6033570fbcb9e__1.jpg

Hayatın Anlamı

22.02.2021

Armin Zadeh, MD, Ph.D.

Evrensel bir yanıtı var mı?

Er ya da geç, hayatın anlamı sorusuyla yüzleşiriz. Gençken, ölümü fazla düşünmeyebiliyoruz, öyle ki bu, uzak hatta neredeyse gerçek dışı bir durum gibi görünebilir. Zamanla, fani oluşumuzun daha çok farkına varırız, bu da bizim asıl soruyla yüzleşmemize yol açar.

Hayatı anlamlı görmemizin birçok yolu vardır: aile, maneviyat, sanat, bilim, eğitim, eğlence vb. Bunun yanı sıra, belirli bir çöküş ve ölüm karşısında her şeyi sorgulayabiliriz. Lev Tolstoy, Savaş ve Barış ve Anna Karenina'yı yayınlamış ve 50 yaşına geldiğinde sevgi dolu bir aile, zenginlik ve şöhretin tadını çıkarıyordu. Arzulayabileceği her şeyi başarmış ama yine de ağır bir depresyona girmişti. İtiraflarım'da şöyle yazdı:
"Bugün değilse yarın, hastalık ve ölüm sevdiklerime ya da bana uğrayacak (veya çoktan uğramıştır); geriye kötü bir koku ve solucanlardan başka bir şey kalmayacak. Er ya da geç, yapıp ettiğim her şey unutulacak ve ben var olmayacağım. O zaman neden çaba göstermeye devam edeyim? ... İnsan bunu nasıl göremez? Ve yaşamaya nasıl devam eder? Şaşırtıcı olan da budur! Bir kişi, yalnızca, hayatla sarhoşken yaşayabilir; ayıldıktan hemen sonra kişinin, bunun sadece bir aldatmaca, hatta saçma bir aldatmaca olduğunu görmemesi imkansızdır! İşte mesele tam olarak budur: burada eğlenceli ya da komik bir durum yok aksine her şey acımasız ve saçma.”

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/603357435891c__2.jpg

Tolstoy umutsuzluk içindeyken, hayatın anlamı sorusuyla başkalarının nasıl başa çıktığını sorguladı. İlk başta, “kitlelerin" cehaleti olarak tanımladığı şeye çok az önem vermiş olsa da, en nihayetinde, insanların hayattaki tüm sorularla ve ıstıraplarla başa çıkmak için -kendisinde olmayan- bir şeye sahip olduklarını keşfetti: inanç. Daha spesifik olarak, hayatın kendisinden daha büyük, muhtemelen bizim idrakimizin ötesinde olan bir şeye inanıyorlardı. Böyle bir inanç genellikle Tanrı'ya ya da daha büyük bir güç algısına yöneliktir. İnsanlar, Tanrı'ya inanarak, varoluşlarının bir amacı ve gayesi olduğuna dair teselli bulurlar.

Ancak sahip olduğu akıl onun dünya görüşünün merkezinde yer aldığı için Tolstoy, Tanrı kavramını irrasyonel ve dolayısıyla kabul edilemez olarak görüyordu. Henüz, mantığı hiçe sayan bir mefhumdan teselli bulmakta acizken, hayatın amacına ilişkin verecek bir cevabı olmayan rasyonalizm döngüsü içerisinde kapana kısılmış hissediyordu. Ona göre, “hayatın acımasızlığı”nın rasyonel neticesi intihardı. Yalnızca, bunu yapacak gücü yoktu- bu da onu daha depresif bir hale getiriyordu.

En sonunda, Tolstoy kendi mantıksal kusurunu fark etti: bir sistemin kendisine ait araçlara mahkum olduğumuz sürece aynı sisteme ait bir şeyin doğasını anlayamayız. Diğer bir ifadeyle, yaşam mefhumu ile sınırlanmış olan zihnimiz, yaşam dışında bir algılama edinemez. Tahminde bulunabiliriz ama bilemeyiz.

Sonuç olarak, ya yaşamı reddedebiliriz ya da normalde hayata yön vermede bize hizmet eden bir aracı yani rasyonaliteyi kullanarak, hayatın amacını anlayamayacağımız gerçeğiyle uzlaşmanın bir yolunu bulabiliriz. Tolstoy, yaşamın bir ürünü olan zihnimizin kendi varlığını sorguladığı bir noktaya evrilmesindeki ironiyi anladı. Ancak, aynı zihnin diğer birçok insan için hayatın anlamına dair cevaplar sağlayabildiğini de gözlemledi. Zihin hem problem hem de çözümdür.

Zihnimizin, hayatın (yani tüm varlığın) amacı ile ilgili soruya cevap veremeyeceğini kabul ettiğimizde, bir sonraki soru kendi varlığımıza nasıl yaklaştığımız olmalıdır. Bu soru üzerine düşünmek daha kolaydır, çünkü aşina olduğumuz sınırlara yani yaşam ilkelerine geri çekilebiliriz.

Hayatın bir ürünü olarak hayattaki amacımız hayatın genel kuralıyla yakından ilişkilidir: hayat devam etmeli. Hayat, bilimin bize öğrettiği gibi, her koşulda devam etmek üzere zekice düzenlenmiştir. Keyfi olarak tanımladığımız çeşitli canlı türlerinin tamamının aynı şeyi yaptığını gözlemliyoruz: hayatta kalmak için çabalamak. Hayatın yegane amacı daha fazla hayattır. Çoğu canlı, hayatını sürdürmek için başka bir canlının hayatına kastetse de, bu, tüm canlı türlerinin iyiliği içindir. Türlerden biri, diğer canlı türlerinden daha baskın hale geldiğinde, hayat dengeyi yeniden kurmanın yollarını bulur. Denge, yaşamın merkezindedir.

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/603357d011ae0__3.png

İnsanlar, başka canlılar olmadan yaşayamaz. Hepimizin amacı aynı: hayatı devam ettirmek. Evrim, bu amaca göre düzenlenmiş ve bu nedenle bizim biyolojimizdir. Hayat, hayatı kabul ettiğimizde bizi ödüllendirir ve onu reddettiğimizde bizi cezalandırır. Hayat, beynimizi haz verici hormonlarla doldurarak diğer canlıları önemsememiz için bizi teşvik eder.

Artık, fonksiyonel MR görüntüleme yöntemi ve kan örneği analizini kullanarak, sevginin beynimiz üzerindeki mutluluk verici etkisini doğrudan gözlemleyebiliyoruz. Bunun aksine, beynimiz, geçici olarak, güç ve saldırganlık arayışı da dahil olmak üzere, kendimizi merkeze alan davranışlar için de bizi ödüllendirebilir. Hayat, tüm canlıları gaye edinerek devam etmek için bireysel yaşamlara ihtiyaç duyar. Bununla birlikte, yaşamın ilkelerine uygun olarak, türlerin (veya buna bağlı olarak tüm canlıların) menfaati, bireyin kişisel meselelerinin önüne geçer. Bu bağlamda, yaşamı sürdürmeye yönelik faaliyetler, örneğin sevgi, kendine yönelik davranışlara nazaran mutluluk verici hormonların daha uzun süreli salınımını sağlar. Kendini merkeze alan davranışlar, genellikle —bilinçli olarak veya bilinçaltında, pişmanlık ve kaygıya yol açar. Çeşitli dinlerde ve öğretilerde, maneviyat—bencil olmamanın daha mutlu bir yaşamı beraberinde getirdiği anlayışı ve tecrübesinin bir sonucu olarak, bizi diğerkâm olmaya teşvik eder. 

İnsanların, yalnızca, çevrelerine uyum sağlama becerileri nedeniyle değil, aynı zamanda güçlü sosyal bağlar kurdukları için, ve çatışmalara ve savaşlara rağmen, özellikle kriz zamanlarında gruplar ve kültürler arasında dikkate değer bir dayanışma sergiledikleri için evrimsel olarak başarılı olduklarına dair kanıtlar artmaktadır. İçimizde kökleşmiş olan, tüm hayatların devamlılığı adına- herkesin hayatının değerli olduğu ve korunması gerektiği anlayışı vardır. İçimizde kök salan şey, herhangi bir yaşama duyduğumuz sevgidir. Bir kişinin veya bir şeyin iyilik halini istemek ve bunun için gösterdiğimiz daimi bir çaba olarak sevgi, devamlılık arzumuzun merkezinde yer alır. Sadece insanlara değil, hayvanlara, bitkilere—tüm canlılara- olan tutkumuz, sanat ve bilim gibi insanların birçok uğraşılarının yanı sıra hayatın çeşitli yönlerini içeren hobilerimizde ve ilgi alanlarımızda da dışa vurulmaktadır. Sezgisel olarak, hayatın devam edebilmesi için hayatı önemsememiz ve korumamız gerektiğini hissediyoruz. Kendini merkeze alan dürtüler, sevgiye duyduğumuz arzuyla rekabet eder, ancak insan ve diğer canlılara yönelik çok sayıdaki istismara ilişkin örneklere rağmen, insan türünün genel yörüngesi, hayat (hayatı reddetmekten ziyade) etrafında döner.

Hayatın amacını açıklayamayız, ama aynı zamanda hayattaki köklerimizden —biyolojimizden de kaçamayız. Hayata değer vermeye eğilimliyiz ve bu nedenle hayatı benimsemeye yönelik ifadeler bizi rahatlatır. Hayatın iyi olduğuna ve devam etmesi gerektiğine inanırız.

https://kemalsayar.com/website/assets/images/my1/images/6033581422173__4.jpg

Maneviyat kavramı bu inançla güçlü bir şekilde ilişkilidir. Birçok din, ölüm meselesini doğrudan ele alır ve bizim için çözümler sunar, örneğin cennette başka bir yaşam ya da ölümden sonra farklı bir yaşam formu. Ancak, hayata olan inancımız, maneviyat ile ilişkili olmak zorunda değildir. Hayatın devamlılığı kavramı, aile, sanat, bilim ve hatta şöhret ve güç üzerine odaklanışımızda da bulunabilir. Fiziksel veya entelektüel olarak yarattıklarımızın biz öldükten sonra yaşamaya devam ettiği fikriyle gelişiyoruz. Çocuklarımızı büyürken görmekle, bizden bir parça taşıdıklarını, hatta ileride onların çocuklarının da taşıyacaklarını bilmekle teselli buluyoruz.

Tolstoy'un belirttiği gibi, hayatın devamlılığına olan inancımız çok önemli ve güçlüdür. İnsanlar böyle bir inanç için kendi hayatlarını vermeye can atarlar. Savaşlar nefretten değil, daha büyük bir ülküye olan inançtan kaynaklanır. Genellikle, aldatmacaya dayanmasına rağmen, askerlerin ortak bir hedefe olan inançlarını paylaşmalarına izin verir. Ölümden daha çok korktuğumuz bir şey olmamasına rağmen insanların bir amaç uğruna ölmek için gönüllü olmaları, böyle bir inancın hayretengiz bir ifadesidir. Gün geçmiyor ki insanlar başkalarının hayatlarını korumak için kendi hayatlarını riske atmasınlar—bugünlerde bu, koronavirüse yakalanmış hastalara bakan acil servis personeli ve sağlık çalışanlarının çalışmalarında açıkça görülür. Bunu, daha büyük bir amaca hizmet etme inancımız nedeniyle yapıyoruz—hayatın devamı.

Hepimiz için, hayatın güzel yanı, devam etmesidir. Bedenimizin bütünlüğü bozulabilir, ama molekülleri arta kalır ve bunlar yeni bir yaşam için yapı taşları olacaktır. Bazıları bu hususi görüşten teselli bulabilir. Başkaları ise, hayatın devamlılığına ilişkin farklı fikirlerde huzur bulur. İyi haber şu ki, birçok seçenek vardır ve çoğumuz o veya bu şekilde, yaşamı değerli buluyoruz. Tolstoy yaşam arzusunu geri kazandı ve 30 yıl daha yaşadı.

Hayatın anlamı sorusunun ortak bir cevabı var mı? Hem evet hem de hayır. Tüm varlığın amacını bilemeyiz, ancak daha büyük bir hayat kurgusunun bir parçası olarak kendi varoluşumuzda bir anlam bulabiliriz. Anlam ve itminan bulmanın birçok yolu vardır ancak hepsinin ortak özelliği: hayata değer verme eğilimidir çünkü hayatın bizden yapmamızı istediği şey budur.

Çeviren: Uzm. Klinik Psikolog İclal Eskioğlu Aydın
Kaynak: https://www.psychologytoday.com/us/blog/the-forgotten-art-love/202004/the-meaning-life

Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş

ÖNCEKİ HAFTALAR