Kemal-Sayar-Urun-Resim_6287-600X450.jpg

Söz nereye gitti

Sözün günümüzde giderek geri çekildiğini, şiirin de bu geri çekilişten payını aldığını söylemek çok bu abartılı bir tespit olur? Kelimelerin dünyayı değiştirecek takatinin kalmadığını söylersek maksadını aşan bir genellemede mi bulunmuş oluruz? Zannetmiyorum. Marx'ın ünlü sözünde söylendiği gibi, 'katı olan herşey buharlaşıyor, kutsal olan herşey profanlaşıyor'.

Günümüzün duygu-sonrası toplumu kelimelerin dönüştürücü gücüne artık itibar etmiyor. Duygu gözden düştüğü için itibar kaybediyor kelime. İnce duyuşların, narin sevişlerin, pathosun zamanı geçti. Analjezi dünyasında yaşıyoruz, ağrıyı fark etme yerine bastırma, ağrıdan öğrenme yerine onu inkâr etme üzerine kurulu bir dünyada. Istırap, modern dünyanın ağırlığı altında zaten çökmüş omuzlarımızın talip olamayacağı bir yük. Başkasının ıstırabı, hatta kendi varoluşsal ıstırabımız bile bir pornografik görüntü gibi tedirginlik ve sıklet veriyor zihinlerimize. Kovmak istiyoruz onu, o yasak meyveyi bir kez dişlesek elimizdeki cennetten olacağımızdan korkuyoruz. Modern şiirin nüvesini oluşturan melâl, hafakan ve ruh ıstırabı bugün pek az şiirin koynuna girebiliyor. Girse dahi, inandırıcı bir biçimde olmuyor bu, kelime duyguların ağırlığını yüklenmekten âciz kalınca, söz de şiir de sakîl duruyor. Dünya dedelerimizden öğrendiğimiz bir dünya değil. Televizyon, sinema ya da yazılı basından görüntüler hızla akıp gidiyor. 'Enformasyonun içinde kaybolan bilgi nerede? Nerede bilginin içinde kaybolan bilgelik?' diye sormuştu T.S. Eliot. Sadeliği yitirdik. Dünya eskisinden çok daha karmaşık, zihinlerimiz bütün bu görüntü ve bilgi seli içinden doğru yaşamanın ipuçlarını seçemiyor. Toprağa basmadan geçen haftalarımız var, bir dost sohbetinde ısınmadan geçen aylarımız var, iş yaşantısı ve geçim meseleleri hayatlarımızın üzerine kara bulutlarını germiş de oradan bize unutuş ve aldanış yağdırıyor. Şiir dilimize pelesenk olmuyor, onca söz arasında bir söz hepi topu, bir gazete haberinin zihnimizde yer açtığı yer ve zaman kadar yer işgal edip sonra çekiliyor. Duygu-sonrası toplumda her şey işevuruk düşünceye ayarlı, maddî bir kazanıma dönüşmeyen her edim atıl ve yararsız sayılıyor. Şiir bu dünyayla aramda bir köprü kuramıyor, içimin titreşimleriyle dış dünyanın kaotik salınımları arasında bir âhenk tutturamıyorsa neye yarar ki? Eğer kaba bir dünyada yaşıyorsak kaba bir dille yırtabilmeli olan biteni şiir, duygu hayattan kovulmuşsa böyle bir hayatı didiklemeli, onu ezip çiğnemeli. Tok bir sesle yer açabilmeli kendisine. Ginsberg'in Amerika'sı, Lorca'nın New York'u, Eliot'un Çorak Ülke'si, Karakoç'un Hızırla Kırk Saat'i gibi.

Sadeliği yitirdik ve söz ya bu parçalanmış dünyaya aynı parçalanmışlıkla cevap verecek, ya da sadeliğin bayrağını yeniden hayatın burçlarına dikecek. Şiir, sözün ve dolayısıyla insanın var olma savaşında bir serdengeçti gibi öncü rol üstlenmeli : Olmalı veya ölmeli. Yerinden yurdundan edilmiş ruhun sözcülüğüne soyunmalı. Kalplerde yankılanmayan, insan ruhunu uğrak yeri bilmeyen, söz ve zekâ oyunlarına dayalı şiir plastik bir çiçek olabilir olsa olsa. İyi yapılmış olabilir ancak koku vermez. Güzel koku muhatabına bir yaşantı vaat eder, onu bir hâlden alıp başka bir hâle kanatlandırabilir. Günümüzün duygu-sonrası toplumunda şiir insanlara bir yaşantı elektriği veremiyorsa, söz can çekişiyor demektir. 'Büyük anlatılar devri sona erdi' diyorlar, büyük ve destansı şiirlerde mi kayıplara karıştı? Nerede bize ötelerin nağmelerini söyleyen, kalpleri kalbimize değen şairler?

Söz nereye gitti, sahi?
Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş