Kemal-Sayar-Urun-Resim_26917-600X450.jpg

Evet, mümkün

Günümüzde biyoloji, politik bilimler, ekonomi ve hatta psikoloji; insanın temelde kötü bir varlık olduğu önermesini esas kabul ediyor. İnsanın genlerine işlemiş olan bencillik düşüncesi, savaşlardan ekonomik kaynakların bölüşümüne dek, pek çok toplumsal olayı açıklamakta kilit işlevi görüyor. Oysa başka bir bakış açısı, başka bir görme biçimi de var. Başka bir dünya, ancak daha güzel olana ayarlı bir bakış açısıyla mümkün.
 
İnsan beyni sadece güçlü toplumsal bağlar kurmakla tekamül eder. Bağ kurma ihtiyacı beyinlerimizin içine yazılıdır. Anne ve çocuk arasındaki o ilk bağ, hayat ilerledikçe başka varlıklarla da anlamlı güçlü bağlar kurma eğilimine dönüşür. Sadece grup desteğine değil bir grup tarafından üretilen ve bizim de bir parçası olduğumuz bir anlama ihtiyaç duyarız. Aynı yaşantıları paylaşan ve bunları iletmek için aynı simgesel ifadeleri kullanan bir topluluğa üye olmakla zekamız da kendisini ifade edeceği bir mecra bulur. Beyinlerimiz sadece düşünmek için değil fakat aynı zamanda hissetmek için de gelişmiştir. Bir gruba ait olmak için derin ve mutlak bir psikolojik ihtiyaç duyarız. Böylece hem kişisel kimlik duygumuzu hem de varlığımızın aşkın anlamını elde ederiz.
 
Kutsal anlam, bugün insan tabiatını tarif etmekte bilim tarafından göz ardı edilen bir atıf çerçevesi. Katı bilimciler, bilim ve ilerlemeyi birer mitos haline getirerek bunlara tapınanlar, insan benliğinin sadece düşünen tarafıyla meşgul oluyor. Oysa insan aynı zamanda yardımlaşan, ihtimam gösteren, başkasının acısını paylaşan bir varlıktır. İnsan hisseder. Beyni sadece bencil akıl yürütme aygıtı olarak tanımlayan düşünce, ihtimam duygularını bile komplocu bir bakış açısıyla ele alır, 'yardım ediyoruz çünkü bundan bir çıkar umuyoruz' der. Peki neden bir gruba ait olmak bize kendimizi iyi hissettiriyor? Neden anlaşılıyor olduğumuz hissi bu kadar değerli? Neden sonunda hiç menfaatimiz olmasa bile, gizli kapaklı yaptığımız bir yardım, içimizi huzur duygularıyla dolduruyor? Bencillik görüşü yandaşları, bu sorulara cevap vermekte zorlanıyor.
 
İnsan bağ kurmak, bir cemaate ait olmak, anlam üretmek ve bu anlamı paylaşmak ister. Yeryüzünde bazı kültürler bu duyguları beslerken, bazıları da insanı çok farklı bir eksende, bencillik/kötülük/tamahkarlık ekseninde tanımlıyor. İşbirliği, dayanışma, komşuluk hukuku ve her bireyin koşulsuz toplumun bağrına basılması gibi vasıtalarla üyelerinde güçlü bir toplumsal aidiyet hissi yaratan toplumlar; çatışmadan uzak, istikrarlı toplumlardır. Böylesi toplumlar üyelerine sadece bedensel ve ruhsal rahat değil kutsal bir anlam da sağlar. İnsanların birbiriyle savaşmadığı toplumlarda kimse tabiatla savaşmayı da aklına getirmez. Bu tür toplumlarda ekolojik sürdürülebilirliği sağlamak da daha kolaydır.
 
Yelpazenin öbür ucunda marazî dünya görüşleri vardır. İnsanlar bir topluma dahil olmakta zorlanır, üyelik belirsiz, rekabet öldürücüdür. Aşkın bir anlam yoktur, her birey kendi kimliği içinde güvensiz bir varoluşla yaşamaktadır. Böylesi toplumlarda iç çatışma yüksektir, şiddet, yabancılaşmave sıklıkla madde bağımlılığı hayatları kasıp kavurmaktadır.Politik güç veya ekonomik tüketim toluyla statü elde etme yolunda onulmaz bir yarış vardır, tüketebildiğiniz ölçüde statü merdivenlerini tırmanırsınız. İnsan insana komşu değil yabancıdır. 
 
İnsanın yardımlaşmayı seven, gruba ait olmak isteyen, rekabetten hoşlanmayan, anlamlı şeyleri paylaşmak isteyen bir varlık olduğunu teslim ettiğimizde; bütünüyle farklı toplumsal kurumlar inşa etmemiz gerekecektir. Çocukların okullarda birbiriyle yarışmasına lüzum kalmayacak, kazanmak/kaybetmek eski moda ifadeler haline gelecek, oyun ve spordan rekabet tard edilecektir. Mahalle kaybettiği önemi yeniden kazanacak, mahalle sakini olmak insana emniyet sağlayıcı bir işlev yüklenecektir.Birinin sıkıntı ver derdi bütün mahallenin meselesi olabilecektir.
Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş