Kemal-Sayar-Urun-Resim_78775-600X450.jpg

Terörün Psikolojisi

Politik etkiler sağlamak için şiddetin tehdit ve uygulama olarak kullanılmasına terör diyoruz. Böyle bir tanımlamanın genel havasına rağmen bu kelimeyi bu tanımın ötesinde kullanmak birçok problemi beraberinde getiriyor. Belki psikolojik bakış açısından, terörizmi diğer suçlardan  teröristlerin davranışının politik boyutu olması nedeniyle ayırabiliriz. Birçok terörist hareket, göreceli olarak küçük, düzen karşıtı, politik veya dini ideolojiler üzerine kurulu (yarı)gizli topluluklardır:  Devrim yapmak veya en azından hedef rejimin etkili biçimde düzenini bozmak gibi amaçları olan, dış veya iç kaynaklı, şiddet ve tehdit ile nüfuz sağlamaya çalışan yapılardır bunlar.

Terörizmi tarif etmek için teröristler ne yapar sorusunu sormak gerekir. “Politik değişikliği gerçekleştirmek için şiddet ve tehdide başvururlar” cümlesi terörizmi nasıl açıklamamız gerektiği konusunda bize rehberlik eder. Ama bu çok geniş tanım ile terörist olarak adlandırmak istemediğimiz grupların (devlet orduları gibi)  davranışları da ‘zan altında’ kalacaktır. Dünya genelinde olan terörist şiddet olaylarının sıklığı istatiksel olarak karşılaştırıldığında çelişkili ve karışık bir sonuç elde ederiz. Terörizmle ilgili verilere göre örneğin; teröristlerin hedeflerini vurmak için  yurt dışına çıktıkları olaylarda kurbanlarını veya hedeflerini yabancı ülkeyle irtibatı olanlardan seçerler (örn. diplomatlar, yabancı iş adamları, yabancı kuruluşların büroları) veya uluslararası olaylar yaratmak için havayoluna ait yolcu, personel ve araç-gereçlerine saldırı düzenlerler.Bazen şiddet teröristlerce kendi milletlerine karşı kendi ülkelerine de taşınabilir, İrlandalı teröristler Belfast’ta sayılamayacak kadar İrlandalı’yı  katletmişler, İtalyan teröristler İtalya’da İtalyan devlet görevlilerini öldürmüşlerdir.

Teröristler Ne Yapar?

Terörizmin anlamı yıllardır aynı kalmıştır, bugün teknolojik gelişmeler ile terörist şiddetin ortaya çıkması arasında farklı bağlantılar kurulabileceğini  anlıyoruz. İlginç bir biçimde, terörist tehdide karşı savunma programları milyon dolarlar tutarken, terörist şiddetin yapılma maliyeti çok ucuza gelmektedir. 1995 Oklahoma saldırısı ve  2003 İstanbul saldırılarında kullanılan bombalar gübreden yapılmıştı.Terörist eylemlerde değişik derecelerde birbiriyle ilişkili üç aktör vardır. Bunlar teröristler, teröristlerin ilk andaki sembolik hedefleri ve esas ana hedefleridir. Politik olarak ortaya çıkmış olan bir çok terörist harekete göre saldırılarda zarar gören sivil insanlar teröristlerin bakış açılarına göre onların karşıtları değillerdir (güçlü politik-dinsel inançlara sahip olan teröristler halkı farklı olarak görürler); fakat saldırıya uğrayanlar teröristlerle onların düşmanlarının çatışması arasında bir kurban haline gelirler, fakat onlara ne olduğundan ziyade politik değişiklikteki rolleri önemlidir.

Psikolojik Savaş Olarak Terörizm?

Terörizmi psikolojik savaştan ayıran şey nedir? Kelime anlamıyla  terör tedhiş etmek demektir. Bu da teröristlerin politik isteklerini yerine getirmek için diğer insanları dehşete düşürmek gibi bir amaçlarının olduğunu bize söyler. Psikolojik anlamda, şiddet kullanımıyla panik ve dehşetin yayılması politik değişiklikler için uygun zemin hazırlar. Ne zaman aşırıya kaçan ya da olağanın dışına taşan bir davranışı anlamlandırmaya çalışsak, karşımıza çıkan zorluk şu olmaktadır: Gördüğümüz şey  nitelik ve önemini sonradan anlayabildiğimiz birbiriyle bağlantılı bir çok etkinlik ve olayın sadece sonucunu yansıtmaktadır. Terörist saldırılarının sebep oldukları yıkımın miktarı ve bu saldırılara maruz kalan insanların ıstırabının derecesi gibi sahneler, televizyon ortamında,  zihinlerimizde uzun süreli etki yaratabilmek amacıyla dramatize edilmektedir. Bu saldırıların sorumlularını anlamaya çalıştığımızda algılarımız genelde bu drama  demirlenip kalmaktadır. Bu noktada temel atıf hatası olarak nitelenen bir durumla karşı karşıya geliyoruz. Bu durum, bizim diğer insanların davranışlarını anlamlandırmaya çalıştığımızda bu davranışların onların kişilik ve mizaç gibi bazı kişisel özelliklerinden kaynaklandığını düşündüğümüzü fakat aynı şartlarda kendi davranışlarımıza bir anlam vermeye çalıştığımızdaysa bu davranışların sebeplerini durumsal bazı etkenlere bağladığımızı göstermektedir.

Bu basit peşin hükümlülük bizim teröristleri anlamamızı farklı bir çok yoldan etkileyebilir. Mesela terörist saldırıların sadece sonuçlarına odaklanacak olursak terörist davranışlarını ustaca ve tamamen anormalliğin içinde beyan etme riskine gireriz. Psikolojik olarak anormal davranış psikolojik bir rahatsızlığın veya derdin varolması ya da en azından şikâyeti olan kişinin sağlığını etkileyen zayıflatıcı bir durumun bulunmasını gerektirmektedir. Teröristlerin davranışlarını anormal olarak adlandırmak bizim açımızdan duruma hem makul bir açıklama getirmeyi hem de bu davranışların sebebini kolayca anlayabilmemizi sağlayarak daha rahat hissetmemizi sağlamaktadır.1970’lerde popüler olan görüş teröristlerin psikopat olduklarıydı. Fakat 1980 ve 1990’larda bu görüşün yerini narsisizm ve   paranoya gibi bazı kişilik özelliklerinin terörist özellikleriyle örtüştüğü düşünülmeye başlandı.

Terörizm ve Psikopati


Psikopat kişinin en önemli özelliği sosyal ve toplumsal kurallara uyum sağlamada gösterdiği isteksizliktir. Bütün psikopat kişiler şiddet davranışında bulunmazlar, ama şiddet, saldırgan eğilimli psikopat davranışın dışarı çıkması için bir kapıdır. Psikopati kolaylıkla  terörist davranışın muhtemel bir özelliği olarak görülebilir. Sonuçta, teröristler kendi istekleriyle yıkıma, ıstıraba ve ölüme sebep veren davranışlarda bulunmakta ve istekleri karşılanana kadar da bu davranışların süreceği mesajını vererek bu davranışlarının sorumluluğunu üstlenmektedirler.

Psikopatlarda genelde görülen ben merkezcilik,  terörist liderlerin üye seçerken aradıkları bazı özelliklere zıt düşmektedir: Bunlar arasında yüksek motivasyon, disiplin ve herhangi bir yakalanma ya da hapis durumunda stresle karşı karşıya gelindiğinde güvenilir kalabilme yeteneği sayılabilir.Teröristlerin kurban seçimleri de psikopat katillerin kurban seçimlerine ters düşmektedir. Terör kurbanları genelde rastlantısal  ve sembolik bir temelden seçilirler. Ama psikopatlar kurbanlarını teröristlerin yaptığı gibi daha geniş bir ideolojik amaca yönelik çevreden seçmek yerine kişisel fantezilerine dayanan ve hizmet eden kişilerden seçmektedirler.

Teröristlerin bir bölüğü, psikopatların aksine, yaptıkları eylemlerden ötürü pişmanlık duyabilirler. Grup dinamikleri içinde gruba itaat ederek daha saldırgan hale gelmek tipik bir terörist tavrıdır. Bir grup her zaman üyelerinin toplamından fazlasıdır. O yüzden aşırılık bir grup içinde kolayca yuvalanır.  Grup süreçlerini anlamaksızın terör eylemlerinin psikolojisi anlaşılamaz. Terörizm bir grup sürecidir.  Grup, örgütle bireyin ilişkini sürdürmek ve şiddet içeren davranışa bireyi teşvik etmek açısından kilit rol oynar. Öte yanda psikopatinin saldırganlığı bir amaca yönelik olmaktan çok bireysel zalimlikle alâkalıdır.

Terörist örgüte sadakat ve bağlılığın sonucu olarak üyeler arasında özel bir dilin zuhur ettiğini söyleyebiliriz. Bu  özel dil, terörist eylemlere ideolojik bir anlam verilmesinin yanında, terörist bireylerin yapmış oldukları eylemin sorumluluğunu üzerlerinden atmalarını da sağlar.  Buna ek olarak, yapılan eylemlerde can vermek terörist örgüt için bir prestij unsuru olarak kabul edilmektedir.

Terör örgütleri tedhiş eylemini rutinleştirerek bunun verebileceği suçluluk duygusunu bertaraf etmek isterler.Rutinleştirme bireylerin olayları bilinçli yapmalarını ve karar vermelerini engellemekte yani kısaca ahlâkî yargılarını kısıtlamaktadır.  Ayrıca bireyler yapılan işin anlamından ziyade işin detaylarına yoğunlaşarak kolay yolu seçmekte ve böylece eylemin sonuçlarını düşünmekten kaçınmaktadırlar.  Buna ek olarak terörist örgütler, üyelerini kimlik belirsizliğine sürükleyerek normalde saldırgan olmayan bireylerin şiddet içeren eylemlerde rol almasını kolaylaştırırlar.  Kimlik belirsizliği, bireyin büyük bir grubun üyesi olması sonucunda toplumla olan bağlarının zayıflayarak fevri ve saldırgan bir davranış eğilimi içine girmesi sürecidir. Kurbanlar dehümanize edilir, insanlıktan çıkarılır. Kurbanın insanlıktan çıkarılması onlara karşı her türlü saldırganlığı meşru kılar. Ayrıca dehümanizasyon ( insanlıktan tenzil-i rütbeye uğratma)  sürecini mümkün kılan bir diğer önemli özellik ise örgüt içinde kullanılan geleneksel askeri dildir.  İnsanlar yerine hedefler kelimesinin kullanılması, bu çeşit dil kullanımına iyi bir örnektir.

İnsan psikolojilerini ve psikiyatrik tanıları büyük yankı uyandırmış terör eylemlerinin temel belirleyicisi olarak görmek ve göstermek, kuklayı görüp de, sahne berisinde, ipleri elinde tutanları gözden kaçırmak anlamına gelebilir. Temel atıf  hatasından kaçınmak gayreti, hakikate bühtanda bulunmamızı önler. Hakikat ve merhamete her şeyden fazla ihtiyaç duyduğumuz bir zamanda böylesi bir dikkat vazgeçilmezdir.

Bir terörist kişiliği var mı?

 Bir iddia, teröristlerin en azından psikolojik olarak  terörist olmayanlardan farklı olduklarını savunmaktadır. Bu görüş 19. yy.  kriminoloji okullarından biri olan pozitivizme dayanmaktadır. Pozitivizm, ilk olarak suçluların özgür iradelerinin olduğu görüşüne karşı iddia olarak ortaya çıkmıştır. Bu görüşe göre suçlular özgür iradeye sahiptirler ve kendi davranışlarını belirlerler, yani cezai aktivitelerde bulunma tercihi rasyonel bir yargılama sürecinden sonra şekillenmiştir. Bu yargılamada suça karışmanın arzulanan sonuçları çekilecek cezadan ağır basmıştır. Diğer taraftan pozitivizm özgür iradenin dışındaki etkilerin suçluya bakışta çok daha anlayışlı bir yaklaşım sunduğunu savunmaktadır. Bu etkiler biyolojik, sosyolojik ve psikolojik faktörlere ya da bunların bileşimlerine bakılarak bulunabilir.

1981’de teröristlerle ilgili bugüne kadar yapılan en büyük araştırmada Batı Alman İç İşleri Bakanlığı himayesindeki araştırmacılar 227 Alman teröristi incelemeye almışlardır. Bazı terörist liderleri aşırı dışadönük kişilik, davranışlarında kararsız, kendine engel olmayan, tedbirsiz, kendine dönük ve duygusuz olmaya eğilimli olarak karakterize edilmişlerdir. İkinci tip terörist liderler ise nevrotik derecede düşmanca, eleştiriyi reddeden ve hoşgörüsüz, şüpheci, agresif ve savunmacı olarak bulunmuştur. Fakat bugün bile araştırmacılar arasında bu araştırmanın sonuçlarıyla ilgili bir fikir birliğine ulaşılamamıştır.

Terörist davranışının normalliği:

Yapılan pek çok araştırmanın sonuçları şu başlıklar altında özetlenebilir :

1.Terörizmi birey düzeyinde kişilik özellikleriyle ele alan açıklamalar kişilerin neden terörizmin içine girdiklerini anlamada yetersiz kalmaktadır.
2.Terörizmi birey düzeyinde kişilik özellikleriyle ele alan açıklamalar tek başlarına neden bazı kişiler terörist olurken bazılarının olmadığını ya da kişilerin neden terörist gruplara katıldıklarını anlamada yetersiz kalmaktadırlar.
3.Neden bazıları terörist olurken bazılarının olmadığı sorusuna cevap vermeye çalışan ve terörizmi kişilik özellikleriyle ele alan açıklamalar; bir çok kavramsal, kuramsal ve yöntem bilimsel problem içermektedirler. Öne sürülen hipotezlerin zayıf ve tutarsız olması, temel psikolojik kavramların anlaşılmasında eksik olmaları bu problemlerin başında gelmektedir.
4.Teröristlerin profilini çıkarmada çok daha fazla dikkatli olmak gerekmektedir. Kişilik tayini denenmiş ve sınanmış yöntemlere dayanmalıdır.

Terörizmin sebepleri

Teröristler uğradıklarını düşündükleri yasal haksızlıkları tespit edip bunların propogandalarını yapmada ustalaşırken, temel sebepler ile terörizmin ortaya çıkışı arasındaki bağlantılar pek araştırılmamıştır. 2003’te Oslo’da yapılan “Terörizmin temel Sebepleri” başlıklı konferansta belirtildiği üzere aşağıdaki temel sebeplerin terörizmin ortaya çıkışına öncülük ettiği düşünülmektedir:

  • Demokrasi, kişisel özgürlükler, ve yasal düzen eksikliği,
    Başarısız ya da zayıf devlet
  • Hızlı modernleşme
  • Uç noktadaki laik veya dini ideolojiler
  • Siyasi şiddetin, iç savaşların, darbelerin, devrimlerin veya diktatörlüklerin tarihsel kalıntıları
  • Güç eşitsizliği veya üstünlük
  • Gayrimeşru veya bozulmuş hükümetler
  • Gayrimeşru hükümetleri destekleyen güçlü dış aktörler
  • Yabancı istilacılar veya sömürgeci güçler tarafından bastırılma
  • Etnik veya dini kökenler nedeniyle ayrımcılık yaşama
  • Devletin, karşıt görüşlü grupları veya oluşmakta olan sosyal sınıfları entegre etmede başarısız veya isteksiz olması
  • Sosyal adaletsizlik
  • Karizmatik ideolojik liderlerin varlığı
  • Tetikleyici olaylar

Bu temel sebepler öncelikle “neden” sorularına cevap verir (mesela “Neden terörist olunur?” gibi). Oysa “nasıl” soruları bize hangi faktörlerin insanların terörizmle ilgilenip iştirak etmelerini etkilediğini anlamada daha çok fikir verir.

İnsanlar “neden” terörist olurlar? Bu soruya en iyi cevabı, terör örgütlerine katılan kişiler verebilir. Dahil olduğu pek çok eylem yüzünden defalarca ceza almış bir IRA mensubuyla yapılan bir görüşmede, neden IRA’ya katıldığı sorusuna kişinin verdiği cevap  kısaca 4 maddede toplanabilir:

  • Terörist, bir duygusal durum (bir tür duygusal bir heveslilik) olarak tariflediği şeyin, yaşamında daha önce deneyimlediği olaylarla (mesela bir protesto/gösteriye katılıp polise taş atması, ve bu katılımın sonucunu duygusal bir düzeyde değerlendirmesi gibi) ve erken yaşlarda öğrendikleriyle (mesela grubun ve savunduğu tezin tarihçesini öğrenmesi gibi) birleştiğinde kendisini bu tür bir gruba üye olmaya yaklaştırmış olabileceğini söylemiştir. 
  • Öyle görünüyor ki teröristin derin bir insani vicdanı bulunmakta ve kendini kurbanlarla özdeşleştirmektedir.
  • Buna ilişkin olarak harekete geçmeyi kaçınılmaz ve acil bir eylem olarak görmektedir. 
  • Geniş sosyo-politik durumlara ilişkin çok basit ve temel açıklamalar yapmıştır.

Teröristler şiddetin içinde yer almalarını “düşman”a karşı “savunma”yı zorunlu kılan bir tür “kızgın tepki” olarak görmektedir. Grubun mutlak doğası ne olursa olsun, bu görüş  onları gruba dahil iten ortak bir sebeptir. Bilinen odur ki, aktif teröristlerin hareketin içinde yer aldıkları zaman veya hapishanede geçirdikleri zaman arttıkça bu teröristler daha çok politize olmaktadır.

Post, terör gruplarını iki kategoriye ayırmıştır. Birincisi devrimi temel alarak içinde bulunulan politik/sosyal rejimi çoğunlukla ideolojik sebeplerle yıkmak isteyen anarşik-ideoloji kategorisidir. İkincisiyse, ailelerinden ve topluluklarından kopmadan, hatta katılmanın neredeyse bir aile geleneği haline gelmiş milliyetçi-ayrılıkçı kategoridir.

Kendini özdeşleştirme ve eylemlere katılma sonucunda elde edilen olumlu nitelikler teröristlerin şiddet olaylarında yer almalarında çok etkilidir. Din adına teröre kalkışanlar dini şahsiyetlerle, laik teröristler ise Che Guevera veya Fidel Castro gibi devrim kahramanlarıyla kendilerini özdeşleştirmektedir. Böyle teröristlerin bir çoğunun eğitim düzeyi lise veya yüksek öğrenimdir.  Bu tür eylemlere katılan kişilerin çoğu içinde bulundukları toplulukta kendilerine ve ailelerine saygı duyulduğunu belirtmektedir. Bu tarz rol modelleri teröristlerin şiddet olaylarına karışmaları için geçerli bir sebepmiş gibi algılanmaktadır.

Yapılan araştırmalarda görülmüştür ki içinde bulunulan sosyal durum teröristlerin ailelerine yapılan maddi yardımlar gibi olumlu kazançlarla birleşerek şiddet eylemlerine karışmanın temel sebebini oluşturmaktadır. Yapılan görüşmelerde, bazı teröristler idol olarak gördükleri kişilerin bir amaç uğruna savaştıkları için öldürüldüklerini düşünmektedirler. Çevrelerindeki dini kişiler, aileleri, öğretmenleri de bu kişilerin iyi kişiler olduklarını ve önemli bir şey uğruna savaştıklarını söyleyince teröristler öldürülen bu idollerin bütün söylediklerinin doğru olduğunu kabul edip birden kendilerine baktıklarında devlete karşı olan çizgiyi desteklediklerini görmektedirler. Teröristler katıldıkları eylemler veya gruplar için çok yakınlarındaki kişilerden destek/onay gördüklerinde terörist gruplar içinde sosyalleşmeleri için de destek bulmuş olurlar, ancak bu sefer daha da aşırı davranışlar sergileyebilirler.  Terörist gruplara katılım başlangıçta sadece bireysel bir katılım olarak görünse de bu tarz onay/desteklerle giderek gruba duyulan yürekten bir bağlılık haline gelmektedir.

Bir terörist adayının sosyalleşmesi hem onun gruba üye olmak istemesini hem de grubun onu üyesi yapmak istemesini oldukça etkiler. Özellikle hayati tehlikesi bulunan eylemlerde (intihar saldırıları gibi) daha çok bekar olan, bağlı olduğu bir evi ve ailesi olmayan genç erkekler tercih edilmektedir; çünkü ailevi yükümlülükleri ve bağlılıkları olan teröristlerin bu tarz görevlerde duygusal ve mantıksal karışıklıklar yaşayabilecekleri düşünülmektedir.  Diğer taraftan, IRA gibi gruplarda teröristin ailesinden ve özellikle de eşinden aldığı manevi desteğin önemi vurgulanmaktadır. Hele hele liderlik pozisyonları için böyle bir destekleyici eş figürü çok önemlidir.

İnsanlar terörizme nasıl katılırlar? Bu sorunun yanıtı daha çok terörist gruplara nasıl üye olunduğunda gizlidir. Terörist adayları terörist grup üyesi olmak ve eylemlere katılmak için çeşitli aşamalardan geçmektedirler. Gruba üye olmak için başvururlar ve geçmişleri, aileleri, sosyal çevreleri, yetenekleri ve diğer gruplarla olan ilişkileri detaylıca araştırılır. Bazı gruplara üye olma süreci aylar hatta yıllar sürebilir, çünkü o grubun üyesi olmak her isteyene verilen bir unvan olarak görülmemektedir. Elbette terörist adayı aktif teröristleri rol modeli olarak gördüğü için kendisine de bir an önce önemli görevler verileceğini düşünür. Oysa, acemi üyelere çoğunlukla oldukça basit görevler verilmektedir. Prestijli pozisyon olarak algıladıkları görevlere  gelmeden önce grupta açıkça bağlılık yemini etmeleri ve bunu göstermeleri istenir. Terörist grubun kendi içindeki aşamalı yükselme dışında bir de terörist gruplar arasında aşamalı yükselme vardır. 

Terörist Olmak

Terörist olmak bir terör örgütüyle uzun zaman ilişkide bulunmak veya, daha net olarak, bir terörist faaliyette görev almak olarak tanımlanabilir.  Terörizm ile ilişkide olmak bir bakımdan soyut ve belirsiz olabilirken bir diğer açıdan da kesin ve tanımlanabilir olabilir.  Kanuni açıdan bakıldığında yapılan bir davranışın suç olarak tanımlanabilmesi için bir insanın doğrudan  o davranışı yapması lazımdır ki, bu açıklama terörizm için değerlendirildiğinde problem yaratmaktadır.  Çünkü terörist olmak ile bir terörist örgütle ilişkide olmak yapılan davranışın suç olarak sayılabilmesi açısından problem yaratmaktadır.  İlk bakışta terörizm bir grup sürecidir.  Grup, terörist haline gelmeye özgü olan davranış sürecinin şekillenmesi açısından önemli bir rol oynamaktadır.  Bundan daha açık olarak grup, örgütle bireyin ilişkini sürdürmek ve şiddet içeren davranışa bireyi teşvik etmesi açısından daha önemli bir rol oynamaktadır. 

Psikoloji ve terörizm

Terörizmi anlamada ana duruş noktası şudur; ister terörist olsun, ister olmasın, her tutum sosyal ve politik bir altyapıya bağlıdır. Terör davranışı (kriminal davranış) çevresel faktörleri referans alarak hareket eder, aynı üslupla onu yükseltmeyi, devam ettirmeyi, kontrol etmeyi amaçlar. Terörizmi sosyal yapıdan ayıramazsınız, tamamıyla iç içe girmişlerdir. Sorunu anlamada öncelikle yapılacak  politik ya da mesafeli dini ve ideolojik yorumların çok önemli olmadığı zikredilmiş olmaktadır. Psikolojik yaklaşımlar genellikle kurgusal olarak olayın yaşandığı ana ilişkin yorumlara bir kanıt olacak nitelikte psikolojik göndermeler yapan, aile ve arkadaşları ile röportajla sınırlı ve polisin şüphelerine yol gösterici nitelikte olup ortaya çıkan “profil” biraz saygısız ve yaftalayıcı görünmekle birlikte gerçekte psikolojik alt yapıya pek az değebilmektedir. Son 30 yıldaki araştırmalar teröristin bireysel özelliklerine, olayın yıkıcılığına ve oluşan şiddet sonrasındaki drama yoğunlaşmıştı. Gerçek bir bombalama olayı ile karşılaştığımızda,yapanın “özel” ve “anormal” bir tepkisi olabileceği ve bu yüzden affedilebilir olma ihtimalini asla aklımıza getirmeyiz. Böylelikle teröristi kalabalıklar arasında fark edilebilir bir “öteki” haline getirebiliriz.

Şiddetin psikopolitiği

Eric Hoffer, dilimize ‘Kesin İnançlılar’ adıyla çevirilen kitabında, hayal kırıklığına uğramış ve tatmin bulamamış kişilerin, anlamsız buldukları hayatlarına bir önem ve  anlam duygusu katabilmek için, kendilerini kolayca kurban edebileceklerini yazar. Fanatik tutumları benimseyerek kendi kimliğini grup kimliğinde eriten bu nevi bireyler, aslında kendi benliklerinden kaçmaktadırlar. ‘Kesin inançlı’ kişinin elinde onu esenliğe götüren bir vasıta olarak hakikat yoktur, o daha çoğunu iddia eder, bütün hakikati kendi tekeline alır. Kitle hareketlerinin çekiciliği de  doktrin ve kabullerinden değil, insanî varoluşun içine gizlenmiş endişe, yalnızlık ve anlamsızlık duygusundan bir kurtuluş vaat ediyor olmalarından kaynaklanmaktadır.

Tahripkârlık ve terörü meşru bir araç sayan örgütlenmelerde, ‘kenardaki’lerin nefreti, bir grup sadakati yaratmak için kullanılır. Nefret, güçsüz bırakıldığını düşünen, kendisini mazlum ve mağdur addeden bireyleri bir arada tutan, onlara güçlü oldukları yanılsaması veren bir duygu olarak adeta tutkal işlevi görür. Bu duyguyla birlikte  mazlumiyet hissi, kuvvet ve meşruiyet hissine tebdil edilmektedir. O artık seçilmiş bir varlıktır ve  kendi fırkasının dışında kalan her kim ise, o da  ‘lanetli’dir.

Nefreti bir politik aygıt olarak kullanan örgütlenmelerin inkâr ve yansıtma savunma düzeneklerinden yararlandıkları, aslında kendilerinde beğenmedikleri şeyleri ‘düşman’a yansıtarak onu bir öfke nesnesi haline getirdikleri ifade edilmiştir. Yabancıyı, ‘barbar’ı, ‘kâfir’i biz icad ederiz. Nefret şiddet kıvamını aldığında, dilsizlerin dili olur. Şiddet, bir birey veya grubun başka bir birey veya grubun ruhsal, toplumsal ve fiziksel bütünlüğüne tecavüz ettiği herhangi bir durum, süreç veya ilişki olarak tanımlanabilir. Yeryüzünü ölümcül eşitsizliklere mahkum eden bir yapısal şiddet bugün küreselleşme adı altında yeryüzünde kol gezmektedir. Medeniyet ve yüksek değerlerin beyaz Batılıların tekelinde olduğunu öne süren bir görüş; kendi alışkanlık, deri rengi, hayat tarzı  ve değerlerini üstün olarak tanımlamakta, tahakküm ettiklerini ise kötülük ve çirkinliğin timsali olarak resmetmektedir. Karşıdakiler, ‘şer ekseni’ ve ‘hayat tarzlarımızın amansız düşmanları’dırlar. ‘Onları ancak üzerlerine DDT sıkarak, bomba yağdırarak veya Hristiyan yaparak nötrleştirebiliriz’ diye düşünür gibidirler. Hegemon, bütün iyi insanî vasıfları kendisinde toplarken, ezdiği, tahakküm ettiği bireyi insan-altı bir rütbeye yerleştirir. Ötekinin enkazı ve gayrı insanîliği üzerinden kendisine yeni ve üstün bir insanlık peydahlar.

Mütecavizin narsisizmi ve büyüklenmesi şiddet eyleminin bir ayağını oluştururken, kurbanın değersizleştirilmesi ve lekelenmesi  de öteki ayağını oluşturur.  Her şiddet eyleminin ötesinde veya berisinde bir paranoid süreç bulunur. Yansıtma düzeneği, ‘kötü olan ben değilim, o’ diyerek şiddet eylemini temize çıkarmaya ve suçluluk duygusunu azaltmaya yarar. Zalime göre kurban, onun varlığını tehdit etmektedir. Tahripkâr eylem, bu tehdit edici varlığa diz çöktürdüğünü, ondaki kusuru düzelttiğini ve böylece adalet getirdiğini öne sürerek rasyonalize edilir. Oysa sıklıkla, ‘düşman’ benliğin pişmanlık duyulan, kabul edilemez bir parçasının ötekine yansıtılmasından ibarettir.

Ortadoğu’yu artık bir kan gölüne çevireceği görünen şiddete baktığımız zaman, ‘şiddet ancak daha büyük bir şiddetle temizlenir’ diyen Fanon’yen görüşün hayatın dokusuna nüfuz ettiğini fark ediyoruz. Toprakları istilâ edilmiş, dilsizleştirilmiş halklar kendilerini boğan şiddet sarmalından, tıpkı istilâcıları gibi yaparak, daha fazla şiddetle kurtulabileceklerini  düşünüyorlar. Mazlumun zalimi, mağlubun galibi taklit etmeye yeltenmesi kadim bir  psikolojik süreç. Mağlubiyet ve mazlumiyet psikolojisi kitleler arasında revaç buldukça; öfke nefrete, nefret şiddete, şiddet örgütlü teröre dönüşüyor. Dünyayı terörle yönetmeye yeltenen istilâcı efendiler, karşılarında ancak onları taklit etmekle bir dil ve ifade imkânı bulacaklarını düşünen şiddet havarilerini buluyorlar. ‘Kesin inançlı’lar, haricîliğin değişmez mantığıyla, kendileri gibi  olmayan ve kendilerinden olmayan her yeri, her şeyi, herkesi  yıkıp yok ederek dünyaya bir adalet getirebileceklerini sanıyorlar. Sarmalın en son noktası, tam da başlangıcı aslında: ‘Ya bizimlesinizdir, ya da onlarla’ diye tırmandırılan sekterlik ve fanatizm, insanlığı terörün karanlık koridorlarına hapsediyor. Bugün İstanbul sokaklarını kana bulayan gözü dönmüş şiddet, dünyaya ekilmiş nefret tohumlarının bizim bahçemizde meyve vermesidir. Bu lanetli ağacın yarın nereden filizleneceğini bilmiyoruz. Hakikati temellük eden, onun sadece kendi inhisarlarında bulunduğunu iddia eden ‘kesin inançlı’lara verilecek cevap ‘kalbden kalbe giden yol’u ısrarla gündeme getirmek, insan hayatının mukaddesliğini ve biricikliğini ısrarla savunmaktır. Terör üzerimizdeki etkisini bu dünyanın emin bir yer olmadığı ve insanlara asla güvenilemeyeceği korkusunu yayarak göstermektedir. ‘Beni yakan ateş herkesi yaksın’ mantığıyla dünyayı ateşe veren birileri varsa, onlara  ateşin de  gül bahçesine dönebileceğini, üzerinde yaşadığımız  toprakların bu geleneğin mirasçısı olduğunu hatırlatmak gerekir.

Terörün zihinsel arkaplanı

İdeoloji bir tanıma göre ‘idrake giydirilmiş deli gömleği’, bir başka tanıma göre varlığın doğasına ve kökenine ilişkin bir açıklama ve rasyonel sunan, bütüncül bir inanç sistemi. Bu sistem bir yaşama nedeni vazeder, ulaşılması gereken bir ideal ve o ideale ulaşmak için gerekli vasıtalar vardır. Paranoid ideolojiler için dünya keskin bir hatla ikiye ayrılmıştır: Bir yanda iyiler, yâni ideolojinin taşıyıcıları vardır, öte yanda kötüler, ideolojinin düşmanları, onu tehdit edenler. Düşman, bu görüşe göre, şâyet yok edilmezse, ‘gerçek inanç sâhipleri’ni her an yok edebilir. Paranoid ideolojiler müntesiplerini kendi özerkliklerini kurban etmeye çağırırlar. O halkadan içeri girmekle kişi; çıkar, hak ve mantığından ferâgat edecek, vicdanını rehin bırakacaktır. Öndere kayıtsız şartsız teslimiyetle, kişi, eylemlerinin doğuracağı ahlâkî sorumluluktan kurtulmuş olur. Terörizm nisbî bir yalnızlık, gizlilik ve seçilmişlik duygusuyla paranoid bir ideoloji etrafında kenetlenen birey veya grupların, etraflarındaki birey veya gruplara yönelttikleri şiddettir. Nefret ve acımasızlık paranoid ideoloji tarafından meşrûlaştırılır, akla uydurulur. Grup üyelerinde için için mayalanan nefret, sapkın ya da inançsız sayılan grup, kurum veya kuvvetleri yok etme yolundaki adanmışlıkla kendisine bir ifâde bulur. Âileden uzak, kendi benliğini grubun ortak benliğinde eritmeye eğilimli bireylerde, bir bakarsınız samimî dinî duygular mutlak ideolojik yargılara dönüşür. Bu mutlaklık, bu sorgulanamazlık hâlidir ki o gruba seçilmişlik ve kudret hissi verir. Onların özel ve seçilmiş olduklarına dâir ilâhi metinlerde işaretler vardır ve ancak kendi liderleridir ki o metinleri doğru anlayıp yorumlar. Psikanalizin diliyle konuşursak, ‘seçilmiş’ bir gruba bütün varlığıyla kendini adama, idealize edilmiş, koruyucu bir ana baba figürüyle buluşma, onlarla yekvücut olma hâlini simgeler. ‘Âidim, o hâlde varım’ diye düşünür kişi. Eylemlerde adı geçen dört kişiden ikisinin erken yaşlarda anne ve babasını kaybetmiş olmaları tesadüf olmasa gerektir. Bir yandan kurbanlık duygusu, öte yandan seçilmiş fırkaya mensup olmaktan doğan bir mutlak güç hissi. Bir yanda onun varlığını tehdit eden, onu  yok etmeye hazır bekleyen ‘öteki’, diğer yanda herkese dersini verip haddini bildireceği yolunda bir kâdir-i mutlaklık duygusu. Bireysel terör eylemlerinde bulunanların kişilik özelliklerine ilişkin araştırmalar, her zaman olmasa bile sıklıkla bir travma (örselenme) öyküsü, çocukluk döneminde terk edilmişlik ve aşağılanma hisleri üzerinde durmuşlardır. Kurbanlık saldırganlığa dönüştüğünde kişi güçsüzlüğünün, dilsizliğinin intikamını almaya başlamış demektir. Ancak böylece kendisini gerçekleştirir ve çocukluk döneminde yaşadığı mahrumiyetin intikamını alır. İdeoloji burada yalnızca bir araçtır, öfke ve intikam hissiyle yüzleşmek zor olduğu için, onları sarıp sarmalar, akla uygun hâle getirir.

Hayatın ileriki evrelerinde takındığımız tutum ve davranışlarımız, çocukluğun o ‘alacakaranlık kuşağı’nda şekillenir. Dünyaya geldiği andan itibaren çocuk sevgi ve güven arar. Hep teskin edici, rahatlatıcı bir annenin özlemi içerisinde büyür. Oysa dışarıdaki dünya ona tuzaklar kurmuş, bir punduna getirdiğinde çoktan çelmelemeye başlamıştır. Bebeğin yabancı bir yüz gördüğünde korkup ağlamaya başlamasından, büyüme evresinde ana babanın tehlikeli durum ve kişilerle ilgili  uyarılarına kadar, çocuk  ‘bizim gibi olmayanlar’dan endişe etmeyi öğrenir. Yakınlaşma, âit olma, kendisi gibi olan yakın çevresindeki insanlardan olumlu davranış görme arzusuyla, ‘bizim gibi olmayan’, farklı, yabancı insanlardan duyulan korku ve endişe atbaşı gider. Psikanaliz, semavî dinlerin ortak mitolojisini oluşturan cennetten sürgün edilme metaforunu, çocuğun anne/babadan zorâki ayrılması ile simgeleştirmektedir. Anne ve babadan ayrılığın sorunlu ve örseleyici olması durumunda çocuk aşırı uçlarda konaklayan bir zihin yapısına kolaylıkla savrulabilir. Onu örseleyen ve ruhunda derin izler bırakan bir ayrılık ancak anne vücudunun yerini tutacak bir politik bedenle birleşmekle şifâ bulur. Ama ya o politik bedenin kendisi yaralıysa? Ya o beden mazlumluk ve mağdurluk fikrini çocuğa yeniden yaşatıyorsa? Sanırım ölmek ve öldürmek arzusu burada, bu dönüm noktasında mayalanmaya başlıyor.

Cinayet ve intihar birbirinin ikizidir. İkisi de ölüm üzerinde bir kuvvet sâhibi olmak iddiasındadır. İntihar eylemiyle ortalığı kan gölüne çevirirken kendisini de yok eden kişi hayatı öfke ve ümitsizliğinin hedefi hâline getirmekte, onun kendisinden esirgediklerinin âdeta intikamını almaktadır. Öte yanda seçilmişlik duygusu onu, öte dünyada kendisini daha iyi bir hayatın beklediğine, ‘şehit’ olmakla  ruhunun ölümsüzleştiğine inandırmıştır. İnsanlar şiddet yanlısı gruplara intisap ederken ideolojinin ayak izlerini takip etmezler, onları bir araya getiren şey sıklıkla geçmişte bir yol arkadaşlığı veya yârenliktir. O yol arkadaşlığı onları bir araya getirir ve bir bakarsınız ideoloji, birbirlerine sadâkatlerini sınayabilecekleri bir mihenk taşı oluvermiş. Grubun ‘seçilmiş’ hedefine adanmışlığın sınandığı yerdir ideoloji. İnsanlığın kahir ekseriyetinin bir kurtuluş ve esenlik bildirisi olarak algıladığı dini, ‘kızgın ve mağdur insanların afyonu’na çeviren ‘yanılsama tâcirleri’ habîs narsisizmleriyle  böylesine bulanık bir suda avlanırlar. Güçlü paranoid, antisosyal ve narsisistik kişilik özelliklerine sâhip bu nevî önderler, takipçilerini kitle psikolojisine râm olmaya meyilli, kendilerini örselenmiş ve mağdur edilmiş hisseden bireyler arasından seçerler. Şiddet ancak uygun kişilikler ve uygun toplumsal zeminlere yuvalanarak imha edici bir güce dönüşür. Misyon duygusu, geçmişin çaresizlerine bir kontrol, kâdir-i mutlaklık ve zafer duygusu vaat eder. Ölüm arabalarının kör sürücüleri için, dehşet ve tahribin doruk noktasında kendini fedâ etmek ek bir ahlâkî zafer anlamına gelse gerektir, böylece misyona bağlılık en derin ifâdesini bulmakta, modern dünyanın silikleştirdiği bir hayat, ancak ölerek ve öldürerek, bitiş çizgisinde anlam kazanmaktadır.

