Kemal-Sayar-Urun-Resim_98516-600X450.jpg

Sert Erkeğe Veda

Batı toplumlarında bir süredir ilgi uyandıran bir tartışma var: Sert erkeğin öldüğü, hatta bildiğimiz anlamıyla erkekliğin öldüğü, erkekliği yeniden tanımlamak gerektiğine dair bir tartışma. Bu tartışma yaygın kültürün tayin ettiği yetişkin erkek imgelerinin eskidiğini ve artık bunlara güvenilemeyeceğini söylüyor. Kitabiyattan bir örnek vermek gerekirse şair Robert Bly'ın İngilizce konuşan dünyada çok satan Iron John (Demir John) adlı kitabı zikredilebilir. Bu kitap talihsiz bir biçimde, Türkçeye 'Sert Erkek,Güçlü Erkek' adıyla çevrildi ve hak ettiği ilgiyi uyandırmadı. Kimi yazarlar 'erkekliğin buhranı'ndan söz ederlerken, kimi diğerleri de bu tartışmaların toptan bir yanılsama olduğunu dile getiriyor. Bu yazıda, sözünü ettiğim tartışmaları, ruhbilimsel bir bakış açısından ele alacağım.

Cinsiyet (gender) aslında cinsiyet organlarından ve gösterilen cinsel davranışlardan daha fazlasıdır. Toplumun içinde var olan cinsiyet rolleri, ideal erkek veya kadın olmanın sınırlarını ve hedeflerini çizer. Erkeklik, insanlık tarihi boyunca değişik sosyal grupların, kültürlerin ve alt kültürlerin ihtiyaç ve şartlarına göre şekillenmiştir. Toplumlarda görülen erkek standartları, çoğu kez, zamanın yönetici sınıfının tercihlerine ve ihtiyaçlarına hizmet edecek özellikler barındırmaktadır. Bu bakımdan tek bir erkeklik tanımı ve ölçütünden bahsetmek mümkün değildir. Erkeklik aslında süregelen bir grup etkinliğidir. Erkek kişi doğumundan itibaren çevresindeki diğer önemli hemcinsleri tarafından sürekli bir denetlenme ve inceleme altındadır. Genelde babalar erkek çocukları için hem erkekliği öğreten bir model hem de erkekliğin gereklerini yerine getirip getirmediğini kontrol eden bir denetleyicidir. Tarih içinde üstün erkek özelliklerinin de değiştiğini ve genel olarak bu özelliklerin zamanın ve mekânın gereklerini karşılayacak biçimde şekillendiğini söylemek mümkündür. Yani üstün erkek şimdiki zamanın ve şartların ideal erkeğidir. Zaman içinde fazla değişime uğramayan ve günümüze kadar gelen üstün erkek özelliklerinden bazıları; hükmetme, saldırganlık, rekabetçilik, cesaret, sevinç veya kedere karşı kayıtsızlık ve kontrol altında tutmadır. Eskiden üstün erkek özelliklerinde sayılan fakat günümüzde önemini yitiren bir özellik ise fiziksel kuvvettir. Günümüz toplumu artık daha çok hiyerarşik organizasyonlardaki yerine göre kişinin güç konumunu değerlendirmektedir. Kişi toplum içinde ne kadar yüksek bir mevkie sahipse o kadar varlıklı demektir ve varlık eskiden üstün erkek özelliği sayılan fiziksel kuvveti kolaylıkla satın alabilmektedir. Toplumda askerlik, inşaat ya da hukuk uygulamaları gibi bazı iş alanları da bir şekilde erkekleştirilmiş ve üstün erkek profiline yerleştirilmiştir.

Geleneksel erkek rolleri erkeklerin toplum içinde yüksek statülü pozisyonlarda olmaları gerektiği, fiziksel ve duygusal olarak dayanıklı olduklarını gösterecek şekilde davranmaya mecbur oldukları ve dişil olan her şeyden kaçınmaları gerektiği gibi bazı inançların oluşmasına ortam hazırlamıştır. Erkek çocuk baskın, hedefe yönelik, bağımsız, rasyonel ve saldırgan davranışları onaylanarak ve ödüllendirilerek yetiştirilir. Erkek çocuğun bağlılık ve yakınlık duyduğu kişilere bu duygularını göstermesine izin verilmez, sınırlı duygusal deneyimlerden geçmesine izin verilir. Çünkü duyguların baskın olduğu davranışlar onu üstün erkek profilinden uzaklaştıran dişil uca daha yakın tutumlardır. Duyguların dışavurumu ve duygusal bağlılık kadınlara özgüdür ve erkek kişi kendini devamlı surette duygusal kontrol altında tutmak zorundadır. Bazı kaynaklara göre bu duygusal kontrol erkek kişinin daha sonraki yaşlarında depresyona girmesine neden olan başlıca sebeplerden biridir. Bir başka sebep ise toplum tarafından idealize edilen üstün erkek statüsüne sahip olabilmek ve bu statüyü koruyabilmek konusunda duyulan yetersizlik duygusudur. Aslında erkekler toplumun ve geleneksel erkek rollerinin onlara verdiği gücün hayaline sıkı sıkıya tutunmaktadırlar. Gerçek hayatta uygulayabildikleri güç, bu hayalin çok uzağındadır.

Ne oldu da Batı toplumunda bu değişimler gerçekleşti? Hızlı kapitalist sanayileşme eski cinsiyete bağlı işgücü dağılımını etkilemiş ve kadınların kamusal alanda giderek daha fazla görünmesini sağlamıştır. Zamanla kadınlar, erkeklerin egemen olduğu sosyal ve ekonomik alanlara kaymaya, orada yer almaya ve kendilerini göstermeye başlamışlardır. Yirminci yüzyılda okul ve üniversite sistemlerinin hızla gelişmesi, profesyonellere yönelik iş sahalarının açılması, teknolojinin giderek önem kazanması ve bilgi endüstrisinin büyümesi, ondokuzuncu yüzyıl Batı toplumlarındaki erkek egemenliğinin sarsılmasına yol açmıştır. Bu sosyal değişimin en önemli nedeni ekonomiktir. Bu dönemde erkek maaşlarının satın alma gücünün düşmesi, beceri gerektiren veya gerektirmeyen erkek mesleklerinin azalması ve tam aksine, hizmet sektöründe kadınlara yönelik işlerin artması, bu hızlı değişimi tetikleyen diğer etkenlerdir.

Ondokuzuncu ve yirminci yüzyılda ekonomik alanda meydana gelen bu değişimler aile yapısını da etkilemiştir. Aile içinde kadının etki alanı, ailenin çekirdek aile hüviyetini alması ve ev ve iş hayatının birbirinden ayrılmasıyla artmıştır. Vaktinin çoğunu iş yerinde geçiren babalar nedeniyle özellikle erkek çocuklar anne ile daha çok vakit geçirmeye başlamıştır, kimi düşünürler bu değişimin erkek çocuğun bir erkek olarak sosyalleşmesini olumsuz yönde etkilediği sonucuna varmaktadırlar. Batı toplumlarında ondokuzuncu yüzyılın sonlarında erkek çocuklara nasıl erkek olunacağı kadınlar tarafından gösteriliyordu ki, bu da bir kesim yazara göre, erkeklerin gücünü kaybetmelerine sebep oluyordu .

Aile içinde yukarıda bahsedilen değişimler olurken, öte yandan kadınlar kamusal alanda daha fazla rol almaya başladılar. Kadınlara yönelik üniversitelerin ve buna bağlı olarak kadın okur-yazar oranının artması, evlilik yaşının büyümesi, kadınların sosyal statüdeki yukarıya doğru çıkmaları ve kapitalist gelişmeler "yeni kadın" portresinin oluşmasını sağladı. Bu yeni portreyi oluşturan kadınlar bekâr, yüksek eğitimli ve ekonomik olarak bağımsız bir kesimi oluşturuyorlardı ki, bu özellikleri onların erkek ve kadınlar arasında varolan cinsiyet ve güç dengelerini bozmalarına sebep oluyordu. Bunlara ek olarak, "yeni kadın" evlilikten kaçınıyor, profesyonel tanınma için savaş veriyor, radikal sosyal ve ekonomik reformları destekliyordu. Bu yeni kadın tipi bugün yaygın olarak bilinen feminist akımının oluşumunda kurucu rolü oynadı. İşte bu yapısal değişimler cinsiyet ilişkilerinin yeniden yapılanmasını sağladı ve her iki taraf kadınlığın ve erkekliğini yeniden tarif etmek için bir çatışma içine girdiler. Feminist akımın ortaya çıkması bu yazının da konusunu oluşturan erkeklik mefhumunun farklılaşmasına sebep oldu. Yeni erkeklik mefhumu, tarihsel süreçte yapılan tek tanımın aksine, farklılıklar göstermektedir. Kimi yazarlar iki tür erkeklik tanımı üzerinde durmaktadır: "Yeni Erkek" ve "Geleneksel Erkek". Yeni erkek geleneksel erkeğin kısıtlama ve sınırlamalarından kendisini azat etmekte, daha içten ve duygusal davranmakta, olmadığı halde güçlü görünmek gibi bir sevdaya kapılmamaktadır.

Modern yaşantıyla birlikte ev ve iş arasında oluşan uçurum, bu onarılmaz yarık babanın evden kaybolmasını sağlamıştır. Pek çok çocuk için baba artık eve onlar uyuduktan sonra gelen bir gölge varlıktır.Babanın anahtar rollerinden birisi, oğlan çocuğunu erkeklik rolüne, erkeklerin dünyasına, kimliğini bir erkek olarak kurgulayacağı yere hazırlamaktır. Bu yapılmazsa erkek çocuğu ileriki hayatında kadınlarla ilişki kurmakta çok zorlanacaktır, ya onlara yapışacak ya da onlardan çok uzak duracaktır. Kimi yazarlar endüstri devriminden en fazla yara alan sevgi biriminin baba-oğul bağı olduğunu yazmaktadırlar.Endüstrileşme öncesi oğullar babalarını tarlalarla veya ticarette görüyor, erken yaşta onlara katılıyor iken artık babalarını bu biçimde görme şansları kalmamıştır.

Ataerkil toplumumuzda gizli saklı bir anaerkillik hüküm sürüyor, ilişkiler, duygular öne çıkıyor ve oğul babayı duygusuzluğun o gri dünyasından çıkıp gelen bir yabancı olarak değerlendiriyor. Bazı oğullar erkek kimliğine kolayca geçer çünkü babaları onlarla yeterli bir bağ kurmuş, onlarla kendi üretken dünyasının bir bölümünü paylaşmıştır. Bazı insanlar da erkek kimliğine adım atar ama babalarının o ilişkisizliğini, duygusal ceset olma halini kendi hayatlarına kopya ederler. Bazı erkekler kadınların dünyasında kalır ve onların değerlerini benimser, erkeklerin dünyasındaki sevgisizlikten nefret ederek yaşarlar. Bir oğlun annenin kendisi için ve kendisinin annesi için taşıdığı tehlikeye karşı babaya ihtiyacı vardır. Eğer ana-oğul ilişkisi çok yalıtılmış kalırsa yoğun ve tahripkâr bir hale bürünebilir. Bunun acı bir örneğine, ekran şöhreti bir anne oğul ilişkisinde milletçe tanık olduk.

Duygu kepenklerini indirmiş olan erkek, incinebilirliğinden ve ihtiyaçlarından derin bir biçimde utanç duyan kişidir. Gerçek bir ilişki kuramayan, insanlardan uzak, ruhuna dokunamadığımız, kalplerini hissedemediğimiz adamlar. Adeta yaşadığından utanır gibidir ve bu yüzden dışarıdan bakıldığında ceset gibi görünürler. Evlilikte bu tür erkekler eşlerini çok fazla yıpratırlar. İşe gider, dost canlısı görünür, sorumluluklarını harfiyen yerine getirirler. Ancak birlikte oldukları kişi duygusal temas yokluğundan, daha derin, kalbi ve ruhu olan bir şeylerin açlığından yakınmaya başlar.Ve erkeğin şaşkın bakışları altında (ona kalırsa her şey ne kadar da normaldir!) böylesi ilişkiler yıkılıp bozulabilir. Gerçek bir erkek olmanın kadınlardan tamamen âzâde olmak olduğunu düşünür o, oysa gerçek tam tersidir, erkek olmak dişiyi kabullenmek, onunla rahat olabilmek ve ona duyduğumuz ihtiyacı kabullenebilmek demektir.

Dünyayı aklın penceresinden gören bu adamlar böylece kendi kendilerinden gizlenir ve içlerindeki o berbat boşluğu fark etmezler. Duygusal yakınlığa duydukları ihtiyacı nereye kadar inkâr edeceklerdir? Bir gün duygusal, bedensel ve manevî açıdan nasıl da fakir kaldıklarını fark eder ve büyük bir buhran yaşayabilirler. İşte bu 'erkeğin krizi'dir.

Çağımızda, daha önce de belirttiğim gibi, kendisini sertlik ve duygudan uzaklıkla tanımlayan klasik erkekliğin giderek öldüğü, bildik cinsiyet kalıplarının ucundan bucağından yıprandığı, duygusal yaşantının nihayet erkeklerin hayatına da taht kurduğu söyleniyor. Kadınlar birçok iş alanında erkekleri geçiyor, akademik hayatta giderek daha üst basamaklara tırmanıyor, daha uzun yaşıyor ve çok daha az intihar ediyorlar. Erkeklerin kadim zamanlardan beri strese verdikleri tepki olan 'savaş veya sıvış' stratejisi yaşadığımız zaman diliminde pek işe yaramıyor. Patronundan kötü bir söz işiten bir erkeğin savaşması ya da kaçması hiç de doğru stratejiler olmayabilir. Ne de olsa 'viran olası hanede evlâd ü iyal var'dır ve eve ekmek ve tuz götürmek gerekmektedir.

Çağımız giderek klasik erkek tavrının işe yaramadığı bir çağ halini alıyor. Artık birlikte çalışmanın, uyumun öne çıktığı bir çağdayız. Bu çağın erkekleri daha fazla baskı altında kalıyor ve babalarından öğrendikleri rolleri devam ettiremedikleri için daha fazla ruhsal çöküntü ve saldırganlık içine girebiliyorlar. Eve ekmek getiren, aileyi koruyup kollayan, güçlü erkek imgesi yerini, modern hayatın dayağını yiyen ve sendeleyen, çelimsiz ve çaresiz erkek tipine bırakıyor. Tarihsel rollerini yitiren erkekler de kendilerini tehdit altında, ihtiyaç duyulmayan, önemsiz bireyler olarak algılamaya başlıyor. Bu durumdaki pek çok erkek acısını iş hayatına gömerek yaşıyor, alkolde veya ona kendisini değerli hissettirecek yeni bir ilişkide teselli arıyor.

Kadınlardan nazik, müşfik ve empatik olmalarını daha çok bekleriz, bu nitelikleri dişiliğin doğal bir parçası olarak algılama eğilimindeyizdir. Erkeklerin duygu dünyasının daha sığ ve kör olmasında ise şaşılacak bir yön bulmayız, onları kadınlara göre 'daha kaba' kişiler olarak algılarız. Kimileri duygusallığı irade zayıflığıyla ve denetim yokluğuyla ilişkilendirerek işi kadın hor görüsüne de vardırabilir. Ne ki bu stereotipik düşünceler modern zamanlarda ciddi bir aşınmaya uğradı. Artık sert, incinmez ve güçlü erkek imgesinin ardına 'içi kan ağlayarak' saklanan erkeklerin yerini, duygusal hayatını serbestçe konuşabilen, duygu sağırlığı belirtileri göstermeyen, aile içinde bir şefkat kaynağı olan, ulu orta ağlayabilen erkekler alıyor. Erkeğin, bu kadar örselendiği bir zaman diliminde, gözyaşlarından başka sığınacak neresi var?

Bir de huzursuz ve huysuz erkekler var, onlar zamanın ruhundaki değişimi yakalayamamış, bugünün ihtiyaçları ile geçmişin kalıpları arasına sıkışmış insanlar arasından çıkıyor. 'Patlamaya hazır bir bomba gibi' , 'hiçbir şey onu memnun etmiyor' gibi yakınmalar onların çevrelerindeki insanlardan sıklıkla duyduğumuz yakınmalar. Zamanın mağlup ettiği adamlar. Devrin kurbanları, annelerinin hoyrat evlatları. Geçmişin cinsiyet rolleri bugünün metropol hayatında işe yaramıyor, artık bir bakışıyla çocuklarını susturabilen babalar yok. Duyguları bütünüyle yok sayan rasyonel bir iş hayatı da, insanları azar azar yok eden ruhsuzluğunu, birisi duygularla onarsın istiyor. Türkiye'de geleneksel erkek rollerini modern beklentilerle revize eden erkek dizi karakterleri çok iş yapıyor. Asmalı Konak'ın Seymen Ağa'sı olsun, Kurtlar Vadisi'nin acımasız gibi görünen ama müşfik bir sevgili olmaktan asla vazgeçmeyen Polat Alemdar'ı olsun, bu tipolojiye cuk oturuyorlar.

Evet, bildiğimiz erkeklik ölüyor. Ama küllerinden doğan yeni erkek tipinin daha dürüst ve içten olacağını tahmin edebiliriz. İçi ve dışı bir, 'sert yapmayan', güçsüzlüğünü de kabullenebilen erkekler, umulur ki ruhsal eksikliklerini gidermek için savaşa ve şiddete daha az yönelecekler.
              
Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş