Işık, biraz daha ışık
Geçtiğimiz haftanın birkaç gününü İspanya'da geçirdim. Plaza Mayor'da bahar güneşi toplayan kalabalığa karıştım, Guernica tablosunun önünde manalı manalı bakındım. Barları doldurup tapas keyfi yapan İspanyolların arasından Madrid'in eski sokaklarını arşınladım. Sonra yıllar evvel koca duvarlarını boydan boya tavaf ettiğim halde içine giremediğim Kurtuba camiini görmek için bu şehre gittim. Her bir sütununa yüreğimi değdirerek camii gezdim. Duvarlarından turunç ağaçlarının sarktığı beyaz evlerin arasından Kurtuba'nın medinasında dolandım. Bu sokaklardan ve bu şehirlerden on yedi yıl önce fakir bir seyyah olarak geçmiştim. Şimdi kırk bir yaşımda, o günlerin hüzünlü yüreğinden çıkınımda pek az azık kalmış birisi olarak, bu sokakları gezerken fark ediyorum. Bir seyyah olarak artık fazlasıyla lakaydım. Dünyada pek az yer heyecanlandırıyor beni. Çünkü artık konforlu otellerde kalıyor, uçakla seyahat ediyor ve yolların kirine pasına batmıyorum. Trenlerde tanıştığım insanlarla yarenlik etmiyor, başkalarının hikayesine dahil olmuyor ve başkasını kendi hikayeme ortak etmiyorum. Yolculuğum hikayelerle taçlanmadığı için beni heyecanlandırmıyor. Bir slayt gösterisi gibi hızla görülüp geçilen meydanlar, insanlar ve haller. Bir turistin şipşak fotoğrafı gibi, bellekte iz bırakmayan, yaşantı olarak derinleşmeyen, insanı hallere sürüklemeyen bir gezginlik. 'Burayı da gördüm' demenin, gezmeyi bir akıllanma aracı değil ama bir böbürlenme vesilesi kılmanın sığ hodbinliği. Çünkü turist için amaç 'varmak değil hareket etmek'tir. Seyahat insanı iç alemleri ile buluşturmuyor, yalnızlığın kekre tadı ile gelişen o iç konuşma, kısa sürede çok yer görme telaşından kendisine bir fırsat bulamıyorsa, yorulduğunuza değmez!
Dönüşte küreselleşen dünyanın üzerimize saldığı korkulardan birisi olan terör paranoyası yüzünden epey bir meşakkat çektik. Barcelona aktarmalı olarak uçan İberia hava yollarında kaptan pilot, uçağa gecikmeli olarak binen deri renkleri koyu ve yoksul görünümlü birkaç Latin Amerikalı yolcudan şüphelenmişti. Bütün uçak boşaltıldı, bütün yolculara tek tek pasaport kontrolü ve üst araması yapıldı. Söz konusu yolcular polis tarafından ayrıca uzun uzadıya sorgulandı. Benim anladığım şu : Yoksulların ve deri rengi daha koyu olan insanların olağan şüpheliler arasına yazıldığı bir dünyada yaşıyoruz. Zygmunt Bauman'ın yıllardır dile getirdiği bir hakikati, çıplak gözle görüyordum: Kendilerine ancak bir gemide kaçak yolcu olarak seyahat etme imkanı bahşedilen yoksullar uçağa binip de turist hanesine geçtiklerinde birden tüm şüpheleri üzerlerinde topluyordu. Aylaklarla turistlerin arasındaki çizginin koyulaştırıldığı bir dünyada, hareketliliğin de bir hiyerarşisi var. Üstadın kelimelerine müracaat edersek : ' Turistler canları istediğinde seyahat ederler, seyahatlerinden büyük zevk alırlar, onlara seyahat etmeleri için yalvarılır hatta rüşvet verilir ve bunu yaptıklarında da gülücükler ve açılmış kollarla sıcak bir karşılama onları beklemektedir. Aylaklar gizlice, çoğu kez yasadışı yollarla seyahat ederler ve bazen tıkış tıkış içine doluştukları battı batacak pislik içindeki gemilere ötekilerin lüks içindeki birinci mevkiye ödediklerinden daha fazla para öderler; vardıkları yerde ise çatılmış kaşlar onları beklemektedir ve şansları yaver gitmezse, tutuklanıp hemen sınır dışı edilirler'.
Küreselleşmenin paradokslarından birisi de bu : Egemenler mal, imge, sermaye ve fikirlerin serbest dolaşımını coşkuyla ister ancak insanların serbest dolaşımı önüne aşılmaz duvarlar örer. Bir danışanım olmuştu, on yıllar evvel bir mülteci olarak çürümüş bir gemiyle İngiltere sahiline varmakta olduklarında, kendisini bekleyen hayatın korkusuyla yüreğine bir ürperme ve dizlerine onulmaz bir ağrı girmiş, yıllar içinde bu ülkede tutunmasına ve iyi bir iş kurmasına rağmen o ürperme ve ağrı kendisini bırakmamıştı. Sahile yaklaşmakta olduklarında yaşadığı korku belleğinde öylesine yer etmişti ki ne yapsa onu söküp atamıyordu. Güçlü duyguların eşlik ettiği yaşantılar, belleğe adeta kazınır. Bu adam sonraki hayatını da hep sahile varmakta olan gemideki kaçak yolcu olarak yaşamıştı. Dünyanın tekinsiz bir yer olduğu bilgisiyle. Her an tutuklanıp sınır dışı edilecek bir yurtsuz olarak.
Goethe'nin ölürken 'Işık, biraz daha ışık!' diye haykırdığı söylenir. Korkunun kararttığı bir dünyada, ne güzel bir temenni değil mi?