6075d72213a1a__1.jpg

Ruhun Parmak İzi: Çocukluk

13.04.2021

“İnsanın anavatanı, çocukluğudur.” 
Doğan Cüceloğlu

Tolstoy’un Anna Karenina kitabının açılış cümlesi olan “Bütün mutlu aileler birbirine benzer, mutsuz ailelerin mutsuzluğuysa kendine özgüdür,” cümlesi “Anna Karenina Prensibi” adıyla anılan felsefi bir söyleşiye kaynak olmuştur. Ana fikir ise şudur: Yapılan bir şeyle birçok yolla başarısız olmak mümkündür. Başarılı olmak çok daha zordur, çünkü başarı bu yolların hiçbirinde başarısız olmamayı gerektirir. Mutlu aileler doğru yaptıkları şeyler sayesinde değil, yanlış yapmadıkları şeyler sayesinde başarıya ulaşmaktadırlar. Zaman tüm yaraları iyileştirmez. Çocuklukta deneyimlenen duygusal travmalar, ilerleyen dönemde sadece duygusal yaşantımızı şekillendirmekle kalmaz, aynı zamanda bedensel sağlığımızı ve yaşam süremizi de etkiler. Bilim insanları aile içi kronikleşmiş kavgaların, beklenmedik bir ölümün ve boşanmanın yanı sıra, zihinsel olarak sağlıksız aşırı eleştirel veya bağımlı bir ebeveynin, çocukluğu nasıl kesintiye uğrattığını, çocuğun beyninde kalıcı ve görünür ‘’parmak izleri’’ bıraktığını artık çok iyi biliyorlar.

Biyografiniz Nasıl Biyolojiniz Haline Gelir?

Hayat karmaşık ve zorludur ve acının birçok çeşidi vardır. Kötü şeyler olur. Ebeveynler hastalanır veya ölür, tıbbı krizler gibi kazalar da birden ortaya çıkıverir. Erken çocukluk çağı sorunlarının tetiklediği biyofiziksel değişiklikler yıllar sonra hastalıklara dönüşür.

Erken stres beyinde, bağışıklık sistemini sıfırlayan değişikliklere neden olur. Böylece artık strese ya hiç tepki vermezsiniz ya da daha şiddetli bir tepki verir ve bu tepkinin önüne geçemezsiniz. Beyni hala gelişme aşamasında olan küçük bir çocuk, sürekli olarak savaş ya da kaç durumuna maruz bırakılırsa kronik stres, stres tepkisini düzenleyen genlerin devre dışı bırakmasına neden olur.  Bu da beynin yaşamın geri kalanında tepkilerini düzgün bir şekilde düzenleyebilmesine engel olur.

Wisconsin Üniversitesi’nde Psikoloji Profesörü ve Çocuk Duygu Laboratuvarı direktörü olan Dr. Seth Pollak, zorlu yaşantı ve travma öyküsü olan elli çocuğun kortizol tepkisine yavaşlama sinyali vererek, vücudun stresli bir olaydan sonra tekrar sakin duruma geçmesini sağlayan, stres düzenleyici genlerinde değişiklikler olduğunu göstermiştir. Bu gen hasar gördüğü için vücut artan stres tepkisini dizginleyemiyordu. Pollak bunu ‘’ önemli bir fren takımının devre dışı olması ‘’ olarak tanımlıyordu. Bu, zorlu yaşantılarla karşılaşan bir çocuğun zarar gören yüzlerce geninden yalnızca bir tanesidir.

https://kemalsayar.com//website/assets/images/my1/images/6075d80135319__2.jpg

Travmatik çocukluk stresi yaşamadan yetişkinliğe ulaşan bir birey, aynı stres yükleyiciyle karşılaşabilir ve aynı kortizol artışını yaşayabilir, ancak bu stres yükleyici geçtikten sonra, hızlı bir şekilde dinlenme ve rahatlama durumuna geri döner.  Ancak erken dönemde travma yaşadıysak, yetişkinlik dönemindeki HPA stres eksenimiz gerçek tehlike ile algılanan stres arasında ayrım yapamaz ve dikkat alanımıza giren her bir stres, olayda bağışıklık sistemimizin yüksek vitese geçmesine neden olan anlık sinyaller gönderir.  Bunun sonucunda adrenalin seviyemiz yükselir, ancak stres sistemimize dinlenme ve rahatlama durumuna geri dönmesini söyleyen genler işlerini yapmaz. 

Ebeveynleriniz zor muydu?
Olgunlaşmamış ya da duygusal olarak erişilebilir durumda değiller miydi?

Duygusal olarak olgunlaşmamış ebeveynler, istismar ve duygusal yoksunluğun yaşandığı kötü bir çocukluk geçirmiş olabilirler. Önceki nesillerinin ebeveynlerinin yararlanabilecekleri psikoterapi imkânı ve rehber öğretmenleri yoktu. Kültürel normlar, çocukların hakkını koruyordu. O zamanlar fiziksel ceza, duygusal istismar ve küçük düşürme yaygın disiplin araçlarıydı. Duygusal yönden olgunlaşmamış ebeveynler, çocukluluklarında ihmal edilmişlerse ya da travma yaşamışlarsa acil ihtiyaçlarına aşırı derece de odaklanarak bunun belirtilerini gösterirler, tıpkı iyileşmemiş bir yarayı sürekli kontrol eden biri gibidirler. 

Eğer duygusal olarak olgun ve erişilebilir olmayan ya da bencil bir ebeveynle büyüdüyseniz; öfke, yalnızlık, ihanet ya da terk edilme gibi duyguları çok uzun süredir hissediyor olabilirsiniz. Çocukluğunuzu duygusal ihtiyaçlarınızın karşılanmadığı, hislerinizin yok sayıldığı ve ebeveynlerinizin davranışlarını telafi etmek için yetişkin düzeyinde sorumluluk almanız gerektiği bir süreç olarak hatırlayabilirsiniz. Ebeveynlerinizin yıkıcı davranışlarını ortaya çıkardığınızda çocukluğunuzun karışık ve yıkıcı duygulanımlarını anlayabilir, acıdan kurtulmanın yollarını keşfedebilir, gerçek doğanızı yeniden kazanabilirsiniz.

Duygusal olarak olgunlaşmamış bir ailede büyümek, yalnızlık içeren bir deneyimdir. Bu ebeveynler, çocuklarının fiziksel sağlığına önem vererek, yiyecek ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılayarak gayet normal davranabilir ve dışardan mükemmel görünebilir. Ancak duygusal bağ kurulmazsa, gerçek güven duygusunun olması gerektiği yerde büyük bir boşluk olur. Başkaları tarafından görülmemenin verdiği yalnızlık duygusu, fiziksel yaralanma kadar temel bir acıdır ve bu acı iç içedir, dışarıdan görülmez.  Duygusal yalnızlığın anlaşılması güçtür ve kişiye özel bir deneyimdir. Eğer kendinizi duygusal olarak yalnız hissediyorsanız bu ailenizden kaynaklanmaktadır.
https://kemalsayar.com//website/assets/images/my1/images/6075d838d10bd__3.jpg

Ebeveynlik, sahip olabileceğiniz en iyi işlerden en zor olanıdır. Duygusal yönden olgunlaşmamış tüm ebeveynlerin genel özelliği; kendileriyle meşgul olma, empati eksikliği, çok önemli olduğunu hissetme ihtiyacı, bireysel farklılıklara çok az saygı gösterme ve duygusal yakınlık kurmada zorlanmadır.

DUYGUSAL YÖNDEN OLGUNLAŞMAMIŞ EBEVEYN TÜRLERİ:

1-Duygusal anne babalara, duygular hükmeder onları şaşırtan ya da üzen herhangi bir şeye aşırı tepki verirler ve hatta kendilerini kaybederler. Ruh halleri çok değişkendir ve korkutucu şekilde dengesiz olabilirler. Küçük şeyleri dünyanın sonu gibi görebilirler ve isteklerinin karşılanıp karşılanmamasına bağlı olarak başkalarını kurtarıcı ya da terk eden kişi olarak görmeye meyillidirler.

2- Hırslı anne babalar, aşırı derecede başarı odaklı ve daima meşguldürler. Gelişime odaklanarak kendilerini sürekli ileriye taşıyacak adımlar atarlar ve diğer insanlar da dahil, her şeyi mükemmel hale getirmeye çalışırlar. Ailelerini son teslim tarihli projeler gibi yönlendirirler ancak çocukların duygusal ihtiyaçlarına çok az ilgi gösterirler.

3- Pasif anne babalar, daha kibar ebeveynlerdir, eşlerinin kötü insan olmasına izin verirler. Çocuklarıyla eğleniyor gibi görünürler ama derin bir empati kuramazlar ve onları korumak için çaba göstermezler.  Daha sevgi dolu görünseler de suistimal ve ihmale göz yumacak kadar baskın partnerlere boyun eğerler.

4-Reddedici anne babalar, ilişkilerle ilgilenmezler. Etkileşimden kaçınırlar ve ailenin çocuklarının değil, kendi ihtiyaçlarının peşinde pervane olmasını beklerler. Diğer insanların ihtiyaçlarını hoş görmezler ve kendi işlerini yapmak için yalnız kalmak isterler. Anlaşma yapmaya meyilli değillerdir, işler yolunda gitmezse, öfkelenebilir ve hatta kötü davranışlarda bulunabilirler.

https://kemalsayar.com//website/assets/images/my1/images/6075d869b09ba__4.jpg

DUYGUSAL YÖNDEN OLGUNLAŞMAMIŞ EBEVEYNLERLE İLİŞKİ İÇİNDE OLMAK NASILDIR?

1- Onların yanındayken kendinizi yalnız hissedersiniz.

2- Etkileşimleri tek taraflı ve sinir bozucu bulursunuz.

3- Mecbur bırakıldığınızı ve kapana sıkıştığınızı hissedersiniz.

4- Önce onlar, sonra siz gelirsiniz.

5- Duygusal yönden samimi ve size karşı savunmasız olmazlar.

6- Duygusal bulaşma yoluyla iletişim kurarlar: Duyguları hakkında konuşmak yerine duygusal bulaşma yoluyla sözsüz bir şekilde kendilerini ifade ederler.  Bunu yaparken sınırlarınızı aşar ve sizi de üzerler. Aile sistem kuramında bunun gibi sağlıklı sınırların yokluğu, duygusal kaynaşma (Bowen,1985) olarak adlandırılır. Ebeveynleriniz sürekli onlara ayak uydurmanızı bekler ve “Beni gerçekten sevseydin ne istediğimi bilirdin’’ söylemlerini duyarsınız.

7- Sınırlarınıza ve bireyselliğinize saygı göstermezler

8- İlişkide duygusal emek harcamak tamamen sizin işinizdir.

9- Onları hayal kırıklığına uğratmakla suçlanırsınız.

10- Onlara aşırı duygusal tepkiler verirsiniz: Kendinize şu soruyu sormalısınız, “Bu kimin duygusu?”  Tepkileriniz aşırı yoğunsa, tuhaf bir boşluk hissediyorsanız ya da kendiniz gibi değilseniz, duygusal yönden olgunlaşmamış kişilerin kendi duygularını başa çıkmanız için size aktarmış olmaları muhtemeldir.  Yanlış sorumluluk almaktan kaçınarak duygu transferini fark etmeli ve bir adım geride durarak: “Bu duygu benden mi kaynaklanıyor, ondan mı?” diye sormalısınız.

Çocuklar Duygusal Yalnızlıkla Nasıl Başa Çıkar?
  • Duygusal yalnızlık öylesine acı veren bir şey ki, bu durumu deneyimleyen bir çocuk ailesiyle bir bağ kurmak için gerekli olan her şeyi yapacaktır.  Bu çocuklar başkalarının gereksinimlerine öncelik vermeyi bir ilişkiye kabul edilmenin bedeli olarak öğrenebilirler.  Başka kişilerin kendilerine destek olmasını veya ilgi göstermesini beklemek yerine, onlar bu kişilere yardım etme rolünü üstlenebilir ve herkesi kendi duygusal gereksinimlerinin az olduğuna ikna edebilir. Maalesef böyle bir durum daha büyük bir yalnızlığa neden olur çünkü en derin ihtiyaçlarınızı örtbas etmeye çalışmak diğer kişilerle gerçek ilişkiler kurmanızı engeller. 
  • Yeterli ebeveyn ilişkisi kurulamamasından dolayı duygusal bağdan yoksun birçok çocuk, çocukluklarını geride bırakmaya isteklidir. Bu çocuklar en iyi çözümün, hızlı bir şekilde büyümek ve kendilerine yetebilir bir hale gelmek olduğunu düşünür. Genellikle prematüre olarak yetişkinliğe geçerler. Mümkün olduğunca hızlı bir şekilde işe başlarlar, cinsel yönden aktif olurlar, erkenden evlenirler ya da vatani görevlerini yerine getirirler. Onlardan “zaten kendi kendime baktığım için tek başıma yola devam edebilir ve hızlı olarak büyümenin avantajlarından yararlanabilirim” şeklinde cümleler duyarsınız.  Onlar yetişkin olmayı dört gözle beklerler çünkü yetişkinliğin özgürlük ve aidiyet imkânı sunduğuna inanırlar.  Ne yazık ki evden ayrılmak için acele ettiklerinde yanlış bir kişiyle evlenebilir, sömürüye tolerans gösterebilir ve verdiğinden daha fazlasını isteyen bir işte çalışmaya devam edebilirler. İlişkilerinde genelde duygusal yalnızlığa razı olurlar çünkü eski ev hayatlarında olduğu gibi bu durum onlara normal gelir.

 

Neden Geçmiş Kendini Tekrar Eder:
  • Beynimizin en ilkel kısımları emniyetin aşinalık içinde yer aldığını bize söylemektedir. Deneyimlediğimiz durumların çekimine kapılırız çünkü onlarla nasıl başa çıkabileceğimizi biliriz.Ben merkezci anne babalar, kendi iyileştirici fantezilerine odaklanırlar, çocuklarından kendi çocukluk yaralarını sarmalarını beklerler.

https://kemalsayar.com//website/assets/images/my1/images/6075d892232fc__5.jpg

Güçlü ve her şeyin üstesinden gelmek zorunda olan çocuklar, kendi duygularına karşı reddedici bir tutum sergileyebilirler. Belki de duygusal olarak olgunlaşmamış ebeveynleri onlara yardım edemeyeceği için acı verici duygulardan uzak durmayı öğrenmiş olabilirler. Sadece duygusal olarak özverili ebeveynler, kendisi olmasının yeterli olabileceğini ona hissettirebilirdi.

Dabrowski(1972) duygusal acıların gelişimin işareti olduğu, bir hastalık olmadığı kuramını geliştirmiştir. Dabrowski, psikolojik semptomların “aktifleştirilmiş bir dürtüden” geldiğini belirtmekte ve insanlar duygusal karmaşıklıklarını yeniden düzenleyebilsin diye çöküşe geçtikleri anları tanımlamak için ‘’pozitif parçalanma” terimini kullanmaktadır. Bazı insanların kişilikleri, bu duygusal çalkantılardan sonra gelişirken bazılarının da öncesinden daha geriye gittiğini fark etmiştir. Psikolojik farkındalığı olmayan insanların, duygusal çöküşten sonra çok fazla değişme ihtimalinin olmadığını gözlemlemiştir. Diğer insanlar ise, sıkıntılı anların kendilerini keşfetmek için bir fırsat olduğunu düşünür ve zorlu duygusal koşulları bir şeyler öğrenme arzusu ile karşılarlar. Dabrowski, bu kişilerin daha yetkin ve özerk olma konusunda gelişimsel bir potansiyele sahip olduklarını düşünmektedir. Olumsuz duygular insanların psikolojik gelişimlerinin arkasındaki itici güç olarak görülmektedir çünkü bu duyguların sebep olduğu huzursuzluk, hırslı insanları çözüm bulmak için motive eder. Zor durumlarla karşı karşıya kaldıklarında, devre dışı kalmak ya da savunmaya geçmek yerine, gelişimsel potansiyele sahip insanlarla kendileri ve gerçekle ilgili daha derinlere inmeye çalışırlar.

Ebeveynlerimizi hatalı olarak görmek zordur. Bir çocuk olarak ebeveynlerimizin her şeyi yapabileceğine inanırız.  Ergenlik ya da yetişkinlikteki özgürlük durumu ebeveynlerimize olan güçlü bakış açımızı zayıflatsa da tamamen ortadan kaldırmaz. Bu nedenle, sevgi dolu değilseler bile isteseler olabileceklerini düşünürüz. 

Belli kültürel öğretiler de ebeveynlerimizi açık bir şekilde görmemizi engeller. Birçoğumuza aşağıdaki cümleler yavaş yavaş aşılanır:

Tüm anne babalar çocuklarını sever.

Ailen güvenebileceğin tek insandır.

Ailen her zaman senin için oradadır.

Ailene istediğin herhangi bir şeyi söyleyebilirsin.

Ailen ne olursa olsun seni sevecektir.

Her zaman ailenin yanına dönebilirsin.

Ailen senden daha fazlasını bilir.

Ailen sadece senin için en iyi olanı bilir.

Ailen ne yaparsa senin iyiliğin için yapar.

Eğer ebeveynleriniz duygusal olarak olgunlaşmamışsa, bu ifadelerin çoğu doğru olmayabilir. Ebeveynlerinizle ilişki kurmanın yeni yolunu öğrenebilirsiniz böylece veremedikleri bir şeyi onlardan bekleyemeyeceksiniz. 

İnsan ve Hatalı Olmak İçin Özgürlük:

İçselleştirilmiş ebeveyn sesleri, muhtemelen dilin ve mantığın hüküm sürdüğü beynin sol yarım küresinde yer alır. Sol beyine gösteri için izin verildiğinde, duygudan önce mükemmeliyetçiliği ve şefkatten önce yargılamayı devreye sokar. Beyninizin daha kişisel daha sezgisel olan sağ tarafının sağladığı denge olmadan, sol beyniniz sizi değerlendirmek için bir makine gibi doğru ve yanlışın denklemlerini kullanacaktır. Ahlak sesi, başarılarınızdan yola çıkarak sizi iyi ya da kötü, mükemmel ya da berbat olduğunuzu söyleyecektir. Bu tür yargılama mantığı, duygusal olgunlaşmamaya eşlik eden zihinsel katılığın bir yönüdür.

Duygusal yönden olgunlaşmamış ebeveynlerin yetişkin çocukları, anne babalarını değiştirebileceklerini ve onlarla güzel bir ilişki kurabileceklerini içten içe umdukları iyileştirici fanteziler (Gibson,2015) kurmaya yatkındır. İyileştirici fanteziler sorgulanmalıdır çünkü ebeveynimizin değişeceğine dair ihtimal dışı bir umudu sürdürmenize neden olurlar.  Boş bir umudu sürdürmek yerine kendi çabalarınızla iyileşme olasılığınız, ebeveyninizin yapabileceği herhangi bir şeyle iyileşme olasılığınızdan daha yüksektir.  Duygusal yönden olgunlaşmamış ebeveyninizle ilişkinizde düzelen şeyler, onların değişmesinden değil, sizin bakış açınızdaki değişimden kaynaklanacaktır.

https://kemalsayar.com//website/assets/images/my1/images/6075d8c18909b__6.jpg

Ebeveyninizin ilgisini çekmeyi ve onlarla bağ kurmayı çok istediğiniz için onların da aynı şeyi isteyeceğini düşünmeniz anlaşılır bir şeydir ancak duygusal yönden olgunlaşmamış ebeveyninizi değiştirmek için gösterdiğiniz çaba, muhtemelen işe yaramayacaktır çünkü onlar bu tür etkileşimlerin duygusal yoğunluğuyla dengelerini kaybederler. Siz sevginizi göstermeye çalıştığınızı düşünürsünüz ama bu durum onlar için rahatsız edicidir. 

Acı Çekme İhtiyacı:

Umut verici fantezileri bir kenara bırakmak, gerçek bir kayıp gibi hissettirebilir. Acı çekmeyi göze almadığınız sürece böylesine önemli bir şeyden vazgeçemezsiniz. Bastırdığınız duygular için kendinize üzülme izni vermek, daha önce görmediğiniz kayıp parçalarınızla bağlantı kurmanızı sağlayacaktır. 

Onlar tarafından kurtarılmayı arzu etmeyi bıraktığınızda, kendi duygusal ihtiyaçlarınızla ilgilenebilir ve böylece kendinizle, gelecekteki gelişiminizle ve ilişkinizle daha güvenli bir bağ kurabilirsiniz.

Ebeveyn sevgisi yaşam için bir nimettir. Olduğumuz halimizle sevildiğimizi, görüldüğümüzü hissetmek ve olmayı umduğumuz kişi olabilmek için destek görüyor olmak, hayatımız boyunca zihinsel ve fiziksel olarak ileriye dönük faydalar sağlamaktadır. Araştırmalar ebeveyn sevgisinin yetişkinlik döneminde kişinin refahı üzerindeki olumlu etkiyi çözmeye çalışmışlardır. 1950’lerin başlarında Harvard Üniversitesi araştırmacıları, 126 sağlıklı lisans öğrencisi olan erkek katılımcıların ailelerinin kendilerine ne kadar sevgi dolu, adil, dürüst ve nazik davrandıklarına dair algılarını anlamak için anne ve babalarıyla olan ilişkilerini “çok yakın”, “hoşgörülü” veya “gergin ve soğuk” olarak değerlendirmelerini istediler. Otuz beş yıl sonra, 1993’te psikologlar, bu araştırmaya katılmış ve o dönemde elli ve altmışlı yaşlarında olan erkeklerin tıbbı kayıtlarını incelemişler. Yıllar öncesinde çalışmanın uygulanan ilk ayağında anneleriyle olan ilişkilerini “hoşgörülü” veya” gergin ve soğuk” olarak nitelendiren erkeklerin yüzde doksan biri, orta yaş dönemine girdiklerinde kalp problemleri de dahil olmak üzere, yüksek tansiyon ya da ülser teşhislerinden birini almışlardır. Her iki ebeveyniyle ilişkilerini “gergin ve soğuk” ya da “hoşgörülü” olarak değerlendirmiş olan öğrencilerin yüzde yüzü, orta yaş dönemine geldiklerinde ciddi hastalıklar geliştirmişlerdir.

 

Ardından araştırmacılar elde edilen verileri başka bir şekilde incelediler, bu incelemelerinde ise gençlerin ebeveynlerini tanımlamak için seçtikleri belirli kelimelere bakmaya çalıştılar. Anne ve babalarını olumlu kelimelerle tanımlamayanların, %95’inde yaşamlarının ileriki dönemlerinde kalp hastalığı, hipertansiyon ve diğer hastalıklar geliştiği görülmüştür. Bu durumun ailenin tıbbi geçmişine, sigara içmesine veya içmemesine, boşanmış olup olmamasına ve ebeveynlerinin boşanmış olup vefat etmiş olup olmamalarına bakılmaksızın doğru olduğu fark edilmiştir. 

 

John Hopkins’teki araştırmacılar, tıp bölümünde okuyan erkek öğrencilerin ebeveynleriyle ilişkilerine ve çalışmanın yapıldığı tarihten kırk, ardından elli yıl sonraki sağlık durumlarına bakarak benzer bir çalışma yürüttüler. Bu çalışmada daha az sıcak ve sevgi dolu ilişkileri olan öğrencilerin orta yaş döneminde kansere yakalanma olasılıklarının daha yüksek olduğu saptanmıştır. 

Harvard ve Hopkins araştırmacıları, kişilerin hastalıkları üzerinde ebeveynleriyle yakınlık dereceleri kadar başka herhangi bir faktörün etkin olmadığı sonucuna varmışlardır. Hatta ebeveyn yakınlığı eksikliği, kişilerin ileriki dönemlerde geliştirdikleri hastalıklarda sigara içmek, içki içmek, ebeveynlerin boşanma durumu, ebeveynlerden birinin kaybı veya zararlı ya da zehirleyici maddelere maruz kalmaktan çok daha önemli bir katkı payına sahiptir.

‘Eğer ailem beni sevseydi, beni anlardı’ bakış açısını bırakmak önemlidir.  Bağımsız bir yetişkin olarak, onların anlayışına ihtiyaç duymadan da yaşayabilirsiniz.  Belki ebeveynlerinizle istediğiniz gibi bir ilişkiye sahip olamazsınız ama en azından sizi memnun edecek şekilde etkileşim kurabilirsiniz.  Duygularınızı ifade ederken önemli olan, ailenizi değiştirmeye çalışmak değil, kendinize dürüst olmaktır.  Her zaman sizinle olmasalar da sizi sevebilme ihtimalleri vardır. Ebeveynlerinizden göremeyeceğiniz duyguların yasını tutmayı bıraktığınızda,  onlarla, diğer insanlarla ve elbette kendinizle daha gerçekçi bir ilişki kuracaksınız. Bazen kurulabilecek en iyi ilişki uzaktan olandır. Hayatta kalmak için kendinizi bulmalısınız. O zaman nerede olduğunuzun bir önemi olmaz.

‘İnsanın evi, anlaşıldığı yerdir.’

Hazırlayan: Melike Yücel
Kaynaklar:

Donna Jackson Nakazawa, Kesintiye Uğrayan Çocukluk, Diyojen Yayınları

Dr. Linsay C.Gibson, Olgunlaşmamış Ebeveynlerin Açtığı Yaraları İyileşirmek, Sola Unitas

Dr. Linsay C.Gibson, Olgunlaşmamış Ebeveynlerin Yetişkin Çocukları, Sola Unitas


Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş

ÖNCEKİ HAFTALAR