602f5c5ad8577__1.jpeg

Konuşmadığımız Darbe

19.02.2021

Shoshana Zuboff, Prof. Dr./Harvard Business School

Bir demokrasi ya da bir gözetim toplumu olabiliriz, ama ikisi birden olamayız.

Yirmi yıl önce Amerikan hükümeti, demokrasinin ön kapısını, içeride yanan sıcak bir hoşgeldin ateşiyle Kaliforniya’da yeni doğan internet şirketlerine açtı. Sonraki yıllarda, bu odalarda bir gözetim toplumu gelişti, kamu istihbarat kurumlarının ve özel internet şirketlerinin, farklı ancak ortak ihtiyaçlarından doğan bir sosyal vizyon oluştu; her iki taraf da toplam bilgi farkındalığı hayalinden büyülenmişti. Yirmi yıl sonra, ateş perdeye sıçradı ve 6 Ocak'ta demokrasi evini yakmakla tehdit etti.

Tam 42 yılımı, bilgi uygarlığına dönüşmemizi sağlayan ekonomik bir güç olarak ‘dijitalin’ yükselişini inceleyerek geçirdim. Son yirmi yılda, bu şaşırtıcı politik-ekonomik kardeşliğin sonuçlarını ve bu genç şirketlerin, benim ‘gözetim kapitalizmi’ olarak adlandırdığım, küresel boyutta davranışsal izleme, analiz, hedefleme ve tahmin yapılarıyla kuvvetlenerek, gözetleme imparatorluklarına dönüşmesini gözlemledim. Bu yeni imparatorluklar, gözetleme kapasitelerinin gücüne dayanarak ve bu sayede elde ettikleri kazançları uğruna, hakkımızda sahip oldukları eşi görülmemiş bir bilgi birikimi ve bu tür bilgilere denk hesaplanamaz bir gücün emaresi olan, temelinde tamamen anti-demokratik, epistemik bir darbe tasarladılar.

Bilgi uygarlıklarında toplumlar, ‘bilgiye dair’ sorularla tanımlanır – bilgi nasıl dağıtılıyor? dağıtımını yöneten otorite ve bu otoriteyi koruyan güç kimdir? Bunu kim bilir? Kimin bileceğine kim karar verir? Kimin bildiğine karar veren kişiye kim karar verir? Gözetim kapitalistleri artık her sorunun cevabına sahipler, ancak bizi yönetmeleri için onları asla biz seçmedik? Epistemik darbenin özü budur. Kişisel bilgilerimiz üzerinde kendi mülkiyet haklarını ileri sürerek, kimin bildiğini belirleme yetkisine sahip olduklarını iddia ediyorlar ve sahip oldukları kritik bilgi sistemlerini ve altyapıları kontrol etme güçleriyle de bu yetkiyi savunuyorlar.

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/602f5caa789bf__2.jpg

Donald Trump’ın siyasi darbe girişiminin korkunç derinlikleri de, bir zamanlar özgürlüğün temsilcileri olarak kucak açtığımız ve son yirmi yıldır antisosyal medya tarafından yargılanan bu gölge darbe dalgasında ilerlemiştir. Göreve Başlama Günü'nde Başkan Biden, "demokrasinin galip geldiğini" söyledi ve ‘gerçeğin’ değerini demokratik toplumda hak ettiği yere geri getirme sözü verdi. Yine de, gözetim kapitalizminin diğer darbesini yenene kadar, ‘demokrasi ve gerçek’ en yüksek seviyeden tehdit altındadır.

Epistemik darbe dört safhada ilerler.

Birincisi, ardından gelen her şeyin temelini oluşturan, ‘epistemik haklara el konulması’dır. Gözetim kapitalizmi, şirketlerin, kişisel davranışsal verilerin çıkarılması için, ücretsiz hammadde olarak gördükleri insan yaşamlarında hak iddia edebilecekleri ve daha sonra da bunlar üzerinde özel mülkiyetlerini ilan edebileceklerini keşfetmeleriyle doğmuştur.

İkinci aşama, benim bildiklerimle benim hakkımda bilinebilecekler arasındaki fark olarak tanımlanan ‘epistemik eşitsizliğin’ keskin şekilde yükselişiyle kendini gösterir. Şu anda yaşadığımız üçüncü aşama ise, çoğunluğu koordine bilgi-çarpıtma düzenekleri tarafından üretilen, kazanç-güdümlü algoritmik büyüme, yozlaşmış bilginin yayılması ve mikro-hedeflenmesinin neden olduğu ‘epistemik kaosu’ meydana getirir. Etkileri, paylaşılan gerçekliği parçaladıkları, sosyal söylemleri zehirledikleri, demokratik siyaseti felç ettikleri ve bazen şiddeti ve ölümü körükledikleri gerçek dünyada hissedilir.

Dördüncü aşamada, ‘epistemik egemenlik’ kurumsallaştırılır ve özel gözetim sermayesi tarafından dayatılan bilgisayarlı/sayısal yönetişim yoluyla demokratik yönetim geçersiz kılınır. Özel gözetim sermayesinin gayri meşru otoritesi ve anti-demokratik gücüyle yönlendirilen ve sürdürülen makineler ‘bilir’ ve sistemler ‘karar verir’. Her aşama, bir önceki üzerine inşa edilir. Epistemik kaos, demokratik toplumu zayıflatarak, epistemik egemenliğin zeminini hazırlar – bunların hepsi, ABD Kongre Binası'ndaki ayaklanmada da çok açıktır.

Dijital yüzyılda, bilgi uygarlığının ‘biçimlendirici’ yıllarında yaşıyoruz. Zamanımız, mal-mülk sahiplerinin tüm güce sahip olduğu, mülkiyet haklarının diğer tüm hususların üzerinde daha ayrıcalıklı olduğu erken sanayileşme dönemiyle karşılaştırılabilir. Şu anki durumumuzun tahammül edilemez gerçeği, Amerika ve diğer birçok liberal demokrasinin, şimdiye kadar, dijital olan her şeyin mülkiyetini ve işleyişini, bu yüzyılda sosyal düzenimizi tanımlayacak temel hak ve ilkeler hakkında şimdilerde demokrasiyle savaşan özel gözetim sermayesinin politik ekonomisine bırakmış olmasıdır.

Geçtiğimiz bu salgın sefalet ve Trumpist otokrasi yılı, epistemik darbenin etkilerini büyüttü ve antisosyal medyanın ölümcül potansiyelini 6 Ocak'tan çok daha önce ortaya çıkardı. Bu diğer darbenin ve onun demokratik toplumlara yönelik tehditlerinin giderek daha fazla tanınması, bizi son yirmi yılda ortaya çıkan uygunsuz gerçeği hesaba katmaya nihayet zorlayacak mı? Demokrasi olabiliriz veya gözetleme toplumu olabiliriz, ancak ikisine birden sahip olamayız. ‘Demokratik bir gözetim toplumu’, varoluşsal ve politik bir imkânsızlıktır. Hata yapmayın: Bu, bilgi uygarlığımızın ruhu için verilen bir savaştır.

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/602f5d2481ec4__3.jpg

Üçüncü on yıla hoş geldiniz.

Gözetim İstisnası

11 Eylül'deki halk trajedisi, Washington’un odak noktasını önemli ölçüde, federal gizlilik yasası tartışmalarından, bir toplam bilgi farkındalığı çılgınlığına kaydırdı ve Silikon Vadisi'nin yenilikçi gözetim uygulamalarını da yoğun ilgi alanlarına dönüştürdü. Yale Hukuk Fakültesi'nde bir profesör olan Jack Balkin'in gözlemlediği gibi, istihbarat topluluğu, bugün merkezi anayasal, yasal veya düzenleyici kısıtlama ve tartışmaları atlatabilmek adına "kendisi için bilgi toplamak ve üretmek işinde özel girişimlere güvenmek" zorunda kalacaktı. 2013 yılına gelindiğinde, CIA'nın baş teknoloji sorumlusu, ajansın görevinin ana hatlarının "her bilgiyi toplama ve bunları sonsuza dek saklama” olduğunu ve Google, Facebook, YouTube, Twitter ve Fitbit dâhil internet ve telekom şirketlerinin, bunu mümkün kılacaklarını kabul ve ilan ederek, açıkladı. Gözetim kapitalizminin isyankâr kökleri, bu yazılı olmayan siyasal gözetleme istisnacılığı doktrininde, demokratik yönetim/denetimi atlatarak ve nihayetinde, yeni internet şirketlerine insan deneyimini çalma ve bunu özel veri olarak sunma izni verilmesiyle ekilmiş oldu.

Hiçbir bir demokratik yetkiye sahip olmayan genç girişimcilerin kucaklarına, ‘sonsuz bilgi’ ve ‘hesaplanamaz güç’ ödülü düşmüştü. Google'ın kurucuları Larry Page ve Sergey Brin, dünyanın bilgisinin üretimi, organizasyonu ve sunumu üzerinde mutlak kontrol uyguladılar. Facebook’un Mark Zuckerberg’i, ağlarında gizlenen tüm bilgilerle birlikte, ilerde küresel iletişim ve haber tüketiminin birincil aracı haline gelecek bu ‘şey’ üzerinde mutlak kontrole sahipti. Grubun üye sayısı arttı ve giderek çoğalan küresel kullanıcılar, ne olduğunun farkında olmaksızın sosyal medyada yola devam ettiler.

Bu ‘çalma lisansı’nın, genç yöneticilerin, kullanıcıların sürekli cehaletine (durumu farketmemelerine)  veya en azından öğrenilmiş teslimiyetlerine ve seçilmiş hükümet görevlileri ve düzenleyicilerinin sürekli himayesine bağımlı olmaları gibi bir bedeli oldu. Ne de olsa bu doktrin siyasi bir doktrindi ve bunu savunmak, gelecekte siyasi manevralar, yatıştırmalar, bağlantı ve yatırımlar gerektirecekti.

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/602f5e0cca906__4.jpg

Google, dünyanın en zengin lobi makinelerinden biri haline gelecek olan şeyin öncüsü oldu. 2018'de Senato'nun neredeyse yarısı Facebook, Google ve Amazon'dan katkı aldı ve şirketler bu harcamada rekorlar kırmaya devam ediyor.

En önemlisi, gözetleme istisnacılığı, Amerika Birleşik Devletleri ve diğer birçok liberal demokrasinin, sosyal düzenin yol gösterici ilkesi olarak ‘demokrasi’ yerine ‘gözetlemeyi’ seçtiği anlamına geliyordu. Bu kayıpla, demokratik hükümetler, halklarının kendilerine olan güvenini sürdürme yeteneklerini sakatladı ve gözetleme mantığını yoğunlaştırdı.

Epistemik Kaosun Ekonomisi ve Politikası

Epistemik kaosun ekonomisini anlamak için, gözetim kapitalizminin operasyonlarının gerçeklerle resmi bir ilgisi olmadığını bilmek önemlidir. Hepsi eşit olmasa da, tüm veriler eşdeğer olarak kabul edilir. Data çıkarma işlemleri, görebildiği her şeyi oburca tüketen ve ‘anlam’, ‘hakikat’ ve ‘gerçeğe’ kökten kayıtsız bir Cyclops (Kiklop-Tepegöz) disipliniyle ilerler.

Bir Facebook yöneticisi, Andrew Bosworth’un, sızdırılmış bir notunda, gerçeğin ve anlamın kasıtlı olarak yok sayıldığı bu durum şöyle anlatılıyor: “İnsanları birbirine bağlıyoruz. Bundan olumlu faydalanırlarsa, bu iyi olabilir. Belki biri aşkı bulur… Negatif kullanılırsa, bu kötü olabilir. ... Belki birisi terörist saldırıda ölür. … Çirkin gerçek şu ki… daha çok sayıda insanı daha fazla kere bağlamamızı sağlayan her şey bizim için *fiilen* iyidir."

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/602f5e66a19c5__5.png

Başka bir deyişle, bir gözetleme süzgecinden ‘içeriği’ ayıklamasını (toplamamasını) istemek, bir kömür madenciliği işletmesinden, çok kirli olduğu için kömür konteynerlerini atmasını istemek gibidir. Bu nedenle içerik moderasyonu (azaltma-denetlemesi), ancak, ExxonMobil’in sosyal sorumluluk mesajları ruhunda olabilecek bir halkla ilişkiler operasyonuna benzer, bir son çaredir. Facebook durumunda, veri önceliklendirme, ya kullanıcının sistemden çıkması riskini en aza indirmek ya da siyasi yaptırımlardan kaçınmak için yapılır. Her ikisi de, yine veri akışlarını azaltmak yerine artırmayı hedefler. Data çıkarma mecburiyeti, sizin neyle meşgul edildiğinizi hiç umursamayan, sadece katılım ölçeğini durmaksızın artıran sistemler üretmek amacıyla, radikal kayıtsızlık ile birleşti.

Şu anda Facebook'a, epistemik kaosun tek faili olduğu için değil, en büyük sosyal medya şirketi olduğu ve sonuçları en uzağa ulaştığı için giriyorum.

Gözetim kapitalizmi ekonomisi, bilgi-toplayıcı/işleyici Tepegöz’ü doğurdu ve Facebook'u, gerçeğin öldürüldüğü bir alana, bir reklam hokkabazına dönüştürdü. Sonra, ahlaksız bir Bay Trump -daha geniş ölçekte yalan söyleme hakkını da talep ederek- başkan oldu. Yıkıcı ekonomiler, siyasi yatıştırma politikaları ile birleşti ve her şey çok daha kötü hale geldi.

Bu hikâyede anahtar, yatıştırma politikalarının gözetim ekonomisinin çirkin gerçeğini hafifletmeyi, değiştirmeyi veya ortadan kaldırmayı reddetmekten biraz daha fazlasını gerektirmesidir. Gözetim kapitalizminin ekonomik tahakkümleri, Facebook'u toplumsal bir ‘tehlikeli/riskli durum'a (her an parlayabilecek çakmak kutusuna) dönüştürdü. Burada Bay Zuckerberg'in yalnızca bir adım geri çekilmesi ve kendini seyirci rolüne bırakması gerekiyordu.

2016 ve 2017'de sunulan iç araştırmalar, Facebook'un algoritmik hedefleme mekanizmaları ile epistemik kaos arasındaki nedensel bağlantıları gösterdi. Bir araştırmacı, Alman aşırılık yanlısı grupların büyümesini hızlandırmaya yardımcı olan bölücü içeriğin viral yayılmasından, algoritmaların sorumlu olduğu sonucuna vardı. ‘Tavsiye’ araçlarının "aşırılık yanlısı grup katılımlarının" yüzde 64'ünü oluşturduğunu keşfetti – ki bu dinamikler sadece Almanya'ya özgü değildi.

2018 Mart ayındaki Cambridge Analytica skandalı, dünyanın dikkatini yeni bir açıdan Facebook’a çekerek, cesur bir değişim için bir pencere açtı. Halk, Facebook’un politik reklamcılık işinin, kullanıcıları mikro-hedeflemek, onları manipüle etmek ve epistemik kaos ekmek için şirketin becerilerini kiralamanın ve tüm makineyi, ticari hedeflerden politik hedeflere doğru sadece birkaç derece döndürmenin bir yolu olduğunu anlamaya başladı.

Şirket, bazı mütevazı girişimler başlattı, daha fazla şeffaflık, daha sağlam bir üçüncü taraf doğruluk kontrol sistemi ve "eşgüdümlü gerçek dışı davranışları" sınırlama politikası vaat etti, ancak tüm bunlarla Bay Zuckerberg sahayı, Bay Trump'ın küresel bilgi kan dolaşımına sınırsız erişim taleplerine teslim etmiş oldu.

Bay Zuckerberg, epistemik kaosu azaltacak operasyonel değişiklikler için gelen şirket içi önerileri reddetti. Bir siyasi güvenli adres-listesi, kullanıcıların politikacılar tarafından paylaşılan yanlış bilgilere inanma eğiliminde olduğunu gösteren iç araştırmalara rağmen, hesapları doğruluk kontrolünden muaf tutulmuş 100.000'den fazla görevli memur ve aday tespit etti. Eylül 2019'da şirket, siyasi reklamların doğruluk kontrolüne tabi olmayacağını söyledi.

2018'de kendisini eleştirenleri yatıştırmak için Bay Zuckerberg, ACLU’nun Washington yasama dairesi eski direktörü Laura Murphy liderliğinde bir sivil haklar denetimi yaptırdı. 2020'de yayınlanan rapor, şirket lehine, hayal kırıklığına uğramış umutlara tanıklık eder türden kelime ırmağıyla dile getirilmiş bir yardım çağrısıydı - "cesareti kırılmış", "hüsrana uğramış", "kızgın", "dehşete düşmüş", "korkmuş", "kalp kırıcı".

Rapor, Amerikan halkının Big Tech'e olan inancının neredeyse tamamen kopmasıyla tutarlıdır. Facebook'un olası bir Biden yönetimine yönelik siyasi bir değişime nasıl uyum sağlayacağı sorulduğunda, bir şirket sözcüsü olan Nick Clegg, "Faaliyet gösterdiğimiz ortama uyum sağlayacağız" şeklinde yanıt verdi. Ve öyle de oldu. 7 Ocak'ta, Demokratların Senatoyu kontrol edeceği netleştikten sonraki gün, Facebook, Bay Trump'ın hesabını süresiz olarak bloke edeceğini açıkladı.

Epistemik kaosun bu yıkıcı etkilerinin, yüce ifade özgürlüğü haklarımızın kaçınılmaz bedeli olduğuna inanmamız gerekiyor. Hayır. Tıpkı yeryüzünün atmosferindeki feci karbondioksit seviyelerinin fosil yakıtlar yakılmasının sonucu olduğu gibi, epistemik kaos da, gözetim kapitalizminin, politik yükümlülüklerle kışkırtılmış ve 20 yıllık -artık bir kabusa dönüşmüş- toplam-bilgi rüyasıyla harekete geçirilmiş temel ticari operasyonlarının bir sonucudur. Sonra, Amerika'ya, (anti)sosyal medya yangınını bir orman yangına çeviren bir veba geldi.

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/602f5ec14087a__6.jpg

Epistemik Kaos Gizemli Bir Mikroorganizma ile Buluşuyor

Şubat 2020 kadar erken bir tarihte, Dünya Sağlık Örgütü, sosyal medyada efsaneler ve söylentiler halinde yayılan bir Covid-19 "infodemisi" bildirdi. Mart ayına gelindiğinde, Texas Üniversitesi M.D. Anderson Kanser Merkezi'ndeki araştırmacılar, koronavirüs ile ilgili yanlış tıbbi bilgilerin “sosyal medyada endişe verici bir oranda yayıldığı” ve kamu güvenliğini tehlikeye attığı sonucuna vardı.

Washington Post, Mart ayı sonlarında, Facebook'un Covid-19 ile ilgili haber akışındaki içeriğin yaklaşık yüzde 50'sinin, çok az sayıdaki “etkili kullanıcının” çok sayıda kullanıcının okuma alışkanlıklarını ve kullanım/içerik yükleme tercihlerini yönlendirdiğini bildirdi. Reuters Enstitüsü tarafından Nisan ayında yayınlanan bir araştırma, üst düzey politikacıların, ünlülerin ve diğer tanınmış isimlerin örneklemlerindeki yanlış bilgilerin yüzde 20'sini ürettiğini, ancak sosyal medya etkileşimlerinde yüzde 69 oranında dikkat çektiğini doğruladı.

Ağustos'ta yayınlanan bir Avaaz araştırması, Covid'e yönelik yanlış bilgiler yayan 82 web sitesinin Nisan'da neredeyse yarım milyar Facebook görüntülemesine ulaştığını ortaya koydu. En popüler 10 web sitesinin içeriği, önde gelen 10 sağlık kuruluşunun 70 milyonu ile karşılaştırıldığında yaklaşık 300 milyon Facebook görüntülemesi çekti. Facebook’un mütevazı içerik denetleme çabaları, epistemik kaos için tasarlanmış kendi makine sistemleriyle eşleşmiyordu.

Ölümcül ve gizemli bir mikroorganizmanın büyüyüp geliştiği dünya budur. Bilgi aramak için Facebook'a döndük. Bunun yerine, kâr amaçlı ölümcül epistemik kaos stratejileri bulduk.

Epistemic Terrorism

1966'da Peter Berger ve Thomas Luckmann ufuk açıcı bir öneme sahip kısa bir kitap yazdı: "Gerçekliğin Sosyal İnşası". Kitabın temel gözlemi, "gerçeklik" olarak deneyimlediğimiz "günlük yaşamın" aktif ve sürekli olarak bizim tarafımızdan inşa edildiğidir. Toplumsal düzenin süregelen bu mucizesi, "gündelik hayatın normal, tartışmasız ve doğruluğu aşikâr rutinleri içinde başkalarıyla paylaştığımız bilgi" olan "sağduyu bilgisine" dayanır.

Trafiği düşünün: Dünyada her arabanın her kırmızı ışıkta durmasını garantileyecek yeterli polis yoktur, ancak her kavşak, bir müzakere veya kavgayı tetiklemez. Çünkü düzenli toplumlarda, kırmızı ışıkların bizi durdurma yetkisi olduğunu ve yeşil ışıkların gitmemize izin verme yetkisi olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu sağduyu, her birimizin, bildiklerimiz doğrultusunda hareket ederken, başkalarının da aynısını yapacağına güvenmemiz anlamına gelir. Sadece yasalara uymuyoruz; birlikte bir düzen yaratıyoruz. Ödülümüz, çoğunlukla gittiğimiz yere vardığımız ve birbirimizin sağduyusuna güvenebildiğimiz için tekrar güvenli bir şekilde eve döndüğümüz bir dünyada yaşamaktır. Bu olmaksızın hiçbir toplum yaşayamaz.

Berger ve Luckmann, "Bütün toplumlar, kaosa karşılık inşa edilmiş yapılardır" diye yazıyor. ‘Normlar’ sağduyumuzun özetleri olduğu için, norm ihlali terörizmin özüdür – bu korkunçtur, çünkü en çok kabul gören toplumsal doğru-kabul-edilmişleri reddeder. Alex P. Schmid ve Albert J. Jongman, konuyla ilgili çokça alıntılanan bir metin olan “Politik Terörizm”de “Norm ihlali, terör hedefinin çok ötesinde dikkatli bir izleyici kitlesi yaratır” diye yazıyorlar. Herkes şok, yönelim bozukluğu ve korku yaşar. Kurumlarımızın meşruiyeti ve devamlılığı esastır, çünkü sağduyumuzu ‘resmileştirerek’ bizi kaostan korurlar.

Beyzbol gibi, ‘gündelik gerçeklik’ de güvende olduğumuz ev üssümüzde başlayıp biten bir maceradır. En azından demokratik bir toplum olmak üzere, hiçbir toplum her şeyi her zaman denetleyemez. Sağlıklı bir toplum, sapmanın ne olduğu ve neyin normal olduğu konusunda fikir birliğine dayanır. Normların dışına çıkıyoruz, ancak dış alan ile ev arasındaki farkı, günlük yaşamın gerçekliğini biliyoruz. O olmadan, şimdi deneyimlediğimiz gibi, herşey dağılır. Demokratlar kan mı içiyor? Doğrudur, neden olmasın ki? Covid-19 için Hidroksiklorokin? Hemen bu tarafa! Kongre Binası'na saldırıp Bay Trump'ı diktatör yapmak mı? Tamamdır, anlaşıldı!

Sağduyu geliştikçe toplum kendini yeniler. Bu, özellikle aynı fikirde olmadığımız durumlarda, güvenilir, şeffaf, saygılı sosyal söylem kurumlarını gerektirir. Bunun yerine, norm ihlalinin gelir elde etmek için anahtar rol oynadığı, kiralık bir kaos makinesi olarak çalışan bir politik-ekonomik kurumun hakim olduğu bir dünyada, yaklaşık 20 yıldır bunun tam tersini yaşıyoruz.

Değişiklik hakları. Sosyal medya kamusal bir alan değil, makine operasyonları ve bunların ekonomik zorunlulukları tarafından yönetilen, gerçeği yalanlardan veya yenilenmeyi yıkımdan ayırt edemeyen ve bunları yapmakla da ilgilenmeyen özel bir medyadır.

Sağduyunun yok edilmesine karşı duyarlılığımız, henüz demokraside temelini bulmamış genç bir bilgi medeniyetini yansıtıyor. Bu gözetim ekonomisini kesintiye uğratmazsak ve anti-sosyal operasyonlarını meşrulaştıran ‘çalma iznini’ kaldırmazsak, diğer darbe güçlenmeye ve taze krizler üretmeye devam edecektir. Şimdi ne yapılmalı?

Üçüncü On Yıl İçin Üç İlke

Bir düşünce deneyiyle başlayalım: Çocuk işçiliğini düzenleyen veya işçi ücretleri, saatleri ve güvenliği için standartlar belirleyen federal yasaların olmadığı bir 20. yüzyıl hayal edin; işçilerin toplu olarak bir sendikaya katılma, grev veya pazarlık hakları yoktur; tüketici hakkı yoktur; ve endüstriyel yüzyılı demokrasi için güvenli hale getirmeyi amaçlayan yasaları ve politikaları denetleyecek hiçbir devlet kurumu da. Bunun yerine, her şirket işçiye hangi hakları tanıyacağına, hangi politika ve uygulamaları kullanacağına ve kârının nasıl dağıtılacağına kendisi karar vermek konusunda özgür bırakılsa? Neyse ki, bu haklar, yasalar ve kurumlar, dünya demokrasilerinde onlarca yıl boyunca insanlar tarafından icat edildi. Bu olağanüstü icatlar ne kadar önemli olursa olsun, bizi epistemik darbeden ve anti-demokratik etkilerinden korumazlar.

Buradaki açık, daha geniş bir modeli yansıtıyor: Amerika Birleşik Devletleri ve dünyanın diğer liberal demokrasileri, şimdiye kadar demokratik değerleri, ilkeleri ve hükümeti ilerleten dijital bir yüzyılın tutarlı bir siyasi vizyonunu inşa etmekte başarısız oldu. Çinliler otoriter yönetim sistemlerini ilerletmek için dijital teknolojileri tasarlayıp uygularken, Batı çoğunlukla uzlaşmış ve çelişkide kaldı.

Bu başarısızlık, demokrasinin olması gereken yerde bir boşluk bıraktı ve tehlikeli sonuç olarak, demokratik yönetim kısıtlamalarının dışına çıkılarak, yirmi yıllık özel gözetim ve davranışsal kontrol sistemlerine doğru bir kayma oldu. Epistemik darbenin son aşamasına giden yol budur. Sonuç, demokrasilerimizin, demokratik bir toplumun özlemleriyle uyumlu dijital bir gelecek sağlamak için gerekli yeni haklar, yasal çerçeveler ve kurumsal biçimler olmadan, üçüncü on yıla çıplak yürümesidir.

Hala bir bilgi medeniyetinin ilk günlerindeyiz. Üçüncü on yıl, demokratik bir dijital yüzyılın temellerini atarak, 20. yüzyıl atalarımızın ustalık/yaratıcılığını ve kararlılığını birleştirmek için fırsatımızdır.

Demokrasi, yalnızca demokrasinin sona erdirebileceği türden bir kuşatma altındadır. Epistemik darbeyi yeneceksek, o zaman demokrasinin bu mücadelede ana karakter olması gerekir.

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/602f5f2a5b18f__8.jpg

Bu başlangıçlara rehberlik edecek üç ilke öneriyorum:

Demokratik hukukun üstünlüğü

Dijital, demokrasinin evinde bir kundakçı olarak değil, ailenin bir üyesi olarak, yasalarına ve değerlerine tabi ve onlarla gelişen bir şekilde yaşamalıdır. Uyuyan demokrasi devi, Amerika ve Avrupa'da devam eden önemli yasama ve yasal girişimlerle nihayet kıpırdadı. Amerika Birleşik Devletleri'nde, her biri gözetim kapitalizmi için maddi öneme sahip beş kapsamlı yasa tasarısı, 15 ilgili yasa tasarısı ve bir önemli yasama teklifi, 2019'dan 2020'nin ortalarına kadar Kongre'de tanıtıldı. 

Yeni koşullar yeni haklar getirir

Yeni yasal haklar, değişen yaşam koşullarına yanıt olarak belirginleşir, ortaya çıkarlar. Örneğin, Yargıç Louis Brandeis'in mahremiyet haklarına olan bağlılığı, fotoğrafların (resim çekmenin) yayılması ve dijitalin, özel/mahrem kabul edilen şeyleri istila edip çalma yeteneğinin görülmesi sayesinde, harekete geçti.

Demokratik bir enformasyon medeniyeti, vatandaşları gözetleme ekonomisinin zorunlu kıldığı büyük ölçekli işgal ve hırsızlıktan koruyan yeni epistemik haklar tüzüğü olmadan ilerleyemez. Modern çağın büyük bir bölümünde, demokratik toplumların vatandaşları, bir kişinin deneyimini, bireyden ayrılmaz - devredilemez olarak görmüştür. Buradan, bir kişinin deneyimini bilme hakkının temel kabul edildiği, her birimize bir gölge gibi bağlı olduğu sonucu çıkıyor. Deneyimlerimizin kiminle ve hangi amaçla paylaşılacağına ve nasıl paylaşılacağına kendimiz karar veririz.

1967'de yazan Yargıç William Douglas, İnsan Hakları Bildirgesi'nin yazarlarının “kişinin sırlarını başkalarıyla paylaşacağı ve bu paylaşımın kapsamına karar vereceği zamanı ve koşulları kendisi için seçme özgürlüğüne sahip olması gerektiğine” inandığını savundu. Bu “seçme özgürlüğü”, tüm mahremiyetin kendimizden kaynaklanması nedeniyle, ‘kendimizi sadece kendimizin bilmesi’ denilebilcek bir temel epistemik haktır.

Örneğin ben, bu tür hakların doğal taşıyıcısı olarak, Amazon’un yüz tanıma seçeneğine, benim ‘pazarlama/reklam hedefi olmak’ ve benim hakkımda başkalarının ticari amaçlarına fayda sağlayacak davranışsal tahminler yapılması hakkındaki korkularımı bilmesi ve bunu suiistimal etmesi hakkını vermem. Bu sadece duygularımın satılık olmaması değil, hislerimin ‘satılamaz’ ve elden ele devredilemez şeyler olmalarıdır. Amazon'a bu korkumu vermiyorum, ama yine de alıyorlar; bu o gün makinelere beslenen trilyonlarca veri noktasından, sadece başka bir veri noktasıdır.

Temel epistemik haklarımız, yasalarda kodlanmamıştır, çünkü bunlar şimdiye kadar hiçbir zaman sistematik tehdit altına girmemişlerdir; ayağa kalkma, oturma veya esneme haklarımızı koruyacak yasalarımız olmadığı gibi.

Ancak gözetleme kapitalistleri hayatlarımızı bilme haklarını ilan ettiler. Böylece, yazılı olmayan gözetim istisnacılığı doktrini üzerine kurulu ve bu doktrin tarafından korunan yeni bir çağ doğuyor. Şimdi, bir zamanlar garantilediklerini düşündükleri bu ‘bizim hakkımızda kimin neyi bildiğini bilme ve karar verme hakkı’, diye bir şey eğer var olacaksa, kanunla düzenlenmeli ve demokratik kurumlar tarafından korunmalıdır.

Benzeri görülmemiş zararlar, benzeri görülmemiş çözümler gerektirir.

Yeni yaşam koşullarının yeni haklara olan ihtiyacı ortaya koyması gibi, epistemik darbenin zararları da amaca yönelik çözümler gerektirir. Hukuk böyle gelişir, büyür ve bir çağdan diğerine uyum sağlar.

Gözetim kapitalizminin dayattığı yeni koşullara gelince, hukuk ve düzenlemelerle ilgili çoğu tartışma, verilerin gizliliği, erişilebilirliği, şeffaflığı ve taşınabilirliği dâhil olmak üzere, verilere ilişkin tartışmalara veya veri için (asgari) ödemelerle rızamızı satın alma planlarına odaklanır. (…) 

Epistemik darbenin eşi görülmemiş zararlarını hangi eşi görülmemiş çözümler ele alabilir? İlk olarak, insan deneyiminin muazzam ölçekte çıkarılmasını engelleyen ve yasaklayan yasal çerçevelere ihtiyacımız var. Veri toplamayı durduran yasalar, gözetim kapitalizminin gayri meşru tedarik zincirlerini sona erdirir. Öneren, mikro hedefleyen ve manipüle eden algoritmalar ve saniyenin ortaya çıkardığı milyonlarca davranışsal tahmin, her gün trilyonlarca veri noktası beslenmeden var olamaz.

Daha sonra, veri toplamayı ‘temel haklarla’ ve veri kullanımını ‘kamu hizmetiyle’ ilişkilendiren, insanların ve toplulukların gerçek ihtiyaçlarını ele alan yasalara ihtiyacımız var. Veriler artık masumlara üzerinden yürütülen bilgi savaşının aracı olmaktan çıktı.

Üçüncüsü, gözetim ekonomisini ödüllendiren mali teşvikleri bozuyoruz. Açgözlü veri toplama talebi oluşturan ticari uygulamaları yasaklayabiliriz. Demokratik toplumlar daha önce, insan organları ve bebeklerin ticaretini yapan pazarları yasakladı. İnsan ticareti yapan pazarlar, tüm ekonomileri destekleseler bile yasaklandı.

Bu ilkeler zaten demokratik eylemi şekillendirmektedir. Federal Ticaret Komisyonu, Facebook aleyhine dava açtıktan bir haftadan kısa bir süre sonra, sosyal medya ve video yayın yapan şirketler üzerinde bir çalışma başlattı ve "motorlarını dikkatlice incelemek için" dâhili operasyonların "kaputunu kaldırmayı" amaçladığını söyledi. Üç komisyon üyesinin yaptığı bir açıklama, "kişisel hayatlarımızı izleyip onlardan para kazanabilen" teknoloji şirketlerini hedef aldı ve "sektörle ilgili çok fazla şeyin tehlikeli bir şekilde opak kaldığını" ekledi.

Avrupa Birliği ve Britanya'da çığır açan yasama önerileri, eğer kabul edilirse, üç ilkeyi kurumsallaştırmaya başlayacak. E.U. çerçevesi, kapsamlı denetim ve yaptırım yetkisi de dahil olmak üzere, en büyük platformların kara kutularının iç operasyonları üzerinde demokratik yönetimin yetki sahibi olmasını savunacaktır. Kanun koyucular "güvenli, öngörülebilir ve güvenilir bir çevrimiçi ortam" konusunda ısrar ettiğinden, temel haklar ve hukukun üstünlüğü artık siber sınırda buharlaşmayacaktır. Britanya'da Çevrimiçi Zarar Yasası, teknoloji şirketlerini kamusal zararlardan sorumlu tutacak ve geniş yeni otoriteler ve uygulama yetkileri içerecek yasal bir “bakım görevi” oluşturacaktır.

Kongre alt komitesinin etkileyici antitröst raporunda sıklıkla Justice Brandeis'e atfedilen iki cümle. "Seçimimizi yapmalıyız. Demokrasiye sahip olabiliriz veya belli bir azınlığın elinde toplanmış servetimiz olabilir, ancak ikisine birden sahip olamayız. " Brandeis'in kendi zamanıyla bu kadar alakalı olan ifade, bildiğimiz eski kapitalizme dair keskin bir yorum olmaya devam ediyor, ancak bizi tanıyan yeni kapitalizmi görmezden geliyor. Demokrasi, çalma iznini kaldırmadıkça ve ticari gözetimin temel ekonomi ve işlemlerine meydan okumadıkça, epistemik darbe demokrasiyi önce zayıflatacak ve sonunda demokrasinin kendisini de dönüştürecektir. Seçimimizi yapmalıyız. Demokrasimiz olabilir veya gözetleme toplumumuz olabilir, ancak ikisine birden sahip olamayız. Önümüzde inşa etmemiz gereken bir demokratik bilgi uygarlığı var ve kaybedecek zamanımız yok.

Çeviren: Çiğdem Ergun

Kaynak : New York Times

 

Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş

ÖNCEKİ HAFTALAR