Kemal-Sayar-Urun-Resim_958-600X450.jpg

O Yeşil Gözler

Bellek dipsiz bir kuyu gibi uğuldar. Bir rüzgâr uğrar ve kuyunun içinde gezindikçe, bize haberler getirir. Ne çok şeyi unutur ve ne az şeyi hatırlarız. Hatırladıklarımız çoğu zaman bizde duygusal iz bırakan olay, an ve kişilerdir. Kalbe dokunan olaylar bellekten silinmez, kum fırtınalarıyla üzerleri örtülse de, zamanı geldiğinde yapılacak bir duygu arkeolojisi, onları gün yüzüne çıkarır.

Geçmişin tülleri ardına saklanmış her duygu, kendisini dışa vuracak, itiraf edecek bir ağız peşindedir. Ve onu duyacak bir kulak özlemindedir, duymakla yetinmeyip onu onaylayacak bir kalbi aramaktadır. Bir itiraf : Ben buradayım, yaşıyorum, varım. Bir geçmişim var, orada ben vardım, o ülkede serâpâ koştum, ben mazi denen o geniş ve uçsuz bucaksız ovada çok uçurtmalar uçurdum! Varlık, geçmişin belleği ve geleceğin beklentisidir.

İnsan ebedî olanı arayan bir varlık. Zamansızlık özlemi içinde yaşarız, âşık olduğumuzda, vecd hallerinde, mistik deneyimlerde zamanı fethederiz. Çocukluğa ilişkin hatırladıklarımızın üzerine çoktan bir günışığı düşmüştür, kötü olanı bilinçten saklayan ve iyi olanı alabildiğine parlatıp sevimli gösteren bir günışığı. Bunun nedeni çocukluğumuzda zamanı bir sonsuzluk, bir ebediyet olarak algılamış olmamızdır.

Ruhun bir usâresi varsa eğer, bir cevheri varsa o belirli anlarda karşımıza çıkar. Bir karşılaşma, bir red, bir başkaldırı, bir seçim, bir teslimiyet veya ihanet anında ruh bütün ömrü bir ana damıtır, koku ve rengini o ana verir. O an hayat hikâyesinden bağımsızlaşarak bize bir kılavuz veya bir kâbus olabilir. Bir kılavuz olur, unutulmayan bir sevgili, hayatlarımızın orasında burasında belirsiz bir hayalet olarak dolaşıp zor zamanlarımızda bize konuşabilir. Bir kâbus olur, anlık verilmiş yanlış bir karar sözgelimi, hayat boyu bizi pişmanlık ve azap içinde kıvrandırabilir.

'Daha önce de pek çok psikiyatra gittim' diyor kırklı yaşlarını derin bir yalnızlık halinde yaşayan kadın, 'ama bu sırrımı sadece size anlatabileceğimi düşündüm'. Bir sır. Doktorun kiralık kasa olarak beynine tevdi edilecek ve kilitlenip saklanacak bir hayat parçacığı. Terapi görüşmelerini günah çıkarma seanslarına benzetenler yanılmıyorlar. Bir sırrı tek başına taşımaktan daha ağır ne var şu dünyada? Her kültür bir sır emanetçisi üretir, geçmiş çağlarda şamanlar, rahipler, rüya yorumcuları ve nihayet 'terapi kültürü'nde terapistler.

Çok zorlanarak, her seferinde vazgeçip başa dönerek, doğru yerde durup durmadığından bir türlü emin olmaksızın anlatmayı deniyor. Bir işaret istiyor, bir sırrı tevdi etmenin ürpertisini hafifletecek bir mimik, bir rahatlatıcı söz, her şeyi açıklamaya yetecek bir aforizma, çabasını değerli kılacak bir düstur. Sonunda usul usul konuşuyor. 'On beş yaşımda bir Ege kasabasına giderken otobüste bir genç adam vardı, yemyeşil gözlerini bugün gibi hatırlıyorum. Benden en fazla birkaç yaş büyük olmalıydı. Yolculuk boyunca zaman zaman bakıştık ve birbirimizden hoşlandık. Ama hiç konuşamadık ve kasabaya vardıktan sonra ikimiz de yolumuza gittik. O günden sonra onu hiç görmedim. Ama neredeyse otuz yıldır hep onu, o yeşil gözleri düşündüm.'

Aradan bir mutsuz evlilik ve uzun bir depresyon geçer. Yeşil gözler hep hatırda. Ve işte şimdi kırklı yaşlarında yeniden kasabaya gidip o yeşil gözlerin sahibini aramayı düşünecek kadar hatırasına bağlıdır. Tuhaf bir istek değil mi? Kendisi de böyle düşünüyor. Yeşil gözlü delikanlıyı bir ömür boyu özleyen, o anın hatırasını ömrü boyu saklayan bu hanımefendi insanın başlı başına büyük bir mucize olduğunu gösteriyor bize.Ben bu hikâyeyi onun izniyle yazıyorum. Bir hayata saklanmış bu şiirin yazılması gerektiğini düşündüm. İnsan anlam üreten bir varlık. Sonsuzluğun peşinde, ürettiği anlam zamanı aşsın, ebediyete koşsun istiyor.

Yeşil, mavi veya siyah. Seven gözlerde ebediyetin ışıltısı vardır.
Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş