632afa3d4513b__4.jpeg

Kaygıyı Yanlış Anlamak ve Faydalarından Mahrum Kalmak

21.09.2022

Dacher Keltner, Kira M. Newman

Tracy Dennis-Tiwary, endişeye doğru yaklaşmanın bize nasıl motivasyon sağlayabileceğini ve kendimiz hakkında bize nasıl fikir verebileceğini açıklıyor.

Siz veya sevdiğiniz biri endişeli hissettiğinde tepkiniz ne oluyor?

Profesör Tracy Dennis-Tiwary'ye göre çoğumuzun hata yaptığı kritik yer endişeye yanıt verme biçimimizde saklı. Gerginlikten ya da çocuklarımızın huzursuz olmasından rahatsız olduğumuz için acele edip bu hisleri yok etmek için elimizden gelen her şeyi yaparız. Gelecek hakkında güvence verebilir, akıllı telefonumuza uzanabilir veya kendimize endişelenecek bir şey olmadığını söyleyebiliriz.

Bunlardan birini yaptığımızda, kaygının içerdiği bilgi ve motivasyonu kaçırıyoruz, diye açıklıyor Dennis-Tiwary. Kaygı bize geleceği önemsediğimizi ve bunun belirli bir şekilde olmasını istediğimizi söylüyor. Endişe bizi ödüllerin peşinden gitmeye ve istediğimiz geleceği meydana getirmek için harekete geçmeye motive eden dopamin salgılar. Örneğin, bir test için daha çok çalışabilir, hastaysanız doktor randevusu alabilir veya ilişkimize daha fazla zaman ayırmayı düşünebiliriz.

Dennis-Tiwary, Future Tense: Why Anxiety Is For You adlı yeni kitabında “Kaygı arızalı bir duygu değildir, sadece kaygıya biz sorunlu bir şekilde yaklaşıyoruz” diye yazıyor.

Greater Good Science Center'ın kurucu direktörü ve Mutluluk Bilimi podcast'inin moderatörü Dacher Keltner, Dennis-Tiwary ile kaygı bilimi hakkında konuştu. Programda kaygıyı neden yanlış anladığımızı, bize nasıl yararları olabileceğini ve kaygıyla nasıl etkili bir şekilde çalışabileceğimiz konuşuldu. 

Dacher Keltner: Kitabınız kaygı hakkında yanlış düşündüğümüzü söylüyor. Biraz daha açar mısınız bu konuyu?

Tracy Dennis-Tiwary: Kitapta söylemeye çalıştığım şey, kaygı hakkındaki varsayımlarımıza, kaygıyla ilgili kaygılarımıza bir daha bakmamız ve bir anlığına kaygı hakkında farklı bir hikâye duymaya açık olmaya davet etmek. 

Kötü hissettirdiği için kimse kaygıyı sevmez. Kötü hissettiren herhangi bir şeyin muhtemelen bizim için iyi olmadığını varsayabiliriz. Biz psikologlar da bu hikâyenin bir parçası olduk. Eğer kötü hissettiriyorsa, o zaman ona bir hastalık gibi davranalım. Peki, böyle davrandığımızda ne olur?

Bu hastalık hikayesi bize şunu söylüyor; bunu önlemeniz, ortadan kaldırmanız ve ondan kaçınmanız gerek. Bu kötü duygular bir uyarı işaretidir. Belki de bir bozukluk ya da mutluluğun, zihinsel sağlığın yokluğunun işareti ve onu hemen düzeltmemiz gerekiyor.

Bu hikâyenin sorunu; bizi kaygı konusunda daha fazla endişelendirmesi ve kaygı söz konusu olduğunda kaygıdan kaçınmak ve onu bastırmak gibi yararsız şeylerden daha fazlasını ve daha az yararlı şeyleri yapmaya yöneltiyor olmasıdır.

Duyguları ne kadar bastırırsak, o kadar çok geri çekilir ve her zamankinden daha güçlü olarak geri gelirler. Duygular, açıp kapattığınız bir ışık düğmesi değildir; bir spektrum var ve duygular söz konusu olduğunda kullanabileceğimiz becerilerimiz var. Kaygıyı bir hastalık olarak düşündüğümüzde bu deneyim ve onu yönlendirme becerilerini öğrenme fırsatını kaçırmış oluruz. 

Dacher Keltner: Neden kaygının faydaları hakkında konuşmuyoruz?

Tracy Dennis-Tiwary: Akıl sağlığı uzmanları olarak, kaygının tıbbileştirilmesinin iyi sonuç verdiğine kendimizi ikna ettik. Varsayımlarımızı tıbbi modele bağlamanın iyi niyet taşıdığını düşünmüyorum. Akıl sağlığını tedavi etme çabasını doğrulamanın bir yolu olarak tıp bilimini kullandık.

Endişe deneyimi ile kaygı bozuklukları arasındaki farkı söyleyemez hale geldiğimiz için endişenin bir hastalık haline getirilmiş olması yanlıştır. Bu nedenle zihinsel sağlığın duygusal ıstırabın veya rahatsızlığın yokluğu anlamına gelmediğini, aslında zihinsel sağlığın duygusal ıstıraptan kaçmak yerine onu kullanmak olduğu kabulünü yitirdik.

