60b7860de43dc__1.jpg

Ebeveynimizle olan ilişkimizi nasıl onarırız?

02.06.2021

“Sana kızgınım, seni seviyorum”
Psikolog Yonca Kanburoğlu

Tolstoy, bir romanında şöyle der: “Bütün mutlu aileler birbirine benzer, oysa her mutsuz ailenin kendine özgü bir mutsuzluğu vardır”. Tıpkı her mutsuz ailenin hikayesi kendine özgü olduğu gibi, her ilişki de kendine hastır. Hiçbir ilişki birbirine benzemez. Tüm ilişkiler zengin, uzun ve kimi zaman ağır hikayelere sahiptir. Ünlü Fransız psikoterapist Isabelle Filliozat: “Ebeveynlerimizle aramızda öyle bir geçmiş, öyle bir duygusal yükleniş mevcuttur ki, kimi zaman doğru mesafenin korunması güçtür” der ve ebeveynlerimizle olan ilişkilerimizde geçmişin küllerini karıştırmanın ilişkileri onarmaya yardımcı olabileceğinden bahseder. Bu yazıda Isabelle Filliozat’ın yazmış olduğu “Sana Kızgınım, Seni Seviyorum” adlı kitabının bir özetini bulacak ve ebeveynlerimizle olan ilişkimizi onarmanın nasıl mümkün olduğunu görme imkânı bulacaksınız.

Ebeveyn ve çocuk ilişkisinin dünya üzerindeki en kıymetli, en samimi ve en sevgi dolu ilişki olduğu düşünülür. Oysa gerçekte durum her zaman böyle değildir. Pek çok ebeveyn-çocuk ilişkisi yalnızca alışkanlıklar, ritüeller ya da gereklilikler üzerine kurulu yüzeysel ilişkiler olabilir. Ebeveynlerimizle olması gerektiğini düşündüğümüz dengeli ve uyumlu ilişkilerin çoğu zaman olmamasının bir sebebi vardır. Temel sebep, ilişkilerde uyumu yakalayabilmek için hem sevginin hem de öfkenin ifadesinin gerekli olmasıdır. Fakat bu iki duygu da pek çok toplumda ifade edilmesi özellikle bastırılmış duygulardır.

 

Oysaki ilişkiler bu duyguların samimi bir şekilde ifadesine ihtiyaç duyar. Tıpkı sevgi anları gibi çatışma anları da gereklidir. Çünkü çatışmalar ebeveyn ve çocuk arasındaki canlı ve dinamik ilişkinin temel taşlarındandır. Fakat bilindiği üzere çatışmalar aile içerisinde hoş karşılanmaz. Ebeveynler çocuklarının öfkeleri arkasındaki ihtiyaca bakmak yerine tüm gücünü o öfkeyi yasaklamak ya da bastırmak için kullanabilir. Bir an için kendi çocukluğunuzu düşünün. Öfkenizi, rahatsızlıklarınızı ya da taleplerinizi ne ölçüde dile getirmenize izin verilen bir aile ortamında büyüdünüz? Yaşımız kaç olursa olsun, ebeveynimizle çözemediğimiz anlaşmazlıklar ve paylaşamadığımız duygular ilişkinin üzerinde kara bir bulut gibi dolaşır. İlişkilerimize hayal kırıklıkları damga vurmuşsa, anne babanın kaybı dahi hayal kırıklıklarımızı temizlemez.

Bilincinde olduğumuz ya da olmadığımız duygular, hınçlar, korkular ve umutsuzluklar kendimiz ve diğerleri hakkındaki olumsuz inançlarımızı besler. Ne var ki bu etkileşim tek taraflı değildir. Çoğu zaman ebeveynlerimiz de ilişkilerimizin yüzeyselliğinden ve kopukluğundan en az bizler kadar rahatsızdır. Genellikle kendi ebeveynleriyle olan ilişkilerinden taşımakta oldukları bir iletişim kopukluğu vardır ve muhtemelen yakın bir ilişkiyi hiç tatmamışlardır. Fakat yine de kendi çocuklarıyla olan kopukluklarını hissedebilirler. Gerçek bir bağın yokluğunun verdiği acıyı hissetmemek için kendilerini dayanılmaz ve katlanılmaz hale getiren davranışlar sergileyebilirler. Bu davranışları takiben ilişkilerimizde pek çok yanlış anlama yaşanır. Ve hatta yanlış anlamalar ilişkilerimizdeki problemlerin %80’ini oluşturur. Oysaki, onlara hiçbir şey söylemediğimiz takdirde ebeveynlerimiz bizleri kıran tutumlarına devam ederler. “Artık çok geç” ya da “İlişkimizde hiçbir şeyi düzeltemeyiz” şeklinde düşüncelere sahip olabilirsiniz. Fakat gerçek şudur ki, anne ya da babamıza kendi hikayemizi anlatamadığımız müddetçe onların karşısında gerçek bir birey olarak var olamayız. Onlarla olan ilişkimizi sorgulamadan hayatta pek çok şeyi başarabilir ve bireysel olarak gelişebiliriz. Fakat içimizde her zaman kırılgan bir alan kalır. O zaman geçmişteki yaralarımızı ve hayal kırıklıklarımızı niçin paylaşmayalım?

 

Ebeveynimizle olan ilişkimizi nasıl onarırız?

İlişkilerimizde bilinçaltımızın tuzakları mevcuttur. Ebeveynler çocuklarında kendi çocukluklarını görmekten kaçamayabilirler. Çocuklarının bazı hareketleri, sözleri, tutumları onları kendi geçmişlerine götürür. Kimi zaman da kendilerinde kendi ebeveynlerinin tepkilerini görür, hatırlar ve kendi çocukluklarındaki duygularıyla dolarlar. Aslında yaşadığımız deneyimler sinir sistemimizde yer etmiştir. Çocuğumuzun herhangi bir davranışında kendi çocukluk deneyimlerimize dair duygularımız tetiklenebilir. Bir anlamda beynimiz, geçmişle doğal bir ilişkilendirme yapar.

Ebeveyn duyguların istilasına uğrarken, aslında kendinde neyin olup bittiğini fark etmez. Fakat dürtülerine hâkim olamaz ve çocuğuyla olan ilişkisine zarar verecek şekilde şiddetli tepkiler verebilir. Tıpkı kendi ebeveynine yapmak istediği ya da zamanında onların kendisine yaptığı gibi… Aslında karakterimizin büyük bir bölümü ve abartılı tepkilerimizin çoğu bize ait değildir. Bunlar ebeveynimizle yaşamış ve çözümleyememiş olduğumuz çatışmaları yansıtır. Bir anlamda her kuşak önceki kuşakların yaşadığı dramları taşır. 

İlişkilerde suç ya da suçlu yoktur. Kırgınlıklar, yoksunluklar, hatalar, yanlış anlaşmalar, bilgisizlikler ve giderilmemiş ihtiyaçlar vardır. Telafinin mümkün olabilmesi için de hem ebeveynin hem çocuğun bakış açılarının dile dökülmesi ve anlanması gerekir. 

Ebeveynlerin kendi çocuklarının duygularını görmezden gelmeleri ya da geliyor gibi görünmeleri kendi geçmişlerinin üzerine bir örtü örtmelerine hizmet eder. Dolayısıyla yarı bilinçli olarak kendi çocukluklarında çektikleri acıları çocuklarına yaşatırlar. Kimi ebeveynler kendi davranışlarını sorgulamayı reddederek bilinçaltları tarafından yönetilmelerine izin verirler. Bu şekilde önceki kuşaklarda yaşanan ifade edilmemiş ve çözümlenmemiş kırgınlıkları kendi çocuklarına aktarırlar. Geçmiş kırgınlıkları onların çeşit türlü beklentileri çocuklarına yansıtmalarının nedenidir. Ebeveynlerin çocuklarının bazı ihtiyaçlarına, duygularına ya da taleplerine uyumlu bir şekilde cevap verebilmesine engel olur. “Kapanmayan yara, iyileşmenin yollarını arar. Biri çıkıp da yarayı görene, varlığını kabullenene, duygulara kulak vererek yaranın nihayet kabuk bağlamasını ve iyileşmesini sağlayana dek hatırası sonraki nesillerde ortaya çıkar.”

/website/assets/images/my1/images/60b78aa5127e4__2.png

Bazen kendi geçmişlerinin onları engellemesi yüzünden kendi çocuklarını bile yeterince sevemeyebilirler. Ne yazık ki, çoğu zaman çocuklar ebeveynlerinin bu davranışlarından kendilerini sorumlu tutar ve suçluluk hissederler. İşte ebeveynlerimizin yaşadıklarına bakmak bu yüzden önemlidir. Ancak onların yaşadıklarını anladığımızda, çocukları olarak duyduğumuz suçluluk duygusundan kurtulabiliriz. Bazı gerçeklerin farkına varmak ebeveynlerimize karşı olan davranışlarımızın sorumluluklarını üstlenmeyi bırakıp kendi hakkımızda geliştirdiğimiz olumsuz inançlardan kurtulmamıza yardımcı olur. Bir nevi bizi özgürleştirir. 

Kırgınlıklarımız nasıl semptoma dönüşür?

Hayatta kırgınlıklar hep vardır, olumsuz yaşantıları ve bundan doğacak kırgınlıkları tamamen yok etmeye çalışmak nihai amacımız olmamalıdır. Nitekim çocuklar kırgınlıklar, yoksunluklar ve hatta uğradıkları haksızlıklar sonucu kendi kimliklerini oluşturur. Ancak bu şekilde kendini bulunduğu çevreden ayrı bir birey olarak algılayıp kendi “ben” ini oluşturur. Fakat kimi kırgınlıklar çocuğun büyüme ve onarım sürecini olumsuz etkiler. Peki nasıl?

Burada ilk olarak öfkenin rolünden bahsedebiliriz. Nasıl ki tüm duygularımızın bir işlevi varsa, öfke duygusunun da onarıcı bir işlevi vardır. Burada öfke ve şiddetin ayrımını yapmakta fayda var. Kişi hışımlı bir öfkeye kapıldığında, kendi içerisinde kulak verebileceği sağlıklı öfkeyi hissedemez. Bunun sonucunda kişi kontrolünü kaybedecek, başkalarına ya da çevresindeki nesnelere zarar verecek duruma geliyorsa ifade ettiği şey öfke değildir. Bir şiddet eylemi içerisine girmiştir. Dolayısıyla öfke eşittir şiddet olmadığı gibi, her öfke duygusu da şiddetle sonlanmaz.

Şimdi öfkenin bir çocuğun dünyasını nasıl etkilediğine bakalım. Çocuk bir nesneyi elde etmeyi ya da bir davranışına izin verilmesini şiddetle isteyebilir. Fakat istediği her şeyi elde edebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla ebeveyn tarafından talebi olumlu karşılanmayabilir. Bunun sonucunda çocuk doğal olarak öfkelenebilir. Fakat ebeveyn çocuğun öfkesini kabul etmediği takdirde, çocuk yaşadığı yoksunluğun neden olduğu bu kırgınlığın iyileştirilmesine hakkı olmadığını düşünür. Yaşadığı yoksunluğun gerçek sebebini anlayamayacak kadar küçük yaşta olan bir çocuk, kendiyle ilgili bir sebepten ötürü talebinin reddedildiği düşüncesine kolaylıkla varabilir. Çocuk öfkesini ifade ederek kendini onarma ihtiyacı hisseder. Aksi takdirde bu kırgınlık içinde barınmaya devam eder ve onda hasar bırakır. Aslında çocuğun kendiliğinde hasar bırakan durum onun yaşadığı hayal kırıklığı ya da kırgınlıktan ziyade çocuğun kendini onaramaması ve duygularını ifade etmenin ona yasaklanmasıdır.

