63388203b6572__1.jpeg

Çocukluk yetişkin hayatımızı ne kadar belirliyor ?

01.10.2022

Dr. Helene Guldberg

Bilim yaygınlaşmış iddialara rağmen çocukluk deneyimlerinin yetişkin yaşamlarımızı belirlediği iddiasını desteklememektedir.

Zor çocuk, ihmalkâr ya da müdahaleci ebeveynlik meselelerinin iyilik halimiz ve merkezi sinir sistemimiz üzerinde kalıcı bir iz bırakabileceği iddialarının doğru olmadığını biliyor muydunuz?

Psikanalist psikoterapist Sue Gerhardt, Why Love Matters: How Affection Shapes a Baby's Brain kitabında bebeklik döneminde ebeveyn bakımının yetersiz olmasının yetişkinlikte strese tepki verme yeteneğini sınırlayacağı, depresyon, bağımlılık ve anoreksiya gibi durumlara duyarlılığı artıracağını söylüyor. Keşifleri Gedhart’ı, "ebeveynlerin yanlış bilgisinin veya bir bebeğe bakma konusundaki yetersizliklerinin çocuklarda ömür boyu sürecek ve kaçınılmaz olarak başkalarına da zarar verecek engeller oluşturabileceği" sonucuna ulaştırmış. Görünüşe göre çocuk yetiştirmek o kadar hassas bir konu ki, mesela bir bebeğin ağlamasını çok sık görmezden gelmek bebeğin daha sonraki yaşamında çok derin etkiler bırakabiliyor.

Erken dönemde yaşadıklarımız ile belirlendiğimiz “bebeklik determinizmi” fikri giderek daha fazla destekleniyor. 1997'de önceki First Lady ve şimdi New York senatörü olan Hillary Clinton, popüler olan bu tartışmayı şekillendirmek için sinirbilimdeki gelişmelerden yararlandı. Beyaz Saray’da gerçekleşen konferansta erken dönem deneyimlerinin "hayatın geri kalanını şekillendirecek kapasitelerin" gelişiminden sorumlu olduğunu ve "beynin nasıl şekillendiğini belirleyeceğini" iddia etti. İlk üç yıldaki deneyimler tarafından “çocukların barışçıl, saldırgan, adanmış ya da disiplinsiz olup olmayacağının” belirleneceği fikri desteklendi. 
/website/assets/images/my1/images/633882303cef5__2.jpeg
Diğer First Lady Laura Bush ise Hillary Clinton'ın ayak izlerini takip etti. 2001'de Beyaz Saray'da erken çocuklukta bilişsel gelişim konulu bir toplantıda şunları söyledi: "Eğer çocuklarınız varsa, o zaman Başkan Bush ve benim gibi, bilimin ebeveynlerin nesiller boyunca sahip olduğu bazı önsezilerini doğruladığını öğrenince şaşırmadınız. Kesin olarak bildiğimiz bir şey var ki: Bir çocuğun doğduğu ilk günden birinci sınıfa kadar yaşadıkları geleceği ve bizim geleceğimiz üzerinde doğrudan ve derin bir etkiye sahiptir”.

Birleşik Krallık'ta, Temmuz 2004'teki gazete manşetleri, kreşlerin iki yaşından küçük çocukları “haydutlara” dönüştürdüğünü iddia etti. Dünyanın dört bir yanında yapılan araştırmalar bebeklerin duygusal ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için grup bakımı yerine bire bir bakıma ihtiyaç duyulduğunu söyledi. Küçük çocuklarda “antisosyal davranış ve saldırganlık” yaygınlığını artıran kreşler hakkında “yeni kanıtlar” sunuldu.

Bu iddialar, İngiliz psikiyatrist John Bowlby'nin 1950'lerdeki çalışmalarına dayanan duygusal ve sosyal gelişim için “kritik dönemlerin” olduğu fikrine dayanmaktadır. “Kırılgan” ve “dayanıklı” çocuklar arasındaki farkın erken dönem ilişkilerin kalitesinde; özellikle de bir anne figürüne bağlanmalarında olduğu savunuldu. Bu nedenle, ihtiyaçları olduğunda yanlarında olan bir ebeveyne güven geliştiren çocuklar, bu güveni başkalarıyla olan ilişkilerinde de tekrarlar. Bowlby, bakıcılarıyla güvenli bir ilişkinin çocukları daha güvenli ve stresli durumlara karşı daha dayanıklı kıldığını iddia etti. Bebeklik döneminde güvenli bağlanma geliştirmeyen çocuklar ise yetişkin olduklarında güvenli ilişkiler geliştirememektedir.

Klinik psikolog ve They F*** You Up: How to a Family Life kitabının yazarı olan Oliver James benzer şekilde insanları çocukluk deneyimlerinin kurbanı olarak görüyor. Bağımlılık, kişilik bozukluğu, şiddet, suçluluk, nevroz ve hiperaktivite gibi sorunların altı ay ile üç yaş arasındaki bakım türü ile ilişkili olduğunu iddia ediyor.

/website/assets/images/my1/images/63388253633c9__3.jpeg

Nörobilim Alanından Kanıtlar

Why Love Matters: How Affection Shapes a Baby's Brain kitabında Gerhardt, beyin gelişiminin bebeklikte gördüğümüz ilgi türüne göre şekillendiğine göstermek için nörobilim çalışmalarından bahsediyor. Gedhardt, benzersiz kişiliklerimize duyarlı insanlar tarafından sevilmediğimizde "sosyal beynin" gelişiminin tetiklenmeyeceğini savunuyor. Peki, erken dönem deneyimler ve nörolojik gelişim arasındaki bağlantı hakkında gerçekte ne biliyoruz?

Bundan sonra, sinapslar uzun bir "budama" döneminden geçer. 1999 yılında ABD Ulusal Erken Gelişim ve Öğrenme Merkezi (NCEDL), erken yaşamın “kritik dönemlerine” ilişkin kanıtları değerlendirmek için sinirbilim ve erken dönem gelişim alanlarından tanınmış uzmanları bir araya getiren Kritik Dönemler Hakkında Eleştirel Düşünme adlı bir konferans düzenledi. Konferanstan yayınlanan kitapta Kuzey Karolina Üniversitesi'nde eğitim profesörü olan Donald B. Bailey “Ebeveynler, eğitimciler, politikacılar ve erken çocukluk savunucularının gelişimin kritik “fırsat pencereleri” kavramını paylaştığını ifade etti. Bailey "insanların neredeyse her yaşta değişme ve deneyimlerinden öğrenme konusundaki olağanüstü yetenekleri hakkında erken çocukluk yıllarının diğer yıllardan daha önemli olduğunu gösteren birçok kanıt olduğunu” ekledi. 

Ayrıca nörolojik gelişimin genel modelinin iyi kurulmuş olmasına rağmen sinaptik devrelerin deneyimle nasıl şekillendiği ve değiştirildiği konusundaki anlayışımızın sınırlı olduğu da açık. Bebeklik döneminde alınan bakım türünün yeni sinapsların yaratılması veya sinaptik budama üzerindeki etkisi konusunda kesin bir kanıt yok. Bu süreçler, bebeklerin deneyimlerinden bağımsız olarak gerçekleşir.

Görme, işitme ve hatta dil becerisi gibi bazı şeyler için “kritik dönemler” vardır. Bu dönemde uyaranların tamamen yokluğu geri döndürülemez olumsuz sonuçlara yol açabilir. James S. McDonnell Vakfı başkanı ve The Myth of the First Three Years’ın yazarı John Bruer'in ABD'nin en önemli halkla ilişkiler dizisi FRONTLINE'da söylediği gibi: “Dikkat etmemiz gereken şey, bu süreçte ihtiyaç duyduğumuz deneyimin türleridir. Dışarıdan çocuklara vermemiz gereken bir şey değildir ve her yerde mevcuttur.

Benzer şekilde, Washington Üniversitesi'nden sinirbilimci Steve Petersen, bir çocuğun normal nörolojik gelişimine müdahale etmek için çevrenin çok kötü olması gerektiğini söylüyor ve ebeveynlere şaka yollu “Çocuğunuzu dolaba koymayın, aç bırakmayın ve kafasına tavayla vurmayın yeter” diyor. 

/website/assets/images/my1/images/633882901ee1f__4.jpeg

Bağlanma Teorisi

Bağlanma üzerine yapılan ampirik araştırmaların çoğu çocukların bağlanma modelini test eden “Yabancı Ortam Deneyi” prosedürünü tasarlayan psikolog Mary Ainsworth ve meslektaşlarının çalışmalarına dayanmaktadır. Yabancı Ortam Deneyinde; çocukların bakıcılarına karşı duygularını değerlendirmek için çocuklar bir takım hafif streslere maruz bırakılır. Ainsworth, verilerin çocukların üç temel bağlanma stilini gösterdiğini iddia etmiştir; güvenli, kaygılı, kaçıngan. Bağlanma türleri arasındaki farklılıklar bebeklik dönemindeki etkileşimler sırasında bakıcının duyarlılığından kaynaklanmaktadır. Ayrıca, bağlanma türlerinin nispeten istikrarlı olduğu ve çocukların gelecekteki duygusal gelişimiyle ilgili bir miktar öngörü sağladığı iddia edilmiştir. 

Ancak araştırma incelendiğinde yapılan çıkarımların kesin olmaktan uzak olduğu görülür. Bazı araştırmalar 12 ila 18 ay arasındaki bebeklerde bağlanma sınıflandırmalarının nispeten istikrarlı olduğunu göstermiştir. Diğer araştırmalar ise çocukların sadece %50'sinden biraz fazlasının 2 yaşından önce 12. aylarında tespit edilen bağlanma sınıflandırmasının aynısına sahip olduklarını bulgulamış.

Bununla birlikte, bağlanmanın uzun vadeli durumu araştırılırken bağlanma türleri ve sonraki sonuçlar arasındaki bağlantı belirsizleşmektedir. Strathclyde Üniversitesi'nde psikoloji profesörü olan Rudolph Schaffer'ın dediği gibi “Birkaç yıllık bir süre boyunca tahminlerde bulunmak, özellikle de araya giren olayların etkilerinin kontrol edilememeleri nedeniyle tehlikelidir”. Bağlanma literatürünün kapsamlı bir incelemesini gerçekleştiren Schaffer’ın vardığı sonuç: “Çocuklar bağlanma ilişkileri bakımından farklılık gösterir; ancak bu tür farklılıkların öncülleri ve sonuçları konusu pek çok bağlanma meraklısı tarafından ileri sürüldüğü kadar basit değildir.”

Gerçek şu ki, erken bağlanma modellerinin gelişimimizi nasıl şekillendirdiği açık olmaktan çok uzaktır. Zira insan davranışı üzerine yapılan boylamsal araştırmalarda değişkenleri izole etmek mümkün değildir. Çocukluk deneyimlerinin yetişkin yaşamı üzerindeki etkisini ölçmek neredeyse imkansızdır. Bebeklik döneminde aldığımız bakım türünden etkilenmiş olmamız olasıdır. Çocukluk deneyimleri tutum ve davranışlarımızı şekillendirmede rol oynar ve kişiliklerimiz erken yaşta şekillenmeye başlar. Ancak bu, hayatımızın geri kalanını geri dönüşü olmayan bir şekilde çocukluk deneyimlerinin şekillendirdiği anlamına gelmez.

Doğa tarafında yer alan biyolojik deterministler, neden böyle davrandığımızı açıklayanın evrimsel tarihimiz ve fizyolojimiz olduğunu iddia eder. Çevre tarafında ise çocukluk deneyimlerimizin kurbanları olarak görülürüz. Bebeklik deterministleri, hem doğanın hem de çevrenin belirleyici etkilerini tartışır ve bireylerin özgür iradesine çok az yer bırakır. Gerhardt, anne ve bebek arasındaki bağlanma ilişkisinin “bebeğin gelişen sağ beynini kalıcı olarak etkilediğini ve böylece yaşamın tüm aşamalarını etkilediğini” söylüyor. Aslında, hasar doğumdan önce bile gerçekleşmiş olabilir diyor: “Bebeğin kötü muameleye karşı savunmasızlığı daha anne karnında başlar. Hamileliğin erken dönemlerinde, stres tepkisi fetüste oluşmaya başlar ve annenin sağlık durumundan etkilenebilir. Bu, aşırı duyarlı stres tepkisini- genetik olmayan yollarla- annenin bebeğine aktarabileceği anlamına gelir”. 

“Kritik dönem” savunucuları, erken duygusal etkileşimlerin önemini göstermek için genellikle bebeklik döneminde empatik bakım görmemiş çocuklardan örnekler verir. Romanya yetimhanelerinde yetiştirilen ve ABD'li ebeveynler tarafından evlat edinilen çocuklarla ilgili çalışmalar 1990'ların başında bilimsel literatüre girmiştir. Romanya yetimhanelerinde büyüyen ve birinci yaş günlerinden sonra evlat edinilen çocukların, daha erken evlat edinilenlere göre psikolojik olarak iyileşme olasılıklarının daha düşük olduğu bulgulanmış. Ek olarak, Gerhardt'ın belirttiği gibi, yetimhanelerdeki küçük çocukların beyinlerini inceleyen araştırmacılar, beynin duygu düzenlenmeden sorumlu olan orbitofrontal kortekslerinin olması gereken yerde "sanal kara delik" bulmuştur.

Bu çalışmaların vaka seçiminde yanlılık sorunu ve ilgili değişkenleri izole etmenin zorluğu gibi bazı eksiklikleri olsa da yaşamın ilk iki yılındaki aşırı duygusal yoksunluğun yıkıcı ve geri döndürülemez sonuçları olabileceğini gösterir. Bununla birlikte, Romanyalı yetimlerin gördüğü korkunç muamele gibi durumları ender yaşanır. Romanyalı yetimlerin çoğu gibi insan temasından tamamen yoksun kalmak ile bağlanma tutkunlarının sürekli sevgi dolu, şefkatli ve teşvik edici özelliklere uymayan ebeveyn beklentileri arasında dünyalar kadar fark vardır. Sıklıkla yapılan hata, ara sıra sakar veya tepkisiz ebeveyn davranışlarını sistematik suistimal ve ihmalle özdeşleştirmektir. Bebeklik döneminde duygusal bağlılık önemlidir, ancak aşırı duygusal yoksunluk koşulları o kadar istisnaidir ki, bize yetişkin ve çocuk arasında etkileşimin olduğu durumlar hakkında kesin şeyler söylemezler.

Psikoterapist Peter Hobson, The Cradle of Thought: Exploring the Origins of Thinking adlı kitabında gelişimde erken dönem duygusal etkileşimlerin rolüne bakan bir dizi klinik ve deneysel çalışmayı gözden geçirmiş. Düşünme yeteneğinin erken dönem duygusal etkileşimlerin beşiğinden çıktığını savunuyor eserinde. Hobson'a göre, duygusal bağlılıklar sembolik iletişime dönüştüğünde çocuk bebekliği geride bırakır dil ve diğer sembolik işleyiş biçimleriyle güçlenerek çevreye açılır.

Bağlanma teorisyenleri, bebeklikteki bağlanmanın önemi konusunda haklılar eğer bu tür angajmanların gelecekteki gelişimimizi tamamen belirlediğini düşünmüyorlarsa. Bunun yerine yetişkin ve çocuk arasındaki ilişki, çocuğun gelecekteki dönüşümü için bir sıçrama tahtası olarak görülmelidir. Etkileşimin hiç olmadığı durumlarda sonuçlar yıkıcı olabilir. Ancak yetişkinlerin büyük çoğunluğu çocuklarına karşı duygusal olarak duyarlıdır. Yalnızca aşırı ihmal vakalarından çıkarımlar yapmak ebeveynleri hata yapmaları durumunda ikinci bir şans olmayacağına ve çocuklarının başarısızlığa mahkûm olacağına inanmaları nedeniyle suçluluk duymalarına neden olacaktır. 

Elbette bazı ana-babalar çocuklarına olan sevgilerini gösterme biçimleri konusunda tuhaf davranabilir, yeterince övgü ve cesaretlendirme konusunda başarısız olabilir. Ancak, duygusal duyarlılık eksik olsa bile, Hobson, “bebeklerin esnekliğine; potansiyel dezavantajlardan kurtulmanın yollarını ne kadar etkili bir şekilde bulabileceklerine ve çevrelerindeki insanlardan ihtiyaç duydukları şeylerin çoğunu alabileceklerine vurgu yapıyor”.

Pek çok araştırma, erken çocukluk döneminde geri dönüşü olmayan sonuçlara atıf yapan karamsar inançla çelişiyor ve bunun yerine çocukların psikolojik olarak oldukça esnek olduğunu gösteriyor. Etoloji profesörü Patrick Bateson ve davranış biyoloğu Paul Martin'in Design For a Life'da belirttiği gibi: “İyimser olmak için birçok neden vardır ve gelişimin erken dönemlerindeki kritik dönemlere ilişkin kanıtlar, davranışların değişebileceğine dair verilerle çelişmek zorunda değildir”.

/website/assets/images/my1/images/633882b1a3c38__5.jpeg

Kreş Korkusu

İngiltere’de yapılan tartışmalarda kreşlerle ilgili yapılan nitelikli analizler yetersizdi. Guardian'da yazan Madeleine Bunting, dört aylıktan küçük bebekleri bir kreşe yerleştirmenin "içgüdüsel olarak" "tamamen doğru gelmediğini" iddia etti ve "Atlantik'in her iki yakasındaki araştırmaların dikkate değer ölçüde benzer sonuçlara ulaştığını; üç yaşından önce kreş bakımının çocuklarda güvensizlik ve saldırganlık görülme sıklığını artırdığını” ekledi. Bunting, Amerika'da ve Birleşik Krallık'ta Ulusal Çocuk Sağlığı ve İnsan Gelişimi Enstitüsü (NICHD) tarafından yapılan büyük ölçekli iki boylamsal çalışmaya atıfta bulunuyordu. Ancak hiçbiri erken yaşta kreşe giden çocuklarda uzun süreli zararı ispatlayan kanıtlar içermiyordu. 

NICHD, ABD'deki üniversitelerin araştırma ekipleri çocukların gelişimiyle ilgili en kapsamlı çalışmalardan birini gerçekleştirdi. 1991 yılında bebeklerinin doğumundan 2004 yılına kadar 1364 aile takip edildi. Çocukların gelişimi eğitimli araştırmacılar tarafından yapılan gözlemler, yüz yüze ve telefon görüşmeleri, bilişsel, dilsel, sosyal ve duygusal gelişimin standartlaştırılmış testleri ve anketler gibi çok sayıda farklı yöntem kullanılarak yapıldı. 

Bunting'in ima ettiğinin aksine, NICHD çalışması, çocuk bakımının çocukların anneleriyle olan bağlanma ilişkilerini bozduğunu bulgulamadı. NICHD, kreşte geçirilen süre ile dört buçuk yaşa ait davranış sorunları arasında bir bağlantı olduğunu iddia etti. Ortalamanın üzerinde saldırganlık, itaatsizlik veya atılganlık dereceleriyle çocuk bakımında 30 saat veya daha fazla zaman geçiren çocukların oranı %17 idi. Bununla birlikte, diğer ABD'li araştırmacılar tarafından belirtildiği gibi herhangi bir normal örneklemde ortalamanın üzerinde davranış sorunları gösteren sahip çocukların oranı %17'dir. Yani kreş çocukları örneği aslında normdan farklı değildir.

Çeşitli okul öncesi eğitim ortamlarında 3000 çocuğun gelişimini araştıran Birleşik Krallık'taki “Okul Öncesi Eğitim Temini” araştırması, üç yaşından önce (özellikle iki yaşından önce) yüksek düzeyde "grup bakımının" ile yüksek düzeyde anti-sosyal davranışın ilişkili olduğunu bulguladı.

Ancak bu veri çocukların grup bakımı tarafından zarar gördüğü anlamına gelmez. Çocukların hayatlarının belirli bir aşamasında daha saldırgan olduklarının bulgulanması hep öyle olacakları anlamına gelmez. Küçük yaşlardan itibaren kreşe giden çocukların (dikkat çekme, diğer çocuklarla tartışma, kavga etme ya da yetişkinlere karşılık verme gibi normal çocukluk davranışlarını içeren) "sorunlu davranışlar" sergilemeleri ilk yıllarını kreşte geçirmemiş çocuklara göre daha erken olabilir.

Çocukların davranışları büyüdükçe değişir. George Washington Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde klinik psikiyatri ve pediatri profesörü olan Stanley Greenspan'in belirttiği gibi, küçük çocuklarda davranış ölçütleri sonraki durumlar hakkında zayıf bir göstergedir. Dört yaşındaki bir çocuk bugün “itaatsiz” ve “zorlayıcı” olabilir, ancak bunun çocuğun yarınki davranışı için ne anlama geleceği mutlak değildir. Pek çok sosyal ve duygusal davranışın anlamı çocuk büyüyene kadar ortaya çıkmayabilir. Gözlemsel olarak çok benzer görünen davranışlar, farklı çocuklar için çok farklı anlamlara gelebilir. Kendileriyle konuşulduğunda karşılık vermek, bir çocukta itaatsizlik ve dar görüşlülüğün alameti iken diğerinde ise kendine güvenin ve merakın işareti olabilir.

Ek olarak, büyük ölçekli kreş çalışmalarında kullanılan sosyal ve duygusal gelişim ölçütlerinin kısa bir kullanım geçmişine sahip olmaları nedeniyle sınırlılıkları vardır. Bilişsel ve dilsel gelişim ölçütleriyle aynı ölçüde henüz standardize değillerdir.

/website/assets/images/my1/images/633882cfa79fa__6.jpeg

Ebeveyn Eğitimi

Politika danışmanları, ebeveynleri küçük çocuklarını tam zamanlı kreşe göndermekten caydırmak için yapılan son talepleri reddetti. Ancak bu, kreşin çocuklara kalıcı bir zarar verme olasılığının düşük olduğunun kabul edilmesinin bir sonucu değildi. Ebeveynlerin çocuklarının duygusal ihtiyaçlarını karşılama konusunda kendilerine güvenmemelerinin bir sonucuydu. Günümüzün kültürel algısı yetişkinleri “duyguların dilini bilmeyen” ve profesyonel danışmanlardan sürekli yardıma ihtiyaç duyan kişiler olarak görmekte.

Örneğin, Gerhardt hükümet girişimlerinin "hamilelik ve doğum sonrası ilk iki yılı" hedeflemesi gerektiğini savunuyor. Benzer şekilde, Temmuz 2003'te önde gelen düşünce kuruluşlarından Birleşik Krallık Kamu Politikası Araştırma Enstitüsü (IPPR), hükümeti hamilelik ve aile hayatının ilk aylarında anneleri desteklemek için daha fazlasını yapmaya çağırdı. An Equal Start ve IPPR yardımcı direktörü raporunun ortak yazarlarından Liz Kendall, şunları söyledi: “Çocukların hayata eşit bir başlangıç ​​yapmaları için hükümet, ebeveynlik rolünün önemini göz ardı edemez. Çoğu ebeveyn için pratik, sosyal ve duygusal desteğin olmaması, hükümetin çocukluktaki eşitsizlikleri azaltmaya yönelik diğer girişimlerini baltalar”.

Ebeveynlerin, özellikle de hükümetin başarısızlığa mahkûm olduğunu düşündüğü ebeveynlerin yaşamlarına müdahaleyi teşvik eden hükümet girişimleriyle bir sıkıntıları yok. Ağustos 2004'te İngiltere'nin polis faaliyetleri bakanı Hazel Blears, hırsızların, soyguncuların ve gangsterlerin çocuklarını, doğumdan itibaren "hedefleyerek" ve "izleyerek" yasaları çiğnemelerini önleyecek bir plan teklif etti. Çocukların doğru yolda kalmalarını sağlamak ve yıkıcı davranışları daha ilk günden engellemek için bebekliklerinden gençlik yıllarına kadar "izlenmesi" gerektiğini savundu. Hükümetin “Her Çocuk Önemlidir” adlı raporunda önerilen çocuk koruma önlemleri birkaç çocuğu bakıcıları tarafından ciddi ihmal ve istismardan korumaktan çok tüm ebeveynlerin hükümetin öngördüğü ebeveynlik standardına uymasını sağlamakla ilgili. Çocuklardan sorumlu bakan Margaret Hodge şunları söyledi: “Bütün ailelere daha fazla destek sağlayarak koruyucu politikalara öncelik vermek istiyoruz”. Önerileri arasında, anne babaların bebek bezi değiştirmek, çocuk hastalıklarıyla ilgilenmek, uyuşturucu sorunu ve ebeveynleri sorumluluklarını daha ciddiye almaya teşvik etmek için sınıflar düzenlemek gibi her konuda tavsiye almaları için devlet yardım hatları hazırlamak yer alıyor.

Ekim 2002'nin başlarında, hükümet destekli Ulusal Aile ve Ebeveynlik Enstitüsü “Kahvaltıdan Yatma Zamanına: Size ve çocuklarınıza gün boyu yardım etmek” başlıklı bir broşür yayınladı! Broşür “Çocukların ihtiyaçları ve anlayış düzeyleri büyüdükçe değişir ve dört yaşındaki bir çocuktan beklenebilecek olan şeyler iki yaşındaki bir çocuktan beklenemez” veya “Kimse incinmedikçe çocuklar kendi münakaşalarını kendileri çözmeli, eğer birbirlerini incitirlerse ayrılmalıdır” gibi temel bilgilerden oluşuyor. Ebeveynlerin, bu apaçık gerçekleri bilmeleri için devlet destekli çocuk yetiştirme uzmanlarından oluşan bir ordunun tavsiyesine ihtiyacı yok.

Ancak broşür, yalnızca sağduyuyu vaaz etmenin ötesine geçmekte. Ağır basan mesaj: Ebeveynler çocuklarını disipline etme şeklini ciddiye almazlarsa onları kasıtsız olarak uzun vadeli zararlara maruz bırakabilir. Bu nedenle, ebeveynlere çocuklarına bağırmamaları, bunun yerine “Eleştiriden beş kat daha fazla çocuklarını övmeye çalışmalaı”. Belki de enstitü çocukları dolaba kilitlemenin, aç bırakmanın veya kafalarına tavayla vurmanın tehlikeleri hakkında da uyarıda bulunmalıydı?

Ebeveynler, çocuklarıyla nasıl ilişki kuracakları konusunda bu tür kuralcı tavsiyelere ihtiyaç duyduklarına ne kadar çok inandırılırsa çocuklarıyla günlük etkileşimlerinde o kadar çekingen ve güvensiz olacaklar. Sevgi spontane duygusal etkileşimlere dayanır ve bunlar aracılığıyla ifade edilir. Çocuklarla yıkıcı olmayan bir şekilde ilişki kurmak için belirli bir senaryoyu izlememiz gerektiğine inanmaya yönlendirilirsek sonunda sevgi dolu, şefkatli ve empatik duyguları ifade etmekten alıkonulmuş oluruz.

Ancak gerçek şu ki, çoğu ebeveynin iyi ve kötü günleri olur. Çoğu çocuk, ebeveynlerinin mükemmel olmadığı gerçeğiyle başa çıkabilir. Çocuklarının her ihtiyacını karşılayamadıkları için suçluluk duymak ebeveynlere fayda sağlamaz. Çocukların mevcut kötü davranışlarını ve gelecekte karşılaşacakları her türlü sorunu ana-babalarına atabileceklerini düşünmelerinin hiçbir yararı yoktur. Ayrıca ailemize ve özel hayatımıza müdahalenin norm haline getirilmesi hiçbirimiz için iyi olmayacaktır. 

Çeviren: Uzman Klinik Psikolog Rabia Yavuz
Web: https://www.rabiayavuz.com
Eposta: rabia.yavuz@gmail.com
Instagram: https://www.instagram.com/klinikpsikolograbiayavuz/
Kaynak: https://www.spiked-online.com/2004/10/05/the-myth-of-infant-determinism

Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş

ÖNCEKİ HAFTALAR