Kemal-Sayar-Urun-Resim_4383-600X450.jpg

İntihar ve inanç sistemleri

Kültür hayata ve ölüme yönelik temel tutumları , dolayısıyla da, toplumda intihara yönelik anlayışları şekillendirir. Bazı toplumsal inanışlarda intihara olumlu bir değer atfedilmektedir. Dinî inancın intihara karşı koruyucu olup olmadığı ise Durkheim'in klasik eseri İntihar'dan beri tartışılmaktadır. Son yıllarda yapılan çalışmalar Durkheim'in intiharın görece daha egoistik olan Protestan toplumlarda Katoliklere göre daha fazla görüldüğü önermesini desteklememektedir. Öte yanda pek çok çalışma dinin intiharı engelleyici bir işlevi olduğunu göstermiştir. Bu durum hayatın kudsiyetine yapılan vurgudan dinin sosyal bağları kuvvetlendirici etkisine dek bir dizi neden tarafından şekillendirilebilmektedir. Kişilerin daha kolay dinî yandaş buldukları ve daha güçlü bir dini alt yapı geliştirebildikleri şehirlerde dinin intihar üzerindeki etkisi daha güçlüdür. Din ve intihar ilişkisini araştıran çalışmalar; dinin en çok kadınları intihardan koruduğunu ve yüksek oranda sekülerleşmiş toplumlarda bu koruyucu etkinin görülmediğini ortaya koymaktadır. Sonuç olarak din ve intihar ilişkisinde kolaycı formüllerin işe yaramadığı, karmaşık sosyal dinamikleri hesaba katan bir araştırma metodolojisinin zarurî olduğu anlaşılmaktadır. Bu yazıda intihar ve inanç sistemleri arasındaki ilişki, sosyolojik ve tıbbî literatür gözden geçirilerek tartışılmaktadır.

Türkiye Psikiyatri derneği'nin düzenlediği 6.Bahar Sempozyumları'nda (24-28 Nisan 2002, Antalya) panel konuşması olarak sunulmuştur.

İşsizlik, ev içi ve dışı şiddet, sosyal ve siyasi protestolar ve toplumsal hayatta genel bir anlamsızlık hissi gibi bir dizi sosyal etken intiharla ilişkilendirilmektedir. Emile Durkheim'in yüzyılı aşkın bir süre önce yayınladığı klasik eserinde, sosyal değişimin etkisi ve sosyal bütünleşme düzeylerine dayanarak üç tür intihar tipi ayırd ettiği bilinmektedir. Egoistik (bencil) intiharlar toplumla bütünleşme eksikliğinden, altruistik (elcil) intiharlar toplumla aşırı bütünleşmenin getirdiği bir görev anlayışıyla toplumun kişiye yüklediği taleplerden kaçınamamaktan, anomik intiharlar da ahlâkî istikrarsızlığa ve âşinası olduğumuz normların kaybına yol açan toplumsal değişimden kaynaklanmaktadır (Durkheim 1986). İntiharın anlamı toplumdan topluma değişebilmektedir. İntiharın bazı yönleri tüm toplumlarda sorun olarak algılanırken bu davranışın ne ölçüde kınandığı ya da kabul edildiği, kültürel inanç ve değerler tarafından belirlenmektedir. Sözgelimi Katoliklik ve İslâm intiharı şiddetli bir biçimde kınamaktadırlar. Törensel intiharların tasvip edildiği Japonya'da intihar hızları hâlâ yüksektir. 2.Dünya savaşı sonrası beklenenin aksine İngiltere'de intihar hızları düşerken, savaş sonrası Japonya'da yüksek hızlar görülmüştür. Bu durum, aşağılanma hissine karşı kültürel olarak da tasvip gören törensel intihar davranışı şeklinde tepki verilmesiyle açıklanabilir. İntiharı patolojize eden Batılı görüşlerin aksine, hara-kiri gibi törensel intihar biçimlerinin tasvip edildiği Japon toplumunda, intihar yüceltilmekte ve ona bir stigma (damga)dan ziyade şeref isnad edilmektedir (Desjarlais ve ark 1995). Hindu dul kadınlarında görülen, eşinin ölümünden sonra kendisini yakarak öldürme davranışı da bu inanışta intiharın bir psikopatoloji ya da damgalanan bir davranış değil, yüceltilen bir tutum olarak kavramlaştırıldığını göstermektedir. Sati olarak adlandırılan dul kişi, adeta eşiyle bir intihar paktı kurmakta ve onun cenazesinde kendisini yakarak adanmışlığını ispat etmektedir. Bu bir yönüyle toplumun o kişiyi yas tepkisini belirli bir biçimde yaşamaya zorlaması olarak da görülebilir. Kişi bunu zorlamayla değil kendi iradesiyle seçse dahi, bu davranış, dul bir kadının toplumdan daha fazla bekleyecek bir şeyi kalmadığının bir işareti olarak da değerlendirilebilir (Desjarlais ve ark 1995).

İntiharın Üçüncü Dünya'daki çökkün hastalarda ya da-Japonya dışarıda tutulursa-genel olarak Batılı olmayan toplumlarda, Batılı toplumlara göre daha az yaygın olduğunu gösteren çalışmalar vardır ama gelişmekte olan ülkelerde kayıt sistemlerinin yeterince iyi olmaması, intiharın kültürlerarası bir epidemiyolojisi konusunda yeterli bir veri sağlanmasını engellemektedir. Düşük yaygınlık bu toplumlarda suçluluk duygusunun daha az olmasıyla ilişkilendirilmektedir. Çin'li hastalarda bedenselleştirmenin depresyonun intapsişik ve varoluşsal yaşantısına, dolayısıyla da intihara karşı koruyucu bir kalkan olduğu gösterilmiştir (Kleinman 1988). Peru'lu depresif hastalarda, eşleştirilmiş Kuzey Amerika'lı hastalara göre daha az intihar eğilimi bulunmuştur ve bu farkın Katolik kilisesinin güçlü öğretilerine bağlanabileceği tartışılmıştır (Kleinman 1988). Sosyal değişimin de intihar hızlarındaki dalgalanmayla ilişkili olabileceği bildirilmiştir. Çeşitli Pasifik adası kültürlerinde intihar hızları hızlı modernleşmeye bağlı olarak artmaktadır. Sri Lanka'da intihar hızının 1955'ten 1974'e dek üç katına çıktığı ve bu durumun en çok Tamil etnik azınlığını etkilediği bulunmuştur. Bu durumun hızlı nüfus artışı, eğitim ve iş bulma olanaklarının kısıtlanması ve istikrarlı toplumun bozulmasına bağlı olduğu ve Tamil azınlığın bütün bu kısıtlamalardan daha fazla etkilendiği öne sürülmüştür (Kleinman 1988). Yoksulluk, ekonomik yetersizlik ve sınav başarısızlığının da dünyadaki en yaygın intihar risk etkenlerinden olduğu bilinmektedir. İntihar hızları ile dinî inancı ilişkilendiren bazı Batı kaynaklı çalışmalar Protestanlarda Katolik ve Yahudilere göre hızın daha yüksek olduğunu göstermektedir. İrlanda, İspanya ve İtalya gibi Katolik ülkelerde intihar hızları nüfusun çoğunluğunu Protestanların oluşturduğu Danimarka, Almanya ve İsviçre gibi ülkelere kıyasla daha düşüktür (Desjarlais ve ark 1995). Ancak din dışında başka bazı etkenlerin de intihar hızlarını değiştirebileceği düşünülmelidir. Katolik Avusturya ve Fransa'da yüksek intihar yaygınlığı bildirilirken nüfusun daha ziyade Protestan olduğu İngiltere'de yaygınlık görece olarak düşüktür. ABD'de de Katolik nüfus içinde intihar davranışının Protestan nüfusa göre daha düşük hızda görüldüğünü gösteren çalışmalar vardır (Desjarlais ve ark 1995). Kanada'da İnuit gençlerinde (Eskimolar) intihar risk ve koruyucu etkenlerini inceleyen bir çalışmada, okul başarısı ve dinî inancın koruyucu değeri olduğu gösterilmiştir. Düzenli olarak kiliseye devam eden ergenlerde intihar davranışı anlamlı ölçüde düşük bulunmuştur. Bu durumun sadece dinin intihar üzerindeki yasaklayıcı etkisiyle ilgili olmayabileceği, daha ziyade dinî bağlantı ve uygulamaların toplumsal destek ağları oluşumunu kolaylaştırdığı ve bu ağların da intihara karşı genç kişiyi koruduğu öne sürülmüştür. Dinî inanışlar topluluk (cemaat) etkinliklerine katılmayı teşvik ederek toplumsal bağların kuvvetlenmesini sağlayabilirler (Kirmayer ve ark 1996). Kültür hayata ve ölüme yönelik temel tutumları , dolayısıyla da, toplumda intihara yönelik anlayışları şekillendirir. Yüz yıl önce intihar pek çok Avrupa toplumunda yasaktı. Pek çok kilise intihara karşı çıkar ve intihar ile ölen kimselerin kilise mezarlığına gömülmesine izin vermezdi. Din de geleneksel toplumlarda bireyin toplumla bütünleşmesini sağlayan önemli etkenlerden birisiydi. Modern sekülerleşmiş toplumlarda din, hâlâ, intihar krizindeki kişiler için anlamlı ve koruyucu bir etmendir. Batı kültürü kişinin hür iradesine vurgu yapan ve kişinin hayatının sorumluluğunu onun omuzlarına yükleyen bir eğilim taşımaktadır. Öte yanda toplumda egoistik ve anomistik eğilimler çoğalmış ve elcillik (diğerkâmlık) kaybolmaya yüz tutmuştur. Bu tür değişimler toplumlarda intihar sıklığını artırmaktadır. Kültürel etkenler göçmenler üzerinde de intihar hızlarını etkilemekte, bu kişilerin intihar biçim ve hızları evsahibi ve özgün kültür arasında bir yerde yer almaktadır (Lonnqvist 2000). Büyük dinlerin hepsinde ve özelde İslâm'da, insan hemcinsleriyle çatışan değil kader birliği yapan, ilişki içinde bir özne olarak değerlendirilir. Bu ifade sadece, ilişkilerin insan için önemli olduğunu dile getirmez, aynı zamanda ilişkilerin insanın doğasını tanımlayıcı olduğunu da söyler. 'İlişki içindeki varlık' olarak insan, bazı toplumsal sorumluluklarla yükümlüdür. Yardımlaşma, fedakârlık, diğerkâmlık gibi. Dinlerin insanı bir diğerinin yardımına koşmaya çağıran ortak öğretisi, toplumsal bağları kuvvetlendirerek intiharı engelleyebilir. İnsan hayatının kutsal olarak algılanması ve ancak hayatı bağışlayan Tanrı'nın onu sonlandırabileceği inancı, bireysel bir düzlemde intihara karşı koruyucu bir işlev göstermektedir (İsmail 1996). Dinî inanışlar kolaylıkla istismar da edilebilir kuşkusuz, Halkın Tapınağı benzeri kültler müntesiplerini intiharın erdemine inandırabilirler. Çeşitli kültler ya da bağnaz/çıkarcı oluşumların; kişileri hayattan yalıtır, onları dış dünyanın gerçeklerine yabancılaştırır bir biçimde din ve manevîyatı istismar etmesine karşı uyanık olunması gerekir.

Din ve intihar ilişkisi üzerine çalışmalar,yakın zamanlara dek sıklıkla Protestan-Katolik farkı üzerinde durmuşlardır. Katoliklik pek çok paylaşılan inanç ve ritüelle geçmişin dini olarak algılanırken Protestanlık daha az paylaşılan inanç ve ritüelle geleceğin dini olarak algılanmış ve bireye dinî hayatta daha fazla özgürlük tanıdığı düşünülmüştür. Durkheim, Katolikliğin intihara karşı kalkan işlevi göreceğini, öte yanda Protestanlığın onu artırabileceğini öne sürmüştür (Durkheim 1986). Bu görüş empirik çalışmalarla tam olarak desteklenmemiştir. ABD'de yapılan çalışmalar Katoliklik ve Protestanlık arasında intihar hızları arasında anlamlı bir fark olmadığını göstermiştir. Bu bulgular ışığında 19.y.y. verileri yeniden değerlendirilmiş ve Katolik ölümlerinin intihardan ziyade dış etkenlere bağlanabileceği, geçmiş verilerin de her iki dinî inanış arasında intihar hızı açısından bir fark olmadığını gösterdiği tartışılmıştır (Stack 2000). Din ve intihar arasındaki ilişki, hala yüksek bir dinibütünlük gösteren toplumların incelenmesiyle daha iyi aydınlatılabilir. Sosyal bütünleşmeyi daha yüksek oranda sağlayan dinlerin intiharı azaltması gerektiği yolundaki Durkheim düşüncesi, İslam inancı üzerine bir çalışmada desteklenmiştir. İslam'ı ritüellerin bol olduğu ve bireyin gruba boyun eğdiği bir dinî yapı olarak değerlendiren Simpson ve Conklin (1989), 71 ülke verilerini inceledikleri bir çalışmalarında, uluslarda müslüman nüfusun ağırlığı arttıkça intihar hızının düştüğünü göstermişlerdir. Bu çalışmada, bir ulusun içindeki Katolik veya Protestan ağırlığının intiharla ilişkili olmadığı bulunmuştur. Ürdün'de yapılan bir çalışmada da Ramazan ayında intihar girişiminin azaldığı bildirilmiştir (Daradkeh 1992).

Durkheim'ın verilerini analiz eden araştırmacılar, Katolikler arasında intiharın fazla, Protestanlar arasında az olduğu 3 coğrafî bölgenin Durkheim tarafından dikkate alınmadığını bildirmektedirler. Bu Katolik bölgeler ekonomik açıdan Protestanlara göre daha az gelişmiş olmasına rağmen, dine bağlılık ve intihar arasında muhtemel yüzeysel bir ilişki doğuran ekonomik gelişmeyi Durkheim incelememiştir (Pope, 1976). Ayrıca Durkheim'in tezi olan "İngiliz Kilise'si İngiltere'deki yüksek oranda seyreden intihar oranları için sorumludur" iddiası hatalıdır, çünkü Durkheim'ın zamanında İngilizlerin ancak küçük bir azınlığının kilise'ye üye olduğu gösterilmiştir (Stark ve ark, 1983).

Yeni verilerin tahlilleri dine bağlılığın dinî bütünleşmenin bir ölçüsü olup olmadığı hususunda karışık sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Katolik ve Protestanlar arasında intihar oranlarını karşılaştıran küçük çaplı araştırmalar fazla değildir. Şimdiye kadar yapılan araştırmalar da farklı sonuçlar ortaya koymuşlardır (Stack, 1983). Ayrıca bu araştırmalar millî ölçekte dine bağlılığın bir faktörü olan, ekonomik gelişme ve modernizasyonu incelemedikleri için, bir sonuca ulaşamamışlardır. Birkaç ülkeyi içine alan geniş çaplı araştırmalara gelince, modernizasyonu ya da boşanma oranını göz önünde bulunduran araştırmalar, Katolisizm ve intihar arasında iki değişkenli bir ilişkiyi yüzeysel bulmuşlardır (Stack 1983). Yine aynı şekilde boşanma oranını dikkate alan ve Amerika'nın 50 bölgesini içeren bir çalışma da din ile intihar arasındaki iki değişkenli ilişkiyi yüzeysel bulmuştur (Stack, 1980). Bunun da ötesinde, yirminci yüzyılın başından beri kırsal kesim dışında şehirlerden elde edilen verilerin analizleri, Durkheim'ın teorisini reddeder mahiyettedir.

Stack (1983) ve Stark ve ark.nın (1983) çalışmalarında sadece birkaç temel dinî inancın (sözgelimi ölümden sonrasına ve duaya inanmak gibi) hayatı koruyucu işlev gösterdiğini bulmuşlardır.Bu bir bütün olarak dini inanç ve uygulamaların intihara karşı koruyucu olduğunu öne süren Durkheim'cı görüşün zıttıdır. Daha az sayıda olmakla birlikte ABD'de yapılan birkaç çalışmada kilise üyeliği ile intihar arasında herhangi bir ilişki bulunmamıştır. Bernice Pescolido (1990) gibi yazarlar dinî ağlar (religious networks) kuramını öne sürmüşlerdir. Bu kurama göre dinin intihar üzerindeki etkisi özel bağlamlara bağlıdır ve çeşitli çalışmalarda kişilerin bildirdikleri dindarlık ve dinî hizmetlere devamlılık ile intihar düşünceleri arasında bir ters ilişki vardır. Batı ülkelerinde yapılan çalışmalar ve Amerikalıların temsilî bir örneklem grubunda dini düşüncelerle intiharın kabul edilmesi arasında ters bir ilişki bulunmuştur. Birkaç prospektif çalışmada dindar kişilerde tamamlanmış intihar riski dindar olmayan kişilere göre daha düşük bulunmuştur (Stack 2000, Mueller ve ark. 2001). Stack (1983) dine bağlanma/dinî inanç ve intihar arasındaki ilişkiyi ortaya koyduğu teorisinin temel önermelerini şu şekilde belirlemiştir. Birincisi, ahiret hayatı mutluluk vadettiği için, mesela işsizlik, boşanma, fakirlik vb. den dolayı strese giren insanlardaki zorlu sıkıntıyı pozitif yönde dengeleyebilir. Eğer insanlar bu stresi ahiret inancından kaynaklanan ebediyet mefhumuna bağlı olarak kısa süreli bir fenomen olarak görürlerse güçlüklere tahammül güçleri daha fazla olur. İkincisi, elem ve kederin bir anlamı olabilir; Tanrı'nın iradesi böyledir. Başa gelen kötülüklerin bir başka anlamı da, hüzün ve kedere gösterilen sabır ve başa çıkmanın değerini göstermede yatmaktadır. Üçüncüsü, Tanrı'nın insanları izlediğine ve elemlerini bildiğine olan inanç insanları daha tahammüllü kılar. Dördüncüsü, din, toplumun maddeci anlayışa dayalı sınıflandırma sistemine alternatif bir sınıflandırma sistemi sunar. Dolayısıyla birey özsaygısını (self-esteem), toplumun hiyerarşik düzeninde başarısız olmuş bile olsa, ruhsal açıdan başarılı olma hedefiyle geliştirebilir. Beşincisi, duyan ve isteklere cevap veren bir Tanrı'ya olan inanç bazı insanların sıkıntılı hayat şartlarını başarıyla atlatmalarını sağlayabilir. Altıncısı, din genellikle fakirlikten övgüyle bahseder. Mesela, İncil'e göre devenin iğne deliğinden geçmesi zengin bir kimsenin cennete girmesinden daha kolaydır. Yedincisi, Şeytan'ın varlığına olan inanç kişiyi kötülüklere karşı mücadeleye sevkeder. Sekizinci ve son olarak, dinler ideal rol modelleri (ideal tip insan) takdim ederler. Mesela İncil'deki Eyüp Peygamber modeli bunlardan birisidir. Bu "model"deki insanlar, elem ve sıkıntılara göğüs germişler ve zorluklar karşısında intihara teşebbüs etmemişlerdir. Bu sekiz madde elbette hayat kurtaran inançlar listesi olarak görülmemeli, fakat bir kaç temel inanç unsurunun nasıl intihar riskini azalttığını gösteren örnekler manzumesi olarak değerlendirilmelidir. Stack (1983) yirmibeş ülkede ulusal kitap üretiminde dini yayınların yüzdesini temel alarak yaptığı bir çalışmada, kadınlar için orta derecede anlamlı ölçüde negatif bir intihar-dindarlık ilişkisi bulmuştur. Bu çalışmada aynı ilişki erkekler için geçerli değildir. Ulusal intihar hızları ve yine dinî kitap yüzdesini temel alan ve 42 ülkeyi kapsayan bir başka çalışmada Breault ve Barkey (1982) intihar ve dindarlık arasında anlamlı bir negatif ilişki bulmuşlardır. Andığımız çalışmaların aksine 1950-1980 dönemine yönelik Danimarka ve Norveç'i içeren bir araştırmada, dinî yayınlarla intihar arasında önemli bir ilişki olmadığı sonucuna varılmıştır (Stack, 1989,1990). Bazı araştırmalar, dindarlığın ölçüsü olarak kilise üye sayısını ölçü olarak kullanmış ve büyük şehirleri incelemişlerdir. Stark ve arkadaşları (1983) Amerika'nın büyük şehirlerinde yaptıkları araştırmalarda kilise üyeliği ile intihar arasında negatif bir ilişki bulmuşlardır. Bainbridge'in (1989) Amerika'nın 75 büyük şehir bölgesini içeren araştırması, Stark ve arkadaşlarının bulgularıyla bağdaşmayan sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Bainbridge, grup hayatına bağlılığı zayıflatan coğrafî değişkenliği kontrol eden bir metod uygulayınca kilise üyeliği ile intihar arasındaki kuvvetli ilişkinin ortadan kalktığı gözlenmiştir. Hilton ve ark (2002) genç erişkin erkeklerde (15-34 yaş) dindarlık düzeyinde artışın bu grupta intihara karşı koruyucu bir işlev gösterdiğini bulmuşlardır.

Yazarlar olası nedenleri üç ana başlık altında incelemektedirler: 

1) Bazı dinler sözgelimi madde kötüye kullanımı gibi zararlı sağlık davranışını önler. Eğer madde kötüye kullanımı da intiharla doğrudan ilgiliyse dindarlığın intihar üzerine dolaylı bir etkisi olduğu düşünülebilir, 
2) Dinlerin pek çoğu yüksek düzeyde sosyal destek ve bütünleşme sağlar. Sosyal destek yalnızlık ve anomi duygularını azaltır,depresyona karşı korur. Yalnızlık, anomi ve depresyonun intiharla doğrudan ilgisi varsa dindarlık yine dolaylı yoldan intihar üzerinde koruyucu bir etki gösterecektir, 
3) Pek çok dinde hayata büyük değer verilir ve onun kudsiyetine inanılır. Bu yüzden dini öğretilere güçlü bir bağlılık, kişinin yaşama arzusunu pekiştirir.

Dinin farklı toplumlardaki yaşanma biçimlerinin de intihar düşüncesi üzerinde doğrudan etkisi olduğu düşünülmektedir. Latin Amerika kültüründe Katoliklik bir tür kadercilik anlayışı olan fatalismo ile birleşmekte, Latin Amerika'lılar ya da Hispanikler kişilerin olumsuz yaşam olayları üzerinde bir kontrolünün olmadığı, herşeyin bir ilâhi irade tarafından tanzim edildiği inancı ile, kontrol edilemeyen yaşam olaylarına bir şekilde uyum sağlamaktadırlar . İngilizlerin kontrol etmeye çalıştığı şeyi, İspanyol kökenliler kabul etmeye yatkındırlar ve olayları kötü talih ve kadere bağlamaya daha eğilimlidirler (Range ve ark 1999). Doğu dinleri grup karşısında bireyi önemsiz sayarlar ve karşılıklı bağlılık ve bağımlılığı yüceltirler. Batı kültürlerinde ölüm daha ziyade bireysel bir eylemken Asya kültürlerinde ilişkiler bağlamında gerçekleşen bir edim olarak değerlendirilir. Batı kültürlerinde 'Bu niye oldu?' sorusu sorulurken, Asya kültürlerinde 'Bu kişiyi intihara kimler itti?' sorusu sorulur. Doğu dinlerinde intihar genel olarak olumlu karşılanmazsa da intiharın aileyi utanç ve sıkıntıdan kurtaracağının düşünüldüğü durumlarda intihar hayatta kalmaya yeğlenebilir. Eğer intihar ailenin ve dolayısıyla da toplumun ahenginini sağlamaya yarıyorsa, diğer büyük dinlerin aksine daha fazla kabul görmektedir (Range ve ark 1999). Stompe ve ark (2001) Viyana ve Lahor'daki depresif hastaları karşılaştırdıkları bir çalışmalarında, Pakistan hastalarının Avusturya hastalarına göre daha fazla suçluluk duygusu ve intihar düşüncesi gösterdiğini bulmuşlardır. Yazarlar bunu Pakistan'da bireysel kişiliğe daha za vurgu yapılmasına ve kültürde mündemiç olan kadercilik anlayışına bağlamaktadırlar. Eğer bir kişi davranışlarının sorumluluğunu tam anlamıyla üstlenmez, hür iradesine tam manasıyla yaslanmaz ve olup bitenleri kader/kısmet gibi bazı kontrol dışı süreçlere bağlarsa daha az suçluluk duymaktadır (Stompe ve ark 2001).

Kişilerin daha kolay dinî yandaş buldukları ve daha güçlü bir dinî alt yapı geliştirebildikleri şehirlerde dinin intihar üzerindeki etkisi daha güçlüdür. Ayrıca hiyerarşik olmayan güç ilişkileri, muhafazakâr bir ideoloji ve ana kültürle gerilim üzerine temellenen dinî bir yapının intiharı azaltması beklenir. Böyle bir yapı dostluk bağlarını güçlendirir ve sosyal destek ağlarıyla intihar riskini azaltır. Din ve intihar ilişkisini araştıran çalışmalar;dinin en çok kadınları intihardan koruduğunu ve yüksek oranda sekülerleşmiş toplumlarda bu koruyucu etkinin görülmediğini ortaya koymaktadır (Stack 2000). Sonuç olarak din ve intihar ilişkisinde kolaycı formüllerin işe yaramadığı, karmaşık sosyal dinamikleri hesaba katan bir araştırma metodolojisinin zarurî olduğu anlaşılmaktadır. Dini inancın intihardan koruyucu rolüne atıf yapan çalışmaların sayısı bir hayli çok olmakla birlikte, bu koruyucu işlevin ne tür bir dinamiği harekete geçirerek gerçekleştiği konusundaki düşünceler spekülatif mahiyettedir. Ayrıca bizim toplumuzda din ve dindarlığın algılanma biçimleri, Batı toplumlarından büyük ölçüde farklılaşma gösterebilir. Özgül kültürel etkenleri hesaba katmadan yapılacak genellemelerin, kolayca yanlışlanabileceğini de hatırda tutmak gerekir.

          
Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş