Elem ile Doktor Haydar Ergülen
Düzyazı 100 Yazı (53) eXpress dergisi
Bir kısır döngü ortaya çıkıyor. İyi ve güzel olan ne varsa yavaş yavaş, hakkını vererek yapılmayı hak ediyor. Böylece onlardan edindiğimiz yaşantı kalıcı ve derin bir tecrübe halini alıyor. Bir şehri içinize sindirerek, arka sokaklarını da dolaşarak bir hafta mı gezmek isterdiniz yoksa bir günde alelacele dolaşmak mıGüzel bir yemeği dostlarla aynı masa etrafında uzun bir sohbet eşliğinde mi yemek istersiniz yoksa beş on dakikada adeta tıkınarak mı?
Şair ve psikiyatr Kemal Sayar'ın "Hüzün Hastalığı" kitabında okudum, psikiyatr için, hem şair duyarlılığıyla hem de münasip bir yakıştırmada bulunuyor, "Elem Doktoru" diyor ona. Kitabı okuduğumdan beri bu söz aklımdan çıkmıyor, bundan daha anlamlı bir tanım bulunabilir mi psikiyatra?
Bana hekim kelimesi de güzel gelir gelmesine de, tabibin yerini hiçbiri tutamaz, hastaların sesine razı olduğu, Ağustos kadar sıcak sesli şairim düşer aklıma, toplasan toplasan bir kasaba bile etmeyen şu sıkıntıda, orta temmuzda bıraktığımız şair Behçet Aysan, tabibim. Hem şair, hem tabip olmanın bu kadar yakıştığı nadir adam. İyi misiniz ses verdiği şiirler?
"Yağmur dindi sevgilim bak dinle
her şey dindi, acıysa dinmemiş halde"
demişti. Sanki bir kez daha söylemek üzere. Nasılsa dinmeyecek hiçbir şey, yağmuru saymazsak, yağmuru da şiire sayalım ve bunca elem arasında, hiç olmazsa yağmurun kapısını kapatalım!
Yağmurun kapısını kapattık,elem doktorunun karşısına çıktık. O sormadan sormaya başladık: Elem doktoru bana kalbimden haber veremez, kalbimin yerini bilmez, kalbimin nasıl geçtiğini ona söyleyemem, ben onun için üzülürken üzemem elem doktorunu, bir ıssız adaymışım gibi bakıyor bana, o kaptan galiba bense bir yerliyim burada, onun dolaşacağı daha çok ada var, çok ıssız var, doktor beni anlasana, filikalar indirmesene bana, elem doktoruna ne diyeceğimi bilemiyorum aslına, aklım onun elinde, ben bir de elem vermek istemiyorum doktora!
Üzgünüm doktor, bu yazıda bahaneden başka bir şey değilsin, güzel bahanesin fakat, elem için bahane, şari için bahanesin, en çok da tabip için bahanesin. Şair Hayati Baki, kadim Ankaralı, Adnan Azar'ın "Yeyrüzünün en tehlikeli, ama sevimli şairi: nihilist çünkü" dediği şair, ölümün, büyük bir haksızlık olduğuna inandığı için iki ciltten oluşan bir kitap hazırlamış: "Şiirin Kesik Damarları" (Promete Yayınları, 1994, Ankara). 1. kitap 'intihar eden şairler'e, 2. kitapsa 'öldürülen şairler'e ayrılmış. Her iki kitap da Baki'nin uzun önsözleriyle başlıyor, "İntihar eden şairler kitabı"nda şöyle yazıyor Hayati Baki: "Sanatçı intiharları (özellikle şair), olumsuzlama örneği olarak öne çıkarılan 'başarısızlık', 'anlamsızlık', 'saçmalık', 'hiçlik' gibi kavramlarla açıklanmaya çalışılsa da, yaşamı olumlayan 'başarı', 'anlamlılık/anlam', 'uyuşum/uygunluk', 'varlık' gibi kavramların öne çıkarılmasıyla da açıklanamaz... İç yaşantının 0vurgulanması gerekiyor, bu, "aşırı çözümleme" yönelimi ve "derinlik duyarlığı"dır, çünkü. Sanatçının (şairin/yazarın özellikle de) intiharı, toplumsal yaşamla bire bir barışık olmaz." (aay, s.22-23) kitapta, intiharı seçen çok sayıda şairin şiirleri yer alıyor, adını ilk kez duyduklarımızdan tanınmış şairlere kadar. Adına ilk kez bu kitapta rastladığım bir şair Metin Akbaş, intiharından önce yazdığı sonyazı ise ilginç, "Beşir Esad" üstüne. "Oy" şiiri Metin Aktaş'ın:
Binbiriki türlü Evler insanlar gördüm
En sunturlusundan
Yalınayapına
...
Ama en çok
Yalınlarını sevdim
Evlerin insanların
...
Evleri insanları yazanları da
Toplama kamplarından kurtulmuş ünlü şair Paul Celan da, kendini Seine nehrine atarak canına kıyar. Celan'ın "Ölüm Havası" şiirinden:
Siyah sütünü içiyoruz sabahın akşam saatlerinde
onu içiyoruz öğle sabah demeden hep onu geceleri
içiyor habire içiyoruz
bir mezar kazıyoruz gökyüzüne rahatça yatmak için
adamın teki bir evde yılanlarla oynuyor yazıp
çiziyor
Almanya'ya yazıyor karanlık çöktüğü vakit altın
saçın Margarete
Onu yazıp evin önüne çıkıyor ıslıkla köpeklerini
çağırıyor yıldızlar ışıyınca
Yahudilerini çağırıyor toprağa bir mezar kazsınlar
diye
ve bize buyruklar yağdırıyor oyun havaları
çalmamız için.
İlhami Çiçek: 1983'te, tek şiir kitabı olan "Satranç Dersleri" yayımlandığı ay canına kıymıştı, sanırım kitabının çıktığını da görmedi:
büyüdün güzle donanık anne
işte göçmüş omuzları babanın
almış başını gidiyor zulmün kervanı
yılmadın usanmadın aldanmadın
ellerin kalkan gibi yüreğinin üstünde
bir cinnete savaş açtın
New York'a bindiği bir gemiden Karayip Denizine atlayan Hart Crane, kendini trenin altına atan Atilla Jozsef ve Kaan İnce: Tam da Cemal Süreya'nın "Her ölüm erken ölümdür" dizesini doğrularcasına, İstanbul'da bir otelde yaşamına son veren gencecik şair. "Harita" adlı şiirini ne zaman yazmış, bilmiyorum, bildiğim dünyadan yaralandığı ve yaranın kapanmadığı:
Haritası parçalandı ellerimde gecenin, bir yitiriş değil
bu, sınırları tutamadım yerinde, gözlerime doldu sular,
şimdi zaman oynak bir gölge. Nasıl başlasak geri dönmemek için?
Hüzünkıran ardında saklanan kalbimle, artık, okyanuslara açılmak geçmeli içimden.
Biliyorum.
Ama kavuşmalar ayrılıktır bazen.
Kleist, Mayakovski, Gerard De Nerval, ve "Ölüm gelecek ve Senin Gözlerinle Bakacak" diyen Pavase:
Hangi gün, ey sevgili umut,
bizler de öğreneceğiz senin
yaşam olduğunu, hiçlik olduğunu
...
herkese bir bakışı var ölümün.
Ölüm gelecek ve senin gözlerine bakacak.
Bir ayıba son verir gibi olacak,
belirlemesini görür gibi
aynada ölü bir yüzün,
dinler gibi dudakları kapalı bir ağzı
O derin burgaca ineceğiz sessizce.
Sylvia Plath, Kurt Tucholşky, Georg Trakl ve Yesenin:
Hoşçakal, dostum benim, hoşçakal artık,
Can dostum, seninle dolu göğsüm
çok önceden belirlenen bu ayrılık
Buluşmayı vaadediyor ileride bir gün
...
Hoşçakal, dostum, el sıkışmadan, konuşmadan,
Hüzünlenme ve eğme kaşlarını, mutuz,
Yeni bir şey değil ölüp gitmek bu yaşamdan,
Ama yaşamak da yeni değil kuşkusuz...
Sonra da şiirlerini daktiloya çekip giden Nilgün Marmara, hani "Bu Kız Elmalı Bir Kaplan Olmalıydı" demişti ya:
Hayatın dibini görmek,
Balığı tutsak etmek, kendini kafese koymak...
Çocuğun doğrudur masanın altında
Bunun üzerine bir kırmızı çapraz çizin
Karanlığın alnını karışlamaktır zaman.
Öldürülen şairlerden hiç konuşmasak mı doktor? Hayati Baki, zor bir işi gerçekleştirmiş, bir saygı duruşu olarak Seyyid Nesimi'den Cem Cem Sultan'a, Jose Marti'den Pasolini'ye ve bizim şairlerimize, Metin Altıok'a, Behçet Aysan'a, Uğur Kaynar'a kadar, kardeşçe bir hayat isteyen şairleri bir kitapta toplamış. Hiç konuşmayalım doktor, biz elemden vazgeçmeyiz, istersen sen bizden vazgeç. Bu yazıyı da unut, hiç okumamış gibi yap. Ben bu yazıyı niye yazdığımı da bilmiyorum hem, biraz biliyorum da buralara nasıl geldiğimi bilmiyorum. Elem doktoru sözünden çok etkilenmiştim, o söz bana başta yazdığım gibi, psikiyatrdan önce tabibi çağrıştırdı, en çok Behçet'e yakışırdı 'Elem Doktoru' olmak. "Düello" adıyla yayımlandı toplu şiirleri ardından, Adam yayınlarından, okursanız, Behçet Aysan adlı, bu dünyanın yaşatmadığı, has bir adamın, sevgili bir insanın ve kederli bir şairin "Elem Doktoru" olduğunu göreceksiniz.
Araya "Ankara - İstanbul Karatreni" girince, Süreyya Berfe'nin "Gümüş koktu azalan cigaralar / Bana bir yolculuk ısmarla!" dediğince, kendimize ve birbirimize ısmarladığımız yolculuklar azaldı, yokluklar çoğaldı: Behhçet! Behçet! Temmuz şimdi sesinin dolaylarından bir yanık hava gibi, oysa altmışsekizlik bir plakta hışırtılı bir sesin vardı senin, Ağustosa benzerdin. 2 yıl oldu, daha kaç 2 yıl olur aramızdaki ayrılık bilmem, fakat ortada bir temmuz duruyor, Temmuzun ardı Ağustos, sen yoksun, Ağustosun sesi de duyulmuyor. Ben artık senin için 'iyi' bir yazı yazamam, özenirim, güzel olsun derim, ama geçemem yokluğundan, ne yapsam iyileştiremem yazıyı. Sırp teyyareleri de çekildi Bosna'dan, şimdi yaralar sarılıyor, şu orta Temmuz'un yaraları ise kül oldu, yangın yağdı, külümüz savruldu, dumanımız tütüyor. Bu yazı kötü yazı, şimdi 'elem doktoru' burada olsaydı böyle mi olurdu, o karatrene birbirimizi ısmarlamask da, birbirimizle şiirden şiire karşılaşsak da, ben onun sesinin Ankara'da şiiirleri ve hastaları iyileştireceğini bilir, tutar onu çok özlediğim zaman, içimden ve onun sesiyle bir şiir okurdum kendime, dağılan bir gül olurdu şiir onun sesinde:
ne söylersen söyle rüzgârdır duyan
düşeleri çağıran iri siyah gözleriyle
ve yanı başımızda mutlu kalan ne var ki
belki bir kuş akşamın ölü ağındaki
sadece güldür dağılmış ayaklanmaya.
...
ne söylersen söyle bir gün yiteceğiz
çam seli halinde kalabalık bir orman
alıp götürecek bizi kuytu ölümlere
yaşamanın anlamını sorsam da söyleme
konuştukça bir gemi açılıyor kıyıdan.
(Dağılan Gül, Behçet Aysan)
Bu yazı bir şiirden dağıldı. Bir şair, Kemal Sayar "Elem Doktoru" dedi, bir şair, gittikçe hatırlanan bir şiir için, Behçet Aysan, bu sözü aldı ve yakıştırdı, bir şair, Hayati Baki, intihar ettirilen ve öldürülen şairlerin kardeşi olduğunu bildi onların bu dünyada ve her dünyada aynı bahçede olduğunu bildi, bu bahçeden bir kitap derledi. Bana da bir cümle kaldı hepsinden: Tabibim, şairim Behçet, sen yoksun, elem doktoru yok, şimdi ben kalbimin nasıl geçtiğini kime söylerim?