Her şeyin bir anlamı var
Her şeyin bir anlamı var. Bana diyorsun ki 'bu dünya anlamsız ve ben burada olmayı kendim seçmedim'. Bu sözcüklerde burası ile orası arasında asılı duran bir hayatın izleri var. Yokluk ve varlık arasında yürüyen bir ip cambazının hüneri var. Sevdim diyorsun. Sevdiğin zaman gelmeyecek adamları sevdin. Sesini duysa da çağrına icabet edemeyecek adamları. Onları sevmekle erkenden giden bir sevgiliyi çağırıyordun aslında. 'Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden / Çok seneler geçti dönen yok seferinden'. Çocukluğunun en büyük aşkı artık dönülemeyecek uzak ülkedeydi ve sen en uzak adamları seversen ve onlar seni severse, bir mucize olursa yani, belki onu geri getirebileceğini düşünüyordun. Yitirilen bir daha ele geçmedi. Uzak yakın olmadı. Canının acısı gün be gün katmerlendi. Hayatı sadece acıyan yerlerine bakarak tanıdın. Var olduğunu sadece yaralarına bakarak hissettin. Ruhun en derinlerine yerleşen ve bir burgaç gibi insanın içini oyan bir ağrıyla okudun kendini. İçinde katıksız gözyaşı olan bir hokkaya banılarak yazılmış bir hayat. Oldun mu öldün mü bilemedin.
Şimdi diyorum ki ben sana, her şeyin bir anlamı var. Çiçeğin, böceğin, dalları eğen rüzgarın, ağzımızdan çıktıktan sonra yüzyıllarca uzayda asılı duran sözcüklerin bir anlamı var. Hiçbir şey kaybolmuyor. Her hıçkırık, hayal kırıklığının yaydığı her titreşim, içimizde bir coşkunun pır pır kanatlanışı kaybolmuyor. Kainat gibi insan da enerjisini sakınıyor. Sonra dağınık duran her şey, biz onu çağırmasını bilirsek, bir yapbozun parçaları gibi birleşip bir şey söylüyor. Sonra yine dağılıyor. Konuşuyoruz seninle. Yavaş yavaş iyileştiğini hissediyorum. Öfken azalıyor. Artık Tanrıya kızmıyor gibisin. Ve artık şükür ki yaralarından ibaret değilsin. Hayatın çiçek tozları gibi oradan oraya neşe içinde uçuşuyor. Varoluşuna sinmiş olan o ıstırap sanki daha derinlere, kımıldadığında hissetmeyeceğin bir yerlere iniyor. Onunla da başın hoş olsun, çünkü bir anlamı var.
Evet her şeyin bir anlamı var. Aşığın derdi de teslimiyet. Ötekini yücelterek, onunla özdeşleşip onun vasıtasıyla yücelerek kusurlarımızı örtmek istiyoruz. Aşığın tasası teslimiyetle faniliğin sınırlarını zorlamak. Kendi yalnızlık ve kısıtlamalarını fark eden aşık; anlam, kuvvet ve gayesini maşukuyla yekruh olmakta buluyor. Kendini aleve atan pervane misali. Olmak bilmektir. Daha da ilerisi var : Yanmak bilmektir.
Herşeyin bir anlamı var. İnsan düşüyor, kalkıyor, kendisine bir hikaye kuruyor. Kendi hikayesine çok inanıyor, az inanıyor, hiç inanmıyor. Başkalarının hikayesine inanıyor. Kendisine inanılacak değişik hikayeler buluyor. Bir ömrü bir hikayenin parçası olmak için tükettiği oluyor. Anlatmayı seviyoruz değil mi? Sana senin hikayenin seni başkalarından farklı kılmaya çalıştığını, acılarına tutunmakla diğer fanilerden kendini ayırdığını söyledim. Biricik olmak istiyordun. Diğerleri bu hayatın bu kadar beyhude olduğunu nasıl göremiyordu? Ne oluyordu da ağız dolusu kahkahayla gülebiliyorlardı? Herşeyin basit bir kurmaca olduğunu nasıl fark edemiyorlardı? Evet seni onlardan ayıran başka bir hikayen olmalıydı. Sen varlık dünyasında yokluğu tecrübe edebiliyordun. Olmamak sanatında ilerlemiş, yaşamıyor gibi yaşamak ilminde mertebe edinmiştin.
Herşeyin bir anlamı var. Uçurumun kenarı sıra cesaretinden yürümüyordun. Sana uzanacak bir el olsun ve korktuğunu hissetsin istiyordun. Hiçliği yaşarken hiçlikten nasıl ürktüğünü, uçurumun sana baktığını bir kişi olsun anlasın. Yokluktan kaçayım derken varlığı inkar ediyordun. Oysa görünmez olduğunda bile ardında sesler bırakıyordun. Burukluğun sesi, aşkın sesi, teslimiyet arzusunun sesi, özlemin sesi. O sesleri duyabilen herkes, orada değil de burada olduğunu, aramızda dolaştığını anlıyordu. Kalbi kırıklar birbirini bu seslerden tanır. Sahi, ruhun izlerini kim silebilir?
Her şeyin bir anlamı var.