Proje Çocuklarla Nereye Kadar
Prof.Dr. Kemal Sayar
Günümüzde aileler çocukları daha 8 aylıkken onlara uygun programlar oluşturmaya başlıyor. Buna aşırı anne babalık (hyperparenting) adı veriliyor, her türlü programla zamanı tıka basa doldurulan proje çocuğa da 'aşırı programlanmış' (overscheduled) çocuk deniyor. Aşırı kaygılı anne babalık çocukları günümüzde giderek daha fazla mutsuz kılıyor. Kimi anne babalar kendi eksikliklerini çocuklarında tamamlamaya çalışıyor, kimileri de her yönden başarılı, on parmağında on marifet sahibi çocukları olmasını hedefliyor. Bu yüzden çocuklar daha küçük yaştayken birden fazla spor ya da müzik dalıyla ilgilenmeye başlıyor ancak aileler, çocuklarını bu dallara yönlendirirken, çocukların isteklerini ve yeteneklerini göz ardı edebiliyorlar.
Televizyon ve medyanın bu kadar etkin olmadığı dönemlerde insanlar daha olumlu ilişkiler kurabiliyorlardı. Anne-baba ve çocuk; büyükanne, büyükbaba ya da akrabalarla daha çok iletişim halinde bulunulabiliyordu. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte her işimiz hızlandı. Cep telefonları, bilgisayarlar ve hayatımızı kolaylaştıracak her şeye sahibiz. İleri teknoloji ile her işimizi çabucak halledebilsek bile, bu bizim ve yetiştirdiğimiz neslin sevgi, saygı, bağlılık kavramlarını, diğer bireylerle iletişimimizi olumsuz yönde etkilemektedir.
Günümüzde daha hamile kalmadan önce ilaçlar, vitaminler içilmeye başlanır. Hamilelik esnasında çocuğun gelişimine uygun diyetler uygulanır. Anne karnındaki bebeğin hissettiği bilindiği için klasik müzik dinlenir. Bebek için ne önemliyse hangi etken onu hayata geldiğinde sağlıklı ve iyi kılacaksa, bunlar aileler tarafından uygulanır. Kısacası doğacak olan bebek hayata mükemmel hazırlanmaya çalışılır. Bu kadar uğraş; çocukların hayatta sağlıklı, akıllı, başarılı ve kariyer sahibi bireyler olabilmesi için yapılır. Ne var ki hayatta mükemmel olan bir şey yoktur. Ne çocuklar ne de aileler hiçbir zaman mükemmel olamazlar. Çünkü hayatta her şeyle karşılaşmak mümkündür. Bu hazırlıkların yapılması gereklidir ama yeterli değildir. Doğumdan sonrası da en az öncesi kadar önemlidir. Hazırlıklar yapılırken, tedbirler alınırken hayatta mükemmel diye bir şeyin olmadığı; önemli olanın mevcut şartları en iyi şekilde değerlendirmek olduğu her zaman akılda tutulmalı; tüm planlar ona göre yapılmalı ve uygulanmalıdır ki anne-baba ve çocuk hayatlarını sürdürürken minimum yıpranma yaşasınlar.
Aileler reklamcılık sektörü için her zaman kolay hedeflerdir. Çünkü çocukları söz konusu olunca onların her türlü şeye sahip olmalarını isterler. Aileler çocuklarına çoğu zaman şartlarını zorlayıp imkân tanırken, bir yandan kendi işlerini kolaylaştırırlar ama aynı zamanda çocuklarının her türlü gelişimlerinin sadece bunları yaparak kaşılanabileceği yanılgısına da düşebilirler.
Genelde çocuğa sağlanan bu kadar imkân sonucunda çoğunlukla çocuğun gelişimi uygun ve olması gerektiği olamadığı gibi çocuğun ileride şımarık ve memnuniyetsiz olmasına sebep olabiliyor. Hâlbuki elektronik, son teknolojiyle üretilmiş oyuncaklar satın almak yerine, çocukların aileleriyle beraber vakit geçirmeleri çocuğun duygusal, zihinsel, sosyal, fiziksel gelişimi açısından daha yararlıdır. Tabii ki bu geçirilen vakit boyunca kurulan iletişimin kalitesi önemlidir.
Aileler çocukları için doğal olarak her şeyin en iyisini istediklerinden, genelde medyada gördükleri reklamlar ile bütün yeni şeyleri çocukları için almaya çalışabilirler. Aileler para harcayarak çocukları için sağladıklarıyla çocuklarının sağlıklı, mutlu, başarılı ve uzun bir ömür süreceklerini düşünüyorlar. Bu düşüncelerin aksine hiç bir çocuğun fiziksel, zihinsel gelişimi ya da güzel, uzun bir hayat geçirmesi bu pahalı oyuncaklara ya da en yeni ürünlere doğrudan bağlı değildir. Bunca tüketim yerine çocukla geçirilen güzel vakit, beraber yenen yemekler, ona öğretilen değerler, aktarılan kültür ve onunla birlikte oynanan oyunlar, çocuğun gelişiminin en üst düzeyde sağlanmasını gerçekleştirecektir.
Anne-babanın öncelikle kendilerini, sonra birbirlerini sevip saymaları gerektiğini bilmeleri gerekir. Böylece önce kendine ve birbirlerine ilgi gösterecek, zaman ayıracak ki çocuğun gelişimine de katkısı olabilsin.
Bazı aileler çocukları ve etrafındaki kişilerin istedikleri her şeyi yapmaya çalıştıkları için kendilerine vakit ayıramıyorlar. Çocukları ya da diğer aile bireylerinin her isteklerini gerçekleştirmeye çalışırken kendilerinden ödün veriyorlar. Bu da zamanla aile içinde çözülmesi zor olabilen yıpratıcı problemlere yol açabiliyor, çünkü böyle çiftlerin birbirlerine olan ilgi ve alakaları azalabiliyor.
Her bireyin kendine zaman ayırmaya ihtiyacı vardır. Çocukların ve çevredekilerin isteklerine gereğinden fazla yoğunlaşmak, kendini ve eşini görmezden gelmek, çocukların hayatını kusursuz bir şekilde devam ettirmeye çalışmak, çocuklara verdiği zararın yanı sıra size de zarar verecektir. Önemli olan aradaki dengeyi yakalamaktır. Kendinize ayıracağınız zaman, eşinizle birlikte yapacağınız bir aktivite bile sizin kendinize olan güveninizi yeniden fark etmeye, daha rahat hissetmenize , bir nefes almanıza sebep olacaktır. Kendinize zaman tanırken onlara da zaman tanımış olursunuz. Bu sayede çocuklarınıza da daha iyi bir ebeveyn olacağınızı göreceksiniz.
Çocuklar için her şeyi hazır bir şekilde önlerine koymak yerine, onların da kendi ayakları üzerinde durmalarını öğretmek hedeflenmelidir. Çocuklar, dış dünya ile karşılaştıklarında, kendi ayakları üzerinde durabilecek, zorluklardan güçlenerek çıkabilecek şekilde yetiştirlmelidir. Çocuk, yeri geldiğinde ailesinin tartıştığına şahit olmalı, konuşarak, zaman zaman öfkelenerek, üzülerek de olsa problemlerin saygı çerçevesi içerisinde çözülebileceğini görmelidir. Aile içinde var olan her problem saklanırsa çocuk ileride bir problem ya da tartışmayla karşılaştığında bunun üstesinden nasıl en sağlıklı şekilde geleceğini bilemez. Sıkışıldığında uzmanlardan destek almak bu noktada önemlidir. Burada bilinmesi gereken gerçek şudur ki; uzmanlar size öneri sunabilir, probleminize çözüm yolu gösterebilir fakat ev içine müdahale edemez. Çocuğunuzu en iyi tanıyan ve en iyi yolu bulabilecek kişi sizsiniz. Eğer karşınızdakinin ne istediğini çok iyi anlar, onunla iletişimi yakalayabilirseniz, kendinizin ve ailenizin uzmanı olabilirsiniz.
Özellikle söz konusu çocuklar olduğu zaman aileler ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar. İyi bir aile olma isteği ve çocukların her zaman mutlu ve kolay bir hayat geçirmeleri dilekleriyle, çocukların ihtiyacı olanı karşılamak yerine, her isteklerini yerine getirebiliyorlar. Çocuklar da girdikleri her ortamda; misafirlikte, sınıfta, oynadıkları futbol takımında; o ortamın göz bebeği, hizmet edilen, tabiri caizse kralı-kraliçesi olmayı bekleyecek ve bunu göremeyince de hırçınlaşacak, düş kırıklığına uğrayacaklardır.
Aileler kendi ömürleri boyunca çocuklarının hayatlarını güzelleştirmek için uğraşırlar. Aileler, çocukları mutlu, başarılı ve eksiksiz bireyler olsun diye en ufak detayı bile gözden kaçırmamaya özen gösterirler. Örneğin, çocukları sosyalleşsin, arkadaşlarıyla olumlu ilişki kurabilsin diye eve çocuklarının arkadaşlarını davet ederler. Sıkılmasınlar ve keyif alsınlar diye onlar için yüklü bir program hazırlarlar. Çocuklar biraz büyüyünce, onları akademik ve sosyal açıdan başarılı olabilecekleri birçok aktiviteye yönlendirirler.
Ailelerin her şeyi kontrol altında tutamayacaklarının farkında olmaları gerekmektedir. Çocuklarının hayatlarındaki her konuyu kontrol altına almaya çalışırlarsa, çocuklar ileride kendi sorunlarıyla baş edemeyen bireyler olacaklardır. Bu yüzden çocuklar biraz büyümeye başladığında kendi hayatlarının sorumluluğunu almaya başlamaları gerekir. Tabii ki bunu ailelerin gözetimi altında yapmalılar. Örneğin, kendi ödevini yapmak yerine, ailesine ödev yaptıran bir çocuk derslerinde de başarılı olamayacaktır. Ödevleri yaparken aile belki çocuğun sınıfta herkesin içinde rencide olmaması ya da kırık not almaması için bunu yapar fakat bu tutum daha sonra çocuğun kendine ait sorumlulukları yavaş yavaş yapmamasına yol açacaktır.
Ailelerin çoğu, bir şeyi çok istedikleri ve bunun için çok çalıştıkları zaman istedikleri her şeye sahip olabileceklerini düşünürler. Bu çocukların için isteklerinde de geçerlidir. Onlar için bir şey istiyorlarsa, çocuklarına onu sağlamak için bu konuda çok çalışırlar. Böylece çocuklar da gerçekte kim olduklarını, nasıl olduklarını anlayamadan, ailelerin istekleri doğrultusunda şekillenirler.
Aslında günümüz insanı 'kontrol' odaklıdır. Kontrol edemediği, öngöremediği durumlara karşı tahammülü iyice azalmıştır çünkü teknoloji, bilim her geçen gün daha da ilerlemekte ve günlük hayatımızın içine girmektedir. Zamanımızın felsefesi 'Sen her şeyi zamanında yap, olmaması için hiçbir sebep yok' şeklinde.Böyle olunca yenilgilere, zayıflıklara, yaşlanmaya, kontrol altına alamadığımız olgulara tahammül azalmış ve insanların yıpranma katsayısı artmıştır. Bu bireylerin anne-babalığına da yansımıştır.
Çocukların anlamlı ve dolu bir yaşama sahip olmaları için onlara bir ideal kazandırmaya çalışmak yeterlidir çünkü ideali olan insan; vatana, millete, insanlığa zaten faydalı olacaktır. Çevresindeki insanların ve diğer tüm canlıların kendisinden emin olacağı bir birey olmak, ancak bir ideali sahibi olmakla mümkündür.
Aileler yaşanılan hamilelik boyunca bebek hazırlıkları için koştururken, çocuk doğunca da onları en iyi şekilde yetiştirmek için neler yapılabilir diye koşturmaca başlıyor. Onlar büyüdükçe çocuğun bedensel ve bilişsel gelişimi için daha çok çaba gösteriliyor. Bu sürede de çocuklar yoğun bir programa sokuluyor. Aileler çocuklar için yapılan işleri, onların bu programlarını çok ciddi bir iş olarak algıladıkları ve ona göre davrandıkları için, çocuklar aile kavramını önemli ve öncelikli görmüyorlar. Buradaki önemli nokta ailenin bunları yapıyor ama kalplerinden geçeni, hissettiklerini yansıtmaya fırsat bulamıyor olmasıdır.
Çocukların ailelerinden öğrenmesi gereken öncelikli kavramlar daha çok ahlâkî ve insanî değerlerdir. Çoğu somut kavramları, bilimsel içerikli yazıları kitaplardan, gazete ya da dergilerden öğrenebilir, öğretebilirsiniz fakat çocukların merak ettiği ya da öğrenmeleri gereken soyut kavramlar ancak model alınarak içselleştirilebilir, özümsenebilir. Çünkü soyut kavramlar ucu açık, her topluma, her kültüre göre değişiklik gösterebilecek kavramlardır. Siz aile değerlerinize göre çocuğunuza en uygun cevabı bulup vermelisiniz. Bunları çocuklarınıza kazandırırken onlara en iyi ve kendisi ve toplum için en verimli sonuçlar doğuracak yolları göstermeniz gerekecektir.
Hangimiz çocukken özgürce dışarıda, açık alanlarda, evlerimizin bahçelerinde oyun oynamanın tadını unutmuşuzdur? Artık çocuklarımın sosyal, duygusal ve bilişsel alanlardaki gelişimine katkıda bulunacak bu etkinliklerden uzak kalarak büyüyor. Dışarıdayken çocuk, anne-baba gözetiminden uzak, gerektiğinde risk alarak, keşfederek ve karşılaştığı sorunlara kendi başına bir çözüm yolu bulmaya çalışarak büyür. Tabii çocuğun oynadığı arkadaşları ve dışarıda olduğu muhitin önemini de burada belirtmeden geçmeyelim.
Günümüz modern dünyasında çocukların etrafı politik ve kültürel dünyanın insancıl olmayan bakış açısı; duygusallıktan yoksun, karşısındakine güvenmeyen/güvenemeyen ebeveynler; öğrencilere vereceği detaylara takılan öğretmenler ile çevrili. İnsan ilişkilerinden beklentisi olmayan, güvenlik ve kontrol saplantısı olan kültürlerin, çocuk gelişimi üzerindeki etkisi kaygı vericidir. Günümüzde çocuklar evin içine hapsolmuş, kendi oyunlarını kuracak üretkenliği olmayan pasif ve ilgisiz varlıklar durumunda . Hayal güçleri erken yaşta tanıştıkları ve hayatlarının doğal bir parçası olan televizyon ve bilgisayar oyunları ile tıka basa işgal edilmiş. Ayrıca televizyondaki reklamlar sayesinde ticari birer figür olarak algılanıyor, filmler sayesinde kaba kuvvete teşvik ediliyor ve bazı sorumsuz yayınlar sayesinde de travmatik olaylar yaşayabiliyorlar. Asıl önemli olan ise tüm bunların tekrar ve tekrar yaşanıyor olmasıdır.
Birçok yazar kendi çocukluğuna duyduğu özlemi nostaljik bir şekilde kitaplarında ifade ederken; şimdiki çocukların yaşamlarına ait değişimleri de sorguluyor. Bazıları modernizme ilişkin endişeler taşırken bazı yazarlar ise kibirli, inatçı, 'materyalist' ebeveynleri suçluyor.
2006 yılının Eylül ayında bir grup uzman, 'modern hayat çocuklar arasında daha fazla depresyona yol açıyor' başlığı adı altında ortak bir bildiri yayınladılar. Uzmanlara göre çocuklar çöplük haline gelen global kültürümüz yüzünden zarar görüyor. Modern hayat onların gelişmeleri için gerekli şeyleri onlara sunmuyor. Örneğin hazır yemekler, oyunlar, ekrana bağlı eğlence onlara hayatı birinci elden yaşamayı ve deneyim elde etme şansını vermiyor.
Ayrıca uzmanlar çocukların zihinsel sağlığının dikkate değer ölçüde bozulduğunu ifade ediyor. UNICEF gibi kurumlar alarm vermiş durumda. Daha yakından bakılırsa çocuklar sadece çok mutsuz değil, bunun yanında stresliler. Yetişkin rol modelleri, çocukların davranış normlarını ve toplumun değerlerini öğrenmeleri ve özümseyebilmeleri için oldukça gerekli. Ebeveynleriyle gerektiği kadar zaman geçirmeyen çocuklar, nasıl davranmaları gerektiğini de, doğal olarak , öğrenemiyorlar. Beraberken de ancak kaliteli bir iletişim ve tutarlı bir yaklaşım ile ancak bazı temel değerler içselleştirilebilir.
Çoğunlukla bir düğmeyi açıp kapamakla hayatımızın birçok işini halledebildiğimiz bu çağda, ebeveynler çocuk yetiştirmenin bu kadar kolay olmadığını bazen farkedemiyor. Günümüzde bazı ebeveynler eşyaları, ilişkilerden daha çok önemseyebiliyor. Yüzyıllardır, şimdiki nesil çocukların önceki nesilden daha zor bir kuşak olduğu söylenir. Aslında asıl önemli olan çocukların yaşamlarını etkileyen sorunların tam olarak ne olduğunu belirleyebilmektir. UNICEF'in hazırlamış olduğu çalışma ilk kez çocukların mutluluklarını altı farklı boyutta inceledi ve birbirleriyle kıyasladı. Bunlar; materyal mutluluğu, sağlık, güvenlik, eğitim, arkadaşlar ve aile ilişkileriydi. Yapılan araştırmalarda Avrupa üzerinde İngiltere'nin gençliği en zor durumdaki gençlik olarak bulundu. Buna göre; 15 yaşındaki gençlerde en çok alkol kullanımı, kavgaya dahil olma ve uygunsuz cinsellik İngiltere'de mevcut. Uzmanlar ise bunun nedenini gençlerin aileleriyle olan kopuk ilişkilerine bağlıyor.
Uluslararsı sağlık kuruluşları gençlerin ruhsal sağlığı hakkında endişe duymakta ve doğru adım atılmazsa patlamaya hazır bir bombadan farksız bir gelecekleri olduğunu söylemekteler. 1991-2001 yılları arasında İngiltere'de gençlerde kendine zarar verme ve yeme bozukluğu davranışlarında %70 artış olduğu gözlemlendi. Bu ürkütücü bir sonuç.
Mutsuzluk, belirli bir oranda, çocukların doğadan ayrı düşmesinden kaynaklanıyor. Halbuki çocuklar, dışarıda doğayla baş başa kalarak, oyunlar sayesinde yeni keşifler yaparak; çıplak elle çekirge yakalayıp, ağaçlara tırmanarak, kâh düşüp kâh koşarak, hayal dünyalarını muazzam şekilde geliştirebilirler. Ama artık günümüzde çocuklara dış dünyayı keşfetmeleri için daha az özgürlük veriliyor. Şüphesiz ki yanlarında büyükleri olmadan sokak köşelerinde ya da parklarda oynamaları riskli. Araştırmalar son 30 senede çocukların sokakta bağımsız şekilde vakit geçirebilme oranlarının büyük ölçüde azaldığını gösteriyor. Şöyle ki; 1971'de İngiltere'deki 7-8 yaş grubu çocukların %80'i okula kendi başlarına giderken, 1990'da bu oran %9'a düşmüştür. Aynı eğilim Amerika'da da görülmektedir. Yapılan araştırma sonuçlarına göre annelerin %70'i çocukken hergün dışarıda oyun oynarken, çocuklarının bugün sadece %30'u dışarıda oyun oynuyor.
Çocukların sokakta geçirdiği zaman azalırken, ebeveynler tarafından yapılandırılan ve kontrol altına alınan oyunların olduğu boş zamanlar artış gösteriyor. Günümüzde çocukların yaşamlarındaki neredeyse tüm alanlar uzman ya da yetişkin kontrol ve müdahalesi altında. Okul öncesi programdan okula, oradan okul sonrası programlara, dahası program dışı dersler, kurslar ve organize edilmiş sporlar… Çocuklarının güvenliği ve gelişimi hakkında aşırı endişeli anne ve babalar, çocuklarının tüm etkinliklerini takip etmek ve çocuklarının bunlardan en üstün başarıyı elde etmelerini istiyorlar.
David Elkind'e göre Amerika'da son on yıl içinde çocuklar, bir hafta içindeki boş zamanlarının 12 saatini kaybetmiş durumdayken, organize edilmiş spor programları iki katına çıkmış durumda. Çocukların istekleri de göz önüne alınıp boş vakitlerini geçirmek için aile-çocuk beraberce plan yapmak yerine, çocuğun hayatını sadece aile tarafından programlanıp o şekilde değerlendirilmesi bekleniyor. Bu da çocukların keşfetme ve risk almayı öğrenme fırsatını engelliyor.
Yeni doğanların hayatları bile daha en başından takıntılı bazı anne-babalar tarafından programlanıyor. Bebekler için hazırlanan eğitim-öğretim programlarının artışı sektörün genişlediğini bizlere gösteriyor. Programların bilişsel geliştirici özelliğinin olduğu düşüncesi yanlış anlaşılıyor; çünkü zaten bebekler ve erken dönem çocuklarda zihin gelişimi en hızlı düzeyde olur. Ebeveynler sadece bu tarz programları ve oyuncak setlerini satın almıyor, Amerika'da anaokulu öncesi çocuklar için düzenlenen haftada 30 dakikalık derser veren kurumlar bulunuyor. Buralarda çocuklara kelimeler ezberletilip flaş kartlarla egzersizler yaptırılıyor. Bilim adamları, bu yaşta flaş kartları tanımanın okuma sayesinde olmadığını ve bunu güvercinlerin bile yapacağını belirtiyor.
Ebeveynler, çocuklarını sorumluluk ve inisiyatif alma konusunda cesaretlendirmiyor. Kendilerinden onay alana dek bir işe başlamalarını istemiyor. Çocuklar bir türlü büyümeleri için gerekli hamleleri yapamıyor. Bunun nedeni de uzmanlar ve popüler akımlar tarafından desteklenen ebeveynlerin, çocuklarının çok kırılgan olduklarına dair sahip oldukları inanç. Ebeveynler çocuklarını zararlı olabilecek kadar fazlasıyla korumaya çalışıyor. Sonuç olarak bazı çocuklar hayatları boyunca psikolojik, sosyal ve duygusal tehtidlerle yeterince baş edemiyor. Proje çocuklar, 'hormonlu' çocuklar, kavanozda yetiştirilen çiçekler, hayatın acı gerçekleri karşısında tuzla buz oluveriyor.
Yapılan bir araştırma, çocukların kendi başına yanlarında herhangi bir yetişkin olmadan dışarda olursa kaçırılacak endişesi yaşadığını ve sokağı tehlikeli bulduğunu ortaya koydu. Tabii ki böyle bir risk her zaman var. Hiç birimiz çocuğumuzun zarar görmesini istemeyiz, onu pamuklara sarıp saklamak, onları dişlerini kanatmadan büyütmek isteriz. Oysa hayat daha farklı, hayat bizim şefkatli kucaklarımız kadar müşfik değil. Tehdisin farkında olalım ancak bunun çocuklarımızın özgürlik alanını çok fazla kısıtlamasına izin vermeyelim. 11-14 yaşları arasındaki gençlerle yapılan bir araştırma sonucuna göre gençlerin zaman geçirdikleri en popüler mekanların başında arkadaşlarının evi var. Daha sonra merkezî caddeler, kafeler, parklar ve alışveriş merkezleri geliyor. Bu alanların çoğu güvenlik görevlileri olan, onları daha emniyetli hissettiren mekanlar fakat gençlerin bir kısmının ise ebeveyn kontrolünden uzak olabilecekleri ve özgürce takılabilecekleri yerleri, mesela terkedilmiş binalar, tünelleri tercih ettikleri görülüyor.
Gelişen teknolojiyle, yuva ve bakım evlerinde çocuklarını izleyen, sürekli takip altına alan ebeveynler, ilerleyen senelerde 'koruma' adı altında ergenlerin özel hayatlarını ihlal edebiliyor. 2007'de İngiltere'deki ailelerin yarısının çocuklarının web üzerindeki hareketliğini görmek üzere ajan sitelerden destek aldığı belirtiliyor. Tehlikeden korumak amaçlı faaliyetler yaparken, çocuğumuzun bireysel alanının sınırlarını, mahremini de ihlâl etmemeye dikkat etmememiz gerekir.
Psikolog David Elkind çocukların yetişkin organizasyonu olmadan da güvenli bir şekilde oyun oynayabileceklerini ve ailelerin risksiz oyunlar için ısrarcı olmamaları gerektiğini söylüyor. Çünkü çocukların zorluklarla karşılaşıp mukavemet kazanmaları gerekir ki ileride karşılaşacağı sorunlarla baş etmeyi öğrenebilsinler.
Aileler çoğunlukla ebeveyn olmanın dünyanın en zor işlerinden biri olduğunu belirtirler. Peki nasıl bazı aileler ebeveyn olma işini ellerine yüzlerine bulaştırmıyorlar? Acaba gercekten de zorlanmıyorlar mı, hiç yılmıyorlar mı?
Hemen hemen herkesin yaygın olarak bildiği bebekliğin ilk senelerinin çocuğun gelişimi açısından çok önemli olduğudur. Sue Gerhardt 2004'te yazdığı Why Love Matters: How Affection Shapes a Baby's Brain kitabında "zor bebek" diye birşeyin olmadığını aksine "zor ebeveyn" olduğunu ifade eder. Zor ebeveyni ise "ihmalkar" veya "cok karışan" ebeveyn olarak ikiye ayırır. Ebeveynin ihmalkarlığıyla gelişen bir bebeğin büyüdüğünde problemli bir birey olacağını vurgulayan Gerhardt, böyle bebeklik geçiren bireylerin depresyon, bağımlılık ve anorexia gibi ciddi hastalıklara yatkınlığının da arttığını belirtmiştir. Gerhardt, bu durumu aynı kaos teorisine benzetmiştir. Hayatımızda, başlangıçta küçük görünen farklılıkların bizleri büyük sonuçlara ulaştırdığı yargısındadır. Son dönem uygulanan terapi tekniklerinde, çocukluk ve gençlikte yaşanmışlıkların yetişkinlikte yeniden anlamlandırılması teşvik edilmektedir. Böylece kişinin kendisi ve dış dünya ile ilgili temel şablonları, bakış açıları daha işlevsel ve verimli kullanılabilir bir şekle uzmanın rehberliğinde getirilebilmektedir. Tabii ki bu yeniden yapılandırılmanın yapılabilmesi için bireyin belli motivasyonlarla tetiklenip, kendisinde böyle bir isteğin doğması ve belli bir farkındalık düzeyine sahip olması lazımdır.
Bakıldığında 'Acaba bebek için sadece ihtiyaçlarının giderilmesi yeterli midir?' sorusu ayrı bir sorun teşkil etmektedir. Modern çağın anneleri çocuklarıyla ne kadar ilgiliymiş gibi dursa da durum çok trajiktir. Mesela bazı anneler çocuğunu emzirirken göz kontağı kuramaz çünkü ya telefonuyla meşguldur ya televizyon seyrediyordur.
Çocukluğun ilk 3 yılının ilerideki davranış modellerimizin temelidir. Bu kadar kısa bir zamanın doğru kullanılmaması sonucu ömür boyu temeli sağlam bir duygusal, zihinsel ve sosyal bir dünyaya sahip olunabilir.
Son arastırmalar sinirbiliminin beyin gelişimine etkisi hakkında önemli adımlar atar niteliktedir. Bilindiği üzere bebeğin ilk yıllarında sınırsız nöral bağlantılar güçlü bağlar kurarlar ve daha sonra bu süreci budalama süreci takip eder. Fakat sinirbilimi sinaps bağlantıların yaşadığımız deneyimlerle nasıl şekillediği konusunda hala kesin bir cevap verememektedir.
Gerçek hayatta biz anne ve babalar bu konu üzerine zaman zaman çocuklarımıza farkında olmadan zarar verebilecek kadar hassas davranabiliyoruz. Dışarısını çocuklarımız için salt bir risk faktörü olarak görüp, çocuğumuza da öyle gösterebiliyoruz.
Yapılan bir ankette 10 ve 11 yaşlarındaki 1000 çocuğa kendileri için güvenli ve güvensiz belirli alanlar söylemeleri isteniyor. Çocuklar için tehlike olarak algılanan alanların başında; trafik, yabancılar arasında kaybolmak, trenler ve terör geliyor. Çocuklar için trafiğin tehlikeli bir alan olarak algılanması anlaşılabilir birşey ve bu onlara ileride trafikte daha dikkatli olmalarını sağlayabilir fakat neden bu kadar çok yabancıdan korkan çocuk mevcut ve hangi imge onları yabancılardan uzaklaştırıyor? Araştırmada bir kız kendini evinin bahçesinde güvende hissettigini belirtiyor buna sebep olarak ise bahçede yabancının bulunmadığını ve kendisini alamayacaklarını öne sürüyor. Tabii ki çocuklarımızı dünyanın tehlikelerinden korumalıyız ama böyle olması için acaba çocuklarımızın her gördüğü yabancıyı potansiyel tehlike olarak mı değerlendirmesi gerekiyor? Çocuklarımıza bu algıyı vermiş olmakla, güvenli bir yer olan dışarısını güvensiz hale getirmiş olmuyormuyuz?
Çocuklarımıza ayırt edebilmeyi, farkı farketmeyi öğretebilmemiz gerekiyor. "Hiç bir yabancıyla muhatap olma" diyerek onları sosyal ortama, sosyalleşmeye karşı duyarsız hale getirmiş oluyoruz.
Çocuklarımızın çevreyle iletişime geçmelerine ihtiyacı vardır, her yabancıyı potansiyel bir zarar verici nesne olarak görmesi o çocuğu yaşamında pasif bir hale getirecektir. Çocuğa bu durumun böyle olmadığı anlatılmalı hatta bazı zor durumlarda yabancıların yardıma koştukları da belirtilmelidir. Başkasından böyle bir yardımseverlik görmeyen çocuk ileride de çevresine karşı aynı duyarsızlığı gösterecektir.
Bu duruma sadece ebeveynlerin tutumları değil aynı zamanda çevrenin de çok büyük etkisi vardır. Zaman zaman toplu alanlarda fotğraf çekmenin bile artık kuşkuyla bakıldığı, 'acaba fotoğrafta ben de çıkarsam ve bunu da birisi kötüye kullanırsa' gibi endişelerin beynimizi kemirdiği bir toplumda yaşıyoruz. Bu algının değişmesi biz büyüklerin endişelerinin azalması ve çocuklarımıza sunacağımız gerçek dünyayla mümkündür.
Günümüz kültürünün korkularından biri de başkasının çocuğuna yanlış davranış sergilediğinde herhangi bir şekilde öğüt vermiyor/veremiyor veya yardıma ihtiyacı varken yaklaşamıyor olunmasıdır. Yapılan araştırmada katılımcıların neredeyse yarısı tanımadıkları çocukların sıkıntılı anlarında yardımına koşmayacaklarını belirtiyor. Sebep olarak da başkalarının algısından çekinmelerini öne sürüyorlar. Dörtte biri ise 'Hiç oralı olmam' diyerek bir kere daha toplumun dayanışma algısının bittiğini, birbirinden ürken ve sürekli başkası hakkında kötü düşünen ve bu kötü düşünceyi kendisine de yapıştıracakları korkusuyla toplumdan izole olan duyarsız insan tipleri olarak gözler önüne seriliyor. O zaman hangi yol bizi bir adım ileri götürebilecek?
Çocuklarımızı sürekli denetleyerek elimizin altında tutarak onlara aslında iyilik yapmış olmuyoruz. Çocuklarımızı dünyayla başedebilecekleri bir düzeye getirmemiz için onlara güvenmeli ve çevremize de o güveni sağlamalıyız. Böylesine zor bir duruma etki eden sadece ebeveynler değildir. Medya da bu durumun kötüye gitmesine çok yardımcı olmaktadır. 1940'lı 50'li hatta 70'li yıllarda çocukların sokakta güven içinde oynayabilecekleri alanları vardı fakat şu anda böyle güvenli ortamlar bulunması mümkün değil. Bu durum çocuklarımız tarafından da hissedilmektedir. Eğer kendimizi insanoğluna yakın bilip daha pozitif bir bakışla bakarsak, içimizdeki felaket habercisi ve kuşkucu tarafın sesi hayatımıza hakim olamaz. Böylece çocuklarımıza, dışarıdaki risklere rağmen, dış dünyada mutlu olunabileceğini gösterebiliriz.
Sonsöz
Çocukların büyümesi bir koza içinden çıkmaya çalışan kelebeğin kozadan kendi kanatlarıyla kurtulma çabasına benzer. Eğer yoruluyor, sıkıntı çekiyor diye kozadan bizim yardımımızla çıkarsa, kanat kasları çıkmaya uğraşırken yapması gereken idmanı yapamayacağı için, sonrasında uçabilmesi için kanatlarında olması gereken güce sahip olamaz.
Çocuğunu çok fazla koruyan, sürekli üstüne düşen, sevgisiyle ilgisiyle çocuğunu boğan ebeveyn tutumu ile karşı karşıya kalan çocuk yaşamda kendine ait bir dünya kurmakta güçlük çeker.
Ebeveynlerin çocuklarına olan sorumlulukları, onları dopdolu ve bağımsız bir hayata, donanımlı bir şekilde hazırlamaktır. Onları hastalıklı bir şekilde koruyup her türlü riskten uzak tutmak, çocuklara bir yarar sağlamayacaktır. Başka bir açıdan bakıldığında modern çağın çocukları, kaygılı bile olsalar, daha bilinçli ve ilgili ailelerde yetişmektedir. EbeveynlerIn bütün ilgilerine rağmen, aşırı kuşkucu tavırları, maalesef güven unsurunun ortadan kalkmasına neden olmaktadır. Cocuklarımıza biraz izin vermeli, dünyaya güvenmelerini sağlamalı, başkalarıyla oynamaları için fırsat tanımalıyız. Onlara kendi kararlarını kendilerince alabilme fırsatını sağlamalıyız. Bu arada çocuklarımızı başıboş da bırakmamalı; bir rehber niteliğinde, gerektiği ve ihtiyaçları olduğu yerde ellerinden tutmalı, onları daha güzel bir dünyaya hazırlamalıyız. Proje çocuklar kendi çocukluklarını yaşayamadan, huzursuzluk ve depresyona mağlup oluyor. Her türlü etkinlik için oradan oraya çekiştirilen çocuklar çocukluklarını bir türlü yaşayamıyor. Bırakalım her şey kendi doğallığında büyüsün. İnsan da.
KAYNAKLAR 1. Reclaiming Childhood.Letting Children Be Children in Our Achievement-Oriented Society. Wiliam Crane. Henry Holt and Co.,2003. 2. The Over-Scheduled Child: Avoiding the Hyper-Parenting Trap.Alvin Rosenfeld, Nicholas Wise, Robert Coles. St Martin's, 2000. 3. The Hurried Child: Growing Up Too Fast Too Soon. David Elkind, Perseus Books, 2001. 4. Why Love Matters: How Affection Shapes a Baby's Brain. Sue Gerhardt, Routledge,2004.