604390d4b113d__1.jpeg

Modern Psikolojide Spiritüel Akımlar

06.03.2021

Necla Heybeci

Modern psikoloji, yirminci yüzyılın başlarındaki oluşum sürecinden itibaren insan davranışlarını inceleyip anlamlandırmaya çalışırken öncelikli olarak hep olumsuz tutum ve davranışları ele almıştır. Bir yandan insanın hasta veya sağlıksız düşünce, duygu ve davranış yapısını bilimsel açılardan ele alırken bir yandan da insanın acılarına çareler bulmaya çalışmak gibi bir tutum içine girmiştir. İnsanı anlatmak için yüzbinlerce kitap yazılmasına ve sürekli yeni ilaçlar geliştirilmesine rağmen insan psikolojisinde gözlenen gittikçe artan oranlardaki çözülme modern psikolojide spiritüel akımların yükselmesine yol açmıştır.  

Modern psikolojide spiritüel akımların yükselişi Carl Gustav Jung ile başlamıştır. Jung, insan hayatını bir güne benzetmiştir. Sabahtan öğleye kadar olan vakit, hayatın yarısına kadar ki dönemdir. Öğle vakti, otuz beş yaş civarını temsil eder. Öğleden sonraki dönem, yavaş yavaş ihtiyarlığa giden otuz beş yaş sonrasıdır. Akşama doğru karanlık olmaya başlar. İşte bu dönemde insanlar daha fazla anlam ararlar. Çünkü ölüme yaklaştıklarını hissetmeye başlarlar. Varoluşu sorgularlar; ölümle, ölüm sonrasıyla ilgili sorularına anlamlı cevaplar ararlar. Hayat bir anlam arayışına dönüşmüştür artık.

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/6043911c58ef0__2.jpg

Jung ile başlayan bu yeni sürece Erich Fromm, Abraham Maslow, Carl Rogers, Gordon Allport gibi isimler de katkıda bulunmuşlardır. Bu yeni süreçle birlikte psikolojinin insana bakışı da yavaş yavaş değişmeye başlamıştır. Mesela Erich Fromm 1966’da yazdığı You Shall Be As Gods (Tanrılar Gibi Olacaksınız) kitabında insanın tanrısal bir öze sahip olduğunu savunmuştur. Hümanist Psikoloji anlayışı da davranışçı ve psikanalizin hastalıklı insan modeli yerine, sağlıklı insan modeli üzerinden hareket etmeye başlamıştır. İnsanın özde iyi olduğunu kabul eden bir tavır sergilemiştir. Olumlu insani özelliklere vurguda bulunmuştur. 

Köklerini hümanist psikoloji hareketinden alan transpersonel psikoloji ve pozitif psikoloji gibi akımlar da psikolojinin oluşum sürecindeki bazı eksikliklere işaret etmişlerdir. Transpersonel psikoloji Doğu bilgeliğinin insanı anlama ve yorumlama yönteminin psikoloji tarafından mutlaka dikkate alınması gerektiğini savunmuştur. 

Transpersonel psikoloji (ben ötesi psikoloji), Doğu bilgeliği (Budizm, Hinduizm, Tasavvuf...) ile Batı bilimini bütünleştirmeyi amaçlamaktadır. Diğer yaklaşımları reddetmez, hepsini kapsama alanına alır ve transpersonel boyutta birlikte harmanlar. 

Transpersonel terimi ilk kez William James'in Harvard Üniversitesinde vereceği dersleri için tuttuğu notlarda geçmektedir. 
Psikanalitik
Davranışsal
Hümanist/İnsancıl … yaklaşımlarından sonra
Transpersonel /Benötesi Psikoloji 

Yaklaşımın öncülerinden olan James Fadiman çalışmalarına, bilincin pek alışılmadık (olağandışı) hallerine ilişkin bir dizi tecrübenin keşfiyle başlamıştır.  Fadiman dışında Robert Frager, Ken Wilber, Huston James, Stanislav Grof gibi isimler de transpersonel psikolojinin öncüleri arasındadır. Maneviyat psikolojisi olarak da adlandırılan akım, 20. yüzyılın ortalarında Abraham Maslow ve Carl Rogers tarafından popüler hale getirilen hümanist psikoloji hareketinin evrimi olarak da kabul edilmektedir. 

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/604391703eca4__3.jpg

Pozitif psikoloji akımını başlatan, bu akımın yayılmasını sağlayan, pozitif psikoloji üzerine birçok kitap yazmış ve 1988 yılında APA başkanlığı da yapmış bulunan Amerikalı psikolog ve araştırmacı Martin Seligman 2004 yılında katıldığı bir TED konuşmasında, pozitif psikolojiyi çalışma nedenlerini şöyle açıklamıştır: Ona göre ilk sebep ahlâkîdir. Ne yazık ki, insanların seçimler yaptığı, kararlar aldığı ve sorumluluğu olduğu unutulmuştur. İkinci sebep insanların kendileri unutulmuştur. Normal hayatları iyileştirmenin ne demek olduğu, nispeten sorunsuz insanları daha mutlu, daha üretken yapma misyonu unutulmuştur. Üçüncü sebep hastalık modeliyle ilgilidir. Sorunu olan insanlarla ilgili bir şey yapma telâşı, hasarı tamir etmek için bir şey yapma telâşı yüzünden insanları daha mutlu kılacak olumlu müdâhalelerde bulunmak unutulmuştur.

Nossrat Peseschkian’ ın pozitif psikoterapi modeli de kültürlerarası yaklaşıma dayanmakta, kültür ve hastalık arasındaki ilişkinin incelenmesini içermektedir.  Nossrat Peseschkian Doğu Hikâyeleriyle Psikoterapi kitabını bu çerçevede yazmıştır. 


Bilim dünyasında Freud’un psikanalizi ve Adler’in bireysel psikolojisinden sonra “Üçüncü Viyana Psikoterapi Ekolü” olarak tanınan logoterapi ise insanda doğuştan potansiyel olarak var olan en önemli niteliklerden birisinin hakîkat arayışı olduğunu söyler. Hakîkatin bilgisine ulaşmayı amaçlayan insanın temel hedefi; belirsizlikten kurtulup hayattaki konumunu tayin etmek ve varlığı anlamlandırma ihtiyacını gidermektir. Hakîkat arayışı antropolojik anlamda hem ezelî hem de ebedîdir. Bu süreçte insan en ciddi adımı kendisini sorguladığı an atmaktadır. Hem hastalara hem de sağlıklılara; hem gençlere hem de yaşlılara hitap eden logoterapi, hedefini anlam isteminin önündeki tüm engelleri aşmaya ve bu en asli arzunun gerçekleşmesine kitlemiştir. Logoterapiye göre, insanın yaşamda karşısına her an engeller çıkabilir, arzularına ulaşamayabilir hatta sahip olduklarını da kaybedebilir. Hangi sebepten olursa olsun umudun hayal kırıklığı ile sonuçlanmaması için insanın sarılmaya değer bir amaca yönelik olması gerekir.  

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/604391ac3e64c__4.jpg

Logoterapinin kurucusu olan Viktor Emil Frankl insanlık dışı toplama kamplarında uzun süre tutuklu olarak kalmış; babasını, annesini, erkek kardeşini ve karısını toplama kamplarında kaybetmiş bir psikiyatristtir. Kendi deneyimlerini anlattığı İnsanın Anlam Arayışı kitabında, okuyucuya verdiği mesaj; koşulsuz bir anlama yönelik, koşulsuz bir inanç ve koşulsuz bir kabuldür. Kitabında; toplama kamplarında kendi çıplak varoluşundan başka her şeyini yitirmiş olmasına rağmen, anlam duygusunu nasıl koruduğunu, yenilgiyi bir insan onuru zaferine nasıl dönüştürdüğünü, nefretle çoğalan ceset yığınlarının arasından geçerken bile, sevginin nefretten daha güçlü olduğunu nasıl haykırdığını anlatır ve okuyucuya “Uyanık olalım, her iki anlamda da uyanık olalım” şeklinde seslenir. Frankl’ın kitabı birçok dile çevrilmiş, binlerce kez basılmıştır. Kitabının başarısı kendisine sorulduğunda, kitabının en çok satan kitap olmasını kendi açısından bir başarı olarak değil, daha çok çağımızın içinde bulunduğu acınası durum olarak gördüğünü ifade etmiştir. Frankl’a göre bu acınası durum; insanların iliklerinde hissettikleri kavurucu bir boşluk sorunu ve insanın anlam arayışıdır. 

İnsana daha derinlikli ve daha kuşatıcı bakmayı amaçlayan modern psikolojideki bu spiritüel akımlar bakalım ileride psikolojide yeni ufuklar açacak mı?


Kaynaklar:
Bahadır, Abdülkadir, (2014: 189) Hayatın Anlam Kazanmasında Psiko-sosyal Faktörler ve Din, Uludağ Ü, SBE, DT, Bursa.
Frankl, Viktor, E., (1992) İnsanın Anlam Arayışı, 2. bs, Ankara: Feryal Yay. 
Köse, Ali; Ayten,  Ali, (2017: 9-10) Din Psikolojisi, 7. bs, İstanbul: Timaş Yay.
Merter, Mustafa. (2014:13) Psikolojinin Üçüncü Boyutu: Nefs Psikolojisi ve Rüyaların Dili, İstanbul: Kaknüs Yay.
Süvarioğlu Sema (17.02.2021) Tasavvuf ve Psikoloji https://zoom.us/j/5987777855
TED, (2004),  https://www.ted.com/talks/martin_seligman, et. 02.01.2020

 
Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş

ÖNCEKİ HAFTALAR