62bde0ded8ad3__1.png

Mutluluğunuz Üzerinde Ne Kadar Kontrole Sahipsiniz?

30.06.2022

Jeremy Adam Smıth

Sosyal koşullar ve eşitsizlik iyi oluşu etkiler. Öyleyse neden "mutluluk bir seçimdir" deyip duruyoruz?

Pek çok pozitif psikoloji psikoloğunun, koçların, kursların, kitapların, deyişlerin ve kahve kupalarının dediği gibi, mutluluğunuz bir seçim mi? Sevinç, memnuniyet ve hedefe dair duygularınız gerçekten kontrolünüz altında mı? İyi oluş, bazen bu da dahil olmak üzere, birçok web sitesinin vaat ettiği gibi birkaç "basit adımla" artırabileceğiniz bir şey midir?
Ben Amerikalıyım ve birçok Amerikalı, aksini gösteren pek çok kanıta rağmen, herhangi türden bir başarının büyük ölçüde bir irade meselesi olduğuna inanmaktan hoşlanır.
Son zamanlarda yapılan birkaç araştırmaya göre, günümüzde pek çok insan için mutluluğu çok daha az olası kılan ve en ayrıcalıklı kişilerle diğer insanlar arasındaki “mutluluk uçurumlarını” genişletiyor gibi görünen olaylar ve güçler var: COVID-19 kaynaklı toplu ölüm olayı ve bunun neden olduğu kaos, ırkçılık, siyasi çatışma ve ekonomik eşitsizlik gibi.
Yine de, mutluluğu araştıran ve daha fazlasını elde etmenin yollarını teşvik eden insanlar, birey düzeyindeki aynı önerileri ve araçları (mindfulness, şükran günlüğü tutma vb.) vurgulamaya devam ediyor ve öznel iyiliğinizin çoğunu kontrol edebileceğinizi -buna yönelik stratejilerle- söylemeye devam ediyor. Psikolog Sonja Lyubomirsky'nin bir zamanlar savunduğu üzere, insanlar arasındaki iyi oluş farklılıklarının %40'ı bireylerin yaptıklarıyla açıklanırken, %50'si genetik tarafından ve sadece %10'u koşullar tarafından kontrol edilir.
Oysa ki mutluluk çalışmalarının dışına, ekonomi ve sosyoloji gibi alanların yanı sıra psikolojinin diğer dallarına da yönelirseniz, çok farklı bir tablo ortaya çıkıyor: Mutluluk, bireysel bir tercihten daha çok gruplar arasındaki güç farklılıklarının şekillendirdiği kurumsal, ekonomik ve tarihsel etkilerin bir ürünü gibi görünüyor. Mutluluk araştırmalarındaki bu kör noktanın her zaman farkında olsam da pandemi sırasındaki deneyimim, bu perdenin arkasında ne olduğunu görmek için daha fazla çabalamama ve yapısal güçlerin mutluluk üzerindeki etkisini anlamaya çalışan araştırmaları incelememe neden oldu.
Şimdi Greater Good dergisinin editörü olarak kendime soruyorum: Bu iç görüler mutluluk hakkında konuşmamızı nasıl etkilemeli? Cevap basit değil; entelektüel ve kültürel bir tevazudan, eylemlerin, koşulların ve genetiğin öznel iyi oluşumuzu şekillendirmek için nasıl etkileşime girdiğini tam olarak bilememekten başlar.
Öte yandan, sosyal etkilerin rolünü en aza indirmede aldatıcı bir şey olduğunu ve bu sahtekârlığın, bu etkiler tarafından incitilen veya ötekileştirilen insanların deneyimlerini küçümsemekten kaynaklanabileceğini hissetmeye başladım. Mutluluk hakkında daha fazla sayıda insana daha gerçekçi hissettirecek şekilde konuşmaya ve ne zaman mutsuz olsak “yeterince çabalamadığımız” inancından kurtulmaya çalışmalıyız.

