Çocuklarla iletişimin kuralları
Kelimelerin gücü
Tehdit-Vaat-Yalan-Nezaket
Sorumluluk
Disiplin
Kıskançlık
Kaygı
Çocuklara, onların kendi anlam dünyalarıyla yaklaşabilmek biricik sanattır. Genellikle çocukların mesajları çözülmesi gereken bir şifre içerisindedir. Çocukların sorduğu soruların ya da kullandıkları ifadelerin düz anlamlarından çok, derinde yatan gizli anlamlarını çözmeye ve yorumlamaya çalışmak gerekir. Mesela; annesine dünyada kaç tane terkedilmiş çocuk olduğunu soran bir çocuğun aslında ilgilendiği şey , sosyal problemler ya da istatistikler değildir .Çocuğa bu soruyu sorduran birgün ebeveyni tarafından terk edilme korkusudur.Bize çok küçük, önemsiz gibi görünse de çocuğun duygusal yaşantısında olup bitenlere, kendi anlam dünyasındaki sorunlara ciddiyetle yaklaşmak gerekir ; çünkü sorun her ne ise onun için ciddidir . Bu bizim de ciddi olmamız için yeterli bir nedendir. Çocuk herhangi bir nedenden ötürü hayal kırıklığı yaşadığında,öfkelendiğinde,üzüldüğünde kendimizi onun yerine koymaya , neler hissetmiş olabileceğini anlamaya yönelik bir çaba çocuklarla etkili bir iletişim kurmamızı sağlar. Yargılamadan , kendimizi savunmaya kalkmadan onların duygularını, şikayetlerini kabul etmemiz gerekir.
Ebeveynin uzun uzadıya kanıtlar öne sürüp kendi haklılığını kanıtlamaya çalışması yalnızca tartışmalara ve öfkeye yol açar.Çoğu ebeveyn bunun farkında değildir.Çocuğun duygularını incitmeyen ve hafife almayan etkileşimler ebeveyn ve çocuk arasındaki yakınlığı pekiştirir. Çocuklar anlaşıldıklarını hissettikleri zaman ebeveynlerine olan sevgilerini derinleştirirler. Çocuğun duygularına saygı duyduğumuzu , onu anladığımızı göstererek ona yardımcı olabiliriz.Çocuklar güçlü duygular içindeyken kimseyi dinlemezler. Ne öğüt ne teselli ne de yapıcı eleştiri kabul ederler. Bizden onların o anda neler hissettiklerini anlamamızı beklerler. Dahası başlarına gelen şeyi bize tam olarak açmaksızın onları anlamamızı isterler. Bu bir oyundur; hissettiklerinin çok küçük bir kısmını açıklarlar ve biz de geri kalanını tahmin etmek zorunda kalırız. Biz onların duygularını , onlara bakarak ve onları dinleyerek anlayabiliriz. Bunu yaparken kendi duygusal yaşantımızdan da faydalanırız.Çocuklar güçlü duygularını dile getirdikleri zaman bu duygular ortadan kalkmaz fakat dinleyici bu duyguları anlayışla ve yakınlıkla kabul ederse şiddeti azalır , keskin uçları törpülenir. Çocukların sorularının çoğunun gerisinde kendini rahatlatma , endişeden kurtulma isteği vardır. Bu tür sorulara en iyi cevap; onlara olan ilgimizin, yakınlığımızın ve onlarla olan ilişkimizin devamlı olacağına dair teminat vermektir. Çocuklar duyguların insan hayatının normal bir parçası olduğunu keşfettiklerinde rahatlarlar. Bunu anlayabilmeleri için ebeveynler çocuklarının duygularına tercüman olmaya çalışmalıdır. Çocuklar üzerlerinde otoriteye sahip olan ebeveynlerine , öğretmenlerine hem gücenirler hem de onları severler. Ebeveynler için , hayatın bir gerçeği olan karşıt duyguların bir arada bulunuşunu kabul etmek zordur. Onlar kendilerindeki bu çelişik duygulardan hoşlanmazlar ve çocuklarınınkini de tolere edemezler. İnsanlar özellikle de aile üyeleri hakkında çelişik duygular barındırmanın yanlış olduğunu düşünürler. Her şeye rağmen hem kendimizdeki hem de çocuklarımızdaki çelişik duyguların varlığını kabul etmeyi öğrenmeliyiz.Çocukların da bu tür duyguların normal ve doğal olduğunu bilmeye ihtiyaçları vardır(çocuğun hem tatile gitmek istemesi hem de evde kalmak istemesi /öğretmenine hem hayran olması hem de ondan pek hoşlanmaması vb.).Bizler çocuğun bu tür duygularını dile getirerek onu anladığımızı belirtmeliyiz.Bunu yaparken asla eleştirel olan ifadeler kullanmamalıyız.Sofistike bir bakış açısı ; sevginin olduğu yerde biraz da nefretin , hayranlığın olduğu yerde biraz da kıskançlığın ,bağlılığın olduğu yerde biraz da düşmanlığın , başarının olduğu yerde biraz da endişenin olabileceği ihtimalini göz ardı etmez. Bu, olumlu/olumsuz/çelişik tüm duyguların meşru olduğunu kabul eden bir bilgeliktir
.Kendi çocukluğumuza baktığımızda ;bize olumsuz duyguların kötü olduğu ve onları hissetmemizin yanlış olduğu ya da onlardan utanmamız gerektiği öğretilmiştir. Bu yeni yaklaşım yalnızca gerçek davranışların yargılanabileceğini ,iyi ya da kötü diye düşsel edimlerin yargılanamayacağını kabul eder. Yalnızca davranış kınanabilir ya da övülebilir , duygular değil.Duyguların yargılanması ve hayalgücünün kınanması kişisel özgürlüğe ve akıl sağlığına zarar verir. Duygular bizim genetik mirasımızın bir parçasıdır.Balıklar yüzer , kuşlar uçar , insanlar hisseder.Bazen mutlu oluruz bazen olmayız. İçimizde ortaya çıkan duygular arasında seçim yapmada özgür olmamamıza rağmen , onları nasıl ve ne zaman ifade edeceğimiz konusunda özgürüz.Çoğumuza mutsuzken mutluymuş gibi yapmak öğretilmiştir. Ya da korktuğumuz zaman korkulacak bir şey olmadığı , acı çektiğimiz zaman gülmemiz gerektiği söylenmiştir.Duygusal eğitim çocukların ne hissettiklerini bilmelerine yardım eder. Bir çocuk için ne hissettiğini bilmek neden hissettiğini bilmekten daha önemlidir. Çocuk açıkça duygularının ne olduğunu bilirse muhtemelen daha az zihinsel karışıklık yaşayacaktır. Yetişkinler için doğru olan çocuklar içinde doğrudur. "Duygusal ayna olma" çarpıtmaksızın karşımızdakinin duygularını yansıtmaktır. Hiçbir öğüt , hiçbir eleştiri bizi dinleyen ve anlayan bir insan kadar yardımcı olamaz.Yargılamadan , vaaz vermeden doğrudan çocuğun hissettiklerini ifade eden cümleler kurarsak çocuk ne hissettiğini daha iyi anlar. Hissettikleri için yargılanmayan çocuk duygularının normal olduğunu kabul eder ve sağlıklı bir kişilik kazanır.
Psikoterapide bir çocuğa asla " sen çok iyi küçük bir çocuksun ,sen mükemmelsin" denmez. Yargılayıcı ve değer biçici övgülerden kaçınılır, çünkü bunun bir yararı olmaz. Tam tersine endişe yaratır, savunmasızlığa ve bağımlılığa yol açar; kendine güveni öz denetimi engeller. Çocukların değerlendirici övgünün baskısından kurtulmaya ihtiyaçları vardır. Çoğu kişi övgünün çocukların özgüvenini geliştireceğini ve bunun da kendilerini güvende hissetmelerini sağlayacağını düşünürler. Gerçekte övgü gerilim ve hoş olmayan davranışla sonuçlanır. Ebeveyn çocuğa " sen çok iyi bir çocuksun "dediğinde , çocuk bunu kabul etmeyebilir,çünkü onun kafasında kendisinin imgesi farklıdır.Çocuk ne kadar çok övülürse "gerçek kendini" göstermek için o kadar çok yaramazlık yapar. Övgü tıpkı penisilin gibi gelişigüzel kullanılmamalıdır. Nasıl bu gibi ilaçların olası alerjik reaksiyonlara yol açmaması için uyulması gereken zamanlama, doz gibi kuralları varsa övgünün de bir duygusal ilaç olarak belli kuralları vardır.
En önemli kural; övgünün çocukların karakterleri ve şahsiyetleri ile ilgili değil, onların çabaları ve başarılarıyla ilgili olması gerektiğidir.Övgü sözcükleri; çocuğun kişiliğinin çarpıtılmış bir görünümünü değil , onun başarılarının gerçekçi resmini yansıtmalıdır.Kişiliğe olan övgü çocuğu tehdit eder ve onun kaygılanmasına yol açar. Dolaysız övgü tıpkı dolaysız güneş ışığı gibidir, rahatsız ve kör edicidir.Çocuk mükemmellikten uzak olduğunu ve mükemmelliği asla gerçekleştiremeyeceğini düşünür. Övgü iki parçadan oluşur:çocuklara söylediğimiz şey ve onların kendi içlerinde kendilerine söyledikleri şey. Sözcüklerimiz çocukların çabalarını , yardımlarını , başarılarını beğendiğimizi açıkça ifade etmelidir.Övgü çocukların kişiliğine , fiziksel ya da zihinsel özelliklerine yapıldığı zaman çocuklar sanılanın aksine bu değerlendirmelerden hoşlanmazlar.Çocuk ebeveynin değerlendirmelerini başka bir ifadeye çevirir.Bu övüldükten sonra çocuğun kendine söylediği şeydir. Övgü cesaret kırıcı da olabilir. Betimsel ifadeler ve çocukların çıkardıkları olumlu sonuçlar akıl sağlığını inşa eder. Kullandığımız sözcüklere karşılık olarak çocuklar kendilerine , kendileri hakkında düşündüklerini söylerler. Çocukların gerçekçi olumlu ifadeleri sessizce tekrarlamaları , büyük ölçüde hem kendilerine hem de çevrelerindeki dünyaya sağlıklı olarak bakmalarını sağlar. Eleştirme ve değerlendirme övgüsü bir madeni paranın iki yüzü gibidir. İkisi de yargılayıcıdır. Yargılayıcı olmaktan kaçınmak için psikologlar eleştiriyi kullanmazlar , öğüdü kullanırlar.Eleştiride ebeveyn çocuğun kişilik özelliklerine ve karakterine saldırır. Öğütte ise problem ve mümkün bir çözüm ifade edilir.Çocuğun kendisi hakkında bir şey söylenmez. Bir şeyler ters gittiğinde en iyi yol olayı ele almaktır , kişiyi değil. Çocuklar küçük tersliklerden büyük dersler çıkarabilirler. Olaylar arasında ayrım yapmayı ebeveynlerinden öğrenmek isterler.Çoğu ebeveyn küçük kazalara çocukların kalbini kırarak tepki gösterirler. Tam tersine böyle bir durumda ebeveyn çocuğa bunun bir felaket olmadığını yalnızca küçük bir kaza olduğunu ifade etmelidir. Aslında küçük kazalar çocukların gerçek değerleri öğrenmelerini sağlayabilir. Bu küçük kazalarda (bir şeyin kaybedilmesi,kırılması vb.) ebeveyn çocuğa önemli olanın nesneler değil, insan ve duyguları olduğunu anlatmalıdır. Ebeveynin eleştirisi yalnızca öfke ve dargınlık yaratır. Daha da kötüsü sürekli eleştirilen çocuklar kendi değerlerinden kuşkulanmayı ve diğerlerinin değerini küçültmeyi öğrenirler.
Kötü sıfatlar zehirli oklar gibidir ve çocuklara karşı kullanılmamalıdır.Çocuklar aptal, sakar,çirkin vb. sıfatlarla adlandırıldığında onların bedenlerine ve ruhlarına yönelik bir saldırı söz konusu olur. Bu durumda öfke, dargınlık ve nefret gelişir, öç alma isteği ortaya çıkar. İstenmeyen ve rahatsız edici davranışlar su yüzüne çıkabilir. Bu tür olumsuz sıfatlarla adlandırılan çocuklar zamanla kendilerinin gerçekten öyle olduklarına inanırlar; aptal , sakar, çirkin vb. olduklarına ikna olurlar. Çocukların kendilerinin değerlerini anlamaları için kendileri hakkındaki olumlu kanılara , sıfatlara ihtiyaçları vardır. Çoğu ebeveynin ; çocukları yanlışlarıyla göstermeyi , doğrularıyla göstermekten daha kolay bulması ironiktir.Eğer çocuklarımızın güven duygularının gelişmesini istiyorsak onların olumlu yönlerini vurgulamak için her fırsatı değerlendirmeli ve küçültücü yorumlardan kaçınmalıyız. Çocuklar bazen bizi kızdırabilirler ya da çileden çıkarabilirler. Sabırlı ve anlayışlı olmakta zorlanabiliriz. Sabrın bir erdem olduğuna inanmak isteriz. Çok kızgın olduğumuz halde sakinmiş gibi , gerçek duygularımızı saklayarak davranırız. Fakat çocukların bizim gerçek duygularımızı yansıtan sözcükleri duymaya ihtiyaçları vardır. Çocuğun ,ebeveynin kızgınlığının kendisinin terk edilmesine yol açmayacağını öğrenmesi yararlıdır. Bu yüzden ebeveynin öfkeliyken sevgi sözcüklerini bu tonda söylemesi uygun değildir. Bu çocuğa sevildiğini hissettirmez yalnızca kafasında karışıklık yaratır. Çünkü öfke sevgi sözcüklerini örter. Sevgi sözcüklerinin ortadan kalkışı kısa sürelidir, öfke ortadan kalktığında sevgi sözcükleri yeniden ortaya çıkar. Bizim kendi çocukluğumuzda yaşamın bir gerçeği olarak öfkeyle nasıl başa çıkacağımız öğretilmemiştir. Öfkelendiğimizde suçlu olduğumuz hissettirilmiştir. Öfkeli olmanın kötü olmak anlamına geldiğine inandırılmışızdır. Öfke yalnızca bir suç değil , çok ağır bir suçtu. Öfkelendiğimizde öfkemizin çocuklarımıza zarar vereceğinden korkarız ve bu yüzden öfkemizi içimizde tutarız.Öfke tekrar eden bir problemdir. Ondan hoşlanmayabiliriz fakat onu görmezden de gelemeyiz. Üstü kapalı olarak bilebiliriz ama ortaya çıkmasını engelleyemeyiz.
Öfke tahmin edilebilir durumlarda ortaya çıkar ama yine de öfke daima ani ve umulmadık bir şey olarak görülür. Öfke uzun sürmese de bir an için bize sonsuz gibi gelir.Soğukkanlılığımızı kaybettiğimizde aklımızı yitirmişiz gibi davranabiliriz. Çocuğumuza kötü şeyler söyleyebilir ,vurabilir ve onu incitebiliriz. Biraz sakinleşince de kendimizi suçlu hissederiz. Barış dolu bir ev , patlamalardan önce gerilimi azaltan yöntemler üzerinde düzenli olarak tartışmaya ve görüşmeye bağlıdır. Duygusal olarak sağlıklı ebeveynler öfkelerinin farkındadırlar ve buna saygı duyarlar. Onların kullandıkları sözcükler duygularını ifade etmeye uygundur.Duygularını saklamazlar. Öfke duyulduğunda uygun bir şekilde ifade edilmeli, küçültücü, suçlayıcı kullanarak karşı tarafın kişiliğine saldırılmamalıdır. Bu her iki tarafa da zarar verir. Öfkeyle başa çıkmak için: 1.Zaman zaman çocuklarla ilgili olarak öfkelenebileceğimiz gerçeğini kabul etmek 2.Öfkemizden suçluluk ve utanç duymamak 3.Öfke duygumuzu çocuğun kişiliğine saldırmadan ifade edebilmek Çocuklar öfkeliyken ise onlara mantıklı düşüncelerle yaklaşamayız. Onlar öfkeliyken yalnızca duygusal yakınlığa yanıt verirler. Onların duygularını yansıtmak ve öfke hissetmesinin normal olduğunu vurgulamak çocuğun öfkesini etkisiz hale getirir , onu sakinleştirir.Onu öfkelendiren problemi eleştirmeksizin belirlemek ve bir çözüm önermek öfkeyi ortadan kaldırır. Sempati ve anlayışla yaklaşmak onların öfkeli hallerini değişikliğe uğratır.
Tehditler çocuğun yasaklanmış olan davranışı tekrarlamasına davetiye çıkarır. "Eğer bunu bir daha yaparsan" ile başlayan cümleyi çocuk "bunu bir daha yap" olarak duyar.Ebeveyninin, bu davranışı bir daha yapmasını kendisinden beklediğini ve eğer yapmazsa ebeveyninin hayal kırıklığına uğrayacağını düşünür. Bir tehdit çocuğun özerkliğine bir meydan okuma olarak hizmet görür.Çocuk aynı davranışı kendine ve diğerlerine , meydan okumaya karşılık vermekten korkmadığını göstermek için yapar.Çocuk yaramazlık yaptığı zaman, ebeveyn bu davranışın kendilerine hissettirdiklerini ve kabul edilebilir bir davranışın standartlarını açık bir şekilde ifade etmelidir. Çocuklarla olan ilişkiler doğruluk üzerine inşa edilmelidir. Vaatler çocuklarda gerçekçi olmayan umutlara yol açar. Çocuğa bir şey vaat edildiğinde elde olmayan nedenlerden ötürü bir engel ortaya çıktığı zaman, çocuk bunu anlayamaz ve ebeveyninin yalan söylediğini düşünür. Geçmişteki kötü davranışın kesilmesi ya da gelecekteki iyi davranış hakkındaki vaatler çocuklardan talep edilmemelidir. Çocuğun kendisine ait olmayan bir söz vermesi , hesabınızın olmadığı bir bankaya çek yazmanıza benzer. Önceden haber verilmediğinde , sürpriz olduğunda , onaylama ve takdir etmeyi temsil ettiğinde ödüller çok faydalıdır. Acıtan alay içeren sözlerin çocuk terbiyesinde yeri yoktur.Bu tür ifadelerden kaçınmak gerekir. Bilerek ya da bilmeyerek çocuğun kendisinin ve yaşıtlarının gözündeki konumunu sarsmamaya özen göstermeliyiz.
Eğer çocuğun onurunu zedeleyici sözler sarf edersek , bu saldırı karşı saldırıya davetiye çıkarır , iletişimi bloke eder ve çocuğun heyecanlanarak zihnini intikam fantezileriyle meşgul etmesine yol açar. Çocuklar yalan söylediğinde , özellikle yalan beceriksizce söylenmiş ve apaçık ortadaysa ebeveynler çileden çıkarlar.Ebeveynler çocukların kendilerini savunmalarına yol açacak sorular sormamalıdır. Çocuklar , cevapların zaten bilindiğini tahmin ettiklerinde kendilerinin sorguya çekilmelerine kızarlar. Çocuklar , kendilerini beceriksiz bir yalan ve bir itiraf arasında seçim yapmaya zorlayan sorulardan nefret ederler. Cevabını bildiğimiz soruları bir dedektif gibi çocuğa sormak iyi bir yöntem değildir. Bazen gerçeği söylemelerine izin verilmediği için yalan söylerler.Çocuklar hissettiklerini söylediklerinde ; bu eleştirilir ve çocuğa kızılırsa , çocuk gerçeği söylemenin tehlikeli bir şey olduğunu öğrenir. "Doğruyu söylersen cezalandırılırsın , yalan söylersen sevilirsin" gibi bir mantık geliştirirler. Ve gerçek hislerini değil , karşılarındakinin duymak istediklerini söylerler. Eğer dürüstlüğü öğretmek istiyorsak , hoş gerçekleri olduğu kadar hoş olmayan gerçekleri de dinlemeye hazır olmalıyız. Ebeveynler çocukları savunma yalanlarına teşvik etmemeli ve yalan için kasten fırsatlar yaratmamalıdır.Çocuk yalan söylediğinde , tepkimiz heyecanlı ve ahlakçı olmamalı fakat gerçekçi olmalıdır. Bize yalan söylemelerinin gereksiz olduğunu çocuklara öğretmeliyiz. Çocukların kendilerine ait olmayan şeyleri eve getirmeleri alışılmamış bir durum değildir. Hırsızlık keşfedildiğinde , uzun uzun öğüt vermekten ve olayı dramatize etmekten kaçınmak önemlidir. Böyle durumlarda çocuğu yalancı , hırsız vb. olarak adlandırmaktan kaçınılmalıdır. Çocuğa bunu niçin yaptığını sormak faydasızdır. Çocuk bunu neden yaptığını bilmeyebilir ve baskı karşısında bir neden söylemek için başka bir yalan uydurabilir. Kural ; cevabını bildiğimiz soruyu sormamaktır. Nezaket hem bir sosyal beceri hem de bir karakter özelliğidir. Nezaket , ebeveynle özdeşleşmeyle , onların model alınmasıyla sonradan kazanılmış bir beceridir.Nezaket tüm koşullarda "nazikçe" öğretilmelidir. Yine de ebeveynler nezaketi sıklıkla kaba bir biçimde öğretirler.Yaşama sanatının incelikleri bir balyozla açığa vurulamaz. Tehlike çocukların bizim değerlendirmelerimizi kabul etmeleri ve bunu kendi imgelerinin bir parçası yapmalarıdır.Kendilerini kaba olarak görecekler ve bu imgeye uymaya devam edeceklerdir.
Ebeveynler , her zaman çocuklara sorumluluğu öğretmenin yollarını ararlar. Fakat sorumluluğun zorla kabul ettirilemeyeceği bir gerçektir. Sorumluluk yalnızca ev ve topluluk içinde kabul edilmiş değerler tarafından yönlendirilir ve beslenir. Olumlu değerlerde sabitlenmeyen sorumluluk antisosyalliğe yol açabilir ve çocuk için zararlı olabilir (çete, terör örgütü vb.). Çocuğun eğitimimize olan duygusal tepkisi , onun öğrenmesini istediğimiz şeylerin ne kadarını alacağını belirler. Değerler direkt olarak öğretilemez. Değerler yalnızca çocuğun sevdiği saydığı kişilerle özdeşleşmesi ve onları model almasıyla benimsenir ve onun bir parçası olur. Çocukların ne düşündükleri ve ne hissettikleri ile ilgilenilmeli ; davranışlarına , başkaldırmalarına ya da boyun eğmelerine değil bu davranışları başlatan duygulara yanıt verilmelidir. Çocukların hissettiklerini , düşündüklerini bize verdikleri ipuçları ile çözebiliriz. Jestleri , mimikleri , tavırları , seslerinin tonları ve kullandıkları sözcükler vasıtasıyla anlayabiliriz. Sorduğumuz sorular merakımızı , kullandığımız ifadeler yakınlığımızı vurgulamalıdır. Çocuğun öfkesini , üzüntüsünü , küçük düşmesini anladığımızı ifade eden cümleler "ne zaman bize ihtiyaç duysalar yanlarında olacağımız" anlamını barındırır.Ebeveynler , çocukları fiziksel bir yara aldığında nasıl hemen fiziksel ilk yardım yapıyorlarsa duygusal yara aldıklarında da hemen duygusal ilk yardım yapmayı öğrenmek zorundadırlar. Eğer çocuklar eleştiri ile yaşıyorlarsa sorumluluğu öğrenemezler. Kendilerini ayıplamayı ve başkalarının hatalarını bulmayı öğrenirler. Kendi yargılarından kuşkulanmayı , kendi yeteneklerini küçük görmeyi ve başkalarının niyetlerinden şüphe etmeyi öğrenirler. Çocukların karşı çıkmak için bizden daha fazla zamanları ve enerjileri vardır.
Ebeveynler , çocukların hassasiyetlerini dinleyerek , onlarda uygun değişiklikleri başlatabilirler. Kendi hisleri ve düşünceleriyle ebeveynlerinin ilgilenmediklerini gören çocuk gücenir ve hüsrana uğrar. Ebeveynler çocuklarının güçlü duygularını yalnızca duymakla yetinmemelidir. Çocukların duygularının , fikirlerinin değerli ve saygın olduğu anlayışını benimsemelidir. Bu , çocuğun kendisine saygın bir anlam vermesine yol açar. Kişisel olarak bir değeri olduğunu hisseden çocuk , insanlar ve olaylar dünyasıyla daha etkin bir biçimde meşgul olur. Çocuklar ebeveynlerinin onlar hakkındaki değerlendirmelerini , kötü yakıştırmalarını hemen kabul ederler. Olumsuz bir yansıtma çocuğun kendi gözündeki "ben" imgesini kolayca değiştirir. Çocuk ebeveyninin değerlendirmelerinin gerçekten kendisini yansıttığından şüphe etmez. Bu yüzden ebeveynler nefret ve başkaldırma yaratan ifadelerden kaçınmalıdır. Bir sorun söz konusu olduğunda , ebeveyn öfkelendiğinde "ben…" ile başlayan bir cümleyle çocuğun hoş olmayan davranışını ve kendi öfkesini betimleyebilir , böylece çocuk incitilmemiş olur. Ebeveynler , çocuğun bakış açısını hassasiyetle anlamaya çalıştıklarında , değer biçmeyi bıraktıklarında , kendi duygularını ve isteklerini incitmeksizin çocuğa yansıttıklarında çocukta bir değişme süreci başlar. Çocuk ebeveyne daha çok yakınlaşır. Tabii ki bu değişme bir gecede olmaz.Ebeveynler , böyle bir tavır takınarak çocuğa sorumluluk kazandırma eğitiminin büyük bir kısmını gerçekleştirmiş olurlar. Bununla birlikte model tek başına yeterli değildir. Her çocuk sorumluluk duygusuna kendi çabası ve deneyimleri vasıtasıyla ulaşır. Çocuğun kendi sorunlarını yine kendisinin çözmesine fırsat tanınmalıdır. Ebeveyn çocuğa bu fırsatı tanıyarak , onun kendini yetenekli ve sorumlu hissetmesine yardımcı olur. Çocuklar sorumluluk duygusuyla doğmazlar. Sorumluluk tıpkı piyano çalmak gibi yavaş yavaş ve uzun yılların deneyimiyle edinilir. Baskı ne kadar artarsa (ödev yapma , yemek yeme vb.) direnme de o kadar artar. Çocuk saklanma ve kaçma konusunda uzman olur.Eleştiri motivasyonu öldürür.Ebeveynler özel öğretmenlik yapmamalıdır. Amaç , çocukları bizden bağımsız kişilikler olduklarını , başarısızlıklarından ve başarılarından kendilerinin sorumlu olduklarını onlara ifade edebilmektir. Duygu ve düşüncelerine saygı duyulduğunda , çocuklar da ebeveynlerinin isteklerini göz ardı etmezler.
Disiplin etme sürecinde en önemli kural , çocukların duygusal bütünlüklerine zarar vermemektir. Disiplinin özü cezalandırmaya etkili alternatifler bulmaktır. Aklın gücü , çocuğun davranışını cezalandırma ve tehditten daha çok etkiler. Çocuklar cezalandırıldıklarında büyük öfke duyarlar, kendilerinden ve ebeveynlerinden nefret etmeye başlarlar. İntikam hayalleri kurarlar. Ebeveynler zalim oldukları için değil deneyimsiz oldukları için cezalandırırlar ve çocukta açtıkları yaranın farkında değildirler. Cezalar çocuğu geliştirmez , onun sorumluluğunu arttırmaz. Hata ve ceza karşılıklı olarak birbirini besler ve pekiştirir. Ceza istenmeyen davranışın gerçekleşmesini engellemez. Çocuklar cezalandırıldıklarında daha çok söz dinlemeye ya da sorumlu olmaya değil daha dikkatli olmaya kara verirler. Gündelik hayatımızda çoğu zaman kişisel bir paradoks yaşadığımızın farkına varmayız.
Mesela , çocukların gürültüsünü onlara yüksek sesle bağırarak durdurmaya çalışırız ya da ona nazik olmayı onu azarlayarak , kaba bir biçimde öğretmeye çalışırız. Her zaman için çocukların duygularından değil davranışlarından sorumlu oldukları hissettirilmelidir. Davranışlara sınırlar koyabiliriz fakat istekleri ve duyguları sınırlayamayız. Disiplin sorunları iki parçadan oluşur: öfkeli duygular/ öfkeli davranışlar.Her bir parça farklı olarak ele alınmalıdır. Duygular tanınmalı , davranışlar sınırlanmalı ve yeniden yönlendirilmelidir. Çocukları disiplin etmede ebeveynler , bazen istenmeyen davranışları durdurabilirler fakat bu davranışlara neden olan şiddetli dürtüleri görmezden gelirler. Çocuklarımızı disiplin ederken onların hem duygularına hem de davranışlarına odaklanmalıyız. Ebeveynler , çocukların hissettiklerini anlatmalarına izin verirler fakat hoş olmayan davranışlarını sınırlarlar ve yönlendirirler.Yasaklar çocuğun ve ebeveynin özsaygısını koruyacak şekilde koyulmalıdır. Şiddet ve aşırı öfke olmaksızın sınırlamalar uygulanır. Çocukların sınırlamalara başkaldırması tahmin edilebilir ve anlaşılırdır , yasaklara başkaldırdıkları için fazladan cezalandırılmamalıdır. En sonunda anne-baba disiplini çocuğun kendi öz-disiplinin oluşmasına yol açar. Disiplinin üç basamağı:cesaretlendirme/izin verme/yasaklama. Çocuklar kabul edilebilir ve kabul edilmeyen davranış arasında açık bir ayrıma ihtiyaç duyarlar. Çocuk izin verilebilir davranışların sınırlarını bildiğinde , kendini güvende hisseder. Bazı davranışlar hem istenen hem de onaylanan davranışlardır.Bazıları da onaylanmayan fakat bazı özel nedenlerden ötürü tolere edilebilen davranışlardır. Bazıları ise kesinlikle tolere edilmeyen ve durdurulması gereken davranışlardır. Sınırlar koyarak ebeveynler , çocuklara bu konuda yardım ederler. Neyi yapıp neyi yapamayacaklarını bilmeleri çocukların gündelik hayatlarında kolaylık sağlar.
Sınır koymanın teknikleri:
1.) Bir sınır çocuğa a.)kabul edilmeyen davranışı neyin oluşturduğunu b.)neyin kabul edilebilir davranışın yerine koyulduğunu açıkça ifade etmelidir.
2.) Bir sınır başkaldırmanın azaltılmasını kasti olarak hesaplayan ve öz-saygınlığı koruyan bir tarzda ifade edilmelidir.
3.) Kurallar kısa ve kişisel olmayan bir biçimde ifade edildiğinde çocuklar tarafından dikkate alınır.
Böylece "hayır" hakareti değil otoriteyi ifade eder. Çocuklara vurmak tıpkı trafik kazaları gibi kabul edilemez bir şeydir. Ehliyetimizin olması nasıl trafik kazası yapmamızı meşru kılmıyorsa , ebeveyn olmamız da çocuklarımızı hırpalamamızı meşru kılmaz. Şiddet uygulamak ; çocuğa "öfkeliyken çözüm arayamazsın , sen de anne-babanın yaptığı gibi vur" mesajını verir. Şiddet suçu bastırır. Çocuk şiddete maruz kalarak bir şekilde yaramazlığının bedelini öder ve tekrarlamak için kendini özgür hisseder.Ancak dayak yiyerek yaramazlık yapmasına izin verildiğini düşünen çocuk , düzenli aralıklarla ebeveynlerini kışkırtarak onların kendilerini cezalandırmalarını isterler. Çocuklara öfkelerini ve suçlarını ifade etmenin daha iyi yolları öğretildiğinde , ebeveynler de sınırlar koymayı ve korumayı öğrendiklerinde fiziksel cezaya duyulan ihtiyaç da azalacaktır. Etkili disiplin ; ebeveynin yetişkin pozisyonundan vazgeçmeksizin , çocuk ve ebeveyn arasındaki karşılıklı saygıda temellenir. . Eğer çocuk sosyal bir varlık olacaksa , bazı sınırlamalar kaçınılmazdır. Bununla birlikte ebeveynler dargınlık, başkaldırı ve nefreti davet etmemek için polis rolünü oynamamalıdır.
Çocuklarımızdaki kıskançlık duygularını azaltmayı öğrenebiliriz. Ebeveynlerinin tersine çocuklar , ailede kıskançlığın olup olmadığından şüphe etmezler. Yalnızca kıskançlığın etkisini ve anlamını bilirler.Eve yeni bir bebek geldiğinde kıskançlık , çekemezlik ve rekabet kaçınılmazdır. Ebeveyni başka bir kardeşle paylaşmak çocuğa acı verir. Çocuk için paylaşmanın anlamı daha aza alışmaktır.Daha az sevgi , daha az ilgi vb. Çocuğun kafasında sorulmamış bir sürü soru , yüreğinde ifade edilmemiş bir sürü endişe vardır .Bunları biz dillendirebiliriz. Yaşadığı öfkeyi , dargınlığı her koşulda bize anlatması içine atmasından daha iyidir. Ebeveyn çocuklarının duygularına kilit vurmamalarına yardım etmek için anahtar konumundadır. Duygular ifade edilmediğinde bazı semptomlar ortaya çıkar.Gece yatağı ıslatma , tırnak yeme , eşyalar zarar verme vb. Kıskançlık tamamen ortadan kaldırılamaz.Bununla birlikte ebeveynin tavır ve davranışlarıyla azaltılabilir. Çocuklar eşit olarak değil de tekil olarak sevilmeye ihtiyaç duyarlar. Çocuğun bizim bölünmemiş sevgimizi istediği kabul edilmelidir. Çocukların bu isteği şefkat ve anlayışla karşılandığında çocuk rahatlar ve avunur. Her çocuk kendi öznelliği içinde değerlendirildiğinde , kendini güçlü hisseder.
Ebeveynler her çocuğun korku ve endişeye sahip olabileceğinin fakında olmakla birlikte bu tür duyguların kaynaklarının farkında değildirler. Bir çocuğun en büyük korkusu ebeveyni tarafından sevilmemek ve terk edilmektir. Bir çocuk asla terk edilmeyle tehdit edilmemelidir. Çocuk bir yasağı çiğnediğinde , kınanma ve suçlanmayla karşılaşır. Bununla birlikte bir çocuğa olumsuz duygulara sahip olması yasaklandığında , kaçınılmaz olarak çocuk çok fazla suçluluk ve kaygı duyar. Ebeveynlerinin sevgi ve onayını kaybetme tehlikesi olmaksızın, istediklerini düşünmekte gerçekten özgür olduklarını bilmek çocuklar için büyük bir rahatlıktır. Çocuğun hayatının , yetişkinlerin ihtiyaç duyduğu yeteneğe , verime göre yönetilmemesi esastır.Böyle bir yetenek beklentisi çocukluğun düşmanıdır. Bu , çocuğun yaratıcılığını köreltir , duygusal gelişimini engeller , duygusal karışıklıklara yol açar. Çocukların tecrübe edinmek , çabalamak , sıkboğaz edilmeden ve hakaret edilmeden öğrenmek için fırsatlara ihtiyaçları vardır. Ebeveynler arasındaki sürtüşme de kaygıya yol açar. Anne-baba kavga ettiğinde çocuk kaygı duyar çünkü kendini suçlu hisseder. Çocuklar kendilerini bu kavgaların sorumlusu olarak görürler. Böyle durumlarda çocuk anne-babadan birinin tarafını tutar. Bu çocuğun karakter gelişimine son derece zararlıdır. Bu yüzden ebeveynler çocuklarının yanında kavga etmemelidir. Sakin bir şekilde farklılıklarını ortaya koymalıdırlar.
Ölüm de çocuklarda kaygıya yol açar. Kişilik geçmişin hatıraları ve geleceğin umutlarından oluşur. Ve insanlar kendilerini bir gelecek olmaksızın düşünemezler. Ölüm tüm umutların sona ermesidir. Ölüm yetişkinler için olduğu kadar çocuklar için de bir muammadır. Ölüm karşısında çocuk terk edildiğini ve sevilmediğini hisseder. Bu onda güçsüzlük ve kaygı yaratır. Çocukların ve yetişkinlerin bir yakınlarını kaybettiklerinde üzülmeleri ve yas tutmaları engellenmemelidir. Üzüntü duyma konusunda özgür bırakılmalıdırlar. Çocuğun duyduğu üzüntüyü paylaşması asla engellenmemelidir. Derin duygularını , korkularını paylaşan çocuk teselli olur ve rahatlar. Büyümek kolay değildir. Çocukluk suçluluk . şüphe , kaygı gibi duygularla doludur. Çocuklar terk edilmekten korkarlar , ebeveyn çatışmasına üzülürler , ölüm hakkında karmaşa yaşarlar ve kaygılanırlar. Ebeveynler , çocukların bu kaygılarını tamamen yok edemeseler de , onlarla konuşup kaygılarını anladıklarını ifade edebilir ve onları rahatsız edici olaylara hazırlayabilirler. Çocuklar yaşadıkları , denedikleri şeyi öğrenirler. Çocuklar tıpkı ıslak çimento gibidir. Yaşadıkları her şey onlarda bir iz bırakır. Bu yüzden ebeveynlerin çocuklarıyla onları incitmeden , kendilerine olan saygılarını ve güvenlerini saramadan konuşmayı öğrenmeleri önemlidir. İyi bir dinleyici olmak karşımızdakine hem yüreğimizi hem zihnimizi açmamızı gerektirir. Hoş ya da hoş olmayan her şeyi dinlemeye hazır olmalıyız. Çoğu ebeveyn duyduklarından hoşlanmamaktan korkarlar.Bu da çocukların gerçek duygu ve düşüncelerini anlatmamalarına ve dürüst olmamalarına yol açar. Böyle çocuklar yalnızca ebeveynlerinin onlardan duymak istediklerini söylerler. Kabul etmek aynı fikirde olmak değildir. Kabul etmek , çocuğun ifadelerini ciddiye alarak saygı dolu bir diyalog biçimini benimsemektir.