KORKUNUN ÖTESİNDE
Dorothy Rowe dan çeviren Klinik Psikolog Sena Avaz
Nasıl iki insan aynı deneyimi yaşayamıyorsa, iki insan herhangi birşeyi aynı şekilde göremez. Davranışımızı belirleyen, bizim başımıza gelen şey değil, bizim başımıza geleni nasıl yorumladığımızdır. Hayatımızın her anında, kendimizi hayatın nasıl gittiğini yorumlamakta buluruz. İşte aslında bu"insan olmak" demektir. Oluşturduğumuz anlamlar bir tür yapı meydana getirir ve bu yapdan bir kişi olmak duygusuna ulaşırız. Çünkü biz gerçeği doğrudan göremeyiz ve olan biten hakkında yaptığımız her bir yorum, aslında bir tahmin olarak kalır. Bu yüzden "Ben", "Benim", "Kendi kendime" olarak deneyimlediklerimiz, kendimiz ve kendi dünyamız hakkında bir takım tahminlerimizdir. Tahminlerimiz öngörülerimizdir. Yaptığımız öngörüleri akla mantığa uygun bulduğumuzda kendimizi güvende hissederiz. Ancak, dünya bizleri sıklıkla şaşırtabilir ve bu şaşırtma her zaman memnun edici olmayabilir, bizi memnun etmeyen şeyler gerçekleştiğinde, bazı fikirlerimiz unufak olabilir. Bu çok olağan bir deneyimdir. Buna karşın, şu anda yaşadığımız şey fikirlerimizin çöküşünü hissettirdiğinde, kendimizi tamamen dağılmış, paramparça olarak hissederiz.
Eğer kendimize olan özgüvenimiz tamsa, kendimize "Daha önce böyle şeyler atlatmıştım, bu yüzden tekrar aynı şeyleri yapabilirim" diyebiliriz. Fakat özgüvenimiz eksikse, benliğimizin ufalanmış, paramparça hatta yokolmuş olduğunu hissederiz. Ölüm korkumuzu aşan, ondan daha büyük bir korku hissederiz.
Ölümle yüzleştiğimizde, bazı önemli kısımlarımızın (ruhumuzun, hayalimizin ya da başkalarında kalan hatıralarımızın) yolculuklarına devam edeceğini kendimize söyleyebiliriz. İnsan olma duygumuzun yok olacağıyla yüzleştiğimizde, rüzgarda kaybolan bir tutam sigara dumanı gibi olacağımızı hissedebiliriz. Böyle bir korkuda, psikiyatristlerin ruh hastalığı olarak tanımladığı bir takım çaresiz savunmalarda çare ararız. Bu savunmalar aslında hastalık değil, kendimizi dağılıyormuşuz gibi hissettiğimizde bizi bir arada tutmaya hizmet eden savunmalardır. Dağılan şeyin benliğimiz değil de bazı fikirlerimiz olduğunu anladığımızda bu savunmaları bırakabiliriz. Bu fikirler dağılmalı ki, hayatımızda nelerin olageldiğini daha iyi yansıtan yeni fikirler inşa edebilelim. Bizler kukla veya genlerimizin kurbanı, dünyamızı yorumlayan, karar alan ve kendi dünyamızda hareket edebilen etken canlılarız.
Eğer kendimizin ve kendi dünyamız hakkındaki düşüncelerimizin mutlak doğru olduğuna inanıp, dünyayı kendi istediğimiz gibi olması yolunda zorlamaya çalışırsak mutlu olamayız. Eğer kendimize değer verip, kendimizi kabul edersek ve bildiğimiz herşeyin, değiştirme seçeneğimizin olabildiği bir takım düşünceler olduğunu ve dünyayı istediğimiz şekilde değiştirme kabiliyetimizin oldukça kısıtlı olduğunu bilirsek, hayatın bizi düşürdüğü en kötü durumda bile hayatta kalmaya muktedir oluruz. Mutlu olacağımız zamanlara dair şansımız olacaktır.