602010619dbde__6.jpg

Sosyal Medya Gerçekliği Perdeliyor mu?

07.02.2021

Michael Gurian

Karmaşık gerçekliklerle karşı karşıya kaldığımızda beynimizin bizi güvenli bir limana çekmeye çalışır. Gerçeklik gizleme ise tam bu esnada yarattığımız aşırı düşünme döngüleri sonucunda ortaya çıkmaktadır. Tarih boyunca insanlar gerçeği anlamlandırmakta güçlük çektiğinde yeni vizyonlar, fikirler ve umutlar aramıştır. Bunların sonuçları olarak sığınılan bütün düşünce sistemleri, idealler aslında insanlığın gelişiminde oldukça çeşitli ilerlemelere yol açtı. Günümüzde ise, gerçekliği gizleme mekanizmasını kullanma sebebimizi sosyal medyanın yarattığı travmalar üstleniyor. Sürekli olarak karşı karşıya kaldığımız bilgi ve görsel akışı karşısında beynimiz sürekli stres ve korku bölgelerinden uyarılıyor. Salgıladığımız stres hormonlarını kontrol altında tutmak ve geçici olarak güvende hissetmek için de dikkat ve korku duygularımız arasında bağlantılar kurup yanlış inançlara itimat edebiliyoruz.

 

Paylaşılan bir gerçeklik türü olan toplumsal gerçeklik ise, beynimizin sağduyu bilinci ile önceki işlenmiş deneyimlerini birlikte işlemesi sonucunda ortaya çıkar. İnsanlar, çevreleri ile bir bütün halinde kendi gerçekliklerini kurgular ve yaşarlar. Etrafımızda olup bitenlere bizim ve çevremizdekilerin tepkileri toplamda bir veri seti halinde topluluklarımızı oluşturur. Bir parçası olmadığımız gerçeklikler hakkında ise bize sunulan verileri temel alırız. Hem kişisel hem de kolektif gerçekliğimiz içinde sağlıklı bir beyin sağduyuyla yaklaşıp net bir şekilde olayları konumlandırırken, travmatize edici olayla karşılaşmış beyin, gerçeklikleri perdelemenin yollarını arar, bu da gerçeği gizlemeye yol açar.

 

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/602010c94fefc__7.jpg

Özellikle toplumsal kriz anlarında sosyal medyaya stratejik olarak yerleştirilen gerçeği perdeleyici kavramlar, beyinlerin kendilerini güvende hissetmelerine yardımcı olur. Güven duyduğumuz bir kurumun işleyişindeki bir aksaklığı kabul etmek yerine sosyal medya akışında gerçekliği gizleyen ve her şeyin içimizi rahatlatacak şekilde ilerlediği yanılgısına kapılırız. Gerçeği sistematik biçimde perdeleyen sosyal medya akışının etkisi ivme kazandığında beynin harekete geçirici kısımlarını dahi uyarabilir ve kişi rahatlamayı yanlış ya da anlamsız da olsa bir aksiyon almakta arayabilir. Beyinlerimiz hayatta kalmak, gelişmek, güvenli olmak adına gerçekleri örüntülere dönüştürür.  Gerçekliği gizleme ise sosyal medyanın travmaya sebebiyet verecek sonuçlarını doğurabilir. Medya, gerçeği kısa ve hızlı aktarabilmek için inşa edildiği için gerçekliğin bütününü bize sağlayamaz. Bunun sonucunda beynimiz bir çıkmaza düşer. Bu çıkmaz, travmatik kısa bilgi yağmurunun karşılığında gerçekliği gizlemenin pratik bir şart haline gelmesi.

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/601ffb6f1503d__3.jpg

Gerçekliği gizlemenin bir başka kaynağı da empati kurmaktır. Empati kurmak günlük ilişkilerimizde oldukça önemli ve erdemli bir yer kaplarken, zaman zaman gerçekliği gizlemeye itebilir. Beynimiz travmatik olayları kendi yaşamasa da sosyal medyada her karşılaştığında ayna nöronları tarafından uyarılıyor. Ayna nöronlarımız karşı tarafın deneyimlerini gördüğümüzde aktive olarak sanki gözlemcinin kendisi de aynı deneyimden geçiyormuş gibi diğerinin davranışını yansıtır. 

Ne yazık ki, sosyal medyadaki hızlı patlayan içerikler nedeniyle, baskı altında kalan beyin çoğu zaman kendini güvende hissetmek ve empati kurmak için kısa yollar oluşturmaya yaratmaya mecbur hissediyor, bu da olayları yanlış yorumlamaya veya gerçekleri gizlemeye sebep olabiliyor.

Bunları daha iyi anlamak için otizmli bireylerin beyinlerine bakabiliriz. Otistik bir beynin sosyal-duygusal gerçekliği işleyen merkezleri, aktivitelerini kaybeder. Yani aslında diğer bireyler gibi olayların güvenli, doğru, empatik muhakemesini gerçekleştiremez. Ancak bunu telafi etmek için büyük ölçüde sistemleştirme faaliyetini kullanır. Sosyal gerçeklikle çevresinden aldığı işaretleri sınırlayıp gizleyerek karşılaşır. Gerçekliği sistemleştirirken, gerçekle olabilecek en güvenli ve empatik şekilde karşılaşmasına olanak tanıyan kısa yollar yaratır.

