Kemal-Sayar-Urun-Resim_7993-600X450.jpg

Cinayetlerde narsizm ve egosantrizm duygusu etkili

KÜBRA & BÜŞRA İLE İKİDE BİR. YENİ ŞAFAK PAZAR. 10.05.2009
Psikiyatristliğin yanında şiir ve deneme yazan Kemal Sayar en son çıkardığı kitabı ' Herşeyin Bir Anlamı var' ile anlamsızlaşmadan dem vuruyor. Sayar Münevver Kara bulut ve Mardin cinayetini işleyen katiller için ise 'Bunun arkasında büyüklenme ve egosantirizm var. 'Ben yaşamaya müstehakım, ama benim dışımda olanlar yaşayamaz düşüncesi yatıyor' diyor.



Kemal Sayar'ın ofisindeyiz. O gelinceye kadar oturduğum yerden çevreme bakınıyorum. Sekreter sürekli birilerini arayıp randevularının hangi saatte olduğunu haber veriyor. Bir iki üç derken bu sayı bir hayli artıyor. Bu kısacık zaman diliminden anladım ki insanlar psikoterapistlere koşuyor. Ama neden? Kemal Sayar'ın söylediği birşey var. 'Artık kimse birbirini dinlemiyor. herkes kendi konuşmak istiyor.' Hal böyle olunca insanlar kendilerini psikoterapistlere dinletiyor. Sayar, yapılan bir istatistiğe göre 2020 yılının hastalığının depresyon olacağını söylüyor. Kemal Sayar ile mutluluk ve hüzün hastalığını, bunun yanında 44 kişinin öldürüldüğü Mardin cinayetinin psikolojik sebeplerini konuştuk. Kübra Kemal Sayar, yazdıklarıyla, şiirleriyle, insanlara 'kalp şifası' vermeye çalıştığını söylüyor. Bazen işi gereği, yaşadığı dertlerle başa çıkamadığında, kaleme sarılıyor ve yazmaya başlıyor. Bir işle uğraşmayan insanları da yazmaya davet ediyor. İnsanların birbirlerine yabancılaştığı bu zamanda, yazının kurtarıcı bir araç olduğunu dile getiriyor.Mutsuzluğun kanaatkarlık ve verici olmakla yenilebileceğini söylüyor. Kemal Sayar, son yıllarda insan psikolojisinin nasıl şekillendiğini, depresyonun neden çağın hastalığı haline geldiğini anlatıyor. Sayar'ın psikiyatri ofisinde sadece bir gün...
Büşra

İnsanların ruh sağlığı ile ilgileniyorsunuz. Bunu maneviyatı bilime ne kadar karıştırarak yapıyorsunuz?
Karşımda kimin oturduğuna göre değişir. Eğer bir insan maneviyat diliyle konuşmamla huzur bulacaksa,bunu yapıyorum. Fakat bu dilden ürküp, dini baştan yok sayıyorsa, ona da o üslubu dayatmıyorum. Bizim, mesleğimiz gereği, nötr bir pozisyonda durmamız gerekir. İnanç konusu sadece karşımdaki insanın bu konuda bir talebi varsa terapi gündemine girer. Ben karşımdaki insanların, kendilerini iyi gördükleri bir ayna olmak zorundayım. Ayna olmak için de kendimi çok cilalamam, önce kendi kör nokta ve kusurlarımı yenmem gerekiyor.

Bir insanı ne kadar sürede tanırsınız?
İlk görüşmede, kişi kendini sizden saklamıyorsa bir şeyler elde edersiniz. Altıncı görüşmede ise tanımış olursunuz.

Peki maneviyatı güçlü olan insanlar, bunalıma daha az girerler diye birşey var mı?
Hayır, bu tam bir efsane. Ama psikolojinin verileriyle konuşursak; kamil bir şekilde inanan insan, karşılaştığı benzer streslere oranla, inanmayana göre zorlukları çok daha kolay aşabilir. Fakat Türkiye'de inançlı olmak da belli gerilimleri beraberinde getirebiliyor. İnancınızın size emrettikleriyle, dış dünyanın zorladığı durumlar arasında ciddi bir fark oluyor. O yüzden ben inançlı insanların da ciddi sıkıntılar yaşadığına tanık oldum.

Bu tür vakalarla çok karşılaşıyor musunuz? 
Sayısız…

Psikiyatrik sorunların inanç zayıflığıyla bir alakası var mı peki ?
Hiç alâkası yok. Psikolojik rahatsızlık, insanın dini hassasiyetlerin yitip gitmesi değildir. Psikiyatrik rahatsızlık, günlük hayatta yaşanılan stres verici olayların sonucunda, beyin kimyamızın bozulmasından kaynaklanıyor. İnsanlar böbrek ağrıdığında, Allah'tan şifa istemenin yanı sıra nasıl tıbbî çarelere başvuruyorlarsa, psikoloji için de aynısı geçerli.

Son zamanlarda mutsuz, tahamülsüz insan sayısında artış var. Hangi rahatsızlık daha ön planda?
Depresyon ve panik bozukluğu. Özellikle kadınlarda daha çok rastlanıyor. 2020 yılı için Dünya Sağlık Örgütü, en yaygın sağlık problemi olarak depresyonu tanımladı. Bu hastalık, ileride pek çok rahatsızlığın önüne geçecek. Batı toplumları iyi maddi imkanlara sahipler. Ama istatistiklerde depresyon ve intihar oranları iki katına çıkmış görünüyor.

Neden? 
İnsanlar bolluk içinde olsalar bile, hayatlarından memunun değiller. Sosyal ilişkiler bozuldu. Batı'da yakınlığın ve samimiyetin ölümünden bahsediliyor. Bir insan Amerika'da parasız kalırsa ona yardım eli uzatacak hiç kimse yok. Bizim toplumumuz bu anlamda daha avantajlı. Çünkü Türkiye'de insanlar bir zorluk yaşadığında, daha fazla dayanışma var, insanlar hâlâ köylerinden erzak getirebiliyorlar.

PSİKİYATRLAR AĞIR DEPRESYONA GİRDİKLERİNİ ANLAMIYORLAR

Psikiyatristler de intihar ediyor. Onlar kendi sorunlarıyla başa çıkamıyorlar mı? 
Çok ağır depresyon geçiren doktorların da, hastalığının vardığı boyutu göremediklerini biliyorum. Hastalık ilerlediğinde, depresyonda olduklarını ve o yüzünden kendilerini kötü hissetiklerini anlayamıyorlar.

Çok dert dinlediklerinden mi? 
Hayır, yine kendi sorunlarınız yüzünden depresyona giriyorsunuz.

Siz insanların sorunlarını dinletikçe kendi halinize şükür ediyormusunuz?
Biz mesleğimizde, sürekli olarak olumsuz şeylerle karşılaşmıyoruz. İnsanlar sadece dertlerini anlatmıyor, kendi hikayelerini de bizimle paylaşıyor. Önce üzüntülü bir şekilde gelip, tedavi süreci içinde eski neşe ve sağlıklarına kavuşuyorlar. Bu bir ödül aynı zamanda. İşimiz sadece dert dinlemek olsaydı, bu işi yapmak çok yıpratıcı olurdu. Ama yine de psikiyatristliğin zor bir meslek olduğunu düşünüyorum.

Hastalarınızla duygusal bağ kuruyor musunuz?
Elbette. Duygusal bağ kurmadan, karşınızdaki kişiye asla yardım edemezsiniz.

Karşılıklı oturup ağlıyor musunuz mesela…
Hayır, o kadar aşırı değil tabii. Ağlaşma yeri değildir terapi odası. O zaman mesafeli duruşu kaybederiz. Ama anlatılan öyküdeki yoğunluk benim de gözlerimin nemlenmesine yol açabilir.

Yazarken kendinize terapi mi yapıyorsunuz? 
Yazı büyük bir şifadır. Hiçbirşey yapamayan insanların yazı yazması lazım.

Ama örneklerine bakıldığında yazarlarında intihar ettiği görülüyor…
Graham Greene 'Yazar dişleriyle o masaya tutunur, intihar etmemek için' diyor. Ben birçok yazarın, şifa arayışı olduğunu düşünüyorum. Dostoyevski, Tolstoy gibi büyük yazarlar çok ıstıraplı ruhlardır. Hayatın içindeki ıstırabı acıyı, çıplak bir gözle görebilen insanlar.

KİŞİSEL GELİŞİM KİTAPLARI SADAKATSİZ YAPIYOR

Kimi insanlar, dert küpü de olsalar depresyona girmiyor. Neden herkes intihar etmiyor? 
Hepimizin içinde direnç kuvvetleri var. Ve bunlar mukavemeti arttırıyor. Cesaret, iyimserlik, ümit varlık, sosyal ağın iyi olması, zorluklara çok daha iyi direnç göstermesini sağlıyor. İnançlı olup şükran duygusuna sahip olmanın, psikolojiyi güçlendirdiği düşünülüyor. Verebilen insanların, ruhen çok daha iyi oldukları despit edilmiş.

Mutlu olamamanın suçu kimde? Bizde mi yoksa hayatta mı?
Çoğu zaman ikisi de. Kişisel gelişim ideolojileri ya da Secret tarzı kitaplarda ileri sürülen yüzeysel 'gazlama' teknikleri, insanların kendilerini suçlamalarına yol açıyor. İki gün önce bir danışanım bana ; "Secret kitabını hatmettim, mutlu olamadım, kendimi suçlamaya başladım" diyordu. Kişisel gelişim kitaplarının söyledikleri yüzeysel. O kitapları okuyan insanlar da çok yanlış yapıyorlar.

Trajik bir şey değil mi bu? Mutluluğu kitapta arayacak kadar çaresiziz… 
Çok doğru. Amerika'da bu daha da fazla. 'Hayatta nasıl kalınır?', 'Kız arkadaşı nasıl edinilir?', 'Yalnızlıktan nasıl kurtulunur?' gibi kitaplar çok. Bu sosyal darvinist, güçlünün zayıfı, hızlının yavaşı ezdiği ve yuttuğu bir dünyada, insanlar kendilerinden emin değiller. Doksanlı yıllarda çıkan 'kendin ol, yapabilirsin', tarzı sloganlar Amerika'da çok yaygın. Bu da insanların yerleşik olana sadakatini bırakmasına yol açıyor.

Yerleşik sadakat ne demek?
Mesela; bir adamın karısıyla iyi kötü bir beraberliği olmuş ve sonra çıkıp 'ben artık bu evliliği bitirmek ve kendim olmak istiyorum' diyor. Bunlar kişisel gelişim ideolojilerinin tesiridir. 'Niye ben hayatımı yaşamayayım ki?' diye soruyor. Ben de; 'geçmişinize karşı bir sadakatiniz olması gerekmiyor mu?' diyorum. Boşanmak ve çocuklarını bırakmak istiyor. Bu çok narsistik birşey. Çünkü o zaman sadece kendi çıkarı, sadece kendi hazları için yaşıyor ve sadakat olmuyor.

Peki insan en çok nerede hata yapıyor? 
Yakınlarıyla olan ilişkilerinde. Özelikle karı - koca ilişkisinde iki tarafta birbirini 'çantada keklik' görüyor. O yüzden hoyrat davranıyorlar, zaman içinde büyük aşınma oluyor ve başlangıçta birbirini çok seven insanlar zamanla birbirinden den nefret ediyor. İkincisi; çocuk yetiştirmede yapılan hatalar. 'Çocuklar birşeyden anlamaz, önemli değil' gibi yaklaşımlar, çocukların psikolojisinde mutlaka arıza bırakıyor.

Hüzünün bir hastalık olduğunu söylüyorsunuz.
Hüzün kötü birşey mi ki… Hüzün kültürümüzde övülen birşey. Ama bu ikisini, hüzünle depresyonu birbirine karıştırmamanız lazım. Hüzün daha tatlı bir şeydir ve onu yaşayan insan derinleşiyor. Dünyanın faniliğini, kırılganlığını hissediyor. Bu dünyanın, ebedi yurt olmadığını hatırlıyor. Hüzün klinik depresyondan çok farklı birşey. Depresyonda, hayatın kendisi çok anlamsız gelirken, hüzün aslında hayata mana ve derinlik katan bir hal.

Aşırısı? 
Tabii hüzünün patolojik bir hal alması, depresyonla sonuçlanabilir.

ALMANYA'DAKİ KATLİAMLA MARDİN'DE YAŞANANLAR AYNI

Psikoterapileri gidenlerin sayısı neden arttı?
Dinleme azaldığı için. Herkes kendi söyleyeceği şeyi önemsiyor ve karşı tarafı dinlemiyor. O yüzden psikoterapistler de daha çok ekmek yiyor. İnsanlar psikoterapistlerin karşısında gerçekten işitildiklerini hissediyor.

'Keşke kimsenin sorunu olmasa da, ben bu işi yapmak zorunda kalmasam' diyor musunuz? 
'İyi ki böyle bir meslek var' diyorum. İnsanlar kendi içlerini döktükleri zaman, yapabilecekleri yanlış şeylerden uzak duruyorlar. Canlarına kıymıyorlar, bedenlerine eziyet etmiyorlar. Bir başkasının canına kıymıyorlar.

Biliyorsunuz birkaç gün önce Mardin'de, bir düğünde 44 kişi hayatını kaybetti. İnsan neden yapar bunu, hangi psikolojiyle?
Bu büyük bir menfaat çatışması ama töre değil. Burada hiç bir ahlaki ilke yok. Camideki insana kurşun sıkılıyor. Bu hiçbir törede olmayacak birşeydir. Ben de birkaç gündür hangi psikoloji ile yapıldığını düşünüyorum. Bu tür sıradışı kötülüğü açıklamakta kullanılan modeller var. Mesela; Bu duruma en iyi özetleyen 'duyarsızlık'. İnsanlar çok fazla şiddetin içindelerse, zaten adam öldürmeye alışmışlarsa, onlar için bir sonrakini yapmak zor olmuyor.

Peki neden kadınları ve çocukları vurmuşlardır sizce?
Tamamen karşıdaki şahsın nesneleştirilmesiyle ilgili. O kişiyi yok edilmesi gereken kişi olarak algılıyor. Onun çocuk, kadın veya yaşlı olmasına hiç bakmıyor. Bu terörün arkasındaki zihniyettir. Burada, kan ve soy bağının hiç önemi kalmamış. Karşısındaki insanı, çok büyük bir tehdit olarak algılıyor. 'Ben onu ortadan kaldırmazsam, o bana zarar verecek' diye düşünüyor. Dünyadaki bir çok şiddet hareketinin özünde bu var.

Hangi duygu bu cinayeti işletmiştir? 
Almanya'da da böyle bir olay oldu. Biri okul basıp, onlarca insanı kurşundan geçirdi. Bunu Mardin'de yaşananlarla aynı kategoride değerlendirebiliriz. Olay doğuda yaşandığı zaman, hemen zihnimiz töre gibi şeylere kayıyor. Fakat ikisin de de aynı psikopatlık ve acımasızlık var. Bunun arkasında da büyüklenme ve egosantirizm var. 'Ben yaşamaya müstehakım, ama benim dışımda olanlar yaşayamaz' düşüncesi.

70 çocuk öksüz ve yetim kaldı. Bu şiddet durmayacak ve devam edecek… 
Tabii… O çocukların nefretle büyütülmemesi gerekiyor. Onlara, nefret ve öfke şırınga edecek insanlardan uzak tutulmaları lazım. Çocuklar tek başına 'Benim anne ve babam yok yere neden öldürüldü?' sorusunun cevabını veremez. Eğer siz nefreti aşılarsanız, bu kişiden büyüdüğünde bir katil çıkartırsınız. Bu çocukların iyi olması için, ön ayak olmak ve devletin kol kanat gerdiği bir ortam sağlamak lazım.

Mutluluk kelebektir, peşinden koşarsanız kaçar

Mutluluğu feth etmek ne demek?
Mutluluk konusuyla ilgili, hoşuma giden bir tanım var. Oda şu;'Mutluluk bir kelebektir, peşinden koşarsanız kaçar.Durup, beklemeyi bilirseniz, omuzunuza konacaktır'. İnsanların daha azla yetinmeyi, vermeyi ve paylaşmayı bilirlerse çok daha mutlu olabileceklerini düşünüyorum. Çünkü mutluluğun anahtarı, kanaatkarlıkta. Ne kadar basit yaşarsanız, o kadar mutlu olursunuz.

Time dergisi, mutluluk ile ilgili bir sayı çakardı. Mutluluk, psikoloji bilimine göre, ilahi kitapların söylediklerinde gizli olduğu yazıyordu….
İnsanların inanma arzusu, her zamankinden daha çok. Onun doğru mecralarda bulması çok önemli. İnsan tapınan bir varlıktır ve içinde kendinden daha büyük bir güce inanma isteği vardır. Kimi insanlar, sahte maneviyatlara, newage dinlere kapılıyorlar. İnsanın kendisiyle batıp sönmeyecek yüce bir ideal araması lazım.

Zengin ama mutsuz, fakir ama mutlu klişesine ne kadar katılıyorsunuz?
Bu insanları teselli etmek için kullanılan birşey. Para tek başına belirleyici değil. Fakat insanı kolaylıkla şımartan, büyük bir güç olduğu vehmine yo laçan bir ayartıcı. İnsanın para karşısında, çok olgun olması lazım. Para ve şöhret ilişkisinde insan ham bir kişiyse, rahatlıkla kendini tanrı sayma gibi kibre düşebilir. İnsanlar bir süre sonra alışma dediğimiz mekanizmayla çabuk doyuyor. Boğazın kenarında oturan insanlar, manzaraya bakmamaya başlıyor. İnsan arzularının sınırı yok.

