60744f11e9d85__1.jpg

Mutlu Sonlar Neden Bizi Ağlatır?

12.04.2021

Üzgün olmadığımızı düşünmemize rağmen tutamadığımız gözyaşlarımızın kaynağı nedir? Araştırmacılar, ağlamanın hayatın en mutlu anlarını yoğunlaştırdığını öne sürüyor. Gözyaşlarımız, doğal bir ağrı kesici görevi görerek iyi hissetmemizi sağlıyor. İnsanlar mutluluktan ağladıklarında, aynı hormonlar onları çok daha mutlu hissettiriyor. Başka bir deyişle, gözyaşları duygusal bir boşalma ve rahatlamayı teşvik ediyor.

Bazı araştırmalar, insanların, başkalarının mutluluktan ağlamasını teselli etme eğiliminde olduğunu gösteriyor. Mezuniyetimiz, düğün günümüz veya çocuğumuzun doğumu gibi mutluluk duygusuna kapıldığımız anlarda dahi bir teselli arayışında olabiliyoruz. Aslında iyi bir kutlama anına gelene kadar iç dünyamızda bastırdığımız duygusal yoğunluklar veya olumsuz hisler bu ihtiyacımızın temellerini oluşturuyor.

Bazı kişiler, üzücü durumlarda beklenmesine rağmen, bir filmin mutlu sonunda ağlar. Bu kişiler, sevgililer ayrıldığında gözyaşlarına kapılmak yerine, gözyaşlarını sevgililer mutlu bir şekilde yeniden bir araya gelinceye kadar saklarlar. Yas ve ağlama dürtüsü, durum artık bu tepkiyi hak etmeyene kadar bastırılır. Mutlu sona ulaştığımızda artık yasın bastırılmasına gerek duymayız. Duyguları engellemeye ihtiyaç olmadığında ve bu süreçte sarf edilen enerji gereksiz olduğunda; kişilerin duygularını boşaltarak kendilerine yaslarını dışa vurmaya izin vermeleri bir rahatlama hissini beraberinde taşır.

Kendimize ancak güvenli bir ortam oluştuğunda olumsuz hisler hissetmek için izin veririz. Bu bilinçli bir eylem değildir. Weiss (1952), bilinçaltında kendimizi bu duyguları bastırarak bunalımdan koruduğumuzu savunmaktadır. Bununla birlikte, hikaye olumlu bir çözüme ulaştığında, örneğin aşıklar yeniden bir araya geldiğinde ya da kahraman savaştan sağ kurtulduğunda, bilinçaltımızda, baştan beri var olan gerilimi, korkuyu, yası vb. hissetmek için yeterince güvenli olduğuna karar veriyoruz. Başka bir deyişle, "mutlu son", acı verici duyguların yüzeye çıkmasına izin verecek kadar güvenli olduğu alan haline geliyor. Tehlike geçtiğinde başından beri gerçekten orada olanı hissedebilmeye başlıyoruz.

Bu mekanizmaya çok sayıda örnek verilebilir: Tanınmak için hayatı boyunca çok çalışan kişiler, bir başarıya ulaştığında kutlama esnasında ağlayabilir, veya bir göçmen Özgürlük Heykeli’ni gördüğünde ağlayabilir.

Son derece soğuk bir ortamdan sıcacık bir eve girme deneyiminde de faydalı bir paralellik görülebilir. Ancak ısındığımızda titremeye başlar ve içgüdüsel bir şekilde ne kadar soğuk olduğunu fark ederiz. Duygulanımın bu denli gecikmesi, özellikle yası vaktinde hissetmekten olumsuz etkilenebilecek veya tehdit altında hissedebilecek kişilerde ortaya çıkabilir. Tehlikede olduğumuzda, odak noktamız hayatta kalmaya ve bu tehlike veya sıkıntının üstesinden gelmeye yöneliktir. Duruma uygun duygular, sorunun çözülmesine veya hayatta kalmaya engel teşkil edecekse, tehlike geçene kadar onları hissetmenin güvenli olmadığı sonucuna varırız.

https://kemalsayar.com//website/assets/images/my1/images/60744f7f0b3f3__3.jpg

Altta yatan umutsuzluğunu özgüvenli bir tavırla örten bir hasta, terapide daha umutlu hissetmeye başlayana kadar ağlamayabilir. Annesiyle çok yoğun çatışmalar yaşayan başka bir hasta, annesinin varlığında çok az duygu hissedebilir. Zihninde sık sık annesiyle durum senaryoları hayal eden bu hasta, hayallerinin bazılarında annesinın onu onaylamadığını; diğerlerinde ise onu sevdiğini düşünebilir. Ancak bu hasta ağlama eğilimini sadece annesiyle olumlu bir ilişki kurarken gösterebilir. 
Travma sonrası stres bozukluğu olan hastalarda ise bu fenomenin aşırı bir haline tanıklık ediyoruz. Çaresiz hissedilen, uzun süren ve/veya tehdit edici tehlike durumları kişileri travmatize eder. Bu kişilerin hayatta kalmak için duygu ve düşüncelerini bastırmaları gerekir. Bu kişiler ancak güvenliğe döndüğünde semptom göstermeye başlar ve bunlar kabuslar, ürkme refleksleri, panik ataklar vb olarak karşımıza çıkar.

Bu sebeple bir terapist, travma sonrası stres bozukluğu olsun veya olmasın, hastanın zor duygular ve anılarla yüzleşmesi ve bunlarla başa çıkabilmesi için yeterince güvenli hissettiren bir hasta-terapist ilişkisi kurmayı hedeflemelidir. Güvenlik yalnızca terapötik ilerlemenin ön koşulu değil, genel olarak iyi ilişkiler kurmak için de bir ön koşuldur. Mutlu evlilikler yaşayan insanlar sıklıkla, partnerleriyle ilgili bir şeyin kendilerini güvende hissetmelerini, onaylanmış ve anlaşılmış hissetmelerini sağladığını raporlamaktadır.

Sonuç olarak aslında hepimiz hem yaşamın olumsuz yönleriyle yüzleşmek hem de meyvelerinin tadını çıkarmak için psikolojik güvenlik ararız, zaman zaman ise dışavuramadığımız olumsuz duyguları güvenli alanımızı bulduğumuzda sağlıklı bir şekilde içimizden atıp kendimizi rahatlatırız.

Derleyen: İlayda Deringör

Kaynaklar:
Bader, M. (August 2016). Why Do We Cry at Happy Endings?. The Union. Retrieved From:
https://www.theunion.com/entertainment/activities-and-events/michael-bader-why-do-we-cry-at-happy-endings/#:~:text=We%20cry%20at%20the%20happy,it's%20safe%20to%20do%20so.&text=The%20danger%20of%20being%20overwhelmed,really%20there%20the%20whole%20time

Vinopal, L. (September 2017). Why Do We Cry Tears of Joy? Fatherly. Retrieved From:
https://www.fatherly.com/health-science/why-people-cry-when-theyre-happy/

WEISS J. Crying at the happy ending. Psychoanal Rev. 1952 Oct;39(4):338. PMID: 13004136.
Summary Retrieved From: http://www.pep-web.org/document.php?id=psar.039.0338a

Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş

ÖNCEKİ HAFTALAR