Prof. Dr. Kemal Sayar yeni kitabı Terapi: Kültürel Bir Eleştiri ile mesleğinin özeleştirisini yapıyor: “Pek çok terapist kültürü, dini, geleneği, örfleri çok iyi tanımıyor. Batı insanı için geliştirilmiş yöntemleri alıp Türk insanına uyguluyor”
ARTIK birbirimizi dinlemiyoruz. İçimize kapanıyor, kendimize sanal dünyalar yaratıyoruz. İş hayatındaki rekabet, sanal ortamların içimizde yarattığı boşluk, ailevi sorunlar, günlük yaşamın stresi gibi birçok problem giderek içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Bütün bunlarla baş etmek için terapistlere başvuran kişilerin sayısı da gün geçtikçe artıyor. Ancak sorunlarınıza çözüm bulmak, rahatlamak amacıyla başvurduğunuz terapistlerin yöntemlerinin yanlış olabileceğini hiç aklınıza getirmiş miydiniz? Prof. Dr. Kemal Sayar yeni kitabı Terapi: Kültürel Bir Eleştiri’de bireyi iyileştirmeye çalışırken kendi içindeki açmazlara bakmayı başaramayan terapi yöntemlerini irdeliyor.
“Danışanlarım daha önceki terapistleriyle ilgili hayal kırıklıklarını beraberlerinde getirir. Nerelerde problem yaşadıklarını, ne hissettiklerini anlatırlar. Bu sayede Türkiye’deki terapi uygulamalarında yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu gördüm” diyen Sayar, bu fikirden yola çıkarak yeni kitabını kaleme almış. Terapistlerle yaşanan sorunların bir kısmının kuralların doğru uygulanmamasından kaynaklandığını belirten Sayar, bunu aynı zamanda terapistlerin tecrübe eksikliğine de bağlıyor: “Terapistlerin bir çoğu terapi kuramlarına körü körüne bağlı. Danışanlarını bu kuramlara uymaya zorluyor. Dolayısıyla danışanlarda hayal kırıklığı artıyor.”
Terapistin öncelikle ruhsal bir kılavuz olduğuna dikkat çeken Sayar “Günümüzde bazı yanlış psikoterapi kuramları kendine sevdalanma, bireycilik, aşırı çıkarcılık, maddecilik, yabancılaşma, yalnızlaşma gibi modern hastalıkları büyütüyor. Çünkü terapistler insanlara sadece kendisini düşünmesini telkin ediyor. Kimi zaman insanı çocukluğuna hapsederek o dönemin kurbanı gibi gösteriyor. Bu da çaresizlik duygularını tırmandırıyor. İnsanların birbirleriyle bağ kurmalarının gereksiz olduğunu vurgulayıp iyilik ve mutluluk duygusunu köreltiyorlar. Oysa insan tek başına ele alınamaz” diyor.
Kültürü hesaba katmayan psikoterapi kuramlarının insana doğru şeyler söylemeyeceğine dikkat çeken Sayar, terapiye gelen kişinin sorunlarının tüm etkenler düşünülerek ele alınması gerektiğini anlatıyor: “Pek çok terapist kültürü, dini, geleneği, örfleri çok iyi tanımıyor ve sadece batı insanı için geliştirilmiş bir iyileştirme yöntemini alıp bu toplumdaki insanlara uyguluyor. Örneğin 1970’lerde moda olan Amerikan akımlarının Türkiye’ye 30 yıl rötarla geldiğini görüyoruz. Bunlar herkesin duygusal bağlarını koparması, eşinden, ailesinden arınıp sadece kendisi için yaşaması ve içindeki çocukla barışması gibi kuramlar. Oysa bunlar toplumu tahrip ediyor.”
İçimizdeki çocuğu dinlemenin her zaman işe yaramadığını, hatta bazen bizi sorumsuzlaştırdığını da söyleyen Sayar, bu duruma kuramlara körü körüne bağlı terapistlerin neden olduğunu iddia ediyor: “ Terapistler bazen yardım edeceğim diye danışanının dünya görüşünü, kültürel değerlerini bilmeden kendi dünya görüşlerini dayatabiliyor. İnsanlar terapilerde kendilerini bir tamirciye gelmiş gibi hissediyor. Terapi ruhsal mühedislik gibi ele alınmamalı. Terapistler kendi narsistik arzularını doyurmaya çalışmamalı. Bir danışanımın benden önceki terapisti kendisine 40 dakika boyunca yazdığı makaleyi okumuş ve sonunda ‘Güzel yazmış mıyım’ diye sormuş. Çıkışta da 400 TL ücret almış. Bunu duyunca kulaklarıma inanamadım. Bazıları ‘Bana beş yıl boyunca haftada iki defa gelirsen problemini çözebiliriz’ diyor, umut simsarlığı yapıyorlar. Oysa hızlı çözüm yoktur. Bu yüzden terapiler bir sömürü alanı oldu.”
Son zamanlarda insanların bir dostuyla muhabbet etmek yerine sanal ortamlara sığındığını söyleyen Prof. Kemal Sayar, en yakınımızdakinden bile uzaklaştığımızı anlatıyor: “Kapı komşumuzla tanışmıyoruz ama sanal birçok komşumuz var. Bu yalnızlaşma insanların dertlerini daha çok terapistlere anlatmasını beraberinde getiriyor. Bencilleşme çok ön planda. Büyük şehirlerde Amerikan tipi aile modelleri ortaya çıkıyor. Anadolu ise hala kendine has tarafını koruyor. Kendi içinde birbirine yabancılaşmış insanlar var. Genç evliliklerin yarısı boşanmayla sonuçlanıyor. Birbirlerinin özel alanına çok fazla müdahale ediyorlar ve çabuk tükeniyorlar. Oysa ilişki için emek harcanmalı. Toplumda ise bir kutuplaşma var. İnsanlar birbirlerine bileniyor. Ama Türkiye büyük bir dönüşüm yaşıyor. Bu dönüşümde bazılarının kendilerini tehdit altında hissetmeleri kaçınılmaz. Sisli hava dağılacak ve insanların bu konuda daha net bir düşünceye ulaşacak.”
PROF. Dr. Kemal Sayar sağlıklı bir toplum için sağlıklı nesiller yetiştirilmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Burada en büyük görevin ailelere düştüğünü anlatan Sayar “Olumsuzlukları hep televizyona, internete yüklüyoruz ama tek suçlu onlar değil. Bir çocuk çok fazla televizyon seyrediyor ama aynı zamanda çok koruyucu bir ailesi de varsa televizyonun zararlı etkileri tamponlanır. Yeni neslin çok bencil olmasında anne babanın zayıflaması, geleneksel kurumların çökmesi ve pop kültürün çok etkin olmasının rolü büyük. Yeni nesilde marka bağımlılığı var. Marka giymeyen, hayal kuran çocuklar ezik olarak etiketleniyor. Oysa çocuklarımızı başkasını düşünen, toplumsal iyiye hizmet eden kişiler olarak yetiştirmeliyiz. Duygusal ve ahlaki zekalarını geliştirmeliyiz, geleneksel değerlerimize sarılmalıyız” diyor.