61cb3cdd1fb7b__1.jpg

Çocukluğun Önemi ve Travmanın İnsan Yaşamına Etkileri

28.12.2021

Bessel Van Der Kolk

Massachusetts Çocuk Sağlığı Kliniğindeki çocuklar gözlemlendiğinde tutarsız davranışları göze çarpmaktadır. Tanımadıkları halde bir sefer size fazla bağlılık gösterirken daha sonra sizden korkuyla kaçmaya çalıştıklarını görebilirsiniz. Bu davranışlarının ileride tartışılacak birçok sebebi olabilir. Bu çocukları anlamak için uygulanan bir test sonucunda, istismarcı ebeveynlere sahip olan çocukların, istismarcı olmayan fakat kötü bir çevrede büyümüş olan çocuklara oranla etraflarını daha kaotik ve şiddet dolu algıladıkları ortaya konmuştur. Bu çocuklar, şiddete karşı tetikte olsalar bile, huzurun bulunduğu bir dünyanın var olabileceğine inanıyorlardır. Bu da, en azından bir tane ebeveynden sevgi görmenin insanın dünyayı algılayışında farklılıklar yaratabileceğini gösteriyor. 

Belirli bir zamana kadar ebeveynlerimizin bakımına muhtacızdır. Bakımımızı nasıl üstlendikleri bizim ileride kendimize nasıl bakacağımız ve değer göstereceğimizin en büyük göstergelerindendir. Unutulmamalıdır ki, çocuklar etrafındaki insanları taklit ederek öğrenirler. Ebeveynler, çocukların gelişmekte olan beyinlerinin yaşananları nasıl algılayacağını öğretirler. Güvenli ortamda büyümek, dünyamıza sosyal bireyler katar çünkü büyüdükleri ortamın güvenilirliği çocukların empati ve yardım etme gibi özelliklerini ne kadar geliştireceklerini gösterir. 

Çocuklar doğaları gereği birincil bakıcılarını seçme ve onlarla güçlü bağlar kurma eğilimindedirler. Birincil bakıcılar, genellikle çocuğun bakımını en çok üstlenen ve onlarla en çok vakit geçiren kişilerdir. Birincil bakıcı tarafından oluşturulan çocukla olan iletişim, çocuğun bağlanma stilini belirler (güvenli veya güvensiz bağlanma).

Güvenli bağlanma stiline sahip olan çocuklar, duygularıyla nasıl başa çıkacaklarını, ve ne zaman yardım istemeleri gerektiğini bilirler. Diğer bir yandan, güvensiz bağlanma sitiline sahip çocuklar bir tehditle karşılaştıklarında nasıl başa çıkacaklarını ve aradıkları güveni kimden bulabileceklerini bilmedikleri için büyüyünce de sürekli olarak ‘uyarılma’ pozisyonunda olurlar. 

Bebekler, verdikleri ipuçları ile ebeveynlere ihtiyaçlarını ve beklentilerini gösterirler. Bebeğin bağlanmaya ihtiyacı olduğu gibi dünyayı keşfedebilmeleri için yeterli otonomi duygusuna da sahip olmaları gerekir. Örneğin bebeğinizi öperken, bırakılmak istediğine dair sinyaller veriyor olabilir. Eğer bu sinyalleri almayı reddeder ve bebeğinize sarılmaya ve öpmeye devam ederseniz bebeğiniz ağlayacaktır. Ağlaması sizi kötü hissettirecektir fakat sinyali almış olmanız gerekirdi. Sinyalleri doğru algılamak, bebeğinizin ihtiyacını anlayıp ona göre hareket etmenizi sağlayacaktır. Bunları söylerken dünyada ‘mükemmel ebeveynlik’ bulunmadığını, fakat ‘yeterince iyi ebeveynlik’ olduğunu belirtmek gerekir. Hatta çocuğunuz yanınızda güvende hissettiği sürece, bazı yönlerden mükemmel ebeveyn olmamanız çocuğunuza bağışıklık sağlayabilir. Bu da ileride çocukların kendilerini ebeveyn olarak daha da geliştirmelerine katkı sağlayabilir.

