1970’lerin sonlarına kadar iyimserlik çocukluk ve karakter zayıflığını simgeleyen psikolojik bir sorun olarak görülüyordu. Bunun yanında birinin geçmişi için dengeli denebilecek bir değer biçme kuvvetin, ruhsal sağlıklılığın ve olgunluğun kanıtıydı. Porter’in kötü kaderini adeta kutlayan Polyana’sı, Sigmund Freud’un dini iyimser bir ilüzyon olarak tarif etmesi iyimserliğin negatif imajının geçmişteki örnekleridirler.
70lerde bilişsel psikologlar Matlin ve Stang’ın araştırmaları sonucu görülmüştür ki, insan genel olarak pozitif ve iyimser düşünce yapısına sahiptir. Pozitif olayları, negatif olaylara göre daha kolay ve çabuk hatırlıyoruz. Ayrıca kendimizi başkalarının bizi değerlendirdiğinden daha pozitif değerlendiriyoruz. Umudun insandaki biyolojisine bakıldığında anlaşılmış ki, umut doğamızda, genlerimizde olan bir karakterimiz
Çoğu insan, özellikle de sağlıklı olanlar iyimser olmaya yatkındırlar. Bu 3 şekilde görülebilir:
İyimserliğin tam tersine, negatif bilgi bize aslında dünya üzerinde yeterince kontrolümüz olmadığını, geleceğin bu zamandan farksız olmayacağını ve aslında düşündüğümüz kadar da çarpıcı ve farklı ve değerli olmadığımızı anlatır.Negatif bilgiyi kabullenmek istemediğimizde ise kendimizi koruyacak yollar, mekanizmalar kullanırız.
İnkar etme, dış dünyadan gelen tehditlerin ve stresli yaşam olaylarının doğruluğunu kabul etmemektir. Bastırma ise, insanın içindeki toplumca kabul edilemeyecek agresif ve cinsel güdülerin doğruluğunu kabul etmemektir.
Taylor’a (1989) göre bu defans mekanizmaları duruma uyum sağlayıcı nitelikte değiller, çünkü gerçeği çarpıtırlar. Beynin bir tarafı, kendini beynin istenmeyen olayı “bilen” diğer tarafıyla ilişkilendirmez.
İlüzyonlar ise uyumluluk artırıcıdırlar çünkü gerçeği en iyi biçimde yorumlamamıza izin verirler. İncelemelere göre ilüzyonlar seçici algılama, iyi huylu unutma (benign forgetting), yetersizliği sürdürme (maintaning pockets of incompetence) ve kendi negatif taslağını sürdürme gibi süreçlerden oluşurlar.
Seçici algı, insanın gelen bilgiyi filtreleyip sadece pozitif veya sadece negatif haberleri kodlamaya geçirmesidir. Yumuşak unutma, kendimiz hakkındaki negatif bilgileri kolay çağıramama ama pozitif bilgilerin detaylı ve çabukça çağırılabilmesidir. Yetersizliği sürdürme, kendi hakkındaki negatif bilgileri kendimizi değerlendirme mekanızmamızdan çıkararak kendini-beğenmemizin(self-esteem) korunmasıdır. Kendi negatif taslağını sürdürme ise, kendimize negatif şemalar oluşturarak kendimizden gelen negatif bilgiler ile başetmedir; utangaç olduğumuz için çok konuşmadığımızı söylemek gibi. Ayrıca kendimizden gelen diğer negatif bilgileri de negatif-şemamızın içine atarak ve bunu bahane ederek kendimizi bir şekilde koruma yoluna gideriz. (Örneğin; Utangaçlığım sınıfta yeterince soru sormamı engellediği için sınavdan düşük aldım)
Pozitif ilüzyon geliştirme oranı çocuklarda, belli bağlamlar içinde, belirgin davranışsal limitlerde, seçim şansı tanıyan sıcak ebeveyn-çocuk ilişkilerinde yüksektir. Pozitif ilüzyonları oluşturma hayatın erken aşamalarında başlar. Çoğumuz çocukluğumuzu bir tiyatro gibi, kendimizin kahraman olduğu karelerde hatırlarız. Zamanla pozitif ilüzyon yaratma ivmemiz düşer.
Çoğunlukla insan kendini pozitif olayların gelişiminden sorumlu tutar, kötü olaylardan sorumluluk duymaz. Ayrıca birlikte başarılan kollektif işlerde iyi gelişmeleri kendimize atfederken abartılı davranırız. Örnek olarak bir deneyde, eşlerin ev işlerine kendilerinin katkı oranları sorulduğunda ve kendi raporlarından alınan sonuçlar toplandığında, genelde hep %100’ den fazla iş çıkmıştır.
Bunun yanında, kendine pozitif değer biçenler diğerlerine de yüksek değer verme eğiliminde olurlar ki bu da popülerliğe yol açar. Kendine daha pozitif değer biçenler, daha çok ve uzun çalışırlar çünkü olayları pozitif etkileme imkanlarının olduğuna içten inanırlar. Engellerle karşılaştıklarında başarana kadar alternatif çözüm yolları bulurlar çünkü er geç başaracaklarına inanmışlardır. Bir görevi/hedefi başarmak için için yüksek motivasyon, direnç, etkili performans sonuçta daha çok başarı getirir.
Kontrol etme ihtiyacı ve insanın kendisini kendinin ve çevrenin konrol edeni olarak görmesi doğuştan getirdiğimiz bir özelliktir. Çocukluktan itibaren, bir görev kontrol altına alındığında diğerine geçilir. Bebeklerde sık oyuncak değiştirmenin sebebi budur. Fakat Ernest Becker’in (1973) “Ölümün İnkarı/ The Denial of Death” adlı kitabında yazdığı gibi, bazen kontrol etme düşüncesi sanki doğasal olaylar, ekonomik ve sosyal problemler hayatları etkilemeyecekmişçesine güçlüdür. Dünyanın düzeni ve kontrol edilebilirliğine dair inanç bizi ölüme sadece bir adım uzak yaşadığımız gerçeğinden uzaklaştırır. Bunun sebebi olayları yanlış kategorileştirmemizdendir. Yanlış ilişkilendirme, rastlantısal bir örneği doğrulama çabası, olayları kontrol edebilme inancını destekler. Bu düşüncenin avantajı ise, stres tepkilerimizi düşürebilmesidir.
Pozitif ilüzyonların değiştirilmesi genelde ilüzyon uyum sağlayıcı nitelikte değilse olur. Ani hastalanma, bir olaya kurban gitme, travmatik olaylar insanın kendisini iyi bir insan olarak görmesini, olayları kontrol etme kapasitesini ve geleceğin daha güvenli ve mutlu olacağına dair inancı düşürür. Hayatın erken dönemlerinde pozitif ilüzyonları değişime uğramış olanların sonraki dönemlerde depresyon ve hastalıklara yakalanma riski yüksektir.
Kişilik mizacı olarak: İyimserler zor koşullarda bile değerli hedeflerini izlemekten vazgeçmezler ve sorunlarla başa çıkmak için efektif stratejiler kullanırlar. Scheir&Corner(1985) Hayat Yönlendirme Testini geliştirmişlerdir iyimserliği ölçmek için. Kişilik mizacı olarak iyimserlik sağlıklı olmak ve kalp krizi veya kanser gibi durumlarda medikal müdahalelere cevap vermek ile doğru ilişkilidir. Kötümserler ise buna karşın kaçınıcı başa çıkma teknikleri kullanırlar ve problemlerin üzerine gitmekten kaçınırlar.
Seligman ve arkadaşları(1998)’na göre ise iyimserlik, kişilik mizacı olmaktan çok, kendini ifade etme biçimidir. Buna göre iyimser insanlar negatif olayları değiştirilebilecek, çevresel ve dışsal faktörlere bağlarlarken, kötümserler ise kalıcı, içsel(kişisel) ve global faktörlere bağlarlar. (3 boyut vardır; İçsel/dışsal, kalıcı/geçici, global/spesifik). Yetişkinler ve çocuklar için farklı olmak üzere bu 3 boyut kullanılarak iyimserlik/kötümserlik için ölçekler geliştirilmiştir.
İyimserliğin gelişimi ebeveynlerin sağlıklılığına, ebeveynler tarafından çocuğa sunulan rol modellerine ve ebeveynlerin iyimserliği ne kadar cesaretlendirip desteklediklerine bağlıdır. İyimserlerin ebeveynleri daha az depreyona girmişlerdir, başarıları içsel, global ve sabit ve başarısızlıkları ise dışsal, spesifik ve geçici faktörlere bağlarlar. Gençler travma geçirmişlerse, ancak bunu başarı ile atlatabilmiş ailelerden geliyorlarsa iyimserlik geliştirebilirler. Eğer çocuğun başarısızlıkları aile tarafından içsel, global ve kalıcı faktörlere bağlanırsa çocuğun kötümser olma riski yüksektir. Buna ek olarak iyimserlik, kısa vadeli kazançları uzun vadedeki hedefleri başarmak için bazen feda edebilmek ile de ilişkilidir, çünkü iyimserler uzun vadede başarılı olacaklarına inanırlar.
Bulgulara göre iyimserlerin stresli durumlarda hastalık geliştirme ve depresyona girme oranları da kötümserlere göre daha düşüktür. Ek olarak, çocukken ağır stres durumları ile karşılaşılırsa (ebeveynlerin boşanması, kronik aile kavgaları gibi) sonradan depresyon geliştirme riski kötümserler için çok daha büyüktür.
Erişkinlerde iyimserlik sporda, işte ve aile yaşamında da etkilidir. Sporda atletik ve fiziksel uygulamalarda daha yüksek başarı, satış ve pazarlama gibi işlerde daha yüksek satış oranları ve romantik ilişkilerde daha pozitif etkileşme ve uzun süreli ilişki ile alakalı bulunmuştur.
Nolen-Hoeksema(2000)’in deneyine göre iyimserler önemli yakınlarının kayıplarında bu acı şoku bir “uyandırma mesajı” olarak algılayıp değer verdiği ilişkilerine daha çok zaman ayırıyorlar, geçmiş ve gelecekten çok bugünü yaşamaya başlıyorlar. İyimser kişi kendine daha uygun bir işe geçiyor ve kendi ölümünden daha az korkuyor. 6 ay içindeki psikolojik dengesi daha iyi oluyor ve 18 ay içinde görülen depresyon veya endişe semptomları azalıyor.
Seligman(1998) erişkinlerin ve çocukların atfetme stillerini kötümserlikten iyimserliğe yönelik değiştirmek için programlar geliştirmiştir. Bilişsel terapi içeren bu programlarda katılımcılar kendi kötümser yorumlarının analizlerini yapıp daha iyimser yorumlarla değiştirirler. Kötümser açıklayıcı yorumları değiştirmek için belli başlı 3 teknik vardır;
- Dikkat dağıtma(Distraction): İçsel karamsar açıklamaları durdurmak için bütün dikkati karamsarlıktan başka alanlara kaydırarak kendini meşgul etmek. Mesela yüksek sesle sürekli “dur” demek ve masaya vurmak, üzerine büyükçe “dur” yazan plastik bir karta bakıp sadece fiziksel boyutuna yoğunlaşmak gibi.
-Distancing(Mesafe koyma): Kendimizin karamsar açıklamalarının gerçek olmadığını, gerçeğin sadece bir olasılığı olabileceğinin farkına varmak. İnançlarımızın mutlak gerçek olmadığını hatırlamak.
-Disputation(Tartışma): Hipotez doğrularmışçasına karamsar açıklamalar için gerekçeler sorulur, alternatif iyimser açıklamalar olup olamayacağı tartışılır, eğer bulunamıyorsa karamsar açıklama uzun vadeli sonuçlara mı sebep olacak yoksa geçici mi olacak tartışılır. Eğer karar verilemiyorsa iyimser/karamsar açıklamalardan hangisinin daha çok işe yarayacağına bakılır ve o seçilir.
Umut, iyimserlikle yakından ilişkilidir. Synder(2000)’in tarifine göre umut, engellere rağmen istenen amaç uğruna alternatif yollar planlama kapasitesi ve bu yolları uygulamak için motivasyondur. Umut, istenen amaçlara orta derecede uzaklıktaysak ve engeller aşılabilecek gibiyse en güçlüdür. Eğer gerçekleştiremeyeceğimize emin olduğumuz bir amaç varsa umutsuzluk başlar. Amaçlarımıza zaten çok yakın isek ve gerçekleşeceğinden eminsek zaten umuda gerek yok demektir.
Değerli bir amaç olduğunda amaca yönelik davranışlar şunların ilişkileri sonucu belirlenecektir; amacın değeri, alternatif yollar ve bu yolların efektif işleyiş olasılıkları üzerine fikirler, kendi hakkındaki alternatif yolları tamamlayabilmeye yönelik düşünceler.
Synder (2000) der ki, umut küçük çocukluk, çocukluk ve ergenlik dönemleri boyunca oluşmaya devam eder. 1 yaşlarının sonunda küçük çocuklarda gelişmiş olan becerilere göre belli hedefler oluşmuştur bile. 2. yılda hedeflere yönelik alternatif yolların oluşturulabileceğine veya zaten olduğuna dair kanı başlar. Rutter(1994)’in deneyleri sonucu görülmüştür ki çocuğun bakım-vericisiyle (anne, baba, dadı,...) güvenli bağlanma kurması ve gerektiğinde yeterli desteğin sağlanması, direnç ve umut geliştiricidir. 3-6 yaş arası anaokulu döneminde dil gelişimi, hikaye anlatımı, rutinleri tahmin yapabilme becerileri, alternatif umut yollarının da gelişimini hızlandırır. Fiziksel gelişim ise hedefe yönelik işlemlerin yapılması konusunda bir hayli yardımcıdır. Çocuklar farkına varırlar ki, plan yapıp belli yollar izlendiğinde bazen amaçlarına daha çabuk ve kolay ulaşabiliyorlar.
Orta çocuklukta, mantıksal düşünce ile plan yapma yetenekleri gelişir. Ergenlikte ise daha kompleks olaylar; ebeveynlerden artan kopma, dış çevreyle daha yakın ilişkiler kurma ve kariyer planlarını geliştirme artar. Bütün bu gelişmeler umudu artırır (engellere rağmen). Her zaman olmamakla beraber bazen stresli aile ortamında büyüyen çocuklar dirençli ve umutlu olabilirler. Çünkü çocuklar ebeveynlerin bazı problemleri olduğunun farkındalığına erişirler ve ebeveynlerin ilgi yetersizliğini çevresel faktörlere bağlarlar. Kendilerine igi ve bakım verecek, onlarla ilgilenecek başka erişkinler bulurlar. Güçlükleri de engel değil, onları daha rekabetçi yapma ve kendilerini geliştirme fırsatı veren şans olarak görürler.
İnsan toplumlarının geleceğe yönelik daha güvenli hayat tarzları oluşturmaları için çerçeveler sunar Risk dengesi teorisine (Wilde, 2001) göre daha iyi tasarlanacak yollar, köprüler, araçlar, makinalar, sağlık ve güvenlik eğitimleri, güvenli olmayan davranışlara verilen cezaların artması, toplumda kaza oranlarının azalmasına yardımcı olmaz. Fakat bu oran, populasyon içinde hedeflenen risk derecelerini azaltarak düşürülebilir. Örneğin, toplumda geleceğin algılanan değeri bugüne oranla artırıldıkça bireyler daha az risk alıp daha dikkatli davranacaklardır. Kanıtlara göre, sağlığı için yararlı davranmaya dikkat eden bireyler, geleceklerine diğerlerine göre daha fazla değer ve önem veren insanlardır.
Beklentici, bir konu üzerine yoğunlaşıp davranışlarına spesifik olarak dikkat edebilir ya da genel beklentici detaylara bakmadan ileriki günlerde de hayatta olmak için dikkat edebilir. Geleceğe dönük fikirlerimiz kaza oranını etkiler; çünkü bu da sağlıksız alışkanlıklar ve insanın şiddet derecesine bağlı bir değişkendir. Gelecekten daha çok beklentisi olanlar daha dikkatli davranacaklardır. Geleceği daha değerli kılmak için; okulda okunacak her sene daha düşük ücretler talep edilebilir, emeklilik sigorta ödemelerinde her geçen sene indirimler uygulanabilir, gençlerin harçlıklarına her sene doğumgünlerinde zam yapılabilir..
İyimserlik, umut ve sağlıkla doğrudan ilgilidir. Bunların, psikopatoloji ve depresoynla negatif bağıntısı vardır. İyimser ve umutlu insanlar daha mutlu ve sağlıklıdırlar ve bağışıklık sistemleri daha iyi çalışır. Stresli yaşam olaylarını aşmakta ve etkili stratejiler geliştirip uygulamakta da daha iyi olduklarından, stresi hayatlarından atabilmektedirler. Bu da onları hastalıktan uzak tutmaktadır. Bu insanlar hastalık gelişmişse bile tedaviye daha çabuk ve büyük cevap verirler. Erken yetişkinlikteki iyimserlik, sonraki yıllarda da sağlığımızın habercisidir.
Ortaçağda insanlar sosyal değerlerini, normlarını, politik otorite ve dinsel güçlerle onan ilişkilerinden sağlıyorlardı. Kendiliğimiz (self) zaten sosyal çevremizin de değer verdiği kavramlardan oluşuyordu. Ne zamanki politik değişimler monarşiler yerine demokrasi getirdiler ve bireyin kendisi toplumdan ayrı olarak önem kazandı, kendi kavramı üzerine de birçok yeni teoriler geliştirildi. Freud’un beynin bilinçdışı aktivitelerine yönelmesi, Erik Erikson’un insanın hayatı boyunca belirli evrelerden geçtiği ve herhangi birinde kimlik krizi ile karşılaşabileceği düşünceleri bunlara örneklerdir. Anlaşılmıştır ki; kendi aslında sosyal ve dinsel mefhumlardan ayrı olarak da vardır.
Kendi kavramı nesne olarak kendilik( sosyal kurguların bir ürünü olmak) ve etken olarak kendilik (biyolojik açıdan kendilik, biliçlilikle öğrenme, kavrama, iletişim kurma ve adaptasyon sağlama) olmak üzere 2 çatı altında incelenir.
Özsaygı/Haysiyet(Self-esteem), başarılarımızın teşebbüslerimize oranı üzerinden ölçtüğümüz kendimize verdiğimiz değerdir. Gelişmesinde ebeveynlerin rolü yine çok büyüktür. Destekçi, çocuklarına sınırlarından biraz daha yüksek fakat erişilebilir amaçlar koyarak büyüten ailelerde çocukların kendini beğenmeleri ihtimali de daha yüksektir. Ayrıca tutarlı ve otoriter ebeveynlik tarzı ile de alakalıdır. Şu da bir gerçektir ki yüksek sosyo-ekonomik statü gruplarında daha yüksek kendini beğenme oranı izlenir. Kendini beğenme; başarı ile, başkaları tarafından kabul ile doğru orantılı, hem kendi hem başkalarının fikirlerini taşıyan olduğu bir kavramdır. Kendini beğenme aslında zamana karşı sabittir fakat hayatın farklı evrelerinde değişkenlik gösterebilir. Örneğin, okul öncesi çağı çocuklarında yüksektir, ergenlik-öncesi dönemde büyük oranda düşer (vücutsal değişimlerden memnuniyetsiz olma yüzünden) ve ergenlik sonrası dönemde tekrar yükselir. Yetişkinlikte, çocukluk dönemlerine göre daha tutarlı bir seyir izler. Yüksek özsaygısı olanlar, kendileriyle ilgili yeni bilgiyle karşılaştıklarında bu bilgiyi kendilerini daha da gururlandıracak ve memun edecek biçimde işlerlerken, düşük özsaygısı olanlar bilgiyi işlemede daha seçicidirler ve negatif kendi-değerlendirmelerine daha çok dikkat ederler. Yüksek kendini beğeniciler, kendileri üzerine negatif bilgi ile karşılaştıklarında bir süre daha deneyip hala başarılı olamazlarsa o görevi bırakırlar. Düşükler ise, kendilerini korumaya çok çaba harcarlar ve bunun içinde de başarana kadar görevi bırakmazlar. Bunun için, yüksek özsaygılılar daha çok başarılı taraflarına yoğunlaşmış olurken, düşükler ise eksik yönleri üzerlerine daha çok kafa yorarlar ve kendi gözlerinde de değerlerini düşürürler. Bilişsel terapiler, özsaygı grupları için faydalı olabilir.
Dikkat edilmelidir ki savunma amacı ile insanlar eksik yönlerini kapatmak için olmadıkları halde kendilerini yüksek veya düşük özsaygılı olarak tanıtabilir ve normal durumlarda gruba uygun davranışlar ve fikirler geliştirebilirler.
Kendine etki , Bandura tarafından geliştirilmiş bir teoridir. Buna göre başarılı olacağımıza inanmamız bize başarı için daha yararlı olmakta, başaramayacağımızı düşündüğümüzde ise bu davranışlarımızı etkileyerek performansımızı düşürmektedir. Özsaygı kendine değer biçme iken, kendi kendine etkinlik, belirli bir ödev için sahip olduğumuzu düşündüğümüz kapasitemizin değerlendirilmesidir ve bu kaçınılmaz olarak performansımız üzerine yansır. Etkin olabilme, yeteneklerimizi gerekli koşullarda ne kadar etkin kullandığımız ile alakalıdır. Nasıl geliştirilebilir? Engelleri aşmayı tecrübe ederek, engelleri aşan diğer insanları gözlemleyerek, belirli bir işte başarılı olacağı konusunda ikna olmakla, elbette Ayrıca kişi fiziksel olarak görev için uygunsa ve pozitif ruh hali içerisindeyse etkinliği pozitif yönde yüksektir. Etkinliğin önemli başka bir tarafı da o zamandaki duygusal durumu doğrudan etkilemesidir; ek olarak bağışık sistemini tetikler, strese direnci etkiler.
Kişi kendisinde stresli durumların üstesinden gelmek için yeterli kaynak görmediğinde ise başa çıkma stratejileri kullanır. Bu stratejiler problem-odaklı, duygu-odaklı ve kaçınıcı olarak kollara ayrılabilirler. Duygu-odaklı stratejiler yoksulluk gibi dokunaklı, stresi kontrol edilemeyen yaşam olayları ile başa çıkmada işlerler. Kontrol edilebilir streslerde, sınavlar, iş görüşmeleri gibi, problem odaklı stratejiler stresin kaynağını hafifletmede işe yararlar. Kaçınıcı stratejiler ise aktif stratejilerin kullanılmaya devam edilmesi için zaman aralığı gerekiyorsa, kişinin kaynaklarını düzenlemek için kullanılırlar.
Fonksiyonel, problem-odaklı stratejilerde sorumluluğu tam anlamıyla kabul etmek, etraftan çözüm için bilgi toplamak, gerçekçi planlama, çevredeki insanlardan yardım isteme, önemsiz diğer işleri kaynak tüketimini azaltmak için ertelemek ve kendi kapasitesi hakkında çözüme ulaşılabileceğine dair iyimser bakış açısı içerirler. İşlevsel olmayan problem-odaklı stratejilerde ise tam tersi olarak, karamsar bakış açısı hakimiyetinde işlevsel olmayan çözümler denenir. Problem-çözme yeteneği zamanla öğrenilip geliştirilebilen bir yetidir. İşin sırrı büyük problemleri, küçük problemler haline getirip, çözülebilir konuma getirmektir.
Sosyal destek, birarada güvenli bir şekilde yaşamamızın yanında, çokluğu ve kalitesi ile sağlığımızı direk etkileyen bir başka faktördür. Daha geniş ve kuvvetli sosyal destek ağlarına sahip insanların fiziksel ve ruhsal sağlıkları çok daha iyidir, depresyon daha az görülür ve daha düşük ölüm riski taşırlar. Algılanan sosyal destek, ihtiyacımız olduğunda diğer insanları ne derecede bize destek verirken bulacağımıza dair inancımızdır. Bu, bir karakter özelliği gibi dışadönüklükle pozitif bağıntılıdır. Sosyal desteği yüksek insanlar, daha etkin stratejiler geliştirirler, çevreden daha çok sosyal destek almaya hazırdırlar ve olayları kontrol altına alma eğilimleri vardır. Diğer kavramlar gibi bu da bağlanma teorisi ile açıklanabilir. Bakım vereniyle ( anne, baba veya başka bir önemli kişi) güvenli bağlanma geliştirebilmiş bebekler, büyüdüklerinde daha yüksek algısal desteğe sahiptirler. Fakat ironiktir ki, algısal sosyal desteği yüksek insanlar, kendilerine güvenleri yüksek olduğundan ve etkin baş etme taktikleri geliştirebildiklerinden, sosyal desteğe daha az ihtiyaç duyarlar.
Katarsis ise travmatik anıların dışa vurumu için, güvenli bir ilişki bağlamı içinde olayın geri çağırılıp tekrar deneyimlenmesi stratejisidir. Yapılan deneylerde bulunan sonuçlar göstermiştir ki; travmatik olayları hakkında ince detaylarla ve duygusal hisleri de katarak yazılı anlatım yapılması istenen gruptaki hastalar 6 ay sonrasındaki kontrollerinde daha iyi bağışıklık sistemi ve bu sürede daha az doktor ziyareti göstermişlerdir.
Ağlamanın travmatik olayların etkisini azaltmadaki etkisini destekleyecek yeterince bilgi edinilmemiştir. Fakat insanın içinde kısa-vadede rahatlatıcı, gerilim düşürücü etkisi olduğu da göz ardı edilemez.
Kadercilik ise, dışsal krizlerle başetmede kullanılır. Freud’un tanımladığı üzere, sonraki hayatta daha iyiye güzele ulaşma rüyası ile bu dünyadaki agresif ve cinsel dürtülerimizi kontrol etmektir. Görülmüştür ki, kiliseye mensup insanlar, olmayanlara göre daha uzun yaşamaktadırlar. Aynı zamanda dinsel inanç, sosyal desteği da içerir, çünkü cemaat birbiri ile dayanışma içindedir. Ayrıca, inançlıların depresyone girme ve intihar oranları daha düşüktür.
Meditasyon başka bir başa çıkma taktiğidir. Gün sonunda problemlerden, onları inkar etmeden, bir süre için kopmaktır. Meditasyonun kısa ve uzun vadede psikolojik sağlığa iyi geldiği bulunmuştur. Kısa vadede, fizyolojik uyartıları düşürür ve pozitif bir ruh hali yaratır. Uzun süreli olmak üzere de, problemlerin üstesinden gelmek için yaratıcılık, empati ve bilişsel fonksiyonları arttırır. Özellikle kronik depresyon vakalarında nüksetmeyi %50 oranında azalttığı izlenmiştir.
Tekrar çerçeveleme tekniği, daha önceden karamsar analizlerle yorumlamak ettiğimiz bir deneyimimizi, tekrar düşünüp aklımızda iyimser alternatif analizlerle tekrar yorumlamaktır.
Oyalama da bazı durumlarda yararı olan, fazla uyarılmaya katlanamayan fakat belirsizliğe dayanabilen insanlarda işe yarayan efektif bir taktiktir.
Savunma mekanizmaları ve baş etme stratejileri birbirinden farklıdır. Başetme stratejileri, dış baskılar (mesela sınav) kişisel kaynakların yapabileceğinden fazla uğraş gerektirirse bilinçli olarak kullanılır. Defans mekanizmaları ise Freud’un psikanaliz düşüncesinden doğmuştur ve stres yaratan içsel güdüleri bastırmak için bilinçsiz olarak kullanılır. Böylece kabul edilemez dürtüler ve sosyal dilekler dengelenerek, içsel endişe azaltılmış olur.