602e1e7c9cebe__1.jpg

Travma sonrası karanlıkta kalmak mı, ışığı yakalamak mı?

18.02.2021

Necla Heybeci Yılmaz

Travma yaşantısının insanlık tarihi kadar eski olduğunu biliyoruz. İnsanoğlu yeryüzünde var olduğu günden beri mutlaka yaşamında en az bir kez stres uyandıran, tehdit oluşturan, acı veren, travmatik sayılabilecek bir olayla karşılaşmıştır. Hatta bu olaylar bazen öyle olağan dışı, öyle beklenmedik, öyle acı verici şekilde gerçekleşirler ki bu anlarda insan bütün güçsüzlüğüyle, âcizliğiyle, bedeninin ve becerilerinin sınırları ile yüz yüze gelir.

İnsanoğlunun kendini en çaresiz ve en umutsuz hissettiği, korkuyu ve kaygıyı en yoğun yaşadığı bu olaylardan olumsuz etkilenmesi beklenen bir durumdur. Ancak son zamanlardaki çalışmalar göstermiştir ki bu etkilenme beklenenin tersi yönde de gelişebilmekte; yaşanan acılar insanoğlu için bir dönüşme, büyüme ve olgunlaşma sürecinin başlangıcı olabilmektedir. Hatta travmatik bir olayla karşı karşıya kalmak, kişiyi travma öncesi durumundan çok daha güçlü bir hâle getirebilmektedir. 

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/602e1eea9bf23__2.jpg

Richard Tedeschi ve Calhoun; travmatik olaylara maruz kalan bazı bireylerin hayatlarını, travma öncesi ve travma sonrası diye ikiye ayırarak algıladıklarını ve yaşanan kayıplara veya değişen amaçlara rağmen yaşam öykülerindeki değişimin iyi olduğunu düşündüklerini tespit etmişlerdir. Tedeschi ve Calhoun, yüksek derecede zorlayıcı yaşam olayları ile mücadele sonucu oluşan bu önemli ve olumlu değişimi “travma sonrası büyüme” olarak tanımlamışlardır. 
Tedeschi ve Calhoun’e göre travmatik yaşantılar, kişinin dünya ile ilgili algılarının değişmesine neden olabilir, kişi travma sonrasında yaşamlarının gerçekliğiyle ilgili yeni şemalar geliştirebilir ve bilişsel olarak tekrar yeni bir yapılandırmaya gidebilir. 

Travma sonrası büyüme, öncelikle depremler ve diğer doğal âfetler gibi travmalara maruz kalan kişilerle çalışılmıştır. Ardından travma sonrası büyüme kavramı, sağlık alanında çalışılmaya başlanmıştır. Sağlık alanında, özellikle kanser, koroner arter hastalığı gibi yaşamı tehdit eden hastalıklarla mücadele eden insanlarla ve çocuklarında sağlık sorunları olan ebeveynlerde çalışılmış, çalışmalar sonucunda da travmatik olayların birçok kişiyi olumsuz etkilediği ancak bazı kişilerde travma sonrası büyümeye neden olduğu görülmüştür. Ayrıca yapılan çalışmalarda travma sonrası büyüme ile bazı kavramlar arasında ilişki olduğu gözlenmiştir. Bu kavramlar; psikolojik sağlamlık, dayanıklılık, iyimserlik gibi kavramlardır. Psikolojik sağlamlık; deneyimlenen kötü bir olaya rağmen yaşama devam edebilme ve bir amaca sahip olabilme yeteneği olarak tanımlanmaktadır. Dayanıklılık; bağlılık, kontrol ve mücadele göstermek olarak tanımlanırken; iyimserlik de hayattaki pek çok olumsuz duruma karşı umutlu olmak ya da yaşamda genel olarak iyi şeyler olacağı beklentisine sahip olmak şeklinde tanımlanmıştır. İyimserlerin, aktif başa çıkma becerilerini kullandıkları, durumun olumlu yönlerine odaklandıkları, mevcut enerjilerini de problemle başa çıkmak ve yeni çözüm yolları bulmak için kullandıkları gözlenmiştir. 

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/602e1f4ebd54b__3.jpg

Travma sonrası büyüme, hiç stres yaşanmaması ile değil, travma ile sarsılan dünya inancının yeniden sorgulanması ile oluşmaktadır. Kayıp, fiziksel hastalıklar, savaş, göç, çocuklukta cinsel istismar yaşama gibi birbirinden oldukça bağımsız olaylarda bile travma sonrası büyümenin gerçekleştiği bildirilmektedir. Bu noktada büyümeye yol açan travmanın kendisi değil, bireyin yaşamı yeniden anlamlandırmak ve var olan inançlarını değiştirmek için gösterdiği çabadır. Birey travma sonrası büyümede adım adım kendine özgü içsel bir süreç yaşamakta ve bu süreç içerisinde davranışlarında değişime gitmektedir. Kişisel ve eşsiz olan bu yolculukta davranış değişikliği oluşturan asıl faktör, stresle beraber bilişsel süreçlerin de aktif hâle gelmesidir. Ancak travma sonrası büyümede en çok düşülen hatalardan birisi sadece bilişsel süreç olarak değerlendirilmesidir. Oysa bireyin kendilik algısı, insan ilişkileri ve yaşam felsefesi alanlarında da önemli değişimler yaşanmaktadır. Özellikle yaşam felsefesindeki değişiklik, en önemli değişiklik olarak kabul edilmektedir. Bu süreçte kişi, yaşamdaki sıradan şeyler için bile şükran duyarak yaşamdan daha keyif alır hâle gelebilmektedir. Ayrıca birey, anlam arayışı içerisine de girmektedir. Travmatik olayı sorgularken var olmanın ne anlama geldiği üzerinde de düşünmeye başlamaktadır. Bu düşünme birçok bireyde spiritüel (mânevi) bir değişimi de beraberinde getirmektedir. 

Travmatik yaşantıların ve acı çekmenin insanı değiştirdiğine, olgunlaştırdığına dâir düşünceler, modern psikoloji literatüründe “travma sonrası büyüme” adı altında yeni bir kavram olarak karşımıza çıksa da, insanın zorluklar yaşayarak bilgeliğe, doğruluğa ulaştığı inancı yeni değildir; çok eski dönemlere dayanmaktadır. Antik İbraniler, Yunanlılar ve ilk dönem Hristiyanların yazıtlarının ve görüşlerinin bazılarıyla; Hinduizm, Budizm ve özellikle İslâm tasavvufu, acı çekmenin dönüştürücü gücüne dikkat çekmiştir. Kierkegaard, Nietzsche, Konfüçyüs, Wilhelm Schmid gibi düşünürler de benzer fikirler ortaya koymuşlardır. Nietsczhe: “Beni yıkmayan darbeler, beni güçlendirir” diyerek, zorlu koşulların insanların güçlü yanlarını ortaya çıkardığını ifade etmiştir.  Alman düşünür Wilhelm Schmid: “Hayatın bereketi sadece olumlu şeylerden ibâret değildir.” sözüyle hayatın çift kutuplu yönüne dikkat çekmiştir. Çinli filozof, eğitimci ve yazar Konfüçyüs: “Elmas nasıl yontulmadan kusursuz olmazsa, insanda acı çekmeden olgunlaşamaz” demiştir. Gerçekten de elmas ile kömür özünde aynı maddedir. İkisi de saf karbondan oluşur fakat birisi toprak altında o kadar acı çekmiştir ki; sıcaktan ve basınçtan yapısı değişmiş ve elmas haline gelmiştir. Pakistanlı mutasavvıf Muhabbed İkbal ikisini şöyle konuşturmuştur: Kömür elmasa sorar; “Sen benimle aynısın da niye bu kadar güzelsin?” Elmas da “Çok acı çektim” diye yanıtlar. Sonra kömür “Ben nasıl güzelleşirim?” diye tekrar sorar. Elmas da “Yan kardeşim, ısı ver ve işe yara, güzelleşirsin” diye cevaplar. Mistik öğretinin temsilcisi Gurdjieff’e göre de insanlar uykudadır, rüya görmektedirler ve uyandırılmaları gerekmektedir. Uyanmak için ise, bazen çok uzun süreli, acı verici bir çaba gerekli olabilmektedir. Gurdjieff, aklın normal seyrini bozmak, böylelikle farkındalık kazandırmak ve farklı şuur hâllerini uyandırmak için çeşitli yöntemler kullanmıştır. Örneğin, talebelerini ağır fiziki çalışma koşullarında, bahçe, tarla gibi alanlarda ölesiye çalıştırarak, uykusuz bırakarak ya da çok az uyutarak onların bilinç değişimi yaşamalarını sağlamaya çalışmıştır. Eckhart Tolle de “İnsanı olgunluğa götüren en hızlı at ıstıraptır” demiştir.

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/602e1fa562a4e__4.jpg

İslâm tasavvufunda sûfîler travmatik yaşantıların insanı değiştirdiğini, dönüştürdüğünü, olgunlaştırdığını yüzyıllar öncesinde dile getirmişlerdir. 
Tasavvuf düşüncesine göre, Allah Teâlâ’nın cemâl ve celâl tecellileri bir arada büyürler. Onlara göre celâl, cemâli gösteren, cemâli öğreten ve cemâle giden nurdur. Bir başka deyişle; bu dünyada yaşanılan bütün sıkıntılar, musîbet ve belâlar bir anlamda sonsuz güzelliği görmek, idrak etmek ve diriliş için gereklidir. Tasavvuf ve İslâm düşünürü Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye göre; gazap ve rızâ Allah Teâlâ’nın iki sıfatıdır. Bu ilâhî sıfatlar en mükemmel manada tecellî ederler. Allah’ın kahr ve gazab sıfatına delâlet eden celâl; lütuf ve rızâ sıfatına delâlet eden de cemâl tecellileridir. Celâlin zuhuruyla insanda korkma, sıkılma ve üzülme; cemâlin zuhuruyla ümitlenme, rahatlama ve sevinme olabilir. Yani insan gülmeyi de, ağlamayı da, gamı da, sevinç ve mutluluğu da yaşayabilir. Bütün bu tecelliler insana; Allah’a yönelme, O’nu tanıma ve dinî şuur noktasında olağanüstü enerji verirler. Zira İbnü’l-Arabî’ye göre, âlemdeki her varlığın sebebine bakan yüzü olduğu gibi bir de Hak Teâlâ’ya bakan yüzü vardır. Hatta âlemi her an ayakta tutan ve onun varlığını sürdürmesine imkân tanıyan O’nun tecellîleridir. 

 

Yani şimşek çakar, gök gürler, yağmur yağar, seller akar. Fakat birdenbire bulutlar sıyrılır, hava açılır, güneş meydana çıkar, dünyanın yüzü güler. İnsan da bir kederi olduğunda canı sıkılır, yüreği daralır, gözünden yaşlar dökülür. Lâkin Allah’ın lûtfuyla tecelli değişir, celâli cemâle tebeddül eder, ağlayan da o tecellinin tesiriyle gülmeye başlar. Nihayet her ağlamanın sonu gülmektir. Bu yüzden insan müteessir olduğu zamanlar, ümitsizliğe kapılmamalıdır. 

 

Dolayısıyla bugün modern psikolojide travmatik yaşantılar olarak adlandırılan, tasavvufî düşüncede de sıkıntı, musîbet ve belâlar olarak ifade edilen yaşantılar karşısında sûfîlerin önerisi; insanın her acı olayın ya da yaşantının ardından gelecek mutluluğa odaklanması yönündedir. Mevlâna, bu görüşü Mesnevi’de şöyle destekler: “Ey saf ve temiz kişi, gülüşler ağlayışların arkasında gizlenmiştir. Görmez misin defineyi vîrânelerde harabelerde ararlar.” Yine Mesnevi’de; “Kader icabı sana bir felâket mi geldi? Bir şeyden yara mı aldın? Başına gökten bir belâ mı erişti? Buna karşılık büyük bir mükâfata kavuşacağını düşün ve bekle!.. O öyle bir pâdişahtır ki, sana bir sille vurunca, bu silleden sonra sana başına konacak bir taç, oturup yaslanacağın bir taht bağışlayacaktır. Peygamberler başlarına gelen dertlere, belâlara musîbetlere sabrettiler de o yüzden yüceldiler, şereflendiler. Fakat ey genç, sen hazırlıklı ol, dikkatle onu, gelecek mükâfatı bekle; gelince seni evde bulsun! Yoksa “Geldim evde kimseyi bulamadım” der. Getirdiği kıymetli hediyeleri geri götürür.” demiştir. Mevlâna’ya göre, her derdin ardında bir derman, her ağlayışın ardında bir tebessüm olduğunu fark edebilmelidir insan. 

Görülüyor ki travmatik olaylar karşısında yaşanan kaygılar, korkular ya da stresler, üstesinden gelinebilirse avantaja dönüştürülebilirler; korkunun kodları kırabilir hatta kaygı, korku ya da stres aşıldığında, hayatta eskiden olduğundan çok daha başarılı olunabilir. Yeter ki insan sadece sevinçlerin değil, kederlerinde kendisini büyütmesine izin verebilsin; yeter ki ruhunun derinliklerine inebilsin; yeter ki uzun ve yorucu yaşam yolculuğunda umutsuzluğa kapılmadan, yolculuğu yarıda bırakmadan, yaşadıklarından öğrendikleri ile yola devam edebilsin, vadileri aşabilsin; yeter ki içindeki gücü keşfedebilsin ve yeter ki kendi karanlığındayken, kendi ışığından şüpheye düşmesin.. 

Kaynaklar:
Ayten, Ali; Düzgüner, Sevde. (2017: 168). Tasavvuf Psikolojisine Giriş, İstanbul: Sufi Kitap.
Boztepe Handan; İnci Figen. (2013: 4/80-84). “Travma Sonrası Büyüme: Öldürmeyen Acı Güçlendirir mi?” Journal of Psychiatric Nursing.
Çakmaklıoğlu, M. Mustafa. (2013: 16-27). “İbnü’l-Arabî’ye Göre İlâhî İsimlerin Âlemde Tecellîsi: Allah-Âlem Münasebeti Etrafında Ortaya Çıkan Bazı Problemler”, Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi.
Çam, Mahire, Olcay; Demirkol, Hacer. (2019: 167-177). “Travma Sonrası Büyümenin Bir Yordayıcısı Olarak Bütünlük Duygusu” Current Approaches in Psychiatry.
Duman, Nesrin. (2019: 179-180). “Travma Sonrası Büyüme ve Gelişim”, Internatıonal Journal Of Afro-Eurasıan Research. 
Konuk, Ahmed Avni. (1987: 162-235).  Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi. Haz. Mustafa Tahralı-Selçuk Eraydın. İstanbul: Dergah Yay.
Mevlâna. (1964: 1/480). Mesnevi. Tercüme: Tahirü’l-Mevlevî, İstanbul.
Okray, Zihniye. (2017: 1/53). “Erken Dönem Uyumsuz Şemalar Ve Göç: Bir Olgu Sunumu” Lıfe Skılls Journal Of Psychology. 
Yeniterzi, Emine. (2017: 155) Sevginin Evrensel Mühendisi Mevlâna, 14. bs. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. 

Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş

ÖNCEKİ HAFTALAR