Kimi ebeveynlerde duyguların dinlenmesine karşı yanlış algı vardır ve ebeveynler çocuğun her duygusunun dinlenmesinin onu şımartmak anlamına geleceğini düşünür. “Bizim zamanımızda” ya da “Şimdiki çocuklar” şeklinde başlayan cümleleri pek çoğumuz duymuşuzdur. Fakat bilinmesi gereken bir şey var ki, bir duyguyu dinlemek çocuğun tüm arzularının gerçekleştirileceği anlamını taşımaz. Duyguyu dinlemenin çocuğun duygusal dünyası açısından bir işlevi vardır. Bu çocuğun hayal kırıklıklarını kabul etmesini, yaralarını kendini değersizleştirmeden sarmasını, yeniden ayağa kalkmasını ve kaçınılmaz gerçekler karşısında büyümesini sağlar. Öfkesi dinlenen bir çocuk kendi yaşamına ve dünyaya dair doğru bir kontrol hissi geliştirir. 


Kimi zaman çocuklar gördükleri bakımdan ve onlara sunulan imkanlardan dolayı minnet duymaları gerektiği düşüncesiyle yetiştirilirler. Bu son derece üzücü olmakla birlikte adil de değildir. Çocuklar kendilerine minnet duymaları gerektiği dayatıldığında ebeveynleri tarafından ne kadar az sevilmekte olduklarını düşünürler. Oysaki gerçekte minnetin borcu olmaz. Minnet duygusu, diğerinin ona sunduklarının bilinci sonucu kendiliğinden gelişen bir histir. Hiçbir dayatma ile ortaya çıkmaz. Böyle durumlarda çocukların pek çok davranışı kolayca saygısızlık ya da nankörlük olarak algılanabilir. Bu tehdidin farkında olan çocuk var olan hıncını hissetmemek için çaba harcar. Kimi zaman kırgınlıklarını yalancı bir gülümsemenin altına gizler. Aslında ebeveynlerimize karşı minnet duygusu hissedemememizin bir sebebi vardır. Minnet hissetmemek bir kırgınlığın, yoksunluğun ve kederin işaretidir. Ebeveyn-çocuk ilişkisinde yaşananların üzerini gerçek olmayan bir minnet duygusuyla örtmektense derinlere inip yarayı iyileştirmek gerekir.

/website/assets/images/my1/images/60b78ae1ef492__3.jpg

İyileşmenin yolu nelerden geçer?

Sorunun varlığını görmek ve kabul etmek çözüm yolundaki ilk adımdır. Kendimize biçtiğimiz mağdur rolünü terk etmemiz, ebeveynlerimizi idealleştirmeyi bırakmamız, davranışlarımızın ve semptomlarımızın sorumluluğunu üstlenmemiz gerekir.

 

İyileşme ifade edilmemiş duyguların ifade edilmesiyle, yaşananların acısını kabul etmekle ve mahrum kaldıklarımızın yasının tutulmasıyla mümkün olacak.

 

Öncelikle yalnızca kendimize bağlı olan şeyleri değiştirme gücümüz olduğunu kabullenmek gerekir. Bilinçli bir şekilde doğru olmayan ve zararlı inançlarımızı keşfederek suçluluk duygumuzdan uzaklaşmamız gerekir. Çünkü suçluluk duygusu yalnızca bir kaçıştır. Daha sonrası saldırgan öfkemizi yapıcı bir öfkeye dönüştürme zamanıdır. Sağlıklı öfkenin temel işlevi ilişkilerdeki dengeyi yeniden sağlamak, bizi ilişkilerdeki tutsaklıklardan kurtarıp iyileşmemize yardımcı olacak onarmayı yapmaktır. 

Ebeveynlerimizi idealleştirmeyi bırakmak yaşadıklarımızın gerçekte ne olduğunu anlamakla başlar. İdealleştirme, ailemiz içerisindeki konumuzu koruyabilmek ve yaşadıklarımızın verdiği acıyı azaltmak için başvurduğumuz bir savunma mekanizmasıdır. Ancak onu önleyebildiğimizde, çocukluk duygularımızın sesini duyabiliriz. 

Geçmişimize ve ilişkimize dair hatıralarımız canlandıkça yaşadıklarımızı gerçekten tespit edebilmeye başlarız. Gerçeğimizi yavaş yavaş kabulleniriz. Gerçeği görmek ve hissetmek acı verir. Fakat aslında iyileşmeye de yardımcıdır. Çünkü kendimize daha yakın ya da daha kendimiz gibi hissetmeye başlarız. Kendimizi gerçekten bulduğumuzda yaşadığımız kendine yakınlaşma hissiyatı acılara tahammül etmemize yardımcı olur. İyileşmenin mümkün olması için her yaranın ve kırgınlığın yeniden yaşanması gerekecektir. 

Onarıcı öfke, kişiye hak edileni geri veren, çocuğa var olma ve kendi olma hakkını kendine tanımasını sağlayan bir öfkedir. Ancak böyle bir öfke yoluyla bedenimizde ve zihnimizde yaşadığımız gerilim tahliye olur. Bu öfke sayesinde ebeveynlerimiz karşısında yetişkin bir birey olarak var oluruz.

 

Yaşananları geri alamayacağımız gibi, konuşmak suretiyle onların bizim üzerimizdeki etkilerini değiştirebiliriz.

 

Ebeveynlerimize kendimizden ve yaşamış olduklarımızdan bahsetmediğimiz sürece onlarla yakın bir ilişki kurabilmemiz mümkün olmaz. Yaşadığımız haksızlıklara ve kırgınlıklara açıklama getiremediğimiz müddetçe onları tam anlamıyla bağışlayamayız. Fakat bazen onlarla konuşma cesareti gösteremememizin sebebi onlara duyduğumuz sevgi değil, sevgisizlikle yüzleşmekten duyduğumuz korkudur. Bu korku çift yönlü bir korku olabilir. Bazen onlar tarafından yeterince sevilmemekten bazen de onların bizi yeterince sevmiyor olmasından korkabiliriz. 

Bazen ise onlarla iletişim kurmama ısrarımızın sebebinde kin duygusu yatar. İlk adımı atmak ya da bazı şeylerin iyileşmesinin bu kadar “kolay” olması düşüncesi bizi geri tutar. Öfkeyi terk etmek ve karşıdaki kişiyle diyalog kurmak bizi uzlaşmaya götürür. Oysaki bu intikam duygusu yalnızca öfkemizi hor görerek yaşanan acıyı sürdürmeye hizmet eder.

 

Gandhi, “Dişe diş yasası tüm dünyayı kör edecek” der.

 

Ebeveynlere karşı öfke çalışması gerçekleştirilmediği müddetçe kişi kendini ebeveynlerinin gözlerinden görmeye devam eder. Aslında ihtiyacımız olan içimizdeki çocuğu görmek ve ona empatiyle yaklaşmaktır. İlginçtir ki, içimizdeki çocuğa gösterilen bu empati bizleri ebeveyne karşı şefkat ve sevgi hissetmeye yöneltir. Onların çocuk kalplerine kulak verip onlara karşı gerçek bir merhamet duygusu hissetmeye başladığımızda ilişkimizde hiç olmadığı kadar bir yakınlık söz konusu olur. Zihnimizin yargılarından arınmış olmak onlara saldırganlık göstermeden öfkemizi ifade etmemize yardımcı olur. Onlara karşı sağlıklı öfkemizi dile getirdiğimizde onlardan maruz kaldığımız hasarların onarımını talep edebiliriz. 

Kaynak: Filliozat, Isabelle. (2021). Sana kızgınım, seni seviyorum: Ebeveynimizle olan ilişkimizi nasıl onarırız? Pegasus Yayınları.

Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş

ÖNCEKİ HAFTALAR