Kemal-Sayar-Urun-Resim_58924-600X450.jpg

Vatanı İmanla Sev

08.03.2016/Serbestiyet
İnsanlar ancak bir toplum içinde bellek edinirler. Ancak bir toplum içinde anılarını hatırlar, onları tanır ve yerli yerine oturturlar. Grup üyeliği bireyin belirli olayları hatırlarken diğerlerini unutmasına vesile olur. Gruplar, bireyleri için, kimileyin hiç yaşamadıkları olaylara dair anılar bile üretir. 'Bellek kenetlediği kültürün dışındakilere kördür. Grupların sayısı kadar bellek vardır' der Halbwachs. Kültürel bellek, değişik hikayelerin tarihte bir yer bulmak için çırpındıkları kültürel bir uzlaşı alanıdır. Geçmişin baskı ve yankıları bir yanda, yaşanmış olan deneyime bugünden verilen anlam beri yandadır ve bu mücadelenin sonunda, geçmiş, bugünden kurulan bir uzlaşıyla açığa çıkar. J. Assman'ı izlersek: 'Bellek canlıdır ve sürekli iletişim içinde varlığını sürdürür, bu alışveriş duraksarsa veya alışveriş içinde olunan gerçekliğin çevresi değişir ya da kaybolursa, unutma ortaya çıkar.’

Anılar, insan belleği üzerine fikirlerimizin aksine, zihinde depo halinde bulunmaz. Tam aksine yaşantılarımız tarafından uyarılır, meydan okunur, değiştirilir, sürdürülür ve paylaşılır. Kollektif bellek bu durumda bireyler ve onları çevreleyen daha geniş yapıların belirli bir zaman ve bağlamda uzlaşısının bir ürünüdür. 

Toplumsal belleğin kendini görünür kıldığı bir örnekten söz etmek istiyorum. Psikanalist Vamık Volkan, Kıbrıs'ın Kuşları başlıklı yazısında altmışlı yıllarda abluka altında kalan Kıbrıs Türklerinin yaygın bir biçimde kafes içinde kuş beslediklerine değinir. Kuş burada kendisini kafese sıkışmış hisseden Türk'ün kendisidir. Kuşun ayakta kalması, üremesi, neşeyle şakıması onun da geleceğe duyduğu ümidi simgeler. Ona iyi bakılmalı ve ihtimam gösterilmelidir.  Travmatik geçmiş burada eşsiz bir simgesellikle kendisine şifa aramaktadır. Bireysel acılar da toplumsal acılar gibi kendilerine simgeler üzerinden bir ifade imkanı bulabilir. Çok sevdiği kızını yitiren bir anne olan danışanım, kızının vefatından sonra kendisini çiçeklere ve çiçek yetiştirmeye adamıştı. Müsait bulduğu her toprak parçasına, her saksıya, ziyarete gittiği evlere çiçek tohumları serpiştiriyor ve imkan bulduğu her yerde çiçek yetiştiriyordu. Çiçekler solduğunda, çürüdüğünde büyük bir öfkeye kapılıyordu. Adeta kızını çiçeklerde  yeniden yaşatmak istiyordu. Bir başka danışanım ergenlik çağlarında babasını yitirmiş olan bir genç kızdı ve babasının vefatında neredeyse hiç ağlamamış, bütün akrabalarının dikkatini çekecek biçimde metin durmayı başarmıştı. Ne ki babasının ölüm yıl dönümlerinde, her sene vefat gününden bir hafta önce başlayan bir yürüme bozukluğu oluyor, handiyse ayakta duramıyor ve bu tuhaf yürüme bozukluğuna nörolojik bir izah getirilemiyordu. Bu genç kız, babasının yasını bedeniyle tutuyor, ruhun dile getiremediğinin sözcülüğünü adeta beden ve bedensel bellek üstleniyordu. Simgesel olarak bu genç kız babasız bir hayat yürüyüşünün zorluklarını, dayanaksız kalmanın onu nasıl kötürüm bıraktığını anlatıyordu. İnsan bedeniyle de hatırlar, beden de hatırda tutar.

Bellek seçerken ve çarpıtırken güncel çıkarlara hizmet edebilir. Anılar, bugün hedeflediğimiz bir amacı desteklemeye yardımcı olsun diye hatırlanıp şekillendirilebilir. Belleğimiz öyküleme yoluyla da geçmişi çarpıtabilir. Öyküleme, sadece geçmişte olanı aktarmaz, aynı zamanda bunları süsler ve ilginç hale getirir. Anlatılan olayı basitleştirir.

Hollandalılar on üç yaşında bir kızın kaleminden çıkan bir kitaba sıkıca sarılarak, Anne Frank’in Günlüğü’nün, Hollandalı Yahudileri kıyımdan kurtarmak için direndikleri dönemin ve ulusal kahramanlıkların kanıtı olduğunu iddia eder. Oysa gerçekte Hollandalılar, Almanların en sağlam işbirlikçileri arasındaydı. Hollanda’nın tarihi ve geleneğinde antisemitizme Avusturya, Fransa veya başka pek çok Avrupa ülkesinden çok daha az yer olsa da, genellikle kurallara uyan, emirlere itaat eden iyi huylu ve terbiyeli yüzbinlerce Hollanda vatandaşı, Alman işgali altındaki Hollanda’nın belki de Naziler tarafından en kolay yönetilen ülkelerden biri olmasını sağlamışlardı.

Türkiye’nin ideolojik tartışmaları bir bellek ahlakı etrafında şekilleniyor. Neyi unutacağız, neyi hatırlayacağız? Geçmişi nasıl öyküleyeceğiz? Bugün ne hissettiğimiz geçmişte ne bulduğumuzu da tayin eder. Bugün müreffeh ve muzaffer isek geçmiş bize başka türlü konuşur, bugün aciz ve güvensiz isek bize başka şeyler söyler geçmiş. Bir dayanışma ahlâkını çoğaltmak istediğimizde Çanakkale’yi hatırlarız, ayrışmak ve kavga etmek istediğimizde yakın zamanda birbirimize karşı işlediğimiz cürümler hatırımıza gelir. Pek çok şeyi birlikte yaşadık ama Türkiye’nin toplumsal grupları, aynı olayları başka başka hatırlıyor. Çünkü aynı olaylar her birimizin canını farklı yoğunluklarda yaktı. Her birimiz ideolojik meşrebimize göre geçmişle farklı bir rabıta kuruyoruz, kimimiz onu kutsuyor ve oradan bir şanlı mazi üretiyor, kimisi onu üzerimize yapışmış ve yok edilmesi gereken bir leke gibi algılıyor. Ötekinin mazlumiyetinden kendisine bir muzafferiyet hissi devşirenler, ötekinin acısını kendi toplum tasavvuruna payanda kılanlar ise belleğe tahakküm etmenin derdinde. Onlar acı çekmiş olan insanın hikayesini de elinden almak ve onun bu acıyı hak ettiğini onlara telkin etmenin davasını güdüyor. Türkiye merhametli bir vatandır ve burada bütün horlanmışlara ve kovulmuşlara bir yastık, bir sedir vardır. Anlatacak hikayesi olan her kişi, ötekinin canına ve haysiyetine kast etmediği sürece, hikayesini anlatmak için oturacak bir tabure, işitecek bir kulak bulabilmelidir. Hatırlayacak bir şeyi olanlarla uzlaşmak her hal ü karda mümkündür, mesele belleksiz bırakılmış insanla konuşabileceğimiz bir çift lafımız olmamasında.

Belleği olan insanla bir müştereğiniz vardır zira aynı göğün altında, aynı türküler, aynı dualar ve benzer acılarla büyüdünüz. Bu toprağı vatan kılanın ne olduğuna dair bir fikriniz var. Onunla oturup hoşbeş edebilirsiniz. Türkiye’nin Güneydoğusunu harabeye çeviren, camilere veya kütüphanelere vandal iştahıyla saldıran, kendisi hatırasız ve belleksiz olduğu için şehirleri de belleksiz bırakmaya yeltenen birisiyle ne konuşabilirsiniz?  Yok etmek ve yıkmaktan başka hiçbir şey öğrenememiş, hayatında kayda değer hiçbir şey inşa etmemiş ve biçare hayatının, ancak ölmekle değer bulacağına inandırılmış bir kişiye söylediğiniz her söz havada asılı kalır. Geçmişi olmayanlar, bir geçmişi olabileceğine inanmamışlar ancak ölüm arabalarına bindirilerek masumların üzerine sürülür ve ideolojinin sahte cennet vaadiyle avutulur. İdeoloji afyondur.

Siirtli hastam, İstanbul’da iş kurmuş, çetin zorluklarla baş ederek bir yere gelmiş, merhametli bir adam. Görüşmemiz bittikten sonra memleket meselesine dair üç beş kelam ettik. Arapça bir söz söyledi kalkarken, biz böyle deriz dedi, vatanı imanla sev!

Vatanı imanla sev. Çünkü burası, senden öncekiler onu imanla sevdiği için, hâlâ vatandır.
        
Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş