Steven HAYES - Mutluluk Boş Bir Vaattir
Çeviren İclal E. Aydın
Amerika'da Nevada Üniversitesi'nde Psikoloji Bölümü profesörüdür. 34 kitabı ve 470'i aşkın bilimsel makalesi bulunmaktadır. Dünya çapında yaygın olarak kullanılan ACT(Kabullenme ve Gerçekleştirme Terapisi) metodunu geliştirmiştir. Meşhur kitabı "Get Out of Your Mind and Into Your Life", bir ara Amerika'da en çok satanlar listesinde bir numaraydı. 1992 yılında, Institute for Scientific Information (ISI) tarafından yayınlanan dünyanın "en etkili" psikologları listesinde 30. sırada yer almıştır. Birçok kuruluş tarafından çeşitli ödülleri almaya hak kazanmıştır.
Soru: Mutluluk nedir?
Steven Hayes: Biliyorsunuz, mutluluğun birçok farklı tanımı var. Bence en tehlikeli tanımlarından biri, mutluluğun kalbinizde hissettiğiniz, gidecek korkusuyla kovalamanız ve yakalamanız gereken sıcak ve neşe veren bir duygu olduğu düşüncesidir. Yani, o duygulara sahip olduğunuzda keyif alırsınız; fakat biliyoruz ve deliller gösteriyor ki, uçup giden kelebek misali, ne kadar çok kovalarsanız, o duyguları daha yoğun yaşarsınız. Benim fikrime göre mutluluğa ulaşabilmenin daha iyi bir yolu, değerlerinizle uyum içinde yaşayan; ve daha çok kendini onaylayan, doğrulayan ve değerlere dayalı geçmişinizin bugüne yansımalarını daha açık ve kabullenici bir şekilde düşünmenizdir. Yunanlılar mutluluğa ödömoni derlerdi ki bence fena bir tanım değil. Ayrıca bence mutluluğun bu tanımı insan hayatını güçlendiren bir şeydir.
Oldukça haz ve duygu odaklı bu tanımın temel sorunu mutluluğu kovalamanın, insanlara faydası dokunmayacak şekilde sonuçlanan kolay ve kirli yollarının olmasıdır. Mesela yürümeyen ilişkilerde, ihanet ve güvensizlik duygusundan kaçınmak için geçici ilişkiler ve yakınlıktan yoksun cinselliğe sığınmak iyi hissettirebilir ama kişiyi bir yere ulaştırmaz. Yalnızca bir başka martini veya daha güçlü madde kullanım şekli varsa, evet, iyi hissedebilirsiniz ama bir yere ulaşamazsınız. Doğru araç, doğru kadın, doğru ev, doğru seyahat, doğru mekân, doğru iş, doğru övgü gibi bir tür materyalizmin içine girdiyseniz, bildiğiniz üzere, tarih boyunca kültürümüzün bilge kişileri tarafından, anlamlı ve mutlu bir hayat tanımlamaya çalışmanın tehlikeli olduğu yazılı olarak belirtilmiştir. Fakat tüketim toplumu ve medyamız daimi olarak bizi, ancak iyi hissedersek iyi yaşayacağımızı düşünmeye teşvik ediyor. Satın aldığımız hizmetler ve haplar, seyahatler veya arabalar, elbiseler veya kadınlar hepsi sizi mutluluğa götürecektir!
Ve bu boş bir vaattir. Bence gençler bunun nafile olduğunu biliyorlar, fakat ne yapacakları konusunda pek emin değiller. Tişörtlerin üzerindeki yazılara baktığımda beni endişelendiren başka bir arayış görüyorum. "Just do it/Sadece yap", "No fear/Korku yok" gibi şeyler görüyorum -anlamlı bir hayatı bizim için tanımlamaya çalışan kültürün panzehirine karşı gösterilen bu tür baskılayıcı bir tepki de elinizde patlar. "No fear/Korku yok" tişörtünüze yazmanız gereken bir şey değildir. Peki, şuna ne dersiniz: "Korkuyorum ama sizinle iletişim kurabiliyorum"? Bunu yazın tişörtünüze. "Kendimle ve tüm geçmişimle barışığım." Bunu yazın tişörtünüze. Yani bir orta yol var. Uzun zaman önce, bir ağacın altında oturan ve büyük bir insan kitlesi için oldukça önem arz eden 'Orta Yol' adında bir adam vardı. Anlayış gösterme ve bastırma arasında bir orta yol vardır; fakat kültür bunu, modern dünyanın yarattığı, bir tarafta kaçınmanın ve şımarmanın ticari teşviki, diğer tarafta ise bastırmanın ve "Just do it/Sadece yap" sloganıyla kendine bir objeymiş gibi muamele etmenin kakofonisinde boğmuştur. Bizi gerçekten yaşamak istediğimiz türden hayatlara yöneltecek daha müşfik, daha yumuşak bir yol bulmamız gerekiyor.
Soru: Amerikalılar mutluluğun peşinden gereğinden fazla mı koşuyorlar?
Steven Hayes: Bence her şeyden önce, tüketim ve medya kültürünün ve bilimle teknolojinin kombinasyonu, belki de Amerikan toplumunda işleri daha da zorlaştırdı. Bu zorluk, bilim ve teknolojinin bize büyük kolaylık sağlayan, fakat aynı zamanda hayatın getirdiği küçük sıkıntılarla baş etmeyi zorlaştıran yapısıyla ilgilidir. Dahası bu zorluk, dil ve bilinçte içkindir. Tarihin erken dönemlerinde ortaya çıkan, esas kurumlarımız olan manevi ve dini geleneklerimiz bu konuda karşılıklı dengeye dayanıyordu. İnsan dilinin gelişmesiyle bu problemler yazılı dilde ortaya çıktı. Ve o gelenekler bizim kültürümüzde de zayıfladı ve değişti. Dolayısıyla bizim sorunumuz mutluluğu kovalamak değil; mutluluğun yanlış modeline sahip olmaktır. Yani, ödömoni olarak tanımlanan; kendine ve en derinden savunucusu olduğun şeye sadakatten ve bütünlükten oluşan, değerlere bağlı bir hayat olarak tarif edilen mutluluğu kastediyorum, işte bu benim yaşamak istediğim hayat tarzıdır ve bunun insanlara yardımcı olacağını ve insanları ayakta tutacağını düşünüyorum.
Ancak, mutluluğun bu ucuz heyecan sürümü, bu tür kolay tanımı, iyi hissettiren tanımı, boş bir vaattir. Mutluluğu tanımlarken ve onu kovalamaları için insanları cesaretlendirirken Batıdaki kültür, vizyonunu haz odaklı kurarak, kötü bir iş çıkarmıştır. . Gelişmiş dünyamızda sayısı giderek artan problemlerimize bakacak olursak mutluluğun boş bir vaat olduğunu görebiliriz. Ve size Amerika'dan değil İskandinavya'dan bir örnek vereyim: Dünyada belki de işçi ve çalışana en çok destek veren ve onlardan yana olan İskandinav ülkeleri, en yüksek kronik ağrı oranına ve maluliyet oranına sahiptir. Yani herhangi bir ağrı türü hiç de hoş karşılanmayacaktır; eğer ağrınız olduğunu söylerseniz, bu konuyla ilgili önlemler alınır ve hatta malulen emekli edilir ve tam maaş alırsınız, çünkü iş göremiyorsunuzdur ve çalışmaya devam etmeniz kronik ağrı sendromunu devasa boyutlara ulaştırabilir. İskandinavlar toplam milli gelirlerinin %15'ini maluliyetlere harcıyorlar. Kamu sağlığındaki hemşirelerin %50'si maluliyetler üzerine çalışmaktadır. Kastım şu; Amerika'da da aynı istikamete yönelmiş durumdayız. Eğer hayatın zorluklarının, merhamet ve inisiyatif odaklı nasıl yüklenileceğiyle ilgili irfani bir cevap bulamazsak, kayıpların da kabullenildiği bir hayat yolunda yürümek yerine, gerçeklerden kaçış eğilimlerimizden ya da haplardan herhangi biri ile bir tür prize bağlı matris içerisinde bir dünya yaratırız kendimize. Bu durum sınırlamaları fonksiyonelliğe dâhil edecektir. Bazı önemli zorlukları içerecektir. Bunu nasıl yapacağımızı öğrenmemiz ve çocuklarımıza öğretmemiz gerekir. Ve Batı, tek kelimeyle, bugün berbat bir iş çıkarıyor.
Soru: Depresyonun ve diğer mental bozuklukların ilaçla tedavisine inanıyor musunuz?
Steven Hayes: Bugün gerçek bilim yerine, Federal İlaç Birliği'nin kuruluş şekli ve gereksinimleri doğrultusunda, ilaç sanayi bize kötü bilim sunarak çıkar elde ediyor. Aslında bu, sıradan bir insanın pek de dâhil olmadığı, oldukça karmaşık bir meseledir. Meseleyi netleştirmek için ihtiyaç duyacağınız tek şey birtakım rastlantısal denemelerdir; ve kontrol gruplarına gerek yoktur. İnsanlar ilaçla tedavi edildiklerini biliyor olabilirler ki ilaçla tedavide büyük bir plasebo etkisinin olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla bilim sıklıkla yetersiz kalır. Bir yerlerde ise iyi bilim var, dolayısıyla ona bakalım.
Mesela antidepresan gibi ilaçları ele alalım. Antidepresanların bir etkisi olduğunu, fakat bu etkinin şaşırtıcı bir şekilde az olduğunu söyleyen gerçek bir bilim var. Yapılan deneyler aktif ilaç alan deneklerle, aktif ilaç verildiği söylenen fakat gerçekte şeker ihtiva eden plasebo verilen denekler arasındaki farkın sadece birkaç puan(56 puanlık skalada yaklaşık 2 puanlık bir fark) olduğunu gösteriyor. Ne var ki söz konusu olan milyarlarca dolarlık bir sektördür. Ve bu arada, bu ilaçların devasa boyutlarda yan etkileri vardır. Mesela bu ilaçların bir kısmı, ki insanların %40'ı bu ilaçları kullanıyor, ciddi cinsel yan etkilere sahip. Ve bu sadece bir tanesi. Bir tek antidepresan ilacı, bir şirkete bir milyar dolar kazandırabilir.
Yani gerçek bilimi, ve gerçek bilimin realist bir şekilde pazarlanmasını umuyorum. Dünyada farmasötikal şirketlerin insanlara direk olarak pazarlamalarına izin veren sadece iki ülke vardır, bunlar Yeni Zelanda ve Amerika'dır. Fakat bu ilaç reklamlarını doğru bulmuyorum. Bana göre bu sistem daha iyi düzenlenmeli. Ayrıca insanlara sunumu, daha realist bir biçimde yapılmalıdır. Örneğin, sıklıkla biz doktorlar/psikiyatristler bu ilaçları yazacağız; ve hastalara, bir beyin hastalığınız var; bu ilaçları devamlı kullanmanız gerekiyor diyeceğiz. Aslında, beyin rahatsızlığı denilen sözde hastalığın spesifik biyolojik belirtisi olması gerekir. Fakat, depresyonun herhangi bir biyolojik belirtisi yok. Depresyonun bir beyin hastalığı olduğuna dair kesin bir bilgiye sahip olduğumuz doğru değildir. Beynin depresyonda bir rolü var mıdır? Evet, beyin, şu an sizin ve benim ne yaptığımızla ilgilidir. En az birimizin beyni olmasaydı; iletişim kuramazdık. Ama bu depresyonun bir beyin hastalığı olduğu anlamını taşımaz.
Dolayısıyla reçete yazanlar sıklıkla bu durumu abartırlar, gereğinden fazla satarlar; ve sektör çalışanları da onlara bunu yapmalarını söylemekten gayet memnundurlar. Beyninizle alakalı bir sorun olduğu ve buna bağlı olarak devamlı ilaç kullanmanız gerektiği fikrini öne sürenlerin hiçbir zaman değerlendirmeye almadıkları bir mesele vardır, o da eğer bu ilaçları üç, dört, beş, on, onbeş yıl kullandığınız takdirde size ne olacağıdır. Bazen bazı yan etkiler ancak daha sonradan gelip dururlar; ve bu yan etkiler kimi zaman çok şiddetlidir; hatta geri çevrilemezler. Dolayısıyla sorunuza şöyle cevap verebilirim: Evet ilaçla tedavi yöntemi bir dereceye kadar yararlı olabilir; ancak depresyon ve antipsikotik rahatsızlıklarda ilaçların yaptığı tek şey düşüncelere ve duygulara boğulmanıza sebep olan şeylerle aranızdaki mesafeyi biraz daha açmaktır. Yani ilaçla tedavi yöntemlerinin bazı yardımları olabilir; ancak küçük bir pencereyi aralayabilir. Şimdi bunun nasıl oldugundan bahsedelim.
Mesela antidepresan kullanımı sırasında, hala bazı depresif düşüncelere sahipsinizdir. Antipsikotik ilaçları kullanan insanların büyük çoğunluğunda da bazı psikotik semptomlar görülmeye devam eder. Fakat bu ilaçlar bir üzüntü, karmaşık bir düşünce, tuhaf bir algısal deneyim sırasında hastalığın kişinin davranışlarını yönlendirmesine engel olarak kişiye az da olsa, bir kontrol mesafesi sağlar. Bazı doğru becerileri insanlara terapi esnasında öğretebiliriz. İspatı gayet açık bir şey varsa o da, bu ilaçları yalnızca hastaya ulaşabilmek için kısa süreli araçlar olarak kullanabileceğinizdir. Bu doğru becerileri öğretmek için ilaçları bir pencere olarak kullanırsanız, yan etkilere sebebiyet vermeden uzun dönem fayda sağlayabilirsiniz. Yani size bir şeyler satmak isteyen ilaç reklamlarına yem olmayın. Devlet bu duruma el atmalıdır, çünkü sıradan vatandaşın dışarı çıkıp da bilimsel literatürü denetlemek veya yan etkileri az; yararlı ve uzun vadeli ilaçları bilme gibi bir şansı yok. Fakat ilaç kullanımının sınırlı olduğu psikososyal alanda, terapi alanında, ampirik olarak desteklenen ACT(Kabullenme ve Gerçekleştirme Terapisi) ya da bilişsel davranışçı terapi, davranışçı terapi gibi tedavilerden istifade edebilirsiniz. Ve tatilinizin sonuna gelmişsiniz gibi ilaç kutularına başvurmadan önce buralara gidin, işte bu, problemi çözecektir. Bu alternatif yaklaşımlar az veya çok size yardımcı olacaktır.