61cde11736c79__1.jpg

Hayatımızın büyük bir bölümü çalışarak geçiyor. Çalışma hayatının ruh sağlığımız üzerindeki etkisi nedir?

30.12.2021

Zamanımızın çoğunu çalışarak geçiriyoruz. Zamanımızı nasıl kullanacağımız mesai saatlerimiz üzerinden belirleniyor. Uykumuzu etkiliyor. Yeri geliyor uykumuzdan fedakârlık ederek çalışıyoruz. Bazen iş hayatımızdaki meseleler uykularımızı bile kaçırabiliyor. Bütçemiz yine işimiz ile ilgili. Harcamalarımızın ne zaman ve ne kadar yapılabileceğini değiştiriyor. Aile hayatımızı etkiliyor, zira işten kalan zamanlarda enerjimiz ya da sabrımız aile hayatımızdaki dinamikleri kökten değiştirebiliyor. İşten eve yorgun dönen bireyler birbirlerine ihtiyaç duydukları ilgi ve ihtimamı göstermekte güçlük yaşayabiliyor. Sağlığımız da iş yaşamımızdan ciddi şekilde etkileniyor. Özellikle yüksek stres içeren işlerde çalışan bireyler kalp rahatsızlığı başta olmak üzere birçok hastalığa karşı daha savunmasız olabiliyorlar. İş hayatımız neredeyse her şeyi etkileyecek güce sahip. Psikolojik sağlığımız da bu etki çemberinin dışında değil. 

Peki, neden çalışıyoruz sorusunun birçok yanıtı var. Lakin ilk başta çalışmanın amacının mutlu olmak olduğunu söyleyenlerin oranı çok değil. Yüzde 55 ila 80 arasında bir oranda insanlar çalışmayı keyifli bir durum olarak değil, katlanılması gereken bir şey olarak görmekte. Bu konu üzerine yapılan çalışmalar durumun böyle olmak zorunda olmadığına dair bize bir umut veriyor. Danimarka'da iş yerinde mutluluk anlamına gelen bir kelime var: Arbedjsglæde. Bir şeyi yapmaktan elde ettiğimiz mutluluk anlamına geliyor. Bu duygu yaptığımız iş hakkında kendimizi iyi hissettiğimizde ve profesyonel bağlılığa dahil olduğumuzda yaşanan bir esenlik duygusudur. Elbette mutluluktan ne anlaşıldığı konusunda zihnimiz net olduğunda beklentilerimiz de o kadar net olur. Zira mutluluk eğlence, zevk ya da anlık bir duygusal durumdan fazlasıdır. Mutluluk sürekli pozitif deneyimler akışını bir araya getirerek ulaşabileceğimiz bir durumda değildir. Mutluluk öfke, üzüntü ve stres dönemleri de dahil olmak üzere çeşitli duyguların zengin ve kapsayıcı bir şekilde deneyimlenmesidir. Genellikle daha derindeki amaç duygumuzu besleyen ve bizi başkalarıyla anlamlı temasa yönelten genel bir duygu durumudur.
/website/assets/images/my1/images/61cde1e4c5039__2.jpg
Yapılan çalışmalar gösteriyor ki, işinde mutlu olan bireyler daha üretken, daha yaratıcı, işlerine daha çok bağlı, stres ve tükenmişliğe karşı daha dayanıklı ve işyerlerinin amaçlarına daha bağlı olmaktadırlar. Artık kuruluşların ve liderlerin daha mutlu çalışanların iş hayatı için daha iyi olduğu gerçeğini benimsediğini görüyoruz. Bu gerçek araştırmalarla desteklenmektedir. Mutluluk Avantajı kitabında yazar Shawn Achor, mutlu çalışanlara sahip bir şirketin satışlarını %37, verimliliği ise %31 artırabileceğini, bunun da yüksek performanslı bir çalışma ortamı oluşturmaya doğrudan katkıda bulunabileceğini belirtiyor.  Çalışanların mutluluğu, işyerinde daha fazla önem kazanıyor, büyüme ve gelişme yaşayan kuruluşlar üzerinde olumlu bir etki yaratıyor. Liderlerin çalışan mutluluğuna önem verdiği bir kültürün tanıtılması, kuruluşları daha büyük başarılara götürüyor. Olumlu bir psikoloji yaklaşımı benimsemek ve mutluluk bilimini uygulamak, kuruluşlarda bazı heyecan verici ve derin sonuçlar alınmasını sağlıyor. Üstelik işinden mutlu olan çalışanların yer aldığı kurumlarda daha düşük sağlık bakım maliyetleri, daha az hata ve kaza, daha fazla verimlilik, daha yüksek hisse değerleri, daha yüksek müşteri sadakati ve daha yüksek iş büyümesi görülmekte. Çalışanların işlerinden mutlu olması hem bireysel yaşamlarında hem de kolektif alanda da olumlu gelişmelere gebe. 

İş hayatı bize sadece mali bağımsızlık sağlamaz. Çalışmanın içerdiği mücadeleyi, zorlu şartlara meydan okuyup onların üstesinden gelmeyi, başarma duygusunu önemseriz. Bizi çalışmaya teşvik eden tek şey para değildir. Çalışma hayatının meyveleri vardır ve bunlar çalışmanın ve üretmenin verdiği başka olumlu duygularımızla da ilgilidir. Üretmek anlam duygumuzu besler. Yaratıcı düşünsel ve davranışsal deneyimlere bizi taşır. Yapmakta olduğumuz işi daha iyi yapmak için sürekli kendimize meydan okuruz. Bu durum bizi konfor alanımızdan çıkarıp daha esnek bir zihin ve davranış repertuarı geliştirmeye yöneltir. İşimize para kazanmanın yanında başka anlamlar da katabilirsek hem daha üretken hem de daha mutlu olmanın sağlıklı yollarını keşfedebiliriz.

 

/website/assets/images/my1/images/61cde2077cefa__3.jpg

İş hayatımızda mutlu olmak için neler yapabiliriz?

Bu sorunun tek ve basit bir cevabı yok. Bununla birlikte çalışmalar dört başlık altında toplanıyor. Dört ilkenin öne çıktığını görüyoruz. Bunlar; amaç, bağlılık, esneklik ve nezaket. Amaç temel değerlerimizin bir yansımasıdır. Günlük davranışlarımız ve kararlarımız bu değerlerle uyumlu olduğunda iş yerinde kendimizi daha amaçlı hissederiz. Bireyler olarak, pasif bir şekilde statükoyu kucaklamak yerine iş yerine daha fazla tutku ve amaç getirmek önemli. Günlük görevlerimizi planlar ve yürütürken yaptıklarımız ile inandığımız ya da ilgilendiğimiz şeyler arasında bağlantı kurmayı deneyerek bunu sağlayabiliriz. İş yeri sahiplerinin ya da liderlerin dikkate almaları gereken husus ise çalışanlarına daha fazla amaç aşılamak için finansal teşviklerin sınırlı bir motivasyona sahip olduğu gerçeğidir. Davranışsal ekonomist Dan Ariely, Payoff adlı kitabında, nakit ikramiyelerin yalnızca bir yere kadar işe yaradığını ortaya koyuyor. Ariely’nin çalışmaları, gerçekten arzuladığımız şeyin takdir ve anlamlı ilerleme kaydetme gibi içsel teşvikler olduğunu gösteriyor.


Bağlılık ise birçok unsur ile ilgilidir. Genel olarak işinizden aldığınız zevk, işyerinde neyin, ne zaman ve nasıl yapacağıyla ilgili kararların bir parçası olmak, çalışırken merakla veya işinize derinden dalabilmenizle yakından ilgilidir. Ne yazık ki, çalışan insanların çoğunluğu bu gibi sorulara hayır diyor ve bu da işe bağlılığın düşük olmasına sebep oluyor. Bu sorunu çözebilmek için yaptığımız işe eğlence ve yaratıcılık katmayı deneyebiliriz. Şirketler ve işverenler çalışanlarına günlük programları, görevleri ve mesleki gelişimleri üzerinde daha fazla alan vermeliler. Çalışanlar ise sakin bir program benimsemeyi deneyebilir. Ayrıca yaptığımız işe kendimizden yeni bir şeyler katarak akışa geçmek yararlı olabilir. Akış, belirli bir anda yaptığımız göreve odaklandığımızda yaşadığımız bir deneyimdir. Zaman zaman işimize kendimizi öyle kaptırırız ki zamanın nasıl geçtiğini bile fark etmeyiz. İnsanın sahip olduğu becerilerini ve içsel motivasyonu içeren bu deneyim heyecan ve derin bir zevk duygusunu tanımlar. Akış, sürekli odaklanma ve yüksek bir pozitif etki ile elde edilir ve öğrenme ve becerilerde ustalaşmayı gerektirir. Akış deneyimini mümkün kılan bazı nitelikler vardır. İşimize yoğunlaşabilmek, tamamlayabileceğimiz işlere sahip olmak, işimiz hakkında yapmamamız gerekenlerin açık olması, değil ise net olmayan alanları açıklığa kavuşturmak ve geri bildirim almak.  Geri bildirim almanın insanların yaptığı işler hakkında hissettiklerinin üzerinde kritik öneme haiz olduğunu biliyoruz. Psikoloji profesörü ve davranışsal ekonomist olan Dan Ariely’nin yaptığı bir dizi deneyden bahsetmek geri bildirimin değerini anlamamıza yardım edebilir. Deneye katılanlara birer sayfa verilir ve onlardan kağıttaki harf çiftlerini bulmaları istenir. Sonrasında katılımcıların kağıtları deneyi uygulayan tarafından geri bildirim verilen ve hiç geri bildirim verilmeyen olmak üzere iki farklı yolla deneniyor. Geri bildirim alan grup daha az ücrete verilen görevi yapmaya devam etti ve yaptıkları işten daha fazla tatmin aldıklarını ifade ettiler.  Bu sayede birey yaptığı işe kendi katkısını katar ve bundan dolayı işine yönelik bağlılığı artar. 

/website/assets/images/my1/images/61cde22b4e7eb__4.jpg
İş hayatımızı daha mutlu kılabilmek için faydalanacağımız diğer bir enstrüman ise esneklik. Esneklik sayesinde başarısızlıklar ve hayal kırıklıkları ile başa çıkma, yeni durumlara uyum sağlama ve üretken bir şekilde öğrenme yeteneğini geliştirmek mümkün olur. Bu beceriler ise sadece hayatta değil işteki genel mutluluk için de kritik bir öneme sahiptir. Bu sayede zorluklardan kaçmak, stresi bastırmak veya yüzleşmekten kaçınmaya çalışmak dışında başka yollar bulabiliriz. Esnek bir yapıya sahip olabilmek için farkındalık gerekir. Farkındalık için önce kendimizi bilmek elzemdir. Kendini bilme öğretisi tüm kadim kültürlerde mevcuttur. Yunus Emre “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir” derken bu meziyete işaret etmektedir. 

Burada ince bir ayrıma işaret etmekte fayda var. Kendimizle ilgili düşünmek, kendimizi tanımaktan farklıdır. İç gözlem ve kendimiz üzerine derin düşünmek öz farkındalık yaratmaz, tersine verimsiz bir yöntem olabilir. Örneğin, niçin sorusunu sormak çoğu kez düşünce, duygu ve davranışlarımızın sebebine basit ve kabul edilebilir açıklamalar bulmak içindir. Bunun yerine “Ne” sorusuna odaklanmak daha doğrudur. Ne yapabilirim? Ne oluyor? Ne olabilirdi? Ne farklı yapılabilirdi? Niçin’den Ne’ye geçiş kurban rolünden büyümeye geçiştir. O yüzden bilinçaltımızda “tek bir mutlak doğru ya da cevap arayışı” yerine esnek bir düşünce sistemini benimsemeliyiz. Bu sayede çözüme odaklanabiliriz. Çözüm madenciliği, probleme değil, çözüme odaklanmak, sorun üzerine düşünmek yerine, çözümler üzerine düşünmek, daha az iç gözlem ve daha fazla farkındalıkla mümkündür. Bu yaklaşımla sorunu çözmekle kalmaz, büyüme ve gelişim için yeni kapılar açarız.

İş yaşamına mutluluk katabilmenin dördüncü elementine gelirsek nezaket ile karşılaşırız. Nezaket günümüzde en çok ihtiyaç duyduğumuz erdemlerin başında yer alır. Nezaketi, düşüncelerimizi, duygularımızı ve eylemlerimizi başkalarını destekleyici bir şekilde kullanma becerimiz olarak tanımlayabiliriz. Eğer doğuştan gelen nezaket eğilimimizden faydalanırsak işte daha mutlu oluruz. Bizler sosyal canlılarız ve sosyal bağları önemsemeye yatkınız. İşyerinde nezaket ise, başkalarına haysiyet ve saygıyla davranmayı, empati ve merhameti genişletmeyi, minnettarlığı uygulamayı ve çatışmaları yapıcı bir şekilde yönetmeyi içerir. Empati, diğer insanları anlamanın temelidir ve işbirlikçi seçimlere ve etkili ekip çalışmasına rehberlik eder. Northeastern Üniversitesinde profesör olan David DeSteno'ya göre şefkat ve minnettarlık sadece nezaketi artırmakla kalmıyor, aynı zamanda insanların işteki hedeflerine ulaşmalarına da yardımcı oluyor. 

İş yaşamına mutluluk katabilmek için hepimizin yapabileceği şeyler var. Mesela, zayıflıklara değil, güçlü yönlere odaklanmak gibi. Kulağa çok klişe gibi gelebilir ama araştırmalar gösteriyor ki güçlü yönlere odaklanmak iş performansını yüzde 38 oranında artırıyor. Bunun için kendinizin ve ekibinizin güçlü yönlerini keşfedin ve iş hedeflerinize ulaşmak için onları geliştirin. Gelişimin kapılarını açacak olan anahtar ise meraktır. Merakınız, sizi yeni fikir ve inovasyonlara açık tutarak öncü rollere taşır. Tüm cevapları bildiğini düşünen bir insandan daha fazlası olun. Her zaman öğrenin. Eski bir deyişin ifadesiyle “Bir çobandan da bir kraldan da öğren”. Merakınızı geliştirmek için bazı sorulardan yardım alabilirsiniz. Böylece insanların motivasyonlarını anlamak, başka alternatifleri görmek ve amaçlarınıza ulaşmak mümkün olur. Kendinize ve ekibinize “Mevcut opsiyonlar neler? Sen ne yapardın? Bundan ne öğrendik? Bir dahaki sefere neyi farklı yapabilirim? gibi sorular sorun.
/website/assets/images/my1/images/61cde24f4b9a4__5.jpg

İş hayatlarında mutlu olan bireylerin daha üretken olduğunu söylediniz. Bireyin mutluluğu bulunduğu işyeri ve kuruluşları da etkiliyor. Bu durumda kurumsal düzeyde ne gibi değişiklikler yapılmalı sizce?

İnsanın doğasına dair yapılan araştırmaların kurumlarca benimsenmesi yapılan değişikliklerin gücünü olumlu ya da olumsuz düzeyde etkileyecek güçtedir. Bu yüzden kuruluşlar duygularımızı görmezden gelmek yerine çalışanlarının işte daha mutlu hissetmelerine yardımcı olmak için duygulardan yararlanabilir. Eric Karpinski şirketlerin çalışanlarından duygularını profesyonel olmayacağı için işyerinin dışında bırakmalarını istediklerine işaret ediyor.  Bu sebeple duygular genellikle işyerlerinde istenmeyen misafir olarak kabul ediliyor. Oysa duygular güçlü bir motivasyon kaynağıdır. O yüzden duygularımızı işe karıştırmalıyız. Duygular bizi harekete geçirir. Bu kaynaktan beslenmek için yöneticilerin insanların hikayelerine dokunması, ekip içinde güçlü bağlar oluşturması önemlidir. Mesela, Zoom üzerinden yapılan bir toplantıda insanlardan kendilerini mutlu eden bir şeyin fotoğrafını Zoom ekranının arka planına koymalarını ve herkesin bu konuda konuşmasını teşvik etmek gibi küçük adımlarla başlanabilir. İnsanların hikayelerine dokunabilmek için onları tanımanız gerekir. Bunun içinde ekibinize, iş arkadaşlarınıza zamanınızı ve dikkatinizi ayırmalısınız. Ayrıca çalışanlara başarılı oldukları ve keyif aldıkları görevler vermenin yollarını bulmak faydalıdır zira insanlar becerilerini geliştirebildiklerinde aynı zamanda güvenlerini ve etkinliklerini de artırır. Bu nedenle çalışanlar için gelişim planları oluşturulmalı. Üstelik çalışanların kendi başlarına kararlar verebilecekleri bir ortam önemlidir çünkü kararlar üzerinde özerkliğe sahip olmak insana daha fazla refah ve mutluluğa verir. Sonuç olarak, araştırmalar çalışanlarınızın mutluluğunun yalnızca onların refahı ve iş tatmini için değil, aynı zamanda çalışanlarınızın potansiyellerini gerçekleştirme kapasitesi ve kuruluşunuzun gelişmesi için de önemli olduğunu gösteriyor.

Bu iki seçim hem bireyin hayatını temelden etkiler hem de bu iki alana dair seçim kendi içinde etkileşim halindedir. Tatminkâr bir özel hayata sahip olmayan bir bireyin iş hayatındaki deneyimleri de bundan etkilenecektir. Ya da işin üzerimizde yarattığı ruh halinden özel yaşamımızda nasibini alacaktır. Bu iki ünite o yüzden hem ayrı ayrı hem de birlikte olmaları hasebiyle yaşamımızı etkileme güçleri açısından eşsiz bir değere sahiptir. O yüzden iş ve özel hayatın geçirdiği değişimler dikkate alınmalı. Zaman zaman önceliklerimiz değişebilir. Yüksek öncelikli insanlara ve faaliyetlere kaliteli zaman ayırabilmeniz için kesin sınırlar çizmemiz gerekir. O yüzden her şeyi yapmaya çalışmak yerine uzmanlaştığınız ve en çok değer verdiğiniz faaliyetlere odaklanmak akıllıca olacaktır. Bunun için hayatınızdaki en önemli şeyin ne olduğunu belirlemek iyi bir başlangıç olur. Elbette, öncelikler listesi herkes için farklılık gösterecektir, bu nedenle başkalarının değil, tercihlerinizin sizin önceliklerinizi gerçekten yansıttığından emin olun. Ardından bu yüksek öncelikli insanlara ve faaliyetlere kaliteli zaman ayırabilmeniz için kesin sınırlar çizin.

Hazırlayan: Klinik Psikolog Rabia Yavuz
Eposta: rabia.yavuz@gmail.com
Instagram: @klinikpsikolograbiayavuz

Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş

ÖNCEKİ HAFTALAR