/website/assets/images/my1/images/62bde2fb844bb__2.jpeg

Pozitiflikle Hesaplaşmak

“Yapısal güçlerin” mutluluğu etkilediğini yazarken ne demek istiyorum? Yapısal bir güç toplumda nasıl görünür?
Kölelik, siyah ve beyaz Amerikalılar arasında bugüne kadar devam eden inatçı bir sosyal, kültürel, ekonomik ve kişilerarası ilişkiler örüntüsü oluşturan yapısal bir güçtü. Aile; evlilik, boşanma, vergiler, üreme sağlığı, çocuklarla ilgili yasalar ve erkeklerin tarih boyunca bu yasalar üzerinde sahip olduğu hegemonya ile yapılandırılmış bir güçtür. Sosyal ağınız, diğer yapılarla -okuduğunuz yer, yaptığınız iş, cinsiyetiniz, ırkınız, dininiz, yani sizi başkalarına bağlayan her şey- etkileşimler tarafından şekillendirilen bir yapıdır.
Yapısal güçler, günlük yaşamda genellikle bireyler tarafından görülmez; bunlar araştırma, konsantrasyon ve farkındalık yoluyla görünür hale gelen şeylerdir. Hava durumunda sıklıkla olduğu gibi, çoğumuz bir tür fırtına esinceye kadar hayatımızı şekillendiren yasaları ve kurumları genellikle fark etmeyiz.

Amerikalıların yapısal güçleri görmeye karşı güçlü direnci, özellikle de bireysel fırsatları nasıl şekillendirdiklerine gelince, Daniel Horowitz'in kitabı1 gibi birçok kitapta anlatıldığı üzere derin tarihsel kökleri olan bir eğilimdir. Bu, aynı zamanda bu ülkede psikoloji alanına da yerleşmiş durumda. Amerikan psikolojisinin kurucusu William James, 1902'de, pozitif düşüncenin kusurları ne olursa olsun, alternatiflerinden çok daha sağlıklı olduğunu yazmıştı: "Zihnini değiştirebilirsen, hayatını değiştirebilirsin."

Bireylerdeki işlev bozukluklarını araştırmaktan ve tedavi etmekten insanların gelişmesine yardımcı olan uygulamaları ve özellikleri incelemeye yöneldiği için bir zamanlar devrim niteliğinde olan pozitif psikolojinin doğuşuna neredeyse bir asır ileri gidin. Güçlü yönlere, erdemlere ve mutluluğa odaklanan pozitif psikoloji, bilimin uzun süredir ihmal ettiği insan zihnine ve ilişkilere bir kapı açtı.

Bu önemli bir katkıydı. Ancak ne yazık ki, bireye bu odaklanma, birçok araştırmacı ve öğretmeni bireysel talihsizlik ve mutsuzluk hakkında yapısal açıklamaları bilinçli olarak reddetmeye yöneltti -ki bu, fikirlerinin geliştiği refah içindeki Avrupa-Amerika bağlamını yansıtmakta.

Pozitif psikolojinin kurucusu Martin Seligman, 1999'da Amerikan Psikoloji Derneği'nin başkanı seçildikten bir yıl sonra verdiği bir röportajda “Genel olarak işler ters gittiğinde, karakteriniz veya kararlarınızla bunu kendinize sizin yaptığınız inancının aksine artık bunun size daha büyük bir güç tarafından yapıldığı inancını destekleyen bir kültüre sahibiz” dedi. "Bununla ilgili sorun şu ki, bu, pasifliğin, pes etmenin ve çaresizliğin bir reçetesi".

Bu bireycilik söylemi Barbara Ehrenreich'ın Bright-Sided, Edgar Cabanas and Eva Illouz’un ve (yakın zamanda yayınlanan) Jesse Singal’ın kitaplarında2,3,4 acımasızca eleştirildi.

Bununla birlikte, birçok bireysel psikoloji psikoloğu ve pozitif psikoloji kuruluşu bile, alanın “birey üzerine çok fazla odaklandığını" ve bunun -positivepsychology.com'da okuyabileceğiniz gibi- “kurbanı suçlamaya” ve sistemik baskı için bahanelere yol açabileceğini rahatlıkla kabul ediyor.

Yine de, genel olarak bu alan, Seligman'ın bireyci vizyonuna sadık kaldı. Pozitif psikolojinin ürettiği sayısız ders, seminer ve kitapta sosyal güçlerin mutluluğu nasıl şekillendirdiğini duymakta zorlanacağınızı düşünüyorum. Pandemiden önceki yaz olan en sonuncu Dünya Pozitif Psikoloji Kongresi'nde kesinlikle önde ve merkezde değildi. Görece bir avuç makale dışında, bu alan, sosyal faktörlerin mutluluğu nasıl etkilediğiyle pek uğraşmadı - ve bu önyargı, pozitif psikolojinin içgörülerini destekleyen kitap ve dergilere yansımakta.

/website/assets/images/my1/images/62bde323ef926__3.jpeg

Kim mutlu olur?

Bu, araştırmaların diğer sosyal bilim okullarında ve dallarında yapılmadığı anlamına gelmez; özellikle son yıllarda, yapısal faktörler ve iyilik hali arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmaların çoğaldığını gördük.

Amerika'daki ırk konusuyla başlayacağım. 2020 tarihli bir makalede, John Iceland and Sarah Ludwig-Dehm, 1972'den 2014'e kadar siyahi ve beyaz Amerikalıların mutluluk düzeylerini karşılaştırmak için Genel Sosyal Araştırma'dan (General Social Survey) elde edilen verileri kullandı.1970'lerde inanılmaz derecede büyük bir fark buldular -örneğin, siyahilerin "çok mutlu olmadıklarını" söyleme olasılıkları beyazlardan iki buçuk kat daha fazlaydı. 21. yüzyıla gelindiğinde, bu fark, neredeyse eşit sayıda siyahi ve beyazın “çok” veya “oldukça” mutlu hissettiklerini söylemesiyle biraz daralmıştı.

Peki o geçen zamanda ne oldu? Yazarlara göre cevap oldukça basit; siyahi Amerikalılar daha iyi eğitimli hale geldi, yoksulluk azaldı, yaşam beklentileri birleşti ve daha fazla siyahi politikacıyı iktidara seçtik -ki Başkan Obama ile doruğa ulaştı. Bazı şeyler değişmedi: Aslında, azalan yoksulluğa rağmen, siyahi-beyaz arasındaki ekonomik uçurum Genel Sosyal Araştırma başladığındaki kadar geniş. Özetle, bazı yapısal faktörler, Oy Hakkı Yasası ve pozitif ayrımcılık gibi reformlarla birlikte, siyahi Amerikalıların lehine değişti ve bu da onların iyi oluşlarında GSA'da ortaya çıkan olumlu bir değişiklik yarattı. Bu, yakın zamanda yapılan diğer çalışmalarla tekrarlanan bir sonuç.

Sosyal faktörlerin mutluluğu nasıl baltalayabileceğine veya artırabileceğine dair kanıtlar, Amerika'nın ırksal azınlıkları ötekileştirme ve baskı altına alma kararlılığının çok ötesine geçerek, herhangi bir eşitsizliğin iyi oluşu zedelendiğini ortaya koyuyor.

Örneğin, 1972'den 2008'e kadar olan verileri inceleyen 2011 tarihli bir araştırma, gelir eşitsizliği arttıkça Amerikalıların daha az mutlu olduğunu buldu - ancak tüm Amerikalılar değil. Yalnızca gelir aralığının alt yarısındaki insanlar daha az mutlu hissettiler; eşitsizlik artsa da daha fazla para kazanan insanlar için sorun yoktu.

Yakın zamanda bir antropolog ekibi Ohio'nun Cleveland şehrindeki 170 kişiyle, kendilerinin gelişmesine neyin yardımcı olup neyin olmadığına dair röportaj yaptığında, çoğu katılımcı işi, sabit geliri, sosyal ilişkileri ve sağlıklı beslenme, ulaşım, eğitim ve güvenlik gibi şeyleri iyi oluşlarının anahtarı olarak tanımladı. Bunların neredeyse tamamı yapısal niteliktedir, görünüşe göre Cleveland'da kimse meditasyondan bahsetmemiş. Diğer araştırmalar doğrultusunda, yılda 100 bin dolardan fazla kazanan insanların geliştiklerini hissetme olasılıkları 30 bin dolar veya daha az kazananlara göre neredeyse iki kat daha fazlaydı.

Bu, araştırmalarda tekrar tekrar görebileceğiniz bir örüntüdür: Daha az güce, gelire veya servete sahip olan gruplar (ve genellikle ülkeler), daha fazlasına sahip olanlar kadar mutlu değildir. Belki de eşitsizlikle ilgili en tehlikeli şey, daha az güce sahip insanları, onları neyin mutlu ettiğini bilme becerisinden bile mahrum edebilmesidir.

Yüksek mahkemenin Roe v.* bildirisinin ertesi gününde arkadaşım Kate, "Profesyonel ortamlarda, doktor muayenehanelerinde, ilişkilerde erkek bakış açısına boyun eğmek için, kendimi küçük ve görünmez kılmak için baskı altında hissettiğim sayısız örnek düşünebilirim" dedi. Wade sızdırıldı. "Kendime 'Bu iyi hissettiriyor mu?' veya 'Bu beni mutlu ediyor mu?' gibi sorular sorabileceğim bir noktaya gelmek bile gerçek bir çaba gerektirdi". Başka bir deyişle, Kate kendisini mutlu eden şeyi erkekleri mutlu eden şeyden daha iyi ayırt edebilmek için grubunun daha fazla sosyal güce ihtiyacı olduğunu hissediyor. Elbette tüm kadınlar böyle hissetmiyor ve onların deneyimleri de önemli. Ama mutluluktan bahsederken bu iç görüleri ciddiye almamızın zamanı gelmedi mi? Mutluluğun herkes için aynı düzeyde erişilebilir olduğunu iddia etmeye gerçekten devam edecek miyiz?

Pandemiden alınan dersler

Dünya Mutluluk Raporu'nun tespit ettiği gibi, COVID-19'dan önceki yıllarda gelir ve servet eşitsizliğinin yanı sıra mutluluk eşitsizliği zaten artıyordu. Ve pandemi sırasında, iyi oluşun bazıları için diğerlerine göre daha da zorlaştığı görülüyor.

Elbette, COVID-19 gibi hastalıklar bir sosyolog veya sosyal psikolog için yapısal güçler değildir, ancak hastalığın etkisini azaltmak için kurumlar ve politikalar oluşturduk. Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezi ile devlet sağlık kurumlarının tavsiyesi üzerine okullar, işletmeler ve seyahatler kapatıldığı için COVID-19 Amerika Birleşik Devletleri'ne geldiğinde bu yapıların gücünü hissettik.

Bu tür önlemler tüm dünyada ruh sağlığını derinden etkiledi, ancak olumsuz etki eşit derecede hissedilmedi. Geçen ay The Lancet'te yayınlanan yeni bir çalışma, pandeminin ilk 15 ayında 15 ülkede ruh sağlığını inceledi. Gerçekten de bir ülkenin vatandaşlarının hareketlerini ve davranışlarını kısıtlama konusundaki politikaları ne kadar katıysa, kendilerini o kadar kötü hissettiler. Bunun, bu tür önlemler lehinde veya aleyhinde bir argüman olmadığını unutmayın, burada ilgilendiğim konu bu değil. Göze çarpan nokta, kamu politikası ve sosyal güçlerin pandemi sırasında iyi oluş için önemli olmasıdır. Meslektaşım Kira Newman'ın ifade ettiği gibi, bu yapısal güçlerin etkileri dezavantajlı gruplar için çok daha kötü oldu.

Pek dezavantajlı olmayan ailemin ocak ayındaki Omicron dalgasında ne kadar acı çektiğini yazmıştım ve araştırmalar kesinlikle yalnız olmadığımızı göstermekte. Ohio Eyalet Üniversitesi araştırmacıları tarafından bir yıl önce toplanan verilere göre, ebeveynlerin %66'sı çoktan tükenmiş hissediyordu. Omicron krizi üzerimize çöktüğünde, evde çocukları olan birçok ebeveyn kırılma noktasındaydı. Sosyolog Jessica Calarco'nun çalışmasına göre, annelerin %70'i ve babaların %50'si bu yılın ocak ayının ilk yarısında bunalmış hissettiklerini bildirdi.