Doyumsuzluğun bir tedavisi var mı peki?
Doyumsuzluğun tedavisi, kalp doktorlarında. Bizim bildiğimiz kalp doktorlarında değil tabii ki, ariflerde, gönül adamlarında, hakikat ehlinde. Kalbi onaran sözlerde, insanlarda. Benim kendi uğraşım da bu. İnsan ne kadar maneviyattan beslenirse, ruhunun temel ihtiyaçlarını dikkate alırsa, o kadar insanlara birşey söyleyebileceğine inanıyorum. Tanrıyı hesaba katmayan psikolojinin insanlara çok da birşey vermediğini düşünüyorum.

Cem antisosyal, ailesi narsist

Bu cinayeti işleyenler insanlarda, merhamet duygusu yok muydu?
Hangi duygu, merhameti bastırabilir? Ben bunu İstanbul'da gördüğümde çok şaşırmıyorum. Sonuçta Münevver Karabulut cinayeti de bireysel birşey. Fakat çok vahşice ve narsistik birşey. 'Sen benim narsistik duygularımı tatmin etmedin, beni seni bu ölçüde bir vahşetle yok edebilirim' diyor. Sonra ortadan kayboldu, onuru da yok merhameti de. Büyük bir kötülük yaptıysan teslim ol. Ama o; 'Hayır benim hayatım çok kıymetli' diyor. Bu resmen arsızlık.

Münevver Karabulut cinayetinde, herkesin sorduğu bir soru var. Aralarında problem yokken neden böyle oldu?
Bazı insanlar, antisosyal kişilik bozukluğu dediğimiz, vicdan eksikliği ile malül bir rahatsızlık gösteriyorlar. Bu insanlar aramızda yaşıyorlar. Günlük hayatın içinde yiyorlar, içiyorlar, bu antisosyal özellikleri ile güçlü liderler haline de gelebiliyorlar. İş hayatında da bazı antisosyaller, başkalarını ezerek çok iyi yerlere geliyor. Banka hortumlayıp, halkın parasını çalıp hâlâ aramızda dolaşabiliyorlar mesela.

Antisosyalin özelliği nedir? 
Temel özelliği, empati yapamamasıdır. Karşısındaki çektiği acıya karşı, en ufak bir duyarlılık göstermez ve vicdan eksikliği vardır. Antisosyal, başka birine verdiği acı için ıstırap duymaz. insanları nesneleştirir. Çoğu kriminal tip, antisosyaller arasından çıkar. Bugün Amerika'da hapisanelerdeki mahkumlara baksanız, yüzde sekseni antisosyaldir. Ben bu ölçüde vahşice bir cinayetin, esrar, eroin gibi bir takım maddelerin tesiri altında ya da çok ağır bir kişilik patolojisiyle işlenmiş olduğunu düşünüyorum.

Cem'in ailesi ile birlikte yurt dışına kaçtı. Bu durumda bir ailenin çocuğunu koruması normal midir?
Bu yanlış birşey. O ailenin özelliklerini bilmiyoruz. İnsanın suç işleyen, hele de böyle vahşi bir cinayet işleyen bir çocuğu korumak çok kabul edilemez birşey. Bu 'Biz de bu cinayete ortağız ve onaylıyoruz' demektir. Burada da narsistik birşey var. 'Benim çocuğuma birşey olmasın, diğerlerine ne olursa olsun' bakışı. Günümüz kültürü, sosyal darvinizmi çok ön plana çıkarmış durumda. Bunu çok tehlikeli buluyorum. Güçlü olan, zayıfı ezer mantığı insanları perişan ediyor. Türkiye'de de maalesef, kanunun güçlü olanı kolladığı düşüncesi yaygın. Bu olayda kamuoyu baskısı oldukça iyi ve ben en kısa zamanda suçlununda yakalanacağına inanıyorum. Bu da insanları çok rahatlacak.

Neden?
Çünkü 'güçlü insanlar, ceza almaz' düşüncesi adaletin içini oyar. Bunun yok olması lazım.
 
Facebook
Facebookta Paylaş
Twitter
Twitterda Paylaş
Twitter
E-Posta ile Paylaş
Whatsapp
Whatsappta Paylaş