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/601ffb9033174__4.jpg

Bu durumu sosyal medya tarafından travmatize edilmiş kendi beyinlerimizle karşılaştırabiliriz. Beynimiz sosyal medyadan gerçekliğe dair tüm ipuçlarını alamadığı için sistemleşmiş ve gizlenmiş gerçekleri algılar. Bu durumun sorunlu olduğu bilincine ise kendimizin ve çocuklarımızın artan kaygısını ve gerginliğini izleyerek varabiliriz.

Araştırmacılar, karanlık şeylerle çok fazla duygudaşlık kurmanın travmayı atlatmak yerine artırabileceğini keşfettiler. Sıklıkla kendimizi ifade etmenin sağlıklı olduğunu düşünsek de durum her zaman böyle işlemiyor. Kaygımızı sosyal medyanın bizi sürekli maruz bıraktığı döngüler aracılığıyla artırmak aslında bize zarar verebilir.

Bu maruz kalmışlık hali ve sosyal medya içerikleri beynimizde kaygıyı sürekli döndürerek travmaya yol açmaktadır. Bu aslında olumsuzluk önyargısının bir parçasıdır ve insanları olumlu şeylerin olumsuz şeyler kadar etkileyemeyeceği yanılgısına kaptırır. Başlangıçta, sosyal medya bombardımanı empatik hissetmemize yardımcı olur, ıstırabımızı paylaştıkça gruba ait olmaya başlarız. Ancak vakit geçtikçe ve günler haftalar boyunca bu içeriklere maruz kaldıkça beyinlerimiz bununla başa çıkmak için sürekli savunma mekanizmaları kullanarak travmatize olmaya devam eder. Bu da toplumsal travmayı artırır, iyileştirmek yerine yarayı daha da hassaslaştırır.

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/601ffbb84893d__5.jpg

Bu kertede kişiler, maruz kaldıkları bilgi akışının kaygı yarattığını bizzat idrak ederek kendilerini korumak için sosyal medyadan uzaklaşmaya yöneldi. Fazla düşünmek beynin kaygıyı yeniden üretmesine sebebiyet verip kişileri olumsuzluk döngüsüne sokar ve siyasi yelpazenin neresinde olursa olsun kişileri olumsuz etkiler. 

Tıpkı kaygı gibi, konu ne olursa olsun, ötekileştirilen veya hedef alınan gruba, partiye, kişiye, olaya karşı medya kaynaklı öfkemiz haftalar ilerledikçe ve maruz kaldıkça artıyor. Bir araştırma, gençlerin kaygı ve öfkesinin sosyal medyada geçirdikleri süre ile doğru orantılı olarak gösteriyor. Biz ve ötekiler ayrımı yaparak basmakalıplaştırmayı artırdıkça öfkemiz ve kaygımız da artıyor; aynı otistik bir beynin çok fazla sosyal işarete maruz bırakıldığında sistemleştiremeyip öfkelenmesi gibi.

 

"Sosyal medyayı kullanma" demek bir çözüm oluşturuyor, ama sorunu tamamen çözmüyor. Her birimiz, gizlediğimiz gerçekleri, bombardımanları, kaygı kaynaklarımızın gerçekte ne olduğunu görene kadar bunlara odaklanmalı ve karşımıza çıkan bilgi bombardımanıyla yüzleşirken farkındalığımızı korumalıyız.

 

Çocuklarınızı ve kendinizi analiz edin ve iyi dinleyin; sosyal medyanın nasıl kalıplaşmış döngüleri yarattığına dikkat edin. Daha önce belirttiğimiz gibi medya, gerçekliğe dair derinlik vermeden, kısa kelime veya görüntü patlamaları halinde çalışır. Bu nedenle, dünyayı ırksal, etnik, cinsel, politik ve diğer her şekilde basmakalıplaştırmaya yatkındır. Bunun gerçekçi olmadığını çocuklarınıza öğretin ve mümkün olduğunca sosyal medyadaki basmakalıplar odaklı, gerçeği yansıtmayan tartışmalardan etkilenmemeye çalışın. Çünkü beynimiz gerçek olmayana ne kadar kilitlenirse gerçek olandan o kadar uzaklaşır. 

Hazırlayan: İlayda Deringör

Kaynak:
Gurian, M. (Jan 25, 2021). Reality Cloaking: A New Social Disease? (Part 2). Psychology Today.
https://www.psychologytoday.com/us/blog/the-minds-boys-and-girls/202101/reality-cloaking-new-social-disease-0

Gurian, M. (Jan 09, 2021). Reality Cloaking: A New Social Disease?. Psychology Today.
https://www.psychologytoday.com/us/blog/the-minds-boys-and-girls/202101/reality-cloaking-new-social-disease

Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş

ÖNCEKİ HAFTALAR