Kendimi güçsüz olmakla suçladım, tanıdığım ebeveynlerin çoğu gibi. Yine de Calarco -geriye dönüp baktığımda ben de görebiliyorum- mutsuzluğumuzun daha çok hastaların bakımıyla meşgul olmakla, ölülerin yasını tutmakla, kaotik okul politikaları ve düzensiz kreşlere gidip gelmekle, arkadaşları ve sosyal olayları özlemekle ve acilen ihtiyaç duyulan evde test kiti bulmakla ve diğer pek çok faktörle ilgili olduğunu öne sürüyor. Tüm bu güçler yapısal olarak tanımlanamaz, ancak durumsaldı - yani, evde çocukları olan ebeveynlerin çoğunluğu için koşullar mutluluğu imkansız hale getiriyordu. Her şey daha zordu ve neredeyse hiç yardım sağlanamadı.

/website/assets/images/my1/images/62bde344c592e__4.jpeg

Bireysel çözümlerin sınırları

Tüm kanıtlara ve deneyimlere rağmen, benim çalıştığım gibi kuruluşlar, sizi bir birey olarak daha mutlu edecek “kolay adımlar” ve “kestirme çözümler” üzerinde durmaya devam ediyor. COVID-19 salgını Amerika Birleşik Devletleri'ni vurduğunda Greater Good olarak biz, ne yapmamız gerektiğini biliyorduk. Hiç vakit kaybetmeden, "Karantinanın Zor Günlerinde İyi Hissetmenin Dört Yolu" ve "Karantina Sırasında Bu Kadar Çaresiz Hissetmeye Nasıl Son Verilir" gibi makalelerle, insanların zor koşullar altında idare edebilmeleri için araştırmaya dayalı ipuçları ve araçlar yayınlamaya başladık.

Bu makaleleri geliştirmekten, düzenlemekten ve yayınlamaktan gurur duyuyorum. Milyonlarca insan bunları okuyor çünkü oldukça karanlık günlerde bu makaleler bize yardımcı oldu, bazıları da bana. Bireylerin kontrollerinin ötesindeki güçler karşısında kendilerini güçlendirmelerine yardımcı olmaya karşı hiç ikna edici bir argüman duymadım. Tüm bu makalelerin yaptığı insanlara tam kapanma sırasında açık havaya çıkmalarını ve bedenlerini hareket ettirmelerini hatırlatmak olduysa, sözlerimiz boşuna değil demektir.

Başından beri, pandemi sırasında zihinsel ve fiziksel sağlığı etkileyen yapısal güçlere dikkat ettik. Aslında Greater Good, sosyal faktörlerin mutluluğu nasıl etkileyebileceğine dair araştırmaları her zaman kapsamlı bir şekilde ele almıştır; ve bir gazeteci olarak onlarca yıldır ırk, cinsiyet ve eşitsizlik hakkında yazmaktayım. Burada yazdıklarımın hiçbiri benim bilmediğim şeyler değil ve muhtemelen sizin için de öyle.

Yapmadığım -yapmadığımız- şey, bu çalışmanın mutluluk hakkında nasıl konuştuğumuzu ve insanların gerçekten nasıl daha mutlu olduklarını etkilemesine izin vermek. Mesele, araştırmaların önerdiği psikolojik dayanıklılığınızı artırabilecek ve ilişkilerinizi iyileştirebilecek adımları atmamanız gerektiği değil. Bunun yerine artık mutluluğumuzu ve yaşam doyumumuzu şekillendirmede sosyal faktörlerin gücünü küçümsememeliyiz.

Örneğin: Greater Good gibi dergileri okumak için, mutluluğun anahtarlarının ormanda yürümek, anlamlı fotoğraflar çekmek, şükretmek ve nezaket göstermek olduğunu düşünürdünüz, şu anda mutluluğu artırma sayfamızda göreceğiniz tek şey bu -ki ben de yazılmasına yardım ettim.

Ancak bu, daha çok ayrıcalıklı ve yapısal olarak yükü olmayanlar için bir mutluluk reçetesi olabilir. Şu anda ırkçılığın, cinsiyetçiliğin, eşitsizliğin ve diğer sosyal faktörlerin iyi oluş üzerindeki gücünü kapsamlı bir şekilde tasdik etmiyoruz. Yakın zamanda mutluluk uygulamaları kitaplığımızın içeriğini genişletmiş olsak da, Greater Good in Action web sitesi, onu kültürel olarak daha duyarlı hale getirmek ve beyaz olmayan ve Batılı olmayan popülasyonlara ilişkin artan sayıda çalışmayı daha kapsayıcı hale getirmek için, hala “iyi oluşunuzu artırmak için basit adımlar”a odaklanıyor, bu da pozitif psikolojiye nüfuz eden bireysel kestirme çözüm önyargısını yansıtıyor.

İnsan mutluluğu araştırmasının bu eleştirilere yanıt olarak geliştiğini belirtmekte fayda var. 2020 tarihli bir makalenin yazarları, “Modern dünyanın karmaşıklığı, entelektüel esneklik ve multidisipliner yaklaşımlar gerektirir”, “Sistemler pozitif psikolojiyi şekillendirdi” diye yazıyor. Araştırmacıların “tarihten ders almak, empatik bir merak duygusuyla birden fazla bakış açısını dinlemek ve olası planlanan ve istenmeyen sonuçları belirlemek dahil olmak üzere daha büyük resmi görmesi” gerekir.

Bana göre bu evrim devam etmeli ve akademik dergilerin ötesine, daha geniş kitlelere hitap eden Greater Good gibi yayınlara geçmeli. Bu dört, altı veya on kolay adımı atarsanız, sanki olmaya karar verebileceğiniz bir şeymiş gibi, "mutlu" sesler çıkarmayı bırakmalıyız. Çünkü hiçbir şeyin kolay olmadığı ve gerçekten sizin suçunuzun olmadığı durumlar vardır. Bireysel kontrolleri dışındaki yapılar ve koşullar tarafından incitilen veya ötekileştirilenlerin seslerini yükseltmek ve sahip oldukları mutluluk için çoğu kişiden daha fazla mücadele etmesi gerekenleri mutluluk hakkında daha kapsayıcı hissettirecek bir konuşma yolu yaratmak için daha fazlasını yapmalıyız. Bireysel gelişim için ipuçlarının ve araçların ötesine, mümkün olduğu kadar çok tekneyi kaldıracak bir sosyal dalga yaratmanın yollarına bakmamız gerekiyor.

Okurlarımızı da aynı şeyi yapmaya davet etmek istiyorum. İyi oluşumuz üzerinde istediğimiz kadar kontrole sahip değiliz ve bireyci kültürlerdeki insanlar için bunu duymak zor olabilir. Bırakın başkalarını, sosyal faktörlerin kendi seçimlerimizi ve imkanlarımızı nasıl şekillendirdiğini her zaman göremiyoruz. Ama en azından deneyebiliriz. Ve mutsuzluk hakkında, sanki cehaletten veya irade eksikliğinden kaynaklanıyormuş gibi konuşmayı kesinlikle bırakabiliriz.

Martin Seligman'ın bir zamanlar savunduğu gibi, yapısal güçlerin iyi oluş üzerindeki etkisini kabul etmek "çaresizliğin reçetesi" olmak zorunda değildir. Bunu okuyan birçok insanın yaşamı boyunca, geniş insan gruplarının daha mutlu hale geldiğini gördük; çünkü hukuk, kültür ve ekonomi, -çoğu zaman toplumsal hareketlerin baskısı sonucunda- mutluluklarını daha olası kılacak şekilde değişti.

Bu bana ilham veriyor ve bunun size de ilham vermesine izin verebilirsiniz. William James'in bir zamanlar önerdiği gibi, yaptığımız şey bir fark yaratıyormuş gibi davranmalıyız - çünkü gerçekten de öyle.

Allison Briscoe-Smith'e, Giacomo Bono'ya, Maryam Abdullah'a, Michelle Nogales'e, Shanna Tiayon'a ve -her zamanki gibi- Kira Newman'a bu makaleye ilişkin önemli geri bildirimleri için teşekkürler.

1- Happier?: The History of a Cultural Movement That Aspired to Transform America

2- Bright-Sided
3- Manufacturing Happy Citizens
4- The Quick Fix: Why Fad Psychology Can’t Cure Our Social Ills

*Roe v. Wade, Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesinin Texas eyaleti mevzuatının yasakladığı kürtaj uygulamasını kaldıran ve böylece tüm ülkede kürtajı yasallaştıran 22 Ocak 1973 tarihli sembolik kararıdır.

Çeviren: Klinik Psikolog Aslıhan Erdal
Kaynak: https://greatergood.berkeley.edu/article/item/how_much_control_do_you_have_over_your_own_happiness

Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş

ÖNCEKİ HAFTALAR