Peki düne kadar aramızda dolaşan bu kişiler, ne oluyor da bir gecede üstümüze ölüm yağdıran katillere dönüşüyorlar? Bir yüzyıl önce Freud, öldürme itkisinin değişen şiddetlerde de olsa her insanda bulunduğunu dile getirmişti. İlkel saldırganlık dürtülerimizi kolay kolay ortaya çıkarmaz, onun ifâde ve üslûbunu toplumsal kurallarla sınırlarız. Ancak, gruplar da  bazen geriler/çocuklaşır (regrese olur), olgunluğu elden çıkarıp ilkel ruhsal düzeneklerle hareket edebilirler. Gündelik bireysel yaşantısında şiddetin kıyısından geçmeyen bir kişi, grup süreci veya kitle psikolojisi içinde saldırganlaşabilir. Özellikle dış ortama kapalı, dış dünyayla çok sınırlı bir alış veriş içinde olan, gücünü üyelerinin sadâkat ve adanmışlığından alan gruplar kolaylıkla regrese olup saldırganlığa meyledebilirler. Toplumsal bâzı travmalar da hayâl kırıklığına uğramış, fakirleşmiş, yalnız ve çâresiz bireyleri terör bataklığına çekebilir. Ortadoğu’da kolonyal güçler mârifetiyle yürütülen sistemli devlet terörü, bu kabil grupların mağduriyet ideolojisini üretmesi için uygun bir fırsat sağlamaktadır. Biz ve onlar tablosunda kötü adam rolü verilen ‘öteki’, kötü adamlığın hakkını vermekte ve dünyayı tehlikeli bir kutuplaşmanın eşiğine getirip bırakmaktadır. Böylece İslâm dünyasının Batı karşısında mağlup olmakla yaşadığı ‘tarihsel travma’ yeniden canlanmakta, eski bir yara onulmaz bir biçimde kanamaya başlamaktadır. Bu travmanın yarasına tuz basan kolonyal büyüklenme, İslâm dünyasında bir mazlumluk ve mağdurluk ideolojisi etrafında örgütlenen ve içinde şiddet nüvesi barındıran grupları, tepkiselliğe ve ilkel saldırganlığa itmektedir. Küresel güçlere karşı paylaşılan bir ezilmişlik, adaletsizliğe ve toplumsal aşağılanmaya uğramışlık hissi; öfke ve nefreti bilemekte ve bu vasattan  İslâm dünyasının  ‘kutsal engizisyoncular’ı türeyebilmektedir.

İslam ve terör

Hayal kırıklığına uğramış, hayatlarının heba edildiğini düşünen insanların kolayca uçlara savrulabildiğini biliyoruz. Hayatından memnun olan ve kendisini gerçekleştirdiğini düşünen kişi dünyayı temelde iyi olarak algılar ve verili olanı korumak isterken, sukut-ı hayalin ürperten kâbuslarıyla yolu kesilen adam, dünyayı radikal bir biçimde değiştirmenin hülyasına sığınır. Köktenci hareketlerin pek çoğu bugünü resmederken onun bozulmuş ve  enkaz halindeki bir portresini sunarlar. Bugün aşağılanırken geçmiş yüceltilir ve şanlı mazinin diriltileceği saf ve temiz bir yarın düşü çoğaltılır. ‘Kendi olma ümitsizliği’ni iyileştirmek için dünyayı değiştirmeye soyunan ‘kesin inançlı’ bugünü aşağılamakla hayatı aşağılamış olur, böylece ölümle de kaybedilecek bir şey yoktur, kıymetsiz bir şimdi yerine muhayyel bir zaferi yeğ tutar. Kitle toplumunun sahici kimliğini yitirmiş ve hem Tanrıya, hem doğaya, hem de içinde yaşadığı topluma ve kendisine yabancılaşmış insanı;  bugünü kirleten bir düşman yaratarak ona savaş ilan eder. O düşmanın varlığı ile kendi varlığı bir anlam ve yön kazanacaktır. ‘Onlar’ olmalıdır ki ‘biz’ olabilsin.

Bugünün darmadağın olmuş dünyasında İslam diniyle terör giderek daha fazla birlikte anılmaya başlandı. 1970’lere kadar esamisi okunmayan, ciddiye alınmayan, hiçbir etkileri bulunmayan marjinal gruplar tedhiş eylemleriyle dünya sahnesine çıktılar. Modernitenin getirdiği yersiz yurtsuzluk ve aşağılamaya bir cevap mıdır bu? Yoksa ‘kendi olma ümitsizliği’ni ‘öteki olma arzusu’yla tedavi etmeye çalışmak mıdır? Yahut mazlumluğu yüzyıllardır bir bayrak gibi sarınmış kimilerinin ‘mazlumun zalimle özdeşleşmesi’ savunma düzeneğine seyirterek ‘efendi’lerle özdeşleşmesi mi? Ne oluyor da dünyadaki geniş Müslüman çoğunluğun bir esenlik ve barış kaynağı olarak algıladığı bir din, bir grup bağnazın zihninde ölüm ve yıkım emreden bir tedhiş aygıtına dönüşüyor?

‘Kutsal savaşçı’nın asıl derdinin yaşadığı aşağılanmanın intikamını almak olduğunu düşünenler var. Batı toplumlarının asırlarını alan toplumsal değişimler Müslüman toplumlarda iki nesil gibi kısa bir süre içinde gerçekleşiyor ve bu durum genç insanları kimliksiz ve güvenliksiz bırakıyor. Eylemci ona bir ev, bir yurt hissi vermeyen, bozulmuş ve tersine giden bir dünyayı kendi kesin inançları istikametinde düzeltmek ister. Onun kesin doğruları vardır ve bunu tartışamazsınız. Grup kimliğini bir zırh gibi kuşanarak, kendinden olanlara merhamet kendisinin dışında saydıklarına nefret yağdırır. Grup kimliği onun modern dünya karşısında tuzla buz olmuş, realpolitikle iyiden iyiye çiğnenmiş kimliğini sözüm ona ulvi bir amaç için diriltir ve güçlendirir. Kendi kendisini sevme ihtiyacını bu aidiyetle sağlar ve kendisine böylece değer verir. Bu görüşün ideologları yahut ‘kimlik pazarlayıcıları’, bütün bir söylemi ‘dışsallaştırma’ üzerine oturturlar. Acının sebebi tarihsel süreç olarak görülür, suçlu dışarıda aranır. ‘Kötü adamlar geldi ve bizi baştan çıkardı’ der kutsal mazlumlar, kişisel sorumluluk duygusu iptal edilirken mazlumiyet ve mağduriyet adeta yaşama biçimi haline getirilir. Bu görüşe göre, bireysel ve kollektif acı ideal bir kesinlik taşıyan inanç durumundaki sapmadan kaynaklanır. Ve çözüm için kişinin iç durumunu eski özgün saflık durumuna getirmesi gerekir. Elbette grup psikolojisini şiddet ve tedhişe hazırlayan çok sayıda başka etken vardır ama tarihsel aşağılanma ve hor görünün yol açtığı narsisistik öfke, dünyayı hizaya getirmeyi kendisine  vazife edinen uç gruplarda belirleyici bir psikolojik etkendir. Şöyle de söylenebilir: Terörist için din ve ideoloji son kertede kullanışlı vasıtalardır, onun amacı Tanrının sözlerini yüceltmek değil ne pahasına olursa olsun kendi gücünü göstermektir. Yakıp yıktıklarını iştiha içinde seyreden bir sapkındır o, ölüme sürdüğü insanların üzerinden şehre yağan kâbusu zevk içinde izler. ‘Soylu bir biçimde yaşayamamış’ genç insanları ‘soylu bir ölüm’e davet ederken onlara bir yeni zaman Tanrısı gibi büyüklenerek cennet vaat eder. Bu vaade kanarak bedenini patlatan ve böylece cennetin pasaportunu aldığını düşünen genç adam, yaşayamadığı bir hayatın intikamını, ölümünün amaç ve biçimini seçebilmek suretiyle aldığına inanır.

Modernleşmenin özü itibariyle insanın önündeki seçenekleri artırmak olduğunu söyleyen bir ABD’li akademisyen, İslam dünyası mahreçli olarak görünen terörün  seçenek bolluğuna ve modernleşmeye  bir tepki olduğunu yazabilmektedir. Ona kalırsa İslam modernlikle barış(tırıl)madan hiçbir askeri operasyon sonuç vermez. Tuhaf bir görüş zira politik İslam’ın içine yuvalanan tedhiş eğilimi geçmişle ve gelenekle bir bağ üzerine temellenmiyor, oradan bir rüzgar alıp bugüne getirmiyor, tam aksine çok modern bir gelişme. Bu görüşler ulema veya mollalar eliyle değil dini çevrelerden olmayan yazarlarca dile getirilip yaygınlaştırıldı. Bugün dünyayı kana bulayan bu terör biçiminin en çok diaspora eliyle, geleneksel etnik cemaatlerinden ve yurtlarından uzakta yaşayan gençler eliyle yürütüldüğünü görüyoruz. Bu terör tarzı geçmişle bütün bağlarını yıkmakla kalmıyor, dini kişiselleştiriyor, dünyevîleştiriyor ve onu politik bir vasıtaya indirgiyor. Yani kelimenin bütün anlamlarıyla, dibine kadar modern bir hareket. Yine tuhaf bir biçimde bu eylemlerde kullanılan kişilerin, genellikle sömürge geçmişi olan ülkelerden devşirildiğini görüyoruz.  Günümüzün modern politik İslam’ının da kolonyalizme bir tepki olarak ortaya çıktığını hatırlarsak bu şaşırtıcı bir sonuç değil.
Güdülenme kaynağı olarak İslam’ı öne sürseler de teröristlerin en büyük zararı İslam’a ve onun inananlarına verdikleri çok açık. Bu kıyamet ideolojisi sözüm ona karşısına aldığı hegemonik düşünceyi aslında bire bir taklit ediyor. Geçmişe ve geleneğe saygı duymuyor, uygarlığın düşünce ve irfan uğraklarında hiç soluklanmıyor. ‘Biz ve onlar’ üzerinden paranoid bir imgelemi yeniden üretiyor. ‘Onlar saf kötüler ve biz saf iyileriz, onlar bizim yaşama biçimimize saldırıyor’ tarzı bir düşünce, bu asimetrik savaşın her iki tarafındaki fanatiklerin ortak sloganı. İktidarsızlık da  tıpkı iktidar gibi  insanı bozuyor. Müfritler, din bezirgânları utancı iyileşmez bir gölge olarak sadece kendi yüzlerinde taşısalar iyi, onlar ‘orta yol’da yürüyen ve aşırılığa asla gönül indirmeyen sayısız müslümanı da kendi utançlarına ortak ediyorlar. Kıyamet gününde insana tanıklık edecek yegâne şeyin ‘iyi bir kalb’ olduğunu söyleyen bir din, kalbi ayaklar altına alan cânilerin tehdidi altında. Yeni haricîliğin  arsız tehdidine karşı  kalbi yardıma çağırmak gerekiyor, kuru bir nehir yatağını coşturan yağmurlar gibi, ancak o bu kuraklığı giderebilir. Sadece  kalbi olanlar içlerinde olup biten mucizeleri görebilir ve sadece kalbi olanlar  kötülüğe direnebilir.

Seçilmiş kaynaklar :

*  Kemal Sayar. Kalbin Direnişi. Karakalem yayınları. 2005.
*  John Horgan. The Psychology of Terror. Taylor and Francis.2005
* Eric Hoffer. The True Believer. Thoughts on the Nature of Mass Movements.  HarpersCollins Publishers 2002.
*  Scott Atran. Genesis of Suicide Terrorism. Science : 299:1534-1539.
*  Mahmud  Mamdani. İyi Müslüman, Kötü Müslüman. Binbir kitap yayınları, 2005.
* Otto F. Kernberg. Sanctioned Social Violence I-II: A Psychoanalytic View . International Journal of Psychoanalysis 84:3-4: 683-698 ve 953-968.
* Kemal Sayar. Terörist Kim, Psikopat kim? Zaman gazetesi, 25.01.2006.

                                                 
Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş