Her Şeyin Anlamını Aramak
Selçuk Küpçük, Kitap Zamanı, Sayı:40, Bölüm:Düşünce
On yıllarda yeni bir psikolojik ve psikiyatrik yaklaşımın artık hem mesleki bağlamda hem de buna koşut olarak yayın dünyasında kayda değer karşılığını izlemek mümkün.
Modernizmin iddia ettiği değerler dizisinin parçalanması ve günümüz insanına huzur, mutluluk, kendisi ile barışık olma gibi hayati alanlar açamaması çok ciddi kuramsal eleştirileri içeren metinlerin de yazılmasına sebep oldu. Özellikle Michel Foucault’un cesaretle geliştirdiği modern psikolojinin/psikiyatrinin yıkıcı eleştirisi, insanı ‘büyük kapatmaya’ uğratan kurumların başında gelen bu bilimsel disiplinin yeniden gözden geçirilmesine ilişkin önemli tartışmalar başlattı. Ancak edebiyat, sanat ve felsefi metinlerde yürüyen ve genel anlamda modernizm eleştirisine varan bu tartışmaların günümüz insanına nihai çözüm bağlamında sunacağı şey ya muğlak bırakılmış ya da bütünüyle anlam’ın kalmadığını söyleyip geri çekilme olarak belirmiştir.
İşte bu noktada gerek tasavvuf ekollerinin gerekse Doğu bilgeliğine ait birikimlerin güçlü ve sahih zemininden yararlanarak gelişen yeni bir psikiyatrik/psikolojik kapı aralanıyor: Sufi Psikoloji. Benim bir şair olarak 1980’lerin sonuna doğru çıkan Albatros edebiyat dergisinden tanıdığım, artık ülkemizin önemli psikiyatristlerinden Kemal Sayar, uzun yıllardan beri izini sürdüğü anti-psikiyatrik yaklaşımın birikimlerini bir süredir okuru ile paylaşıyor. Sayar’ın böyle bir psikiyatrik yolculuğunu anlamak için 1991’de derlemesini yaptığı Sana Ruhtan Soruyorlar isimli anti-psikiyatri metinlerini topladığı kitaba kadar gitmek gerekli. Ardından gelen ve yine derleme makalelerden oluşan Sufi Psikiyatri adlı kitap bu bağlamda günümüzde okuduğumuz Kemal Sayar’a ait farklı bir disipliner bakış açısı ile donanan psikiyatrik birikimi anlamak için bize yardımcı olacaktır. Geçtiğimiz yıllarda okura sunulan Merhamet, Yavaşla, Kendine İyi Bak adlı kitapları, günümüz insanının en büyük sorunu olan anomi (anlamın yitimi) karşısında, yerli değerler üzerinden yapılandırılan ve pozitivist anlayışın tam karşısında bütünüyle insan olgusuna ontolojik bir merkezden yaklaşan daha kuşatıcı ve daha huzur getirici bir külliyatın önemli düşünce odaları idi. Bütün bu külliyatla aslında Kemal Sayar, anti-psikiyatrik ekolün açmış olduğu karşı-düşünme biçiminden istifade ederek modern insana İslam tasavvufunun derin ve aynı zamanda insani öğretilerini işaret ediyor. Merhamet duygusunun kendisine seçkin bir yer bulamadığı, hız’ın hayatın her alanına hükmettiği ve kendisi üzerine düşünmek gibi birincil bir görevi es geçen günümüz insanına bu büyük kapatma düzeneklerinin neler olduğu ve nasıl işlediği hususunda zihin açıcı sorular sorduruyor.
Susmak da bir konuşma biçimidir
Kısa bir süre evvel Timaş Yayınları’ndan çıkan Her Şeyin Bir Anlamı Var isimli yeni kitabında da Sayar’ın bahsettiğimiz bu karşı okuma zenginliğini bulmak mümkün. Sayar, beş ana bölüme ayrılmış olan kitapta önceki eserlerinde olduğu gibi yine yer yer modern psikoloji/psikiyatri eleştirisi yapıyor ve insanı nesneleştiren bu bilimsel iktidar karşısında tasavvufi bir bilgi öneriyor. Sevgi, aşk merkezli bu bilginin insanı daha onarıcı bir gizil güce sahip olduğunun altını özenle çizerek, sufi psikolojinin önemini anlamaya çağırıyor okurunu. Kemal Sayar’ın bu kitabında modern insanı ilgilendiren genel meselelere ilişkin zihin açıcı metinlerle beraber, terapik sürece katılan danışan-danışman ilişkisine ait ve hayatı anlamlı kılan meselelerden de hareket ederek yazılan farklı okumalar da buluyoruz. Mesela danışanını konuşmaya zorladığını düşündüğü bir terapik süreçten sonra yaşananlardan hareketle susma’nın da kimi zaman onarıcı etkisinin bulanabileceğini hatırlatarak “Sessizlikle iyileştirilmesi gereken anlar vardır. Bazı anlar sadece susuşla onarılabilir” diyor bir yazısında. Bu yaklaşım bana Derrida’nın “Susmak da bir konuşma biçimidir” sözünü ya da Beckett’ın bir tiyatro eserinde oyuncunun sahneye çıkıp dakikalarca susması ve sonra sahneyi terk etmesindeki o çarpıcı yaklaşımı hatırlattı.
Modernizm hepimize abartı öneren bir yabancılaşmadan başka bir şey değildir aslında. Bu abartılı gürültü içinde ne kendimizi ne de ötekini dinleyebiliyoruz. Kalabalığın ortasında anomik ve yalnızlaşmış bireyleriz. Neşet Ertaş’ın kendisi ile söyleşi yapmaya gelen gazeteciye, “Ben fazla kelime bilmem. Bilmem azdan çok anlar mısın?” diyen derin bilgeliği karşısında muhtemelen modern psikoloji/psikiyatrinin diyecek bir şeyi kalmıyor. Suskudan, tevazudan, rızadan, tevekkülden uzaklaştırılmış günümüz insanına ancak sufi bir psikolojik disiplin ile ontolojik gerçekliği hatırlatılabilir. Ve ancak bu gerçeklik, sahih anlamda bir arınmaya zemin hazırlayabilir. Kemal Sayar bu yeni kitabıyla anlam bilgisinin tahrip edildiği bir çağda sufi bakış açısına yaslanarak anlamı yeniden inşa etmenin yollarını tartışıyor denilebilir. Ayrıca şair, öykücü kimliği sayesinde metinlerinin didaktik olmaktan çıkıp okundukça çoğalan sıkı denemeler haline geldiğini ve bunun da okura edebi bir tat verdiğini görüyoruz..
Ruh, kader, aşk, mutluluk, ümit, güzellik gibi insana yakışan kavramlar, telefon, kapsama alanı, konuşma isteği, kaygı, narsizm gibi modern insana ait sorunsallar, çocuk ve ebeveyn arasında gelişen yeni ilişkilerden sonra kitap, rahmetli Erdem Bayazıt’ın şiirine atıfla “Sana Bana ve Ülkeme Dair” adlı bölümde bütün bu meselelerden hareketle Türkiye için ruhsal bir yol haritası çiziyor.