60e9c6cdc0ed8__rumi-sufism.jpg

Öfke Duygusuna Sufi Perspektifinden Bir Bakış

10.07.2021

Necla Heybeci Yılmaz

Modern psikolojinin tarihi uzun bir geçmişe dayanmaz. Tasavvuf ilmi ise en az on iki-on üç yüzyıllık tarihi bir geçmişe sahiptir. Tasavvuf kültüründe birçok sûfî, sadece mutasavvıf, mütefekkir, şâir, âlim, gönül eğitimcisi, sevgi eri değil, aynı zamanda çok iyi birer ruh hekimi olmuşlardır. Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî’nin eserleri incelendiği zaman odak noktasının insan ruhu ve psikolojisi olduğu görülür. Mevlâna’nın (ö.1273), Psikanalizin kurucusu Freud’dan (ö.1939) çok uzun bir süre önce yaşamış olmasına rağmen ruh hekimliği konusundaki başarısı bugün batılı araştırmacıların da dikkatini çekmektedir. Sadece Mevlâna’nın değil, kendi kültürümüzdeki birçok mutasavvıfın düşünceleri, sözleri, davranışları, her dinden, her mezhepten, her ırktan insanın ruhuna iyi gelmiş ve umutsuzluk içinde yaşayan birçok insanı çaresizlikten ümide götürmüştür. 

Bu nedenle bu yazıda öfke duygusuna Batı çıkışlı ve sekûler karakterli modern psikoloji penceresinden kısaca bakılsa da daha çok Doğu çıkışlı, geleneksel ve dinî karakterli tasavvuf penceresinden bakılmaya çalışılmıştır.

Modern psikolojide öfke duygusu

Modern psikolojide öfke; engellenme, saldırıya uğrama, tehdit edilme, yoksun bırakılma, kısıtlanma vb. gibi durumlarda hissedilen ve genellikle neden olan şeye veya kişiye yönelik şu veya bu şekilde saldırgan davranışlarla sonuçlanabilen oldukça yoğun, negatif bir duygu olarak tanımlanmaktadır. Ancak aynı zamanda öfke duygusu; doğuştan gelen, bireyin maddi ve mânevi bütünlüğünü koruması için diğer temel duygular gibi gerekli olan bir duygu olarak da kabul edilir. Kişinin kendisinin, çevresinin veya başkalarının yaşamını, onurunu, mülkiyetini, özgürlüğünü korumak amacıyla zaman zaman bu duyguya başvurmak durumunda kalabileceği söylenir. Dolayısıyla bu ve benzeri amaçlar için kullanıldığında, ölümün, yıkıcılığın değil; yaşamın hizmetinde olan bir duygu olarak görülür.
/website/assets/images/my1/images/60e9cb03c23bc__10-types-anger-woman-1110x580.jpg

Ancak içinde inkâr, yıkıcılık, kin, intikam, zarar verme gibi negatif duygular barındıran öfke; psikolojide hastalıklı yani patolojik hâl almış öfke olarak kabul edilir.

Psikanalist, sosyolog ve filozof Erich Fromm’a (ö.1980) göre bu yıkıcılık genellikle inançsızlıktan ve umutsuzluktan kaynaklanan bir yıkıcılıktır. İnancı, umudu ve üretken bir yaşamı olan kişi, yaralanmış, kalbi kırılmış, küçük düşürülmüş olsa bile, üretken yaşamı ona geçmişin yaralarını unutturmaya yetebilir. Fromm üretme yetisinin öfke, kin, nefret, intikam gibi negatif duygulardan çok daha güçlü olduğunu; bu durumun da bireysel ve toplumsal çaptaki gözlemsel verilerle kolayca belirlenebilir olduğunu söyler. Fromm’a göre öfke ve intikam arzusu; üretken, öz saygısı yüksek, olgun bir bireyi sık sık varlığının tamamını intikam düşüncesiyle tehlikeye sokmaya yatkın nevrotik bir birey gibi güdülemez. Ağır ruh hastalıklarında ise öfke, kin ve intikam kişinin ağır basan amacı olur. Çünkü intikam olmaksızın benliklerinin ve öz-saygılarının çökeceğine inanırlar.

Amerikan Psikiyatri Birliği’ne göre öfke duygusu; vücuttaki kortizol, adrenalin, kalp atış hızı ve kan akışı gibi şeyleri etkileyebilecek hormonları salgılayabilir. Kalıcı öfke bir başka deyişle kin ve intikam duygusu, kronik strese çok benzer şekilde, sonunda hipertansiyon, kalp hastalığı, ülser ve bağırsak hastalıkları risklerinin artmasına neden olabilir. Kontrol edilmiş öfke eylem için güçlü bir katalizör olabilirken kontrol edilmemiş öfke kişinin sağlığına büyük zararlar verebilir. Bu yüzden öfkeyi kucaklamaya çalışmak, ondan bir şeyler öğrenmek ve sonra onu serbest bırakmak çok daha faydalıdır. 

 

/website/assets/images/my1/images/60e9cb3d8f3fd__images.jpg

Sûfîlere göre öfke duygusu

Tasavvuf düşüncesinde öfke (gazap); rızâ ve hilim kavramlarının karşıtı olarak özellikle “intikam alma ve cezalandırma isteği” olarak tanımlanmıştır. Öfke sırasında kalp atışının hızlanması ile kanın damarları ve beyni zorlaması, aklın normal görev yapmasını önlediği, yanlış ve zararlı işler yapılmasına yol açtığı için “gazap muvakkat bir deliliktir” denilmiştir. Bir tabip ve ahlâkçı olan Ebû Bekir er-Râzî, öfke hâlinde iken sağlıklı düşünmenin mümkün olmadığını, bu durumdaki bir kişi ile bir deli arasında fazla fark bulunmadığını söylemiştir. Mevlâna da, öfkeyi mide bulantısına, şiddeti ve sövmeyi de istifrağ etmeye benzetmiştir. Mesnevi’de şöyle der; “Kâzm-ı gayzet, başkalarını iğrendirecek ifrâzâtta bulunma!” Yani öfkeni, kızgınlığını, hiddetini, hıncını tut, dışarı salıp insanları kendinden tiksindirme. Yine Mesnevi’de; “Kinin aslı cehennemdir, yani kin tutmak cehennemî bir tabîattır. Kalbinde kin bulunursa, sen de o cehennemin bir parçası olursun” demiştir. 

Mevlâna, insanın gördüğü kötülükler karşılığında bile kin tutmaması, affedici olması gerektiğini; zirâ her zaman iyiliklerin iyiler için, kötülüklerinde kötüler için olduğunu belirtmiştir. Mevlâna’ya göre acı, acı ile; yani kötü, kötü ile birleşir. 

Ancak tasavvufta ılımlı bir öfke duygusu olarak tanımlanan şecaât (yiğitlik, yüreklilik, cesâret) veya hâmiyet’in (millî şerefine ve haysiyetine düşkün, vatanperver) insanın onurunu, haklarını ve değerlerini korumak için gerekli olduğu vurgulanmıştır. Sûfîlere göre ılımlı öfke; dinî, ahlâkî ve içtimaî konularda yapılan yanlışlık ve haksızlıklar karşısında yaşanabilir. Ancak bu durumlar dışında gösterilmesi gereken tutum, sûfîlere göre öfkeden uzak bir tutumdur. 

Tasavvuf düşüncesinde sûfîler, dünyanın bir imtihan dünyası olduğunu ve imtihanın olması içinde muhakkak artılarla birlikte eksilerin de olması gerektiğini söylerler. Zirâ yaratılışın özünde zıtların bir araya gelmesi ve birbirlerini tamamlaması söz konusudur. Mevlâna Mesnevi’de; “Gazaba (öfkeye) kapılıp savaşa kalkışmak, Kahr-ı İlâhinin yansıması sonucudur. Barışa ve özre meyletmek de O’nun rahmet ve muhabbetinin yansımasıdır” diyerek yaratılıştaki bu zıtlığa dikkat çekmiştir. Sûfîler; kötü ve kötü şeyler saldırdığı zaman buna paralel iyi gelişmelerinde meydana geleceğini dile getirirler. Mevlâna yine Mesnevi’de; “Bir yandan korkuya, bir yandan ümide düştün mü iki kanadın olur. Bir kanatlı kuş kat’iyen uçamaz, acizdir.” derken, hayatın olumlu ve olumsuz yönleriyle bir bütün oluşturduğunu ve bu bütünle anlam taşıdığını ifade etmiştir.

/website/assets/images/my1/images/60e9cb5cd61c6__gettyimages-1134688741.jpg

Sûfîlere göre, ateşin cevherdeki değerli madenleri ayırt etmesi gibi, insan da başına gelen kötülüklere verdiği tepkiye göre, içindeki iyi insanı ortaya çıkarır. Kötülüklere karşı iki bakış açısı vardır. Biri, herhangi bir şeyin içinde kötülük varsa onu tamamen yok etme anlayışıdır. Burada o kötülüğü düşman kabul etme anlayışı vardır. Diğer bakış açısında ise yaşanılan olaydan ders çıkartma vardır. Tasavvuf bu ikinci bakış açısını benimser. Tasavvufa göre insan zorlayıcı yaşantılarla karşılaştığında; “Bu benim başıma niye geldi? Niye ben? Ben bunu hiç haketmedim” gibi sorular ve söylemler yerine, durumu vakur bir şekilde kabullenmeli ve kendisine “Yaşadığım şeyin anlamı nedir? Nasıl bir mesaj içeriyor?” gibi sorular yöneltmelidir. Ancak böyle bir yaklaşımla insan olayı anlamlandırabilir, teselli bulabilir, kontrol duygusu kazanabilir, kendisini geliştirip olgunlaştırabilir, en önemlisi de yaratıcıyla yakınlık kurabilir. Sûfîlere göre insanın nihâî amacı da zaten yaratıcıyla kuracağı bu yakınlıktır.

Tasavvufî hayatın olmazsa olmazlarından biri kabul edilen tevhid ve hoşgörü anlayışı da öfke duygusunun oluşumunu engelleyen önemli bir özelliktir. Sûfîler, yaratılmışları Allah’ın isim ve sıfatlarının bir açılımı ve ayrıntıları olarak gördüklerinden kimsede kusur ve hata görmezler. İslâm tasavvufunda tevhid, Allah’ın bir ve tek olduğunu kabul etmek, yaratılmış her varlığa da Allah’ın bir ismi olarak bakmaktır. Bir başka deyişle, “Allah’tan başkası” denilen varlıklar, Allah’ın yüzlerinden bir yüzdür. Böylece sûfîler her nereye baksalar Allah’ı görürler. Bu nedenle tasavvuf, kimseyi dışlamayan, yargılamayan, tam bir birlik ve hoşgörü anlayışı barındırır. Tasavvufa göre; her canlı, her insan hataları ile kabul edilmeli, hoş görülmeli ve sevilmelidir. Zirâ Allah insanı ve diğer canlıları en güzel sûrette yaratmıştır. Mutasavvıf ve Türk şâiri Yûnus Emre; “Yaratılanı hoş gör, Yaradan’dan ötürü” dizeleriyle bu düşünceyi özetlemiştir. 

karşılaştığı tüm olumsuzluklara, engellemelere olumlu ve güzel olanı kaybetme riskine karşı güç ve erdem göstermelidir. Aksi takdirde öfke, kin, intikam, iradesizlik, zayıflık gibi negatif duygular insanı hasta eder. İnsanı ilgilendiren birçok konuda olduğu gibi, tasavvuf düşüncesinde hastalık konusuna bakış, modern psikolojideki bakıştan biraz farklıdır. Tasavvufa göre hastalık; fiziksel hastalığın yanı sıra mânevi alanla da ilişkili olan, her türlü erdemsizliğin yol açtığı kalbi hastalıklardır. Hatta fiziksel hastalıklar, insanın üstesinden gelmesi gereken imtihan sürecinin bir parçası olarak görülür. Asıl uzak durulması ve kaçınılması gereken hastalıklar kalbi hastalıklardır. Bu hastalıklardan uzak durmak da öfke duygusunun neden olduğu kin, intikam gibi olumsuz duygulardan kurtulmakla; hoşgörü, kabul ve anlayış tutumlarını benimsemekle; yaşananları olgunlaşma sürecinin bir parçası olarak değerlendirmekle mümkün olur. Tasavvuf düşüncesine göre inanmış ve gerçekten iman etmiş bir insanın ruhunda ve özünde öfke, düşmanlık, kin gibi duygular yoktur. İstekleri olmasa da öfkelenmez, üzülmezler. Çünkü kendi planlarının üzerinde bir planın olduğunu ve bu plânın hem ezelî hem ebedî ve çok daha geniş olduğunu kabul ettiklerinden, kendi planlarını kısıtlı ve yetersiz görürler. Onlara göre kul yolun başını görürken, Allah sonunu görmektedir. Bu yüzden her şerde bir hayır olduğuna inanırlar. 
İster modern psikoloji penceresinden, istersek de geleneksel bilgelik penceresinden bakalım görülüyor ki; eğer yaşam için gerekli olan bu duyguyu doğru yönlendiremezsek ve kontrol edemezsek onun bizi kontrol etmeye başlaması kaçınılmaz olabilir.

Elbette öfke ve kırgınlıklarımızdan kurtulmak, affetmek, negatif duygularımızı salıvermek söylemesi kadar kolay değildir. Ancak unutmamalıyız ki eğer zor olanı yapamazsak, beden ve ruh sağlığımızı kaybetme riski ile karşılaşabiliriz. Aslında bizler bu duygunun bizi kontrol etmesine engel olabilir, negatif etkileriyle başa çıkabiliriz. Yeter ki kendimize, değerlerimize, doğamızdaki iyilik ve üreticiliğe güvenelim. Yeter ki öfke duygumuzu doğru derecede, doğru zamanda, doğru maksatla ve doğru biçimde ifade etmeyi öğrenebilelim. Ve yeter ki gerektiğinde yardım almaktan çekinmeyelim. 


Eposta: necla_heybeciyilmaz@hotmail.com
Instagram: @neclaheybeciyilmaz

Kaynaklar:
Ayten, Ali; Düzgüner, Sevde, (2017: 171-174), Tasavvuf Psikolojisine Giriş, İstanbul: Sufi Kitap. 
Budak, Selçuk, (2017: 545), Psikoloji Sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat Yay.     
Çağrıcı, Mustafa, (1996:13/436-437) “Gazap”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul.
Fromm, Erich, (1992: 27-29), Sevgi ve Şiddetin Kaynağı, çev. Selçuk Budak, Ankara: Öteki Yay. 
Kılıç, Hamza, (2014: 154), Kitâbu’l-Ma’rife, İstanbul: İnsan Yay. 
Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî (1964: 1/442, 1965: 1/777, 1966: 1/1562, 1967: 2/96-97), Mesnevi, Tercüme ve Şerh Eden Tahirü’l-Mevlevî, İstanbul: Selâm Yay. 
Tarhan, Nevzat (2018: 186-187), Aşk Terapi, İstanbul: Timaş Yay.
Web Kaynağı: https://www.self.com/story/how-to-let-go-of-anger et. 30.06.2021

Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş

ÖNCEKİ HAFTALAR