İstismara uğramış çocuklar sürekli var olan uyarılma hissinden dolayı çevrelerindeki insanlarda gözlemledikleri ses veya surattaki değişimlere karşı çok duyarlıdırlar. Sürekli olarak korkmuş veya savunma durumunda olurlar. Savunma mekanizması olarak sert gözükmeyi (zorbalık yapmak) veya yalnız kalmayı seçebilirler. Güvensiz bağlanmanın üç çeşidi vardır. Bunlar; kaygılı bağlanma stiline sahip çocuklar, kaçıngan bağlanma sitiline sahip çocuklar ve düzensiz bağlanma stiline sahip çocuklardır. Kaçınan çocuklar, etraflarında olan şeylerle ilgilenmiyor gibi gözükürler. Bu çocukların kalp ritimleri incelendiğinde aslında ilgileniyor olduklarını fakat kendilerini çeşitli sebeplerden böyle göstermeyi tercih ettiklerini görebiliriz. Diğer bir yandan kaygılı çocuklar, kimsenin onlarla ilgilenmediğine inanırlar. Düzensiz bağlanma stiline sahip çocuklar ise yaşadıkları durumlarda yakınlık mı göstermeleri gerektiğini yoksa uzaklaşmaları mı gerektiğini bilemezler. Bir genellemeyle, kaçınan çocukların okullarda kaygılı çocuklara zorbalık yapan çocuklar olduğunu söyleyebiliriz. Çocukların bağlanma stilindeki farklar büyüdüklerinde de yaşadıkları herhangi bir ilişkide genelde kendini gösterir. Bu da, uzun vadeli olarak hayatlarının etkilenmesine sebep olur.

 

/website/assets/images/my1/images/61cb3d0a076e2__1.jpg
Çocuğunuza güvende hissettiği bir ortam yaratmadığınızda, duygularını kontrol etmekte sorun yaşayacaklardır. Unutmayın ki, siz çocuğunuza nasıl davranırsanız hayatı boyunca o davranışı arayacak ve kabul edeceklerdir çünkü ‘hak ettiğinin’ o olduğuna farkında olmadan inanacaktır. Bunun yanında, çocuklar için fark edilmek çok önemlidir ve duygusal geri çekilmenin en yıkıcı sonucu doğurduğu gözlemlenmiştir. Birincil bakıcı (genellikle anne) tarafından fark edilmeyen çocuklar ileride fark edilmeyen ‘etkisiz elemanlar’ olacaklardır. Bir şey hissedebilmek veya hislerini anlamlandırabilmek için kendine zarar bile verebilirler, çünkü zamanında annelerine açıklayamadıklarını kendilerine de açıklayamayacaklardır. Bu noktada ebeveynliğin kalitesinin çocukların gelecekte yaşayacağı akıl sağlığı problemlerinin nasıl önüne geçebileceğini görebiliriz. Çocukların yaşadığı sorunlar, annelerin depresifliğinden doğan ilgisizlikten doğmuş olabilir. Bu problem ulaşılamaz, sonradan çözülemeyecek bir problemdir. Böyle bir durumda, problemin kaynağının farkına varmak sorunu tamamen çözmese bile çocukların daha sağlıklı ilişkiler kurmasına olanak sağlayabilir. Yaşadıklarını anlamlandırmak çocuk için kurtarıcı olabilir. 

İki farklı beyinden bahsedebiliriz: rasyonel beyin ve duygusal beyin. Yaşanılan deneyimler, beynimizin gerçeği algılayış biçimini etkiler. Örneğin, güvenli bir bağlanma stiline sahip olarak büyümüş bir yetişkin istismara uğradığında bağlanma stili güvensiz olarak değişebilir ve gelecekte bu yönde ilişkiler kurar. Bu durumun tam tersi de mümkündür. Güvensiz bağlanma stiline sahip kişinin güvenli bağlanma stiline sahip olabilmesi için öncelikle rasyonel olmayan düşünceleri anlamlandırması gerekir. Rasyonel beyin duygusal beynin sahibi olabildiğinde olumlu yönde bir değişim başlayabilir çünkü duygular beynimizin dünyayı nasıl algıladığını değişmez kılar. 

Yaşadıkları şiddet bağlanmaya olan ihtiyaçlarını arttıracağı için onları taciz edip şiddet uygulayan ebeveynleri olsa bile çocuklar ebeveynlerine sadık kalacaklardır. En zor durum çocukların ‘yuva’ olarak adlandırdıkları yerin aslında onlar için tehdit arz etmesi, ve bunun hakkında hiçbir şey yapamıyor olmalarıdır. Aynı zamanda ebeveynler tarafından oluşturulmuş ‘yuva’ büyüyünce neyi kabullenip neyi kabullenmeyeceklerini de belirler. İlişkilerimizde de aslında kabullenilmez olmaları gereken durumlarda bile, bize tanıdık gelen ‘yuvayı’ arar ve kabulleniriz.

Zannedilenden daha fazla insan travmatik bir geçmişe sahiptir. Yapılan araştırmalar genelde insanların hayatında ters giden ‘bir olayın’ aslında hayatlarında ters giden ‘birkaç olayın’ göstergesi olduğunu söylüyor. Travma yaşamış olan insanların kronik depresyon, intihara meyil, uyuşturucu kullanma, alkol kullanma, ve bunlara bağlı olarak da büyük sağlık sorunları yaşama olasılıklarının daha yüksek olduğu görülmüştür. Bununla birlikte, aile içi şiddet yaşayan çocukların şiddetli ilişkilerde bulunma olasılığı daha yüksektir. Bazı durumlarda vücudun travmaya alıştığı da gözlemlenmiştir. Cinsel tacize uğramış kızların bir kısmının bir süre sonra fizyolojik ve davranışsal olarak hissizleştiği gözlemlenmiştir. Fakat hissizleşmiş olsalar bile sosyal anlamda hayatları bu durumdan etkilenir ve genelde hiçbir cinsiyetten arkadaşları olmaz çünkü kimseye güvenemezler. Aynı zamanda, cinsel istismara uğrayan kızların daha sonrasında yeniden istismara uğrama olasılıkları daha yüksektir. Bunun sebebi artan testesteron hormonlarıyla birlikte artan cinsel istektir. Bu istek sebebiyle istemden kendilerini aslında olmak istemedikleri pozisyonlara sokabilirler. 
/website/assets/images/my1/images/61cb3d36d6067__2.jpg
Travmalar üç ayrı kategoride incelenebilir: çocuklukta yaşanılan fiziksel veya cinsel travma, doğal afetlerden kaynaklanan travma, ve yetişkinlerin yaşadığı aile içi şiddet. Bu üç kategoriden, çocuklukta aile tarafından yaşatılmış travmalar daha kompleks ve yaygındır. İnsanların yaşadığı sorunlar, yaşanılanlar dışında doğuştan gelen genlerle alakalı faktörlerden kaynaklanıyor olabilir fakat genlerin vücudumuzdaki etkileri ‘değişmez’ değildir. Daha önce de belirtildiği üzere, yaşanan olaylar bireyi iyi veya kötü etkileyecek şekilde değiştirebilir. Örneğin, genetik olarak problemli bir anneye sahip çocuk annesi tarafından güvenilir bir şekilde ihtiyaçları karşılanarak yetiştirilirse genden etkilenmekten kurtarılabilir. 

Normal anılar ve travmatik anılar arasında farklar mevcuttur. Travmatik anıların hatırlanması için genellikle spesifik tetikleyiciler gereklidir. Normal anılarımızda giriş, gelişme ve sonuç bölümleri bulunurken travmatik anılarımızda kopukluklar mevcuttur. Kişi travmatik anının bir kısmını çok net hatırlarken diğer kısımlarını hiç hatırlamayabilir, anlar birbirileriyle bir akış içerisinde değillerdir. Yaşanmış olan olayı bir bütün olarak algılayamayız. Kişi anları teker teker hatırlarken korku ve panik hislerini yaşarken bulur kendini. Bir anın hatırlanması ise diğerinin hatırlanmasını sağlar ve ancak bu sayede anı bütünsel olarak algılanabilir.

Travmaların bulunduğu hafıza ise karmaşıktır. Yaşanılan olaylar yıllar boyu unutulmuş olarak kalabilir ve daha sonra ansızın aklımıza yaşanan olayla ilgili detaylar gelebilir veya vücudumuzda fizyolojik semptomlar (kronik baş ağrısı, kalp çarpıntısı v.b.) gözlemleyebiliriz. Hatta zaman zaman akla gelen detaylar o kadar acı verici olabilir, ki bacağınıza bir bıçak saplayıp acı hissimizi başka yöne yöneltmek isteyebiliriz. Kişinin olay esnasında kendini gerçeklikten ayrıştırmaya çalışması bir savunma mekanizması görevi görebilir. Örneğin, kişi yaşadığı cinsel istismar durumunda ruhunun bedeninden ayrıldığını hayal edip kendini rahatlatmış olabilir. Aynı kişi partneriyle yaşadığı cinsel ilişkilerde de kopukluk hissedip agresif tavırlar sergileyebilir.

Bu rahatsızlığın sebeplerinden biri kişinin kendisiyle ilgili dengesiz bir imaja sahip olmasıdır. Bu dengesizlik durumu, sosyal ilişkilerde de kendini gösterir. Yapılan araştırmalarda Borderline Kişilik Bozukluğuna sahip kişilerin 81%’inin travma geçmişine sahip olduğu ortaya konmuştur. Bu kişilerin büyük bir oranının da yaşadıkları travmayı yedi yaşından küçükken yaşadığına dikkat çekilmiştir. Buradan iki önemli sonuç çıkabilir. Borderline Kişilik Bozukluğu, kişinin travmanın yarattığı bunaltıcı duygularla başa çıkmasının bir sonucu olarak ortaya çıkıyor olabilir. Aynı zamanda da, travmanın yaşandığı yaşın ve şeklin kişileri etkilemekte payı büyüktür çünkü bu koşullardaki farklılıklar gelişmekte olan beynin farklı bölümlerinin etkilenmesine yol açacaktır. Travma yaşamış kişileri iki ekstrem uç arasında gidip gelebilir çünkü aslında normal hissetmek isterken hala tehdit altındaymış gibi hissetmekten kendilerini alamazlar. Obezite ise travmanın yarattığı bir başka sağlık sorunudur. Araştırmalara göre, obez çocukların büyük bir çoğunluğunun küçük yaşta cinsel istismara uğradığı bulunmuştur. Travma sonucu obezlikte kişi farkında olmadan kilo alımını kısa vadeli bir savunma mekanziması olarak kullanabilir. Bu savunma mekanizması, kişinin daha az çekici gözükmesini veya daha güçlü gözükmesini sağladığını hissettirebilir. Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) da tahmin edileceği üzere travma yaşayan insanlarda en sık görülen rahatsızlıklardan biridir. Kişi, ani yaşanılan travmatik durum sonrası kendini aynı kişi olarak hissedemez ve bu durum da sinir sistemlerini etkiler. TSSB’ye sahip kişiler biyolojik olarak sürekli gerçekte olan ve olmayan tehlikelerle başa çıkmaya çalışırlar. Bu durum da vücutta fizyolojik olarak birçok etki bırakabilir. Fizyolojik etkilerin yanında, vücutta var olan bütün enerjiyi kendilerini kontrol etmek için kullanacaklarından dikkat dağınıklığı yaşamaları da çok olasıdır. Histeride ise, kişi yaşadığı fizyolojik acıları travmatik anılarla bağdaştırdığında semptomlarda azalma gözlemlenebilir. Burada da dikkat çeken nokta, travmatik olayın enerjisinin atılmadığı sürece taşınan ağır hislerin anıya bağlı olarak yaşanmaya devam edeceği gerçeğidir. 

Yaşanan travma her bireyi farklı etkiler ve kişilerin durumla başa çıkma şekilleri farklılık gösterir. Yapılan en büyük hatalardan biri travmatik olayın üzerini kapatmaya çalışmak olacaktır. Bunun sonucunda kişi, benliğinden ve yaşantısından ayrışma hissine kapılabilir. Bu his de gelecekte yaşanacak olaylardaki hareket ve hislerini anlamlandıramamasının bir ürünü olacaktır. Yapılması gereken şey, geçmişte bir sorun yaşandığını ve bunun hayatın bir parçası olduğunu kabul etmektir. Bunları söylemenin yapmaya göre çok daha kolay olduğu da doğrudur fakat yaratılacak ufak bir farkındalık bile birçok şeyi değiştirebilir. 
/website/assets/images/my1/images/61cb3d76a4e4e__3.jpg
Spor yapmak, alkol kullanmak gibi birbirinden farklı aktiviteler yaşanılanlarla başa çıkmanın örnekleridir. Bunların dışında bazıları ise kendine zarar vererek yaşanılanlarla başa çıkmayı tercih eder. Araştırmalar, aradaki bu farkı büyük oranda travmanın yaşandığı zamanın ortaya koyduğunu söylüyor. Bununla birlikte, çocuklukta travma yaşamış kişinin daha fazla kendisine zarar verme eğiliminde olduğu belirtiliyor. Kişinin kendisine zarar vermesinin kendi üzerinde daha önce edinemediği kontrole sahip olabilmek için yaptığı da düşünülüyor. 

Travmaya yönelik yapılan terapinin amacı travmadan kaynaklanan hafızamızda oluşan kopuklukların giderilmesini sağlayarak kişinin anılarının bir bütünlük oluşturmasını sağlamaktır. Bu da, kişinin benliğini mantık sınırları arasına yeniden oturtabilmesini sağlayacaktır. Terapi sayesinde, rasyonel beyin kontrolü ele alır ve böylece geçmiş ve gelecek birbirinden ayrı şekilde görülebilir. 

İnsanlar sosyal varlıklardır ve ruh sağlığı bozuklukları hayatlarında karşılaşabilecekleri en büyük sorunlardandır. Diğer insanlarla bağ kuramama, kendini olduğu yere ait hissetmeme gibi durumlar en önemli ihtiyaçlarını karşılayamamalarına sebep olacaktır. Travma sonrası hayatta yolunu bulmaya çalışmak kolay değildir. Benliğimizi, aslında olmak istediğimiz kişiyi güçlendirecek durumların ve etkinliklerin içerisinde zor olsa da bulunmak, geçmişimiz ve geleceğimiz arasında bir köprü kurmamızı sağlayabilir. Bu köprü kaybolmuş benliğinizi yeniden bulmanıza yardımcı olabilir.

 

Hazırlayan: Zeynep Acar
Kaynaklar: Kolk, B. (2015). The Body Keeps the Score: Mind, brain and body in the transformation of trauma. Penguin Books. 
Nakazawa, D. (2021). Kesintiye Uğrayan Çocukluk (A. Sayıner, Trans.). İstanbul: Diyojen Yayıncılık.    

Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş

ÖNCEKİ HAFTALAR