607715d4e278e__3.jpg

Günümüzün Mitolojisi Olarak Psikoloji

14.04.2021

Ritüel ve sembollerle dolu psikoloji bilimi, bir zamanlar mitoloji tarafından beslenen derin bir insanî ihtiyacı karşılar.

Rami Gabriel

Psikoloji sadece bir zihin bilimi değildir. Psikoloji, mitsel kavrayışımıza dayanan anlama ilişkin derin sorularla iç içe geçmiş bir bilgi biçimidir. Yaşadığımız bu seküler çağda, birçok insan artık kim ve ne olduklarını anlamak için kutsal kitaplara yönelmiyor. Psikoloji, birçok kişinin anlam bulduğu yerdir. Doğrusu, psikoloji aracılığı ile kendimize anlattığımız hikayeler, mitolojinin geleneksel inanç uygulamalarının sağladığı işlevlerin birçoğunu aynen yerine getirir. Sosyal bilimler, doğa bilimleri ve beşeri bilimler arasında bir yerlerde olması nedeniyle zihin çalışmalarının ne tür bir bilginin izini sürmesi gerektiğinin belirlenmesi kolay değildir. Psikoloji, doğa bilimlerinin konumuna taliptir; hatta çok daha fazlasını açıklamaya çalışır; ama nihayetinde çok daha azını açıklayabiliyor.

Bugün, ‘mitoloji' terimi olağanüstü hikayeleri çağrıştırır. Ama bu tamamen doğru değildir. Aslında mitoloji, anlama ilişkin arzumuz karşısında bize bir teselli sunan ve bir takım pratikler veya ritüeller ile desteklenen bir inançlar dizisidir. Romen teorisyen Mircea Eliade'in 1957'de yazdığı gibi: ‘Mit, psişenin mevcut dünyasından asla bütünüyle kaybolmaz... sadece görünümü değişir.' Ve günümüzde mit bir yönüyle psikolojide ortaya çıkar.

Günümüzün Mitolojisi Olarak Psikoloji
Mitoloji, Batı kültüründe önemini korumaktadır. Örneğin, kahramanın, Herkül ve Aeneas'ın, çağdaş devrimciler, şehitler ve diktatörlerin rol modellerini ele alalım. Bu ideal kişiler, insan başarısının modellerini örneklemektedir. Benzer şekilde, genellikle mitoloji formu aracılığıyla iletilen kurtuluş, ilerleme ve etik kavramları, gerçeklik düşüncelerimizin belirleyicisidir. Yaşadığımız dünyayı anlamamızda, karakterler ve hikayeler aracılığıyla kolaylık sağlayan mitin işlevini yerine getiren çok sayıda kültürel öğe vardır.  Romanlar aracılığıyla girdiğimiz hayal dünyasında, tüketicilik arzusunun önemsizleştiğini deneyimleriz ve anlam inşaasının engin derinliklerinde yaşarız. Süper kahraman çizgi romanlarından, modern sanatın müphem yaygınlığına, cennet gibi bir tatil hayalinden, bilgisayar oyunlarına ve sosyal medyanın kişinin kendini bir efsaneye dönüştürmesine imkan tanımasına kadar, alelade ve bayağı olanın ötesinde daha üstün bir şeyler arıyoruz. Kutsal ayinlerin coşkulu deneyimini bile sanat, uyuşturucu, sinema, rock müzik ve gece boyu dans partileri ile değiştirdik. Son olarak, bireyler kutsal yolculuklardaki mitik değişimleri veya atalarının topraklarına dair kişisel arayışları içeren kendi anlatılarını oluşturmak için bireysel yollar geliştirdiler. Benzer şekilde, bazıları inanç ve anlamın deneyime dönüştürülebileceği içsel alanlar ararlar.

Çağdaş mitolojiyi keşfetmek için geçmiş medeniyetlere bakabilir ve geride bıraktıkları hikayelerin işlevini düşünebiliriz. Örneğin, büyük tufan hikayesi, ilk şehir toplumlarında insan ile ilahi olanın ilişkisindeki bir krizi ve insanın kademeli olarak kendine güvenme ve doğadan ayrılma deneyimine işaret ederek tekrarlanır. İnancın, Eksen Çağında (M. Ö. 800-200), ilk ticaret ekonomileri ortamında geliştiği sırada, kişisel vicdan, ahlak ve şefkate bir ilgi ile içe bakışa bir eğilim olduğunu gözlemliyoruz. Karen Armstrong'un 'Mitlerin Kısa Tarihi' (2005) kitabına göre, bu Eksen çağı içsel mitleri, insanların artık tanrılarla aynı doğayı paylaşmadıklarını ve yüce gerçekliğe erişmenin imkansız hale geldiğini hissettiklerini gösterir. Bu mitler; sosyal düzen, kozmoloji ve insan için iyi olana dair geçmiş anlayışların değişmesine bir cevaptı ve bu sosyal dönüşümleri makrokozmik hikayelerde tasvir etmenin yollarını tarif etmiştir. Tıpkı tufan mitinin ya da içsel mitlerin, insanların hızla değişen dünyalarını anlamlandırma çabalarının yansımaları olduğunu düşündüğümüz gibi, psikolojiye olan bağlılığımız, 19.ve 20. yüzyıllardaki yaşam şekli ve bilgi uygulamalarındaki değişimlerin bir sonucu olarak düşünülebilir.

Bir mitolojiyi nelerden oluşur? Mitoloji, dünyanın durumunu açıklayan organize bir inanç kanonudur. Aynı zamanda, dünyayı nasıl deneyimlediğimizi belirleyen, Hinduların Manu Yasaları veya İncil’deki yaratılış hikayesi gibi, bir köken hikaye sunar. Eliade'a göre, aslında tüm mitler, şeylerin nereden geldiğini hikaye etme aracılığıyla varlığın bir açıklamasını sağladı. Bu açıdan tüm mitolojiler köken hikayeler ise, psikolojinin önerdiği köken hikayeler nelerdir? Bu ilimde, insan doğasının iki ana unsuru açıklanmaktadır: birey olma hikayesi – yani, bir birey olmanın ve bir kimliğe sahip olmanın ne anlama geldiği – ve ikinci olarak, beyindeki fiziki oluşumumuzun hikayesi. Bireyciliği ve bir insanın politik bir özne olarak saygınlığını sağlayan hümanist bakış açısı, bir birey olmanın ne anlama geldiğine dair daha önceki görüşleri dile getirir. Nörobilim ise maddeselliğimizin yeni ontolojik temelini sunar.

Günümüzün Mitolojisi Olarak Psikoloji

Çağdaş psikoloji, seküler modernite bağlamında bir değer ve anlam duygusu sağlayan hikayelere inanma ihtiyacımızı karşılama girişimi olduğu için bir mitoloji biçimidir. Psikolojinin kullanıldığı yollar -deneyler, kendine yardım kaynakları veya kişilik testlerinde ya da beyin görüntülemelerinde- birey olma ve maddecilik mitlerini canlandırmak için ritüeller sağlama araçlarıdır.

İnancın doğasını daha yakından incelemek, mitolojiye neden ihtiyaç duyduğumuzu anlamak için oldukça önemlidir. İnanç, yönümüzü bulmamızı sağlayan yıldızımızdır. Bir şeye inanmak, duygular tarafından yönlendirilen ve alışkanlık ve tekrar etme ile pekiştirilen bir bağlılık eylemidir. Seküler çağımızda, bir birey, bilim ve batıl inancın sisli arazilerinden geçmek zorundadır. Hakim geleneklere ve yeterli açıklamalara sahip olmadığında, bir birey şüpheyi nasıl aşar ve nasıl bağlılık kurar?

Eylemlerimiz, düşünmeden ve içgüdüsel yapılanlardan, sürekli bir bilinçle inşa edilmiş üst-inançlara kadar bir dizi inanç tarafından yönetilir. İnanç, duygular etrafında inşa edilir; kaygı ve güvensizliğe yol açan şüphe deneyimini yatıştırır. Bu, en belirgin şekilde, inancın doğrulanması veya çürütülmesi için bir arayış başlatan şüphenin septik dengesinde, nihai bir sonuca ulaşmayı askıya alan kararlarda görülür. Meydan okuyan ve kesintiye uğrayan öznel kafa karışıklığı durumu duygu yüklüdür çünkü gerekçelendirmenin duygusal özü, inanca yönelik bir teminat arayışıdır. Düşünen bir kimsenin hakikate ve hatadan uzak durmaya karşı ödevinin bizzat kendisi bir tür duygusal çabadır. Bir açıklamada karar kılmak aracılığıyla bir çözüm talebinde bulunmak, şüpheyi tefekkür için kararlı ve yol gösterici bir faktör haline getirir. Amerikalı pragmatist John Dewey 1910'da, ‘sorun düşüncenin amacını belirler ve amaç, düşünme sürecini kontrol eder’ diye yazmıştır.

Bu durumda, kesinlik inancın amacı değildir. Amerikalı filozof William James'in İnanma İradesi'nde (1897), inancın, ‘canlı bir fikir’ ve ‘insiyaki bir beğeni’ gibi duygusal faktörlere tabi olmasına izin veren insanî bir zayıflık olduğunu ileri sürer. Karar nörobilimi, pazarlama ve davranışsal ekonomiden öğrendiğimiz üzere, karar verme eylemi sosyal baskıların yanı sıra korku, umut, önyargı ve taklit gibi duygusal faktörlere meyleder. Hem taklidi hem de tahkiki inanç duygusal etkilere maruz kalır.

İnanacak örüntüler bulmak için sürekli mücadele ettiğimiz, her zaman her yerde bulunan bir semboller sisteminin içinde yaşıyoruz.

İnanca pragmatik bir yaklaşım, psikoloji gibi beşeri bilimler için özellikle uygundur çünkü kendi doğamızın incelenmesi – Friedrich Nietzsche, Wilhelm Dilthey ve Michel Foucault'nun belirttiği gibi – tarafsız bir girişim değildir. Çağdaş toplum, bilhassa, gerçekleri, uzmanları ve bilgi yığını ile, James'in, entelektüel alanda seçenekler arasında karar vermek karmaşık olduğunda, karar verenin duygularımız olduğuna ilişkin iddiasını ön plana çıkarır. Şüphe tüm inançların temelidir ve hakikate erişme inancı, anlam tesellisinin tutkulu bir ifadesidir. Bir anlamı tatmin edici kılan şey, kişinin içinde olduğu sosyal sistemle uyumlu olmasıdır. Örneğin, Hindu toplumunda, samsara (varoluş döngüsü), karma ve kast arasında pekiştirici bir ilişki vardır, bu sayede kişinin toplumdaki konumu kişinin geçmiş yaşamları ile açıklanır. Fransız sosyolog Émile Durkheim'ın dinin sosyal kökenleri üzerine yaptığı önemli çalışma, bu noktayı açıkça ortaya koydu: inançlara anlam bahşeden bizzat toplumun kendisidir.

 

Ehlileştirilmiş sosyal dünyamızı oluşturan yapılar, temel bir kavrayışı ve pratik sezgileri sağlayan belirli inançların benimsenmesine bağlıdır. Mitoloji, dünyayı, bir insan topluluğunun mevcut gerçekliğinden alınan sembollerle açıklayan bir derlemedir. İnanacak örüntüler bulmak için sürekli olarak doğruluğunu sorguladığımız, her yerde bulunan semboller sisteminin içinde yaşıyoruz. Anlamlandırmak için kullandığımız ortak semboller sosyal tarihimizi oluşturur. Bu unsurlar bir arada olduğunda, ideolojik bağlılıklara yol açar. Bir bireyin inançları, toplumun bu ortak muhayyilesinden elde edilir ve öznel duygusal yapısı aracılığıyla aşılanır.

 

İnanmak, şüpheyi yatıştıran bir dizi sembole bağlılık göstermektir. İnanmak, dünyayı deneyimleme yollarından birine tutkuyla adanmaktır. Her bir inanç dizisi, onu paylaşan herkes için mutlak bir gerçektir. Ya da Durkheim'ın dediği gibi, hiçbir din yanlış değildir; hepsi kendi üslubunca doğrudur.

Seküler bir çağda, zihnin doğasına ilişkin inançlarımız, inanca yönelik duygusal dürtümüzden daha yüksek bir otorite tarafından teyit edilemez. Tanrılar tarafından sahiplenilmenin ve doğaüstünün gerekliliğinin geçmişteki deneyimi, yaratıcı ilhamın sezgisel, duygusal tınısını andırıyor ve kesinlikle biz modernlerin metafizik inançları nasıl benimsediğimizi izah ediyor. İhtida deneyimleri ve doruk anları benzer duygusal unsurlara dayanır. Günümüzde, bilim ve teknolojiye duyulan hayranlık, modern psikolojiye yönelik, geçmişte insanların mitolojilerine bağlı kalma şeklini andıran, tutkulu bir inancı doğurur.

Anlamlandırmaya yönelik duygusal motivasyon, şüphe kaygısından uzak tutar çünkü inanç, inanan kişiye fayda sağlamayı amaçlar. Bu, hayal gücünün geleceği kavramak için hayati bir rol oynadığı bir ifade ve bireysel bir icat edimidir. İyi temellendirilmiş kurmacalara veya olumlu yanılsamalara inanmak yaygındır. Aslında bazı gerçekler; masallar, komplo teorileri ve aldatmacalar gibi hayal etme veya inanma eylemi yoluyla üretilir. Zihinle ilgili inançlar ister laboratuarda ister popüler psikolojide üretilmiş olsun, bu tür iyi niyetli kurmacalara dayanır. Bilim, bir anlam kaynağı haline nasıl geldi? 

Aydınlanma, bireyleri dogmadan kurtaran, düşünce özgürlüğüne doğru bir değişimdi. Aydınlanma, dini inanç alanını fikirler, politik mensubiyet ve tüketicilik alanına bırakan bir dünyayı doğurdu. İnanç, kişinin özerkliğini kurmada belirleyici bir rol üstlendi. Amerikalı filozof Robert Pippin'in 1991'de yazdığı gibi, modern olmak, ‘bağımsızlık talep etmek ... tarihsel gelenekten özgürleşmek ve kişinin kendi inançlarını yönetme gücü’ demektir. Bu yolla, modernite, dini inancın enerjisinin yerini alır ve profesyonel sporlar, Marksizm-Leninizm, sosyal adalet ve şöhrete tapınma gibi alternatifler üretir.

Daha önce, reform hareketi, Hıristiyan inancı ile bilmenin seküler yolları arasındaki bölünmeyi gevşetti, böylece modern inanç her şeyin üzerinde bir özerklik biçimi haline geldi. Böylece iman karşısında hümanist bir alternatif mümkün oldu. Gerçekten de, aydınlanma hümanizmi, insan gelişiminin ötesindeki hiçbir amacı kabul etmez. Aydınlanma, doğada içkin bir düzenin bu modern icadında önemli bir rol oynamıştır ve bu sayede dünya, tanrıların varlığına başvurmadan kendi tercihlerine göre anlaşılabilmiştir. Sekülerizm, Tanrı'nın ve dini inancın kamusal alandan çıkarılması ve dini inanç ve uygulamaların genel olarak ortadan kaldırılması demektir.

Ama yine de modernite, inancın yaygınlaşması ile nitelendirilir. Şimdilerde, liberal kapitalist bir demokraside inanmak, kendi kendini şekillendirerek, yani inanç seçenekleri arasından bilinçli olarak karar vererek kendi özerklik hissinize bağlılık duymaktır. İnanç bir seçenektir, gerçeklik üzerine bir dizi teori veya yorumlama arasından yapılan bir seçimdir. Michel de Montaigne'in radikal şüpheciliğinden René Descartes'ın yöntemsel şüphesine, ve Søren Kierkegaard'ın De omnibus dubitandum est (1843)'ine –şüpheyi uç seviyelere taşıyan bir felsefe öğrencisinin taslağı– kadar, modernitede bilginin özerk temeli için inancın ne kadar önemli olduğunu görüyoruz.

Günümüzün Mitolojisi Olarak Psikoloji

100 yılı aşkın bir süredir yapılan araştırmalarda, psikoloji, doğa bilimleri kadar çok şey ortaya koymamıştır.

Max Weber, evrenin büyüsünü yitirmesi ve bunu takip eden kaygı çağının, bu değişimlerin ayrılmaz bir parçası olduğunu savundu. Seküler anlayışın bu ayrılmaz parçası, aşkın varlıklara, ahlaki güçlere ve ritüellerin gücüne olan inancın asla sorgulanmadığı büyülü bir dünyanın yerini almıştır. Günümüzde, filozof Charles Taylor'un Seküler Bir Çağ (2007)'da yazdığı gibi, ‘düşüncelerin, duyguların, manevi coşkunun tek mekanı zihin dediğimiz şeydir ... ve zihinler sınırlıdır, bu nedenle bu düşünceler, duygular, vb. zihnin “içinde” yer alır.' Günümüzde psikoloji dünyası, şimdiye kadar ruhlar, şeytanlar ve tanrılar için ayrılmış alanları kapsıyor. Dünyanın büyüsünü kaybetmesiyle zihnin epistemolojik statüsü artmıştır. Bu, artık aşkınlığa inanmadığımız anlamına gelmez; bu, çoğumuzun büyülü süreçlerin (ve dolayısıyla anlamın ta kendisinin) etkisinin ve nedensel gücünün sadece zihinde gerçekleştiğini hayal edebilmemiz demektir.

Fakat psikoloji, yanlışlanabilirliği bakımından, mitolojiden farklı değil midir? Şüphesiz, 1879'dan beri psikologlar, içe bakışçılıktan, davranışçılığa, bilişsel modellemeye, bağlantıcılığa ve daha fazlasına kadar zihni ampirik olarak araştırmak için birçok yöntem geliştirdiler. Örneğin, ben bir bilişsel psikolog olarak, zihnin nasıl çalıştığına dair teorilerin ve davranışa yönelik araştırmaları yürütmek için istatistiksel araçların kullanımı konusunda eğitildim. Bununla birlikte, alanımız şu anda replikasyon, ekolojik geçerlilik, denek popülasyonlarının kültürel sınırlılıkları ve bazı etik problemler ile ilgili meseleler nedeniyle bir kriz yaşıyor. Dürüst olmak gerekirse, 100 yılı aşkın bir süredir, doğa bilimleri kadar çok şey ortaya koyamadık; şimdiye kadar, psikoloji genel doğa kanunlarının izini sürmede pek etkili değil. Sigmund Freud'un teorileri büyük oranda yanlışlanabilir değildi ve zihnin beyin olduğu iddiası henüz geçer akçe olmamıştı. Deneysel psikolojiyi, tutarsız şekilde yararlı zihin metaforları geliştirmek için bir dizi pragmatik yöntem olarak düşünmek ve nöroanatomi ve işlevleri arasında bir dizi güvenilir ilişkiselliği yavaş yavaş elde ettiğimizi ummak en iyisi olabilir.

Psikolojiyi bir mitoloji olarak düşünmek, psikolojinin, gerçeklikle ilgili neyi anlamak istediğimizin ve bu bilginin en nihayetinde aldığı pragmatik formların açık bir tasviri olduğunu fark etmemizi mümkün kılar. İnanca olan bağlılığımıza uygun açıklamalara sahip olmak için duyduğumuz duygusal ihtiyaç, tahmin edebileceğimizden çok daha fazladır.

Psikoloji, terapötik uygulamalarında kişisel aydınlanma söylemini üstlendi ve böylece bir kurtuluş aracı olarak hizmet sunma girişiminde bulunmaktadır. Bu, kendi kendine yardım literatüründe göze çarpar. Psikoloji alanı, endüstriyel bir alanda insanın konumunu şekillendiren yaygın metaforlara dayanarak popülerlik kazanmıştır. Psikoloji, özellikle de, toplumun amaç, entegrasyon ve üretkenlik yoluyla verimlilik elde etme baskısını öne çıkardı. Birey olmanın temel özellikleri olarak kimlik ve özerklik; piyasa değeri kavramını tüm ilişkileri kapsayacak şekilde genişleterek ve tekno-fetişizmle pürüzsüz bir şekilde birbirine karıştırarak kapitalizmi sürdürmek için bir araya geldi. Mitoloji geleneksel olarak büyülü bir dünyanın ifadesiydi ve şimdilerde psikoloji, büyüsü yitirilmiş bir boşluğu, içselliğin zengin bir nitelemesi ile doldurma girişimidir.

Psikolojinin mitolojisi, inancın duygusal ve bilişsel ihtiyaçlarını karşılar. Tahkiki inanç için, nedensel-öngörücü ilkeler ve köken hikayeler aracılığıyla bir açıklama ve kurtuluşa giden bir yol sunar. Taklidi bir inançta, mitler bir dizi ritüelde harekete geçirilir ve sürdürülür. Örneğin, bir kimse, kişiliğin nörotransmitterlerin (sinir ileticileri) kimyasal dengesinden (veya dengesizliğinden) kaynaklandığına inanabilir ve bu inancını ilaç alma ritüeli ile harekete geçirebilir. Mitoloji ve ritüeller bir arada, inanç eyleminde, bağlılıklar kurarak bir anlam yaratmak için zemin sunar. Bunu inancı, ahlakı güçlendirecek ve ortak sosyal faaliyetleri onaylayacak şekilde ifade ederek, geliştirerek ve kodlayarak yapar. Mitler, inancı alınyazısı ve kader kavramlarımıza canlılık katarak tatbik eder; bu da, yaşamın tehlikeleriyle başa çıkmak için birtakım semboller ve ifade etme yolları sağlar. Anlam arayan canlılar, bilinmeyenle başa çıkmak ve nereden gelip nereye gittiğimiz konusunda rehberlik etmesi için hikayelere ihtiyaç duyarlar. Mitoloji, yorumlama ve hayal etme eylemlerinde yaratıcılığı tetikleyen, güçlü bir inancın daimi bir yan ürünüdür. Bu nedenle mitler, pratik, mantıksal, bilimsel düşünce alanının ötesindeki yaşamın trajik gerçekleri için bulunan ilk çözümdür.

Günümüzün Mitolojisi Olarak Psikoloji

Ateş, Brahmanlar için nasıl kutsalsa, bilimsel yaklaşım da seküler modernite için kutsaldır.

Psikolojiyi de içine alan mitolojik şemalar; ölüm, cinsellik, toplum, kurallar ve çalışmanın kökenleri hakkında hikayeler sunar. Her şeyin neden bu şekilde olduğu hakkında bir motivasyon sağlarlar. Ortak dünyamız, törenler ve ritüellerin uygulanması ile korunur. Fransız filozof Georges Bataille'ın yazdığı gibi, ayinler kutsalın nasıl işleyeceğine dair usulü temsil eder, böylece onu küfürden korur. Mitlerde ve onları sürdüren ritüellerde, aşkın kaynaklarla kaybedilmiş bir yakınlık duygusu ararız. Bu nedenle, psikoloji, açıklayıcı ilkeler sunarak, insanların bireysellik ve maddecilik uygulamalarını sürdürmelerini sağlamalarının bir yolu olmuştur, böylece dünyaya daha fazla güven ve artmış bir enerji ile bakabiliriz.

Bir sembolün veya hikayenin kutsal doğası gücünü, Durkheim'ın öne sürdüğü gibi, medeniyetin mutlak koşulu olan toplumun gücünden alır. Ateş, Brahmanlar için nasıl kutsalsa, bilimsel yaklaşım ve liberal birey kavramı da seküler modernite için kutsaldır. Gerçekliğin bu düzenlenişi tam anlamıyla teşvik edicidir. Grubun amacını tanımlar çünkü itici güç toplumun kendisidir ki bu, bireylerin kendilerini ve varoluşlarını toplum içerisinde şekillendirilen medeniyet koşullarına göre idrak ettikleri düşünceler sistemidir. James, hakim inançları benimsediğimizde, toplumun arzularımızı tutkulu bir şekilde desteklediğini savunmuştur. Doğrusu, antropolog William Mazzarella'nın "Mana of Mass Society"(2017)'de işaret ettiği gibi, toplum hem yabancı hem de yakındır. İlk antropologlar, ahlaki, sembolik ve kültürel düzeni güvence altına alan bu gücü belirtmek için Polinezya maneviyatından türetilen bir terim olan 'mana'yı kullandılar. Bireysellik ve metafizik materyalizme ilişkin köken hikayemiz biçimindeki Mana, seküler modernlerin şüphe kaygısını yönetir.

Bir mitoloji olarak psikoloji, insanlığın materyalist ve tarihsel köken hikayesini, nörobilim ve deneysel psikolojiye dayandırır. Aydınlanma hümanizminin kozmolojisi, klinik psikolojide ve daha ezoterik olarak popüler psikolojide geliştirilen bireysellik ritüellerinde sahnelenir.

Mantık ve bilimin, çevre üzerinde kontrol elde etmede daha etkili olduğu kanıtlanırken, etiği dikte eden yönü ile mitler hafife alınmıştır. Modern insan, Eliade'in iddia ettiği gibi, ölüm inisiyasyonunun tam ortasında endişeli bir belirsizlik içindedir. Kimliğin ve maddeciliğin önemine bütünüyle inanmak için insan yaşamın ritüellerini anlamsız kılacak bir hiçlik boşluğuyla yüzleşmelidir. Gerçek şu ki, insan doğası hakkında tartışılmaz bir doğru yoktur. Mitoloji olarak psikoloji hem çok fazla hem de çok az şey sunar.

Çeviri: İclal Eskioğlu Aydın

Uzm. Klinik Psikolog, @uzm.psk.iclaleskiogluaydin

Kaynak: https://aeon.co/essays/how-psychology-fills-the-gap-from-the-disenchantment-of-the-world

Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş

ÖNCEKİ HAFTALAR