Dacher Keltner: “Anksiyete” kelimesini klinik sorunlar ve iklim kaygısı açısından çok kullanır olduk, ne dersiniz?

Tracy Dennis-Tiwary: Kaygı, geleceğin belirsizliğiyle ilgili yoğun bir endişedir. Bu yüzden kitaba Future Tense adını verdim. Bu tanımsal ayrımı temel aldım çünkü kaygı, korku gibi hissettiriyor ve biz de aynı şekilde çalıştığını varsayıyoruz.

Ama korkunun gelecekle bir ilgisi yoktur. Korku, boğazımıza bıçak dayanmış gibi, karşı karşıya olduğumuz belirli bir tehlike anında bizi köklendiren bir duygudur ve şimdiki zamanda durumla başa çıkabilmek için bizi hazırlar.

Anksiyete ise şimdiki zamanla ile ilgili olmadığı için bizi gelecekte yolculuk yapan gezginlere dönüştürür. İnsan evriminin en büyük başarılarından biri olan geleceği simüle etme yeteneği yani henüz gerçekleşmemiş iyi ya da kötü bir şeyin olabileceğini akılda tutabilmeyi sağlar. Aynı tahlil sonuçlarını beklemek gibi: Kanser olabilirsin ya da kanser olmayabilirsin.

Bilgi açısından, kaygı bize belirsizliğin olduğunu söyler. Bu belirsizlikte gezinmek, felaketi önlemek ve olumlu olasılıkları gerçeğe dönüştürmek için bizi hazırlar. Aslında kaygı bizi harekete geçiren şeydir.  Bu yüzden hem koruyucu hem de üretkendir.

Dacher Keltner: Kaygıyı evrimsel çerçeveye nasıl yerleştiriyorsunuz?

Tracy Dennis-Tiwary: Charles Darwin'in evrim teorisi hakkındaki üçüncü kitabı İnsan ve Hayvanlarda Duyguların İfadesi idi. Buradaki temel fikir, kötü hissetmenin amacı dikkatinizi oraya çekmektir. Kaygı sayesinde tehlikeyi görmezden gelmeyiz.

Sevdiğim bir benzetme ise duman alarmı. Duman alarmı devreye girdiğinde kulağınızı tıkayabilir veya evin farklı bir odasına gidebilirsiniz ya da alarmı panik çağrısı olarak görmez ve sorunun kaynağını bulmak için harekete geçersiniz. 

Endişenin amacı, belirsiz bir geleceğiniz olduğunu ve geleceği önemsediğinizi çünkü onu görmezden gelemeyeceğinizi ve araştırmanız gerektiğini söylemektir. 

Kaygıyı, dikkat etmeniz gereken bir bilgi olarak düşündüğünüzde, o gelecekten hala umutlu olduğunuz anlamına gelir. Olasılıklar var ve duygularımız ihtiyaç duyduğumuz enerjiyi sağlar ve o enerjinin kullanılması gereken bir yere ihtiyacı vardır.

Kaygı, harekete geçiren bir duygudur. Sadece savaş ya da kaç sistemini tetiklemekle kalmaz, aynı zamanda sosyal bağlanma hormonu olan oksitosini de arttırır. Özellikle orta düzeyde kaygı oksitosin düzeyini artırır ve sosyal bağ ya da destek aramaya yöneliriz. Bu nedenle kaygı içinde kendi çözümlerini içeren parçalı bir güzellik taşır.

Dacher Keltner: Kaygıyı yararlı ve olumlu olarak görmenin vücudumuzdaki fiziksel tepkiyi nasıl değiştirdiğine dair sağlam araştırmalar var. Bu konuda ne söylersiniz?

Tracy Dennis-Tiwary: Kaygı ve stres üzerine çalışmayı seviyorum ve duygusal yaşamlarımız hakkında anlattığımız hikayelerin gücünü yeniden doğruluyor bu çalışmalar. 

Duyguları farklı değerlendirme önerisi bunun çok kolay olduğunu söylediğim anlamına gelmesin. “Farklı düşün ve mızmızlanmayı bırak” demiyorum. 

Nassim Nicholas Taleb, anti-kırılganlık terimini on yıl önce kitabında kullanmıştı, bence kaygıyı anlamak konusunda çok yararlı bir kavram. Kırılgan bir şey porselen çay fincanı gibidir. Onu düşürürsün ve milyarlarca parçaya ayrılır ve onları bir daha aynı şekilde bir araya getiremezsin. Anti-kırılganlık kavramı; düzensizlikten, zorlanmadan elde edilebilecek kazançlar olduğunu söyler.

Bağışıklık sistemi buna iyi bir örnektir çünkü bağışıklık sistemine mikroplar, bakteriler ve virüslerle meydan okumazsanız bağışıklık tepkisi oluşmaz. Ya da kaslarınızı çalıştırmazsanız kaslarınız körelir.

Duygularımız da aynı şekilde. Zor duygularla başa çıkmayı öğrenmenin bazen düşmek ve sonra kendini tekrar toparlamak gibi daha güçlü olmamıza yardımcı olacak becerileri geliştirmemize izin verdiğini gösteren birçok kanıt var.

/website/assets/images/my1/images/632afc0586093__3.jpeg

Dacher Keltner: COVID-19 ve 6 Ocak Başkent saldırısı, beyaz üstünlüğü ve iklim değişikliği gibi konularla ilgili endişeler yaşadık. Gelecek hakkında endişeli hissediyorsak neler yapabiliriz?

Tracy Dennis-Tiwary: Birinci ilke, kaygı bir bilgidir. Onu dinlemeliyiz. İkinci ilke, bazen kaygının yararlı bir bilgi olmadığıdır. Öyle zamanlarda onu serbest bırakın ve kendinizi tekrar şimdiki zamana getirin. Üçüncü ilke, serbest bıraktıktan sonra kaygıya geri dönerseniz ve önemsediğiniz şeyler hakkında faydalı bilgiler taşıdığına karar verirseniz kaygınızı bir amaç ile ilişkilendirin. 

Örneğin oğlumun matematik sınavı için endişelendiğini gördüğümde kaygısının matematiğe ne kadar önem verdiğini, ne kadar çok çalıştığını ve başarılı olma dürtüsünü ortaya çıkardığını görmesine yardımcı oldum. Bu konuda hala endişeli olması, biraz daha çalışmaya ihtiyacı olduğunu ortaya çıkardı. Biraz daha çalıştı, kendine daha çok güvendi ve ertesi gün sınavında oldukça başarılı oldu.

Dacher Keltner: Kaygıya yönelik diğer yaklaşımlar hakkında neler söylersiniz? Mesela, yoğun kaygı ya da panik atak için?

Tracy Dennis-Tiwary: Endişe ve kaygı bozukluğu arasındaki farkı çizmek önemli. Her gün sık ve oldukça güçlü bir kaygı yaşayabilir ve yine de kaygı bozukluğu teşhisi almayabiliriz. Zira bozukluk teşhisi konabilmesi için kaygının işlevsel bozukluğa neden olması gerekir. Yani bu yoğun duygularla başa çıkma şeklimiz hayatımızı tam ve iyi yaşama yeteneğimizi bozduğu zaman kaygı bozukluğu bir tanı olarak karşımıza çıkar. 

Örneğin, çok fazla sosyal kaygım olabilir, ancak yine de podcast kaydına katılırım ve meslektaşımın beni yargılaması konusunda endişeli hissetsem de hala işime giderim. Onunla yaşamanın yollarını bulurum. Ama sosyal kaygı yüzünden işten kaçmaya başlar ya da podcast kaydına katılmaz ya da bir çocuk okula gidemez, kendi yatağında uyuyamazsa o zaman terapide bu endişe ve kaçınma döngüsü çalışılarak tedavi edilir.

Dacher Keltner: Bu kitabı yazmanıza neden olan nedir? Kaygı üzerine bu kadar radikal bir bakış açısına ilham veren şey neydi?

Tracy Dennis-Tiwary: Sanırım derin bir başarısızlık duygusu bana ilham verdi. Uzun zamandır psikoloğum ve tezimi 11 Eylül 2001'de savundum.

Ben eğitimli bir klinik psikoloğum ama aynı zamanda bir duygu bilimcisiyim. Düşündüm ki, “Tamam, işimi yapacağım ve bu zihinsel sağlık krizini gerçekten yenmeliyim.

Yaklaşık beş veya altı yıl önce, “Tamam, şimdi kontrol edelim ve zihinsel sağlığın nasıl olduğunu görelim” dedim. Etrafıma baktım ve elimizdeki harika bilime, harika araçlara ve bilime dayalı sağlık uygulamalarına rağmen daha iyisini yapamadığımızı gördüm. Kendime nedenini sordum. Sorunun nasıl bir parçası olduğumu ve sözde bu harika çözümlerin neden işe yaramadığını anlamaya çalıştım.

Dacher Keltner: Okurlara tek bir mesaj verecek olsanız bu ne olurdu?

Tracy Dennis-Tiwary: Endişe müttefikimiz olabilir. Ancak her müttefik gibi onunla da müzakere etmemiz gerekiyor. Ve bu, insan olmanın bir parçası. Kaygı, bizi engellese bile, insan olmanın en büyük özelliklerinden biri ve sahip olduğumuz en büyük içsel güç kaynaklarından birine dönüşme potansiyeline sahip.

Çeviren: Uzman Klinik Psikolog Rabia Yavuz

Web: http://www.rabiayavuz.com
Eposta: rabia.yavuz@gmail.com
Instagram: https://www.instagram.com/klinikpsikolograbiayavuz/
Kaynak:https://greatergood.berkeley.edu/article/item/how_we_misunderstand_anxiety_and_miss_out_on_its_benefits

Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş

ÖNCEKİ HAFTALAR