İhtimam ahlakına ihtiyacımız var
EMETİ SARUHAN | 21 ARALIK 2013
Modern insanın ruhsal ve fiziksel acılardan kurtulup, zahmetsiz bir varoluşa kaçmak istediğini söyleyen Prof. Dr. Kemal Sayar 'Hepimiz modern dünya içinde nemrutlaşma ve firavunlaşma istidadı taşıyoruz. En önemlisi de insanın modern çağda kendini tavaf eden bir hacı haline gelmesi. Hepimiz kendi etrafımızda dönüyoruz' diyor.
Psikiyatr şair ve yazar Prof. Kemal Sayar'ın insanlık hallerini anlattığı kitaplarından biri Ruhun Labirentleri Timaş Yayınları'ndan yeniden yayınlandı. Biz de bu vesileyle Sayar'ın kapısını çaldık. Ruhumuzun labirentlerindeki varoluş sancısının ya sanatsal eserler ya da ruhsal sıkıntılar olarak dışa vurulduğunu, yazının sağaltıcı etkisinden bahsetti Sayar. Modern insanın zahmetsiz bir yaşama, light maneviyatlara meylettiğini anlatan Sayar, hem ruhsal hem de fiziksel acıları en aza indirgemeye çalıştığımızı, bunun da bizi narsistik bir yapıya ittiğini söylüyor. Böylece sadece kendi nefsi etrafında dönen hacılar haline geliyoruz. Panzehir ise kendi nefsimizi biraz daha geri plana itip ötekinin varoluş planında daha öne çıktığı bir ihtimam ahlakını kuşanmak. Bu da edebiyatla olur belki. Belki bir şiir getirir bizi kendimize.
Modern dünyayı hem fiziksel hem de ruhsal ağrının baskılandığı bir dönem olarak tarif ediyorsunuz. Ağrı ve ızdırap insana ne kazandırır?
Hepimiz modern dünya içinde nemrutlaşma ve firavunlaşma istidadı taşıyoruz. Modern dünya ancak kendimize tapınırsak var olabileceğimiz gibi zalimce bir propaganda uyguluyor hepimize. Bunlardan en önemlisi de insanın modern çağda kendini tavaf eden bir hacı haline gelmesi. Hepimiz kendi etrafımızda dönüyoruz. Bir başkasının ıstırabına çok az kulak veriyoruz. Benim söylemek istediğim kendi nefsimizi biraz daha geri plana itip ötekinin varoluş planında daha öne çıktığı bir ihtimam ahlakı. Bunu geçerli kılarsak hem dünya politikası ona göre şekillenecektir, hem de günlük hayatta birbirini daha az inciten insanlar ortaya çıkacaktır. Bizlerin belki edebiyat üzerinden, şiir üzerinden, her türlü ilim üzerinden ve insanın huzurunu nasıl sağlayabileceğimiz konusunda bir çabamız gayretimiz olmalı.
ANNELİK DEĞER KAYBINA UĞRADI
Son günlerde sıkça görmeye başladığımız, çocuklarını öldüren anne portreleri insanın kendine tapınma halinin sonucu mu?
Modernleşme ve hayatın maddileşmesiyle birlikte annelik de değer kaybına uğruyor. Çünkü annelik hemen mükafatını görebileceğiniz bir şey değil. Ödülü uzun yıllar sonra, sevgiyle ödeniyor. Halbuki hayatın maddileşmesi ve modernleşme bize ne veriyorsan hemen karşılığını almayı telkin ediyor. Narsist bireylerde sahip olduğu şey kendine duyduğu sevgi ve aşka hizmet ediyorsa değerlidir. Bu yüzden doğurganlık giderek düşüyor Batı'da. Kadınların önemli bir kısmı, özellikle kariyer yapanlar anne olmak istemiyor. Babalık giderek tenzil-i rütbeye uğruyor. Bu gördüklerimiz insanların kendi eksenli yaşamalarından, hazları eksenli yaşamalarından kaynaklanıyor. O bebeği canlı bir varlık, hürmet edilmesi gereken bir varlık görememekten ve hayatın o kutsal dokusunu anlamamaktan kaynaklanan bir şey. O canın kutsallığı noktasında inancı olmayan kişiler onları kolayca öldürebiliyor.
EDEBİYAT RUHUMUZU AYDINLATIR
Edebiyatın da psikiyatrinin de ana konusu insan. Siz iki alanda da yetkin bir insan olarak, edebiyat ve psikiyatrinin birbirini beslediğini düşünüyor musunuz?
Büyük mutasavvıflara, edebiyatçılara baktığımızda insan ruhunun derinliklerine çok kolay indiklerini ve bizi çok kolay resmettiklerini görürsünüz. Benim için bu açıdan Dostoyevski okumak bir laboratuvarda gezinmek gibi. O kadar ilginç tespitleri var ki, değme ruh bilimcinin yapamayacağı şeyler. Edebiyat zaten insan ruhunun saklı kalan taraflarını aydınlatıyor. Başlı başına ruh bilimi esinleyen bir şey.
Az önce Dostoyevski örneği verdiniz. Sizin okumalarınız çok derin oluyor sanırım, değil mi?
Bir yönüyle derin, bir yönüyle de aldatıcı bir şey olabilir. Derin, çünkü bazı insanların kolaylıkla fark edemeyeceği ilişkileri, insani halleri daha kolay fark edebilirsiniz. Handikapı ise her şeyi psikolojik terimlerle algılamaya ve anlamaya eğilimli olabilirsiniz. O eksikliğin farkına vararak psikolojik okumalar yapılabilir. Eserin verildiği politik sosyal bağlamı göz ardı etmeksizin karakterlerin o ruhi iniş çıkışları, düşüşleri, açmazları daha iyi çözümlenebilir.
YAZMAK RUHA ŞİFADIR
İnsan ruhu hakkında çözümlemeleriniz, psikiyatrist bakış açınız günlük ilişkilerinize yansıyor mu?
Biz 24 saat nöbette yaşamıyoruz. Dolayısıyla bu mesleki bakış açımızı hep karşımızdaki insanları gözlemek için kullanmıyoruz. Bu zaten çok sahte bir şey olurdu. İnsanın kendini çok zorladığı bir şey olurdu. Ama şunu söyleyebilirim mesleki bilgimiz bizim kendi kendimizi anlamımızı sağlarsa başka insanları daha iyi anlayabiliriz. Bunun tam tersi de geçerli oluyor. Bazen danışanlar hayat hikayelerini anlatıyor. Bir karmaşa, bir bilmece sunuyorlar. Biz onları daha iyi anladığımız anda kendimizi daha iyi anlamış oluyoruz. Bazen onun yaşadığı karmaşayı ben de yaşamış oluyorum ve onun ismini koymamış oluyorum. Onun üzerinden de kendimi daha iyi anlamış olabiliyorum. Edebiyat da böyle bir şeye hizmet ediyor. Daha önce göz ardı ettiğimiz bilemediğimiz bazı çatışmalar ruhsal haller dikkatimize geliyor. Onun üzerine düşünmekle kendi kuytularımıza inmiş oluyoruz. Kendi kendimizi daha çıplak halde bakmış oluyoruz.
Sanatsal yaratımın bir şifa girişimi olduğu söylenir. Sizce de öyle mi?
Ben her sanatsal çabanın insanın varoluşsal sızısını dindirmeye dönük bir şifa çabası olduğuna inanıyorum. Hepimiz dünyaya düşmekle yaralanmış varlıklarız. Bu varoluşsal kaygı ya da sızı dediğimiz şeyi iyileştirmek için hayatta belli yerlere savruluyoruz. Sanatı kimileri ego hizmetinde regresyon olarak tanımlar. Bu şu demek aslında; bir tür ana rahmine dönme, oradaki sükûnete varma arzusu. İnsan biraz geçmişine, çocukluğuna gitmekle, oralardaki düğümleri çözmekle, hayatta aydınlatamadığı şeyleri yazarak çözmekle aslında bir anlamda tekamül ediyor. Sadece yazmanın başlı başına şifa olduğunu söyleyen önemli araştırmacılar var. Yani hiçbir doktora gidemiyorsunuz. Hiçbir psikolog psikiyatristten yardım alamıyorsunuz, o zaman oturun bir defter tutun; yaşadıklarınızı ayrıntılı olarak yazın. İnsanın kendini açması, kendine bakması, kendiyle yüzleşmesi şifa verici bir şey.
ANLAM DUYGUSUNU YENİDEN KEŞFETMELİ
Edebi eserlerin, sanat eserlerinin ortaya çıkışında içimizdeki varoluşsal sızı ve boşluk etkili oluyor mu?
Modern insanın en büyük problemi bir varoluşsal boşluk içinde yaşaması. Geçmişin emniyet kaynakları bir bir kuruyor ve o emniyet kaynaklarının yerini alacak yeni bir şeyle onu ikame edemiyoruz. Bu da insanları ruhsal istinat noktası bulmaksızın bir boşluk içinde bırakıyor. Bütün bunların neticesinde de ruhsal sıkıntılar büyük bir tırmanma içine giriyor. Günümüzde sıradan bir insana baktığınız zaman bile, endişeli-gergin bireyle karşılaşıyoruz. Bu atomize hali parçalanma hali bazen çok büyük sanat eserleri şeklinde kendini dışa vuruyor ya da büyük patlamalar halinde şiddet ortaya çıkıyor. Ötekine emniyetinin kalmadığı bir dünyaya doğru hızla yol alıyoruz.
Bunun panzehiri nedir?
Kaybettiğimiz değerleri hatırlamak. İnsanın bu hayatta niçin yaşadığına dair bir anlam duygusu olmalı. Bir istinat noktası olmalı. Orada durarak hayatı daha iyi anlayabileceği bir referans çerçevesi olmalı. Gayesiz ve anlamsız insan her türlü kötülüğü işleyebilecek bir insandır. Maalesef postmodern anlayış bizi 'her şey gider', 'her şey mubahtır' noktasına getirdi. Bu boşlukla daha fazla örselenmek istemiyorsak hayatımızın içindeki saklı duran anlam duygusunu, hayret ve şiir duygusunu yeniden keşfetmemiz, hayatımıza bir yön tayin etmemiz ve değer eksenli bir hayat yaşamamız lazım.
Anlam, hayret ve şiir duygusunu geri kazanmamızda edebiyat ne kadar yardımcı olabilir?
Edebiyat bize yön gösteren bir kutup yıldızı gibidir. İnsanı içindeki ince duygularla, hasletlerle buluşturur. Her edebiyat okuyan çok iyi bir insan olmayabilir fakat edebiyatla haşır neşir olan insanların daha iyi insanlar olma ihtimali yüksektir. En azından insanın acısını ıstırabını daha iyi anlayabilecek empati yapabilecek insanlar olma ihtimalleri yüksektir. Günlük hayatta pek çok problem aslında biz ötekini anlayamadığımız için zuhur ediyor. Edebiyat bizi şablonculuktan kurtarır, ezbere varoluşlardan, sloganlardan kurtarır. Bizden çok farklı olduğunu düşündüğümüz insanların bile hayatına girmek onları anlayabilmek için fırsat sağlar.
KENDİNİZİ FİŞTEN ÇEKİN
Televizyonlara baktığımızda hiçbir derinliği olmayan programlar var. Bu neyin yansıması?
Televizyon Türkiye toplumunda tam bir kaçış objesi. Günlük hayatın dertlerinden uzaklaşmak ve oyalanmak için bir bahane. Evlilik programları, yarışma programları, diziler, günlük hayatın dertlerinden uzaklaşıp bir masal dünyası yaratarak oyalanma arzusunu yansıtıyor. Toplum kendini uyuşturmak istiyor. Anestezi çağı diyorum ben buna. Gerçekle yüzleşmekten korkuyoruz. Sanal ve hayali dünyalar yaratarak orada var oluyoruz.
Teknoloji de kendimizi uyuşturmamıza yardımcı oluyor galiba?
Ekranlar kapandığında, cep telefonumuz sustuğunda mutlu olabilecek miyiz veya yalnızlığa tahammül edebilecek miyiz? Bugün pek çok insanın, hatta ailelerin bile bir köşeye çekilip cep telefonlarına gömüldüğünü görüyorsunuz. Yalnızlığa, tek başına olmaya büyük bir tahammülsüzlük var. Konuşmak bile kayıplara karıştı. Artık sms gönderiyoruz birbirimize. Ayrıca sanal dünyada olup bitenler bize o kadar yetiyor ki gerçeğini aramamaya başladık. Bir tuşa basmakla istemediğimiz bir insandan uzaklaşabiliyoruz. Ya da çok basit bir söz yazmakla onaylanma görebiliyoruz. Gerçek dünyada onaylanma çok daha zahmet ister. Biz daha zahmetsiz bir varoluşa kaçmak istiyoruz. Bize ödevler yüklemeyecek maneviyat yaşamak, daha light varoluşlara kaçmak, acıdan sızıdan kendimizi uzaklaştırmak istiyoruz.
Teknolojiden uzaklaşmayı tavsiye ediyor musunuz?
İnsanlara kendilerini fişten çekmelerini kuvvetle tavsiye ediyorum. Bütün ailelere her gün en az 2 saat elektronik perhizi öneriyorum. Televizyonun, cep telefonlarının, bilgisayarın kapandığı, insanların birbirinin yüzüne baktığı, birbiriyle hemhal olduğu, elektronik perhiz saatleri öneriyorum. Çünkü herkes ekrana bakıyor, kimse birbirine bakmıyor.