihli türlerinde farklı modeller ortaya çıkıyor. Bu, son yirmi yılda Edith Hall'un ‘Aristotle's Way’ (2018) ve Massimo Pigliucci'nin ‘How to Be a Stoic’ (2017) gibi akademisyenlerin yazdıklarının da aralarında olduğu popüler felsefe kitapları kadar, akademik psikologlar tarafından yazılan, Angela Duckworth'un ‘Grit’ (2011), Martin Seligman'ın ‘Flourish’ (2011) ve Scott Barry Kaufman'ın ‘Transcend’ (2020) gibi popüler psikoloji kitaplarında da açıkça görülmektedir. Yaşam tavsiyesi literatüründe hızla büyüyen bir eğilim, şimdi, amacımızı benliğin dışında konumlandırmanın, mutluluk ve kişisel tatmin peşinde koşma takıntımızın üstesinden gelmenin önemini vurgulamaktadır. Viktor Frankl ve Alfred Adler'in savunduğu gibi, ‘kendimizi-aşmak’ artık en çok arzu edilen hedefimiz sıralamasında ‘kendini-gerçekleştirme’nin üstüne çıkmaya başlıyor gibi görünüyor.

Kaufman ve diğerleri bize, nihai amacımızın, bir savaşçı gibi ruhlarımızın karanlıklarındaki canavarları öldürüp, daha derin bir öz-bilgiye erişmiş olarak geri döneceğimiz türden bir maceraya atılmak olmadığını hatırlatıyor. Aksine, Seligman'ın ‘Learned Optimism’ (3. baskı, 2006) adlı önceki kitabında yazdığı gibi, benliğimiz 'anlam bulmak için çok yetersiz bir alandır'; bunun yerine bizi, ilişkilerimizin kalitesinde ve topluma bulunduğumuz katkıda ‘amaç bulmaya’ teşvik ediyor. Ne de olsa, mitoslar uzmanı Joseph Campbell'ın da benzer şekilde işaret ettiği gibi, arketipik kahramanın gerçek amacı "bilgelik ve başkalarına hizmet etmek gücü" olmalıdır.

Kabul gören bu ‘içselden dışsal anlam odağına doğru geçiş’, psikoterapideki çağdaş gelişmelerde de belirgindir. Örneğin, kabul ve bağlılık terapisinin önde gelen uygulayıcısı Russ Harris ‘The Happiness Trap’ (2007) adlı kitabında – veya, yakın zamanda BDT’den doğan ‘ACT’, yani değerlerine göre yaşamaya ve zorlu duyguları kontrol etmeye çalışmak yerine onları kabul etmeye daha fazla odaklanan bir psikoterapi biçimi- daimi ve gözlemleyen benliğimizi mavi gökyüzü ve tüm düşüncelerimizi ve duygularımızı da, ne kadar fırtınalı ve korkutucu olurlarsa olsun, gökyüzüne asla zarar veremeyen geçici hava olayları olarak görmemizi önerir. Yararsız düşünceleri, sürücüsü olduğunuz otobüsün asi yolcuları olarak da düşünebiliriz - onlardan kurtulamayız, ancak, onların sadece arkada oturmalarına izin verip, kendimiz yola odaklanarak-  söylediklerine uymamayı seçebiliriz.

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/6050c144e46b3__5.jpg

Belki de yakında, bizi bir kez daha benliği ilişkisel, birbirine bağımlı ve toplum yanlısı olarak hayal etmeye davet eden, daha geniş bir kültürel paradigma (değerler dizisi) değişikliği göreceğiz. ABD'li psikolog Robert Kegan'ın ‘The Evolving Self'de (1983) önerdiği gibi, bu yeni tür benlik, statikten çok dinamik, sabit bir varlıktan ziyade bir süreç, süreğen bir çalışma olarak görülebilir. Yeni benlik- metaforlarımızın, aynı zamanda kendi-yolunu çizme (kendini tanıma ve yönlendirme), samimiyet ve katkı sağlama için çabalamak becerisine sahip bir benlik fikrini de doğuran, benlik ve sosyal arasındaki ilişkinin daha sofistike bir tanımına dayandırılması gerektiğine inanıyorum.

Öyleyse hiçbir şey metaforlarımızı önemsemekten daha acil değildir -özellikle de zihin-metaforlarımızı. Yalnızca iç yaşamlarımızı deneyimleme ve iyileştirme şeklimizi biçimlendirmekle kalmayıp, aynı zamanda -örneğin, topluluktan ziyade bireyciliğe dayalı- gibi belirli sosyo-politik varsayımları da sürdürebilirler. İç-hayatlarımız hakkında konuşmak için kullandığımız imgelemler bakımından daha dikkatli olmalı ve ‘benliği’mizi kırık bir makine, bir tüzel girişimci veya düşman topraklarında bir yalnız savaşçı olarak gösteren mecazlara daha az tolerans göstermeliyiz. Umarım ‘bağlantılılığımızı’ vurgulayan farklı türde metaforlar yaratmaya başlayabiliriz – örneğin, bizi arılarla veya çok katmanlı bir kumaş dokumasındaki farklı iplerle; ya da her biri eşsiz ve farklı, ancak birlikte güzel bir sanat eseri oluşturan minik, çok renkli mozaik taşlarıyla benzeştiren türde mecazlar.

Çeviren: Çiğdem Ergun

Kaynak : https://psyche.co/ideas/youre-not-a-computer-youre-a-tiny-stone-in-a-beautiful-mosaic

Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş

ÖNCEKİ HAFTALAR