621bb56759e26__1.jpeg

Biyolojimiz bizi sevgi ve bağ için nasıl hazırlar?

27.02.2022

Summer Allen

İnsanlar diğerleri ile bağ ve ilişki kurmak isteyen sosyal varlıklardır.

Genetik olarak zihin ve bedenimiz empati, dayanışma, cömertlik ve yakınlık hisleriyle donatılmıştır.

İnsanlar, başkalarıyla ilişki kurma ve bu ilişkileri düzenleme eğilimi olan sosyal varlıklardır. Kurduğumuz ilişkiler eğlence, haz, huzur, refah, takıntı, aşk, acı ve keder kaynaklı olabilir. Bize günlük düzenimiz, yaptığımız iş, kendimizi nasıl gördüğümüz hakkında bilgiler verir ve hayatımıza anlam katarlar.

Ancak sosyal mizacımız sadece yetiştirilme tarzımızın veya içinde yaşadığımız kültürün bir ürünü değildir. Bunun asıl kaynağı, karmaşık sosyal yaşamlarımızı destekleyecek şekilde gelişen beynimizin tasarımında, işlevinde ve bedenlerimizin içsel işleyişinde açıkça görülebilir. Nörolog Matthew Lieberman’ın Social: Why Our Brains Are Wired to Connect adlı kitabında; “Evrimi modern insan zihnini oluşturan şekliyle değerlendirdiğimizde, beynimizin başkalarına ulaşmak ve onlarla etkileşim kurmak için yapılandırıldığını görürüz “diyor. Her birimiz empati kurma, dayanışma, paylaşma ve sevme yeteneğimizin altında yatan biyolojik mekanizmalarla donatıldık. Bu nöral devreler, doğumdan ve hatta belki daha öncesinden başlayarak tüm ilişkilerimizin temelini oluşturur.

/website/assets/images/my1/images/621bb5c574633__2.jpeg

Empatinin Genetik Kökeni

Düşüp dizini kanatan bir çocuğu gördüğünde ya da sevdiği insanın kederine şahit olduğunda üzülen herkes doğal bir empatiye sahiptir. Empati kurma yeteneğimiz, insanların acı ve duygularıyla bağ kurabilmek, başkalarıyla nasıl ilişki kurduğumuzu belirleyen önemli bir itici güçtür.

Sinirbilimci Tor Wager ve meslektaşları tarafından yapılan bir araştırma, empati kurabilmekten sorumlu yani bizi başkalarına yardım etmeye ve onların acılarını dindirmeye sevk eden olumlu, motive edici duyguları tetikleyen bir nöral devrenin varlığını keşfetti. Bu devre, beynin ödül merkezi ve mediyal orbitofrontal korteksi gibi beynin yeme ve seks gibi faaliyetleri ödüllendirdiği alanlarını içerir.

Bu devrenin aktivasyonu başka birinin ıstırabı karşısında hassasiyet ve ilgi hissetme yeteneğimizi teşvik ederek, özveri ve şefkat eylemlerini göstermemizi sağlar.

Dayanışma ve Paylaşımın Genetik Kökeni

Aslında beyinlerimiz bizi tanımadığımız insanlara bile sosyal davranmaya cesaretlendirir. Bu durum, antropolog James Rilling ve meslektaşları tarafından yapılan bir çalışmada örneklenmiştir. 36 kadının beynini taramak için fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) kullanıldı ve her biri diğeriyle mahkumun mahkumun ikilemine dayanan bir oyun oynadılar. Bu oyunda, bencilce davranan bir oyuncu 60 dolar kazanabilir ve partneri hiçbir şey kazanamazdı. Her iki oyuncu da işbirliği yaparsa ikisi de 40 dolar kazanırdı. Katılımcılar bencil seçimler yaparak daha fazla kazanmaya devam ederken, karşılıklı işbirliği en popüler sonuç oldu. Partnerler karşılıklı olarak işbirliğine dayalı etkileşimlere sahip olduklarında, ödüllendirmeye dahil olan beyin bölgeleri aktive edildi. Araştırmacılar, bu beyin aktivasyon modelinin “belki de işbirlikçi sosyal etkileşimleri ödüllendirici olarak etiketleyerek veya bir özgecilik eylemini kabul etmeye, ancak karşılık vermemeye yönelik bencil dürtüyü engelleyerek, işbirlikçi sosyal ilişkileri sürdürmeye dahil olduğunu” öne sürdüler. İnsanlar başka bir çalışma şekline bağlı olarak yardım bağışları yaptığında ödül sistemi devreye girer. Bu, insan beyninin, özgeciliği tanıdığımız insanların ötesine, bir grup yabancıya veya ahlaki bir amaca yönelik daha soyut bir bakım duygusuna genişletebilecek ve bunu yaparken iyi hissedecek şekilde bağlandığını gösteriyor.

/website/assets/images/my1/images/621bb5e918afd__3.jpeg

Sevginin Genetik Kökeni

İlişkiler, sağlığımızın ve mutluluğumuzun anahtarıdır ve muhtemelen atalarımızın hayatta kalması için de önemi büyüktü. Bu nedenle, beynimizin doğduğumuz anda başkalarıyla bağ kurmaya başlamak için iyi donanımlı olması fikri oldukça akla yatkındır. Araştırmacı Martha Welch'in "sakinleştirici döngü teorisi", anne ve bebek arasındaki en eski ilişkinin aslında doğumdan önce annenin ve bebeğin otonom sinir sistemlerinin birlikte koşullanması yoluyla başladığını varsayıyor. Bu teoriye göre, hormon salınımı ve kalp atış hızındaki dinamik değişiklikler yoluyla anne ve bebek, bebek anne karnındayken birbirlerinin fizyolojisini etkileyebilir. Bebek doğduktan sonra anneden gelen koku, dokunma, ses veya göz teması gibi duyusal bilgiler bu otonomik tepkiyi başlatarak hem bebeği hem de anneyi sakinleştirir. Bu önemlidir çünkü bebekler duygularını kendi başlarına düzenleyemezler ve hassas dönemlerinde onlara yardım etmek için annelerine ve diğer bakıcılara güvenirler. Anne ve bebek arasındaki otonomik eş düzenlemenin erken oluşumu, bir annenin ayrılma dönemlerinden sonra bebeğini sakinleştirmeye yardımcı olma becerisine zemin hazırlamasına yardımcı olabilir. Sıçanlar, primatlar ve diğer memeliler üzerinde yapılan araştırmalar, ebeveynler ve onların yavruları arasında bağların oluşmasında ve korunmasında rol oynayan kortikal beyin devrelerini de tanımlamıştır. Örneğin, beynin orbitofrontal korteks (OFC) adı verilen bir bölgesindeki aktivitenin anne sevgisiyle ilgili olduğu görülüyor.

 

Ebeveyn-çocuk bağının altında yatan bu biyolojik mekanizmalardan bazıları, diğer ilişkilerimiz için de önemlidir. Örneğin, beynin ödül sistemi, anne ve romantik aşk tarafından benzer şekilde etkinleştirilir. Andreas Bartels ve Semir Zeki tarafından yapılan bir araştırma, kendi çocuklarının, tanıdıkları başka bir çocuğun, en iyi arkadaşlarının ve diğer yetişkin tanıdıklarının fotoğraflarını görüntüleyen annelerin beyin aktivitelerini ölçmek için fMRI kullandı. Bulgular, çocuklarının veya en iyi arkadaşlarının bir fotoğrafına bakmanın, annenin ödül sisteminin örtüşen bölgelerini (aynı zamanda bazı farklı beyin alanlarını) etkinleştirdiğini gösteriyor. Aynı zamanda, sadece tanıdıkları insanların fotoğraflarına bakmakla karşılaştırıldığında, sosyal yargı ve olumsuz duygularla ilgili beyin alanlarındaki aktivitenin azalmasına neden olmaktadır. Araştırmacılar bu bağlamda şu sonuca vardılar: “İnsan bağlılığı, eleştirel sosyal değerlendirme ve olumsuz duygular için kullanılan ağları devre dışı bırakarak sosyal mesafeyi aşan bir itme-çekme mekanizması kullanırken, ödül devresinin katılımıyla bireyleri birbirine bağlar, sevginin motive etme ve canlandırma gücünü açıklar.’’.

Sevgi tarafından aktive edilen ödül sisteminin alanları, bağlanmada önemli bir rol oynayan, doğal olarak oluşan bir hormon olan oksitosin için de alıcılar içerir. Araştırmalar, serbest bırakılmasının stres ve anksiyeteyi azalttığını, esenliği ve güveni artırdığını ve ebeveyn ile çocuk arasındaki, arkadaşlar arasındaki ve romantik partnerler arasındaki bağın altında yatan biyolojik bir mekanizma olabileceğini gösteriyor.

 

Bağ kurduğumuzda vücudumuzda meydana gelen bir diğer şey, davranışlarımızın ve biyolojimizin sosyal bir temasın aynalarını yansıtmaya başladığı biyolojik davranışsal senkronizasyondur. Örneğin bir anne ve bebek etkileşime girdiğinde, kalp ritimleri, beyin aktiviteleri ve hormon salınımı eşleşir. Araştırmalar, bu sürecin bebekleri gelecekteki ilişkilerde de senkronize olmaya hazırladığını gösteriyor. Ve diğer araştırmalar, romantik partnerler, arkadaşlar ve hatta yabancılar arasında biyo-davranışsal senkronizasyon unsurları buldu. Aslında, davranışları kasıtlı olarak senkronize etmek, yakınlığı artırmanın bir yolu olabilir. Bir çalışmada, eşzamanlı olarak bisiklet pedal çeviren yabancılar ve eşleriyle eşzamanlı olarak yürümeyi hayal eden romantik partnerler, eşzamanlı olarak pedal çevirmeleri veya eşleriyle adım adım yürümeyi hayal etmeleri istenenlerden daha fazla yakınlık ve yakınlık hissi bildirdiler. Bu, ortak hareketin, ister doğal olarak ister tasarım yoluyla ortaya çıksın, insanların sosyal olarak daha bağlı hissetmelerine yardımcı olabileceğini düşündürmektedir.

/website/assets/images/my1/images/621bb60ea235b__4.jpeg

Dokunmanın Genetik Kökeni

Bazen dans gibi senkronize aktiviteler dokunmayı içerebilir. Öpme, sarılma, sırt sıvazlama ve dokunma gibi hareketler önemsediğimiz insanlara rahatlık, duygu ve şefkat iletebilir. Son yirmi yılda yapılan araştırmalar, sinir sistemimizde bu “sosyal temas” biçimlerine özellikle duyarlı olan özel bir yol olduğunu bulmuştur. Özellikle cildimiz, bir kolun orta hızda yumuşak bir şekilde fırçalanması gibi hoş bir dokunuşa yanıt veren özel bir tür dokunma alıcısı içerir. Bu "C-dokunsal afferentler" (CT lifleri olarak da adlandırılırlar), beynin duygular ve kişilerarası deneyimler hakkındaki bilgilerin işlenmesinde yer alan insular korteks adı verilen bir bölümüne yansır. Araştırmacılar, sosyal temas yolunun, bağlanmayı kolaylaştırmaya yardımcı olan önemli bilgileri beyne ilettiğini varsayıyorlar. Dikkat çekici bir şekilde, bir çalışma, insular korteksin, diğer insanların kollarını hoş bir şekilde okşamasını izleyerek de aktive edilebileceğini buldu. Bu, bizi çevreleyen insanlar arasındaki ilişkilerin doğasını anlamamıza yardımcı olan ve gruplara daha iyi entegre olmamızı sağlayan bir “nöral empati” biçimini temsil edebilir.

Sosyal İletişimin Genetik Kökeni

Şimdiye kadar bahsedilen çalışmalar, zengin bir diğer çalışma grubuyla birlikte, psikologlar James Coan ve David Sbarra'nın sosyal temel teorisini (SBT) desteklemektedir. Bu teori, insan beyninin, başkalarıyla olan etkileşimlerimizin, güvende kalmamıza ve hedeflerimize ulaşmamıza yardımcı olan hayati bir kaynak olduğu varsayımı altında çalıştığını ileri sürer. Coan ve Sbarra, şöyle yazıyor; "En basit haliyle, SBT, sosyal kaynaklara yakınlığın, karşılaştığımız hem gerçek hem de mecazi tepelere tırmanma zorluğunu azalttığını öne sürüyor, çünkü beyin sosyal kaynakları oksijen veya glikoz gibi biyoenerjetik kaynaklar olarak yorumluyor". Sosyal bağlantılara erişimimiz olmadığında, bilişsel ve biyolojik kaynaklarımızı kendimize daha faza odaklanmak için kaydırdığımızı ve bunun da sıkıntıya, sağlıksızlığa ve sınırlı başarıya yol açtığını gösteriyor. Hayatlarımız sosyal ilişkiler açısından zengin olduğunda, dağları yerinden oynatabiliriz ve sosyal ilişkilerimiz bizi daha mutlu, sağlıklı ve başarılı kılar.

Geniş Özet ve Çeviri: Stj. Psk. Alara Altın
Kaynak:https://greatergood.berkeley.edu/article/item/how_biology_prepares_us_for_love_and_connection

Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş

ÖNCEKİ HAFTALAR