6814db8bea662__kitap2.jpg

Otizm Salgını

02.05.2025

Otizm Salgını: Tanıdaki Artışın Ardındaki Toplumsal Dinamikler
Son yıllarda otizm tanılarındaki dikkat çekici artış hem ailelerin hem de ruh sağlığı profesyonellerinin gündeminde önemli bir yer edinmiştir. Otizm Salgınının Toplumsal Kökenleri adlı eser, bu artışın biyolojik bir salgınla açıklanamayacak kadar karmaşık olduğunu ileri sürerek, tanı oranlarındaki yükselişi anlamaya yönelik sosyolojik bir analiz sunmaktadır. Gil Eyal ve çalışma arkadaşları, bu kitapta otizmi yalnızca bireysel bir farklılık değil, aynı zamanda toplumsal, bürokratik ve kültürel ilişkiler ağının bir ürünü olarak ele alır.

/website/assets/images/my1/images/6814d8249eafb__img_8824.jpg

Otizm: Tıbbi Bir Gerçeklik mi, Sosyal Bir İnşa mı?
Kitabın en güçlü savlarından biri, otizm, yalnızca biyolojik temelli bir nörogelişimsel bozukluk değildir. Aynı zamanda toplumun, kurumların, eğitim sistemlerinin, politikaların ve uzmanlık mücadelelerinin birlikte inşa ettiği bir kategoridir. Otizmin ne olduğuna dair fikirler, farklı profesyonel alanların etkileşimleriyle ve toplumsal ihtiyaçlarla şekillenir. Bu bakış açısı, psikoloji ve psikiyatri alanında çalışan profesyonellerin tanılama süreçlerine daha geniş bir perspektiften yaklaşmalarını sağlar. 

/website/assets/images/my1/images/6814d79e6e58e__img_8829.jpg

Tanının Tarihsel Serüveni: Kurumlardan Topluma
Kitap, otizmin bir bozukluk olarak ele alınmasında yaşanan değişimin izini 1970’lere kadar sürüyor. Bu dönemde, zihinsel engelli bireylerin bakım kurumlarından çıkarılarak toplum içinde yaşamalarının teşvik edildiği “kurumdaşılaştırma” politikaları uygulanmaya başlanıyor. Ancak bu bireylerin desteklenebilmesi için devletin bir çerçeveye ihtiyacı var: Kim, hangi destekten ne şekilde yararlanacak?
İşte bu noktada, otizm gibi “esnek” ve “kapsayıcı” tanı kategorileri devreye giriyor. Önceden zekâ geriliği ya da davranışsal bozukluk olarak sınıflandırılan birçok birey, bu yeni kategorilere kaydırılıyor. Böylece yalnızca tanı sistemleri değil, aynı zamanda hizmet alma modelleri, fon dağılımı ve eğitim politikaları da dönüşüme uğruyor.

/website/assets/images/my1/images/6814d7d1655e6__img_8831.jpg

Kurumsal Yapılar ve Politikaların Etkisi
Otizm tanısının bu denli yaygınlaşmasında etkili olan bir diğer faktör, sosyal hizmetler, eğitim politikaları ve sağlık sistemleri gibi kurumsal yapıların rolüdür. Günümüzde birçok ülkede otizm teşhisi alan bireyler, çeşitli hak ve destek mekanizmalarından faydalanabilmektedir. Örneğin, bireyselleştirilmiş eğitim programlarına erişim, devlet destekli terapiler ve sosyal yardımlar gibi haklara ulaşabilmek için otizm tanısı bir tür “giriş kapısı” işlevi görebilmektedir.

 Aileler açısından bakıldığında, otizm tanısı çoğu zaman bir açıklama ve yön bulma aracı işlevi görür. Belirsizlikle baş etmenin bir yolu olarak tanı hem çocuğun davranışlarını anlamlandırmak hem de uygun destek sistemlerine ulaşmak için kritik bir kapıdır. Ancak kitap, bu sürecin aynı zamanda aileleri çeşitli bürokratik sınavlardan geçmeye zorladığını da vurgular. Tanı almak, kimi zaman bir mücadele, bir “hak kazanma mücadelesi” haline gelir. Özellikle 1990’lardan itibaren gelişen otizm savunuculuğu, ebeveynlerin hem hak arayışlarında hem de teşhis süreçlerinde etkin bir rol üstlenmesini sağlamıştır. Ebeveynler bir yandan çocukları için daha fazla destek talep ederken, diğer yandan tanının bir etiket ya da damga olmaktan çıkıp bir kimlik aracına dönüşmesine de zemin hazırlamışlardır.

/website/assets/images/my1/images/6814d802d91c9__img_8834.jpg

Ruh sağlığı profesyonelleri içinse kitap, otizm tanısının sadece bireyin içsel işleyişine dair bir betimleme olmadığını; aynı zamanda tanının kim tarafından, hangi bağlamda, ne tür işlevlerle verildiğine dair etik ve toplumsal bir sorumluluk taşıdığını hatırlatır. Terapi sürecinde bu farlındalık hem çocuğun hem ailenin yaşam bağlamını dikkate alan bütüncül bir yaklaşımı gerektirir. Bu bağlamda tanı, yalnızca bir sağlık göstergesi değil; aynı zamanda sosyal bir kategori olarak inşa edilir. Bu sosyal inşa süreci, tanıyı hem bir “hak aracı” hem de bir “toplumsal aidiyet” biçimi olarak işlevsel kılmaktadır.

/website/assets/images/my1/images/6814d95427307__img_8833.jpg

  Tıbbın, Epidemiolojinin ve Salgın Söyleminin Eleştirisi
Otizm teşhislerindeki artışı anlamlandırmaya çalışan epidemiyolojik çalışmalar, çoğunlukla bu artışı “salgın” metaforu ile açıklar. Ancak Eyal ve arkadaşları, bu yaklaşımın oldukça indirgemeci olduğunu vurgular. Zira salgın söylemi, otizmi yalnızca bireysel biyolojide aranan, dışsal ve kontrol altına alınması gereken bir olgu olarak sunar. Oysa otizmin “salgın” gibi görünmesi, büyük oranda toplumsal ve kurumsal süreçlerin etkileşiminin bir sonucudur. Tıp ve epidemioloji, bu süreçte sadece gözlemci değil, aynı zamanda aktör konumundadır. Yani, teşhis kriterlerini belirleyen ve uygulayan tıbbi kurumlar, bizzat teşhis artışlarının üreticisi konumuna gelmektedir. Bu durum, bilimin tarafsızlığına yönelik eleştirel bir bakış geliştirmeyi gerekli kılar. 1980’lerden itibaren otizmin tanı kriterlerinin genişlemesi, tanının bir tür “hak kazanma aracı” haline gelmesi, ebeveynlerin çocukları için daha iyi eğitim ve destek olanaklarına erişmek adına tanı arayışına girmesi ve profesyonel kurumların da bu talebe cevap verecek şekilde yeniden yapılanması. Bu süreçte, otizm tanısı yalnızca klinik bir ihtiyaçtan değil; aynı zamanda toplumsal beklentiler, politika değişimleri ve normatif yargılarla iç içe geçmiş bir olgu haline gelir.  

/website/assets/images/my1/images/6814d767b940d__img_8828.jpg

  Terapötik Perspektiften Değerlendirme
Kitabın sunduğu analiz, terapötik bağlamda önemli bir farkındalık yaratır: Otizm tanısı yalnızca bir başlangıç noktasıdır. Terapi sürecinde tanının ötesine geçmek, çocuğun bireysel ihtiyaçlarını ve ailesinin sosyal gerçekliğini kavramak gerekir. Bu noktada terapistin rolü, tanıya sıkışmadan, çocuğun potansiyelini destekleyen, aileyle iş birliği içinde ilerleyen bir yol haritası çizebilmektir. Kurumdaşılaştırma süreciyle birlikte, toplum içinde tedavi, özel eğitim ve erken müdahale gibi hizmetlerin önemi artmıştır. Bu hizmetlerin oluşturduğu “yeni kurumsal matris”, otizm tanısının yaygınlaşmasında önemli bir rol oynamıştır. Özellikle terapi odaklı yaklaşımlar, otizmi akıl hastalığı ve zekâ geriliği arasında belirsiz bir alanda konumlandırarak, bu spektrumun genişlemesine katkıda bulunmuştur. 

/website/assets/images/my1/images/6814d890246b4__img_8825.jpg

Yazarlar, bu terapi odaklı yaklaşımın, otizmin gerçekliğini inkâr etmeden, onun toplumsal ve kurumsal bağlamda nasıl şekillendiğini anlamamıza yardımcı olduğunu belirtmektedirler. Bu perspektif, otizmi sadece bireysel bir bozukluk olarak değil, aynı zamanda toplumsal yapıların ve kurumların bir ürünü olarak ele almaktadır. 

 

Kitap bize şunu söylüyor: Otizm bir “salgın” değil; tanıların artışı, modern toplumun bireyi nasıl anlamlandırdığı, sınıflandırdığı ve ona nasıl müdahale ettiğiyle ilgilidir.

 

Hazırlayan: Psikolog Başak Tekin

Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş

ÖNCEKİ